![]() |
Kürtaj
Kadın olsun, erkek olsun kürtaj kelimesini duymayan yok gibidir. Buna karşın yine pekçok kişi kürtajın sadece bebek aldırmak olduğunu düşünür. Oysa kürtaj en çok istenmeyen ya da zorunluluk durumunda gebeliğin sonlandırılması için uygulalan bir işlem olmasına karşın kelime olarak sadece bu işlem için kullanılan bir terim değildir. Kürtaj kelime anlamı ile kazımak anlamına gelir. Örneğin diş hekimleri de diş etlerindeki lezyonarı temizlemek için kürtaj yaparlar. Sozcüğün doğru şekli kürtaj değil küretajdir. Ancak dilimize kürtaj olarak yerleşmiştir. Kadın Hastalıkları ve Doğum branşında kürtaj terimi rahim içerisinden herhangi bir dokuyu birtakım aletler ile kazıyarak alma işlemi için kullanılır. Bu dokular gebelik ürünü olabileceği gibi biopsi ya da tedavi amaçlı alınan dokular da olabilir.Kadın hastalıkları ve doğum bölümünce yapılan küretajlar iki aşamalıdır. Birinci aşama rahim ağzının genişletilmesi (dilatasyon), ikinci aşama ise küretajdır (curettage). Bu nedenle işlem için kullanılması gereken en doğru terim ingilizce Dilatation and Curettage kelimelerinin başharflerinden oluşan D&C'dir.Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kürtaj kadın doğum hekimlerinin en çok uyguladığı cerrahi işlemlerin başında gelmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki kürtaj bir doğum kontrol yöntemi değildir. Türleri Kürtaj (kadın hastalıkları ve doğum'da kullanıldığı şekliyle) rahim içinden doku almak anlamına geldiğine göre sadece gebelik sonlandırmak için yapılmaz. Özellikle kanama bozukluklarında ve monopoz sonrası kanamalarda teşhis amaçlı küretaj yapılabilir. Yine infertilite (kısırlık) araştırmalarında yumurtlama olup olmadığını anlamak vb. amaçlı kürtaj uygulanabilir. Gebelik Boşaltımı Üreme çağındaki kadınlarda en sık uygulanan kürtaj şeklidir. İstenmeyen gebeliklerin sonlandırılması amacı ile yapılır. Probe Küretaj Kanama bozukluklarında ve özellikle menopoz sonrası kanamalarda teşhis amaçlı yapılan işlemdir. Özel aletler (küret) ile rahim içi, bazal tabakaya kadar kürete edilir (kazınır). Şiddetli ve uzun süreli kanamalarda hem altta yatan sebebi tespit edebilmek, hem de kanamayı durdurmak için uygulanır. Bu açıdan bakıldığında aynı zamanda bir tedavi şeklidir. Bu işlem sayesinde endometrial hiperplazi, rahim kanseri, rahimde yaşa bağlı zayıflama (atrofi) teşhisi konabilir. Fraksiyone küretaj Uygulanış amacı probe küretaj ile hemen hemen aynıdır. Ancak burada rahimin içini döşeyen endometrium tabakasından ve rahim ağzının içini döşeyen endoservikal kanaldan ayrı ayrı örnekler alınır ve pataolojik tahlile gönderilir. Özellikle rahim kanseri ve rahim ağzı kanserinin ayrımında önemli bir teşhis aracıdır. Endometrial Dating İnfertilite teşhisinde yumurtlamanın olup olmadığını anlayabilmek için adet siklusunun 21. gününde endometriumdan örnek alınır. Yumurtlamadan sonra salgılanan progestron hormonunun etkisi ile endometrium sekresyon (salgılama) fazına girer. Endometrial dating'de amaç endometrium durumunun adet siklusu ile uyumlu olup olmadığı anlamaktır. Bu amaçla rahim içinden özel bir küret ile tek bir örnek alınır. Revizyone küretaj Kendiliğinden olan bir düşükten sonra içeride kalan parçaları temizlemek için yapılan küretaja verilen isimdir. Düşüğün tam olduğu yani içeride parça kalmadığı düşünülse bile revizyone küretaj yapılması prensiptir. Ayrıca doğumdan sonra içeride plasenta parçaları kaldığından şüpheleniliyorsa, Boom küret adı verilen özel küretler ile kalan parçalar alınır. Bu işlemde revizyone küretaj olarak değerlendirilir. Nasıl yapılır Hayatında ilk defa kürtaj olacak kadınlar işlemin nasıl yapıldığını bilemedikleri için büyük korku yaşarlar. Bazı kadınlar daha önceden bu tür bir operasyon geçirmiş arkadaşlarından duydukları sayesinde konu hakkında bilgi sahibi olabilirler. Bu bölümde kürtaj işleminin nasıl yapıldığı ayrıntıları ile anlatılmaktadır. Kürtaj genel anesaaai ya da lokal anesaaai ile yapılabilir. Lokal anesaaai uygulandığında rahim ağzının her iki yanına ilaç enjekte edilir. Bu anesaaai sadece rahim ağzı özel bujiler ile dilate edilirken duyulan ağrıyı digerdiğinden, lokal anesaaai ile yapılan işlemlerde acı duyulabilir. Bizim tercihimiz kürtajın genel anesaaai ile yapılması yönündedir. Bu sayede hem hasta ağrı ve acı duymaz, hem de işlemden kaynaklanan komplikasyon riski en aza indirilmiş olur. Kürtaja karar vermeden önce sadece pozitif olan gebelik testine itbar edilmemeli, mutlaka ultrason ile gebeliğin varlığı ve rahim içinde yerleştiği teyid edilmelidir. Kürtaj ilk olarak muayene ile başlar. Bu aşamada kişi idrarını yaparak mesanesini boşalttıktan sonra iç çamaşırını çıkartıp muayene masasına geçer. İdeal olan kişinin bu aşamadan önce özel önlükler giymesi ve kendi kıyafetleri ile işlem odasına girmemesidir. Jinekolojik muayene masası özel bir masadır ve kişinin işlem için en uygun pozisyon olan lithotomi pozisyonunda, yani bacaklarını özel bölümlere yerleştirerek yatmasına olanak verir. Eğer genel anesaaai uygulanacak ise hastaya bu aşamada ince bir katater yardımı ile damar yolu açılır ve anesaaai uzmanı bir hekim tarafından ilaç verilir. Hasta birkaç saniye içinde uyur. Önemli olan anesaaainin kadın doğum hekimi ya da bir başkası tarafından değil bu konuda tecrübeli bir anesaaai uzmanı tarafından verilmesidir. Hasta uyuduktan sonra pozisyon verilir ve ilk önce rahimin durumunu ve büyüklüğünü değerlendirmek için jinekolojik muayene yapılır. Rahimin özellikleri anlaşıldıktan sonra vajinal spekulum yerleştirilir. Spekulum ile rahim ağzı görünür hale gelir. Vajina ve serviks antiseptik solüsyonlar ile yıkanarak olası bir enfeksiyona karşı önlem alınır. Lokal anesaaai uygulanacak ise bu aşamada yapılır ve serviksin her iki yanına ilaç enjekte edilir. Daha sonra serviks yani rahim ağzı tenekulum ya da tekdişilli adı verilen bir alet ile tutulur. Bu işlem ağrı verebilir. Tenekulum çekilerek rahimin düz bir hale gelmesi sağlanır. Buji adı verilen aletler yardımı ile rahim ağzı genişletilmeye başlanır (dilatasyon). Bunun için mümkün olan en ince buji kullanılır. Bujiler çaplarının milimetre cinsinden büyüklüğüne göre numaralandırılır. Genelde 6 ya da 7 numara bujiye kadar dilate edilir. İşlem daha önce doğum yapmış olanlarda kolay olmakla birlikte, şahsi tecrübelerimize göre gebe kadınlarda rahim ağzı zaten 6-7 milimetre dilate olmuş olduğundan çoğu kadında dilatasyona gerek kalmaz. Dilatasyon işlemi tamamlandıktan sonra plastik kanüller rahim ağzından geçirilerek, rahim boşluğuna ulaşılır. Bu kanüller meşrubat içmek için kullanılan pipetlere benzerler. Kanül yerleştirildikten sonra, ucu bu amaç için üretilmiş 60 santilitrelik, vakum yaratan özel enjektöre bağlanır. Enjektörün düğmesi açılarak negatif basınç oluşması sağlanır ve enjektör ileri geri hareket ettirilerek rahim içi temizlenir. Bu işlem lokal anesaaai altında hastaya oldukça rahatsızlık ve acı vermektedir. Rahim içi tamamen temizlenene kadar işleme devam edilir. Eğer içeride parça kalmasından şüphe edilir ise kesin küretler ile kavite iyice temizlenir. Eskiden kullanılan bu küretler günümüzde artık pek tercih edilmemektedir. Hem rahim delinmesi hem de işlem sonrasında rahim iç zarlarının yapışmasına bağlı ileride gelişebilecek kısırlık ihtimali keskin küretler ile çok artmaktadır. 10 haftalıktan küçük gebeliklerin sonlandırılmasında keskin küretlere gerek yoktur. Eğer tıbbi bir neden ile ve hekimler kurulu kararı ile 10 haftadan büyük bir gebeliğin sonlandırılmasına karar verilmiş ise bu işlem daha büyük kanülleri vakum cihazlarına bağlayarak yapılır ve ardından keskin küretler ile parça kalıp kalmadığı kontrol edilir. Biopsi amaçlı yapılan kürtajlarda da en ince kanüller kullanılabilir. Ancak burada ince kesin küretlerin tercih edilmesi patolojik tanı açısından daha yararlı olabilir. Kavitede parça kalmadığından emin olunduktan sonra kanüller ya da küretler çıkartılır. Tenekulum yerinden alınır ve eğer çıktığı yerde kanama varsa baskı uygulanarak durdurulur. Vajina tekrar antiseptik solüsyonlar ile yıkanır. Ardından spekulum çıkartılır. İşlem lokal anesaaai ile yapılmış ise hasta 5-10 dakika dinlendikten sonra kalkabilir ve gidebilir. Genel anesaaai uygulanmış ise hasta uyandırılır. Uyanma süresi genelde kullanılan ilaca bağlı olarak 5-10 dakika kadar sürer. Hasta 60-120 dakika kadar dinlendikten sonra evine gidebilir. Eve giderken hiçbir kimse kişinin kürtaj olduğunu anlayamaz. Dışarıdan fark edilebilecek herhangi bir belirti yoktur. Evine gönderilen hastaya antibiyotik, ağrı kesici ve kanama azaltıcı ilaçlar verilebilir. Hasta genelde 1 hafta sonra ultrason kontrolüne çağırılır. Kürtaj sonrası 2-3 gün kadar kanama olabilir. Ancak hiç kanama olmaması da anormal bir durum değildir ve inceleme gerekmez. Kanama olmamasına rağmen şiddetli ağrılar var ise inceleme gerekir. Kürtaj basit bir işlem olmakla birlikte, bana göre muayenehane ya da poliklinik şartlarında değil hastane şartlarında yapılmalıdır. Riskleri Tüm cerrahi işlemlerde olduğu gibi ister genel anesaaai ile ister lokal anesaaai ile yapılsın küretajın da birtakım riskleri vardır. Bunlar anesaaaiye bağlı riskler ve işleme bağlı riskler olarak 2 ye ayrılır. Anesaaaiye Bağlı Riskler Lokal anesaaai ile yapılan işlemlerde en önemli risk işleme başlarken rahim ağzı özel bir alet yardımı ile tutulduğunda duyulan ağrı nedeni ile ani tansiyon düşmesi ve bayılmadır. Vazovagal senkop adı verilen bu durum oldukça sık görülür. Yine duyulan çekilme hissi nedeni ile bulantı ve kusma görülebilir. Genel anesaaainin riskleri ise hastanın yaşı, genel sağlık durumu, var olan sistemik hastalıkları, allerjik öyküsü gibi faktörlere bağlıdır. Bu faktörlerden doğan riskleri en aza indirmek için genel anesaaai mutlaka ve mutlaka bir Anesaaaiyoloji ve Reanimasyon uzmanı tarafından verilmelidir. Bu uzman hastanın durumuna göre en uygun ilaç ya da ilaçları seçecek bilgi ve tecrübeye sahiptir. Genel anesaaai ile yapılacak olan işlemlerin muayenehane ya da poliklinik değil hastane şartlarında yapılması daha uygun olur. İşleme bağlı riskler Rahimin delinmesi (Rüptür) Gebe bir rahim, gebe olmayan bir rahim'e göre çok daha yumuşakdır. Bu nedenle işlem esnasında yapılan dikkatsiz ve sert bir hareket rahimin delinmesine neden olabilir. Rahim delindiği fark edildiğinde hemen işleme son verilir ve hasta müşahade altına alınır. Eğer delinen bölgeden karın boşluğu içine kanama oluyor ise hastada spesifik belirtiler ortaya çıkar. Bu durumda acilbir ameliyat gereklidir. Hastanın karın boşluğu açılarak delinen yer onarılır. Çoğu rüptür vakasında delinme uterusun fundus bölgesinden olduğu için kanama olmaz ve delinen bölge bir süre sonra kendiliğinden kapanır. Eğer işlem esnasında rüptür olduğu fark edilmez ise barsaklar, mesane, rektum gibi organlar hasar görebilir ve bu durumda hastada hayati tehlike yaratacak boyutlara varabilecek riskler doğar. Bu durumda acil bir ameliyat ile zedelenen dokuların onarılması hayat kurtarıcıdır. Rahim delinmesi işlem dikkatli yapıldığı taktirde son derece nadir görülen bir komplikasyondur. Risk gebelik yaşı büyüdükçe artar. Rest plasenta Küretajın en sık görülen komplikasyonu halk arasında parça kalması olarak anılan "rest" durumudur. Belirli bir sure sonra ortaya çıkan fazla miktarda olan ve kesilmeyen kanama ile kendini belli eder. Tedavide yeniden küretaj gerekir. Ciddi bir tehlike yaratmaz. 5 haftadan küçük ve 10 haftadan büyük gebeliklerde daha fazla görülür. Enfeksiyon Diğer bir komplikasyon ise enfeksiyondur. Genelde işlemden 5-6 gün sonra ortaya çıkar. Gelişen enfeksyon tüplere kadar yayılırsa tüplerde yapışıklık ve tıkanıklığa sonuçta da kısırlığa neden olabilir. İşlem esnasında hijyen ve sterilite kurallarına uyulursa risk azalır. Bazen kişinin kendisinden kaynaklanan faktörler neticesinde enfeksiyon ortaya çıkabilir. İdeal olan her kürtaj işleminden sonra koruyucu amaçlı antibiyotik tedavisi uygulamaktır. Gebeliğin devamı Çok küçük gebeliklerde bazen gebelik ürünü boşaltılamayabilir ve olay devam edebilir. 5 haftalıktan küçük gebeliklerde daha sık görülür.Fark edildiğinde 1 hafta sonra işlemin tekrarı gerekebilir. Bu nedenle kürtajın en erken 5-6. haftalarda yapılması uygun olur. Rahim içinde kan birikmesi (Hematometra) Son derece nadir görülen bir durumdur. İşlem sonrası rahim ağzı sımsıkı kapanır ve kan rahim içinde birikir. Oldukça ağrılı bir durumdur. Rahim ağzının ince bir buji ile açılması sorunu çözer. İşlemin yapılamaması Bazen daha önceden geçirilmiş operasyonlar ya da rahimdeki şekil bozukluklarına bağlı olarak rahim içerisine katater sokulmaz ve kürtaj yapılamaz. Böyle bir durumda hasta anesaaaiden uyandırılır, ağzıdan ve vajinalyoldan uygulanan bazı ilaçlar ile rahim ağzının açılması sağlanır ve daha sonra kürtaj gerçekleştirilir. Yapışıklık Bir başka risk ise küretaja bağlı gelişen ve Asherman sendromu adı verilen durumdur. Burada rahimin iç duvarlarında yapışıklıklar ve dolayısı ile adet kanamasında azalma ve hatta kısırlık görülebilir. Nedeni aaaal küretler ile rahimin gereğinden fazla kazınmasıdır. Tanısı rahim filmi çekilerek konur.Tedavisi cerrahidir. Aşırı Kanama Özellikle büyük gebeliklerde işlem esnasında aşırı miktarda kanama olabilir. Kanama durdurulamaz ise hasta şok tablosuna girebilir. Oldukça nadir görülen bir durumdur. Adet gecikmesi Kürtaj sonrasi ilk adet genelde 4 hafta sonra görülür. Kürtajın yapıldığı gün adet kanamasının ilk günü olarak kabul edilir ve normalde kaç günde bir adet görülüyor ise o kadar süre sonra ilk adetin olması beklenir. Nadiren bu süre 60 güne kadar uzayabilir. Eğer beklenen günde adet görülmez ise mutlaka jinekolojik değerlendirme gerekir. Eğer adet gecikmesine gebeliğin devamı, Asherman Sendromu gibi bir komplikasyon neden olmamış ise ya da gebelik devam etmiyor ise ilaçlar ile adet kanamasının olması sağlanır. Kürtajın tüm riskleri gebelik haftası büyüdükçe artar. Bu nedenle kürtaja karar verildiğinde yasal sınır olan 10. haftanın geçirilmemesi gerekir. 10 haftadan büyük gebelikler illegal olduğu için genelde hastane şartlarında değil izbe muayenehanelerde uygulanmaktadır. Bu durumda zaten artmış olan risklerin daha da katlanmasına olanak sağlar. Medyada büyük gebelik sonlandırılırken hayatını kaybeden pekçok genç kadının haberleri maalesef sıkça yer almaktadır. Adet gecikmeniz olmasa bile gebelik şüpheniz varsa mutlaka bir jinekoloğa müracaat ediniz. İşlemden önce: İşlemin yapılacağı merkeze mümkünse yanınızda işlemden sonra size eşlik edebilecek bir arkadaşınızla geliniz. İşlemden 6 saat öncesinden ağızdan birşey almayınız. Buna su da dahildir. İşlem odasına alınmadan önce mutlaka tuvalate giderek mesanenizi boşaltınız. İşlemden sonra İşlemden sonra ayılma odasına alınarak burada 30-60 dakika kadar dinleneceksiniz. İşlem sonrası normal bir şekilde evinize ya da işinize gidebilirsiniz. Doktorunuz başka bir şekilde önermediyse herşeyi yiyip içebilirsiniz. Bu konuda herhangi bir kısıtlama yoktur. Uzun süredir aç olduğunuz için şekerli birşeyler yemenizde yarar vardır. Genel anesaaai sonrası 6-8 saat araba kullanmak gibi dikkat isteyen aktivitelerde bulunmamanız uygun olacaktır. İlk 1-2 gün adet sancısı benzeri ağrılarınızın olması normaldir. Bu durumda doktorunuzun size önereceği ağrı kesicileri alabilirsiniz. Doktorunuz operasyon sırasında size koruyucu antibiyotik yapmamış ise daha sonra kullanımınız için reçete verebilir.Bu antibiyotiği doktorunuzun tarif ettiği şekilde kullanınız. İşlem sonrası 3-4 gün kadar kanamanız olabilir. Kanama ile birlikte ufak pıhtı ya da parçalar da düşebilir. Bu tamamen normal ve beklenilen bir durumdur.Buna karşılık kanamanın olmaması da anormal bir durum olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle kanamanız olmasa da endişelenmeyiniz. İşlem yapılan günü son adet kanamanızın ilk günü gibi kabul edebilirsiniz buna göre yaklaşık 1 ay sonra ilk adet kanamanız olacaktır. Eğer 40 gün içinde adet görmezseniz mutlaka doktorunuzu arayınız. Kanamanız devam ettiği sürece havuza, denize, jakuziye girmek sakıncalıdır. İşlemden hemen sonra duş şeklinde ayakta banyo yapabilirsiniz. Kanamanız devam ettiği sürece cinsel ilişki sakıncalıdır. Kanamanız bittikten sonra ilişkiye girebilirsiniz. Kanamanız adet kanamasından fazla miktarda olursa ya da ateşiniz 38 derecenin üzerine çıkarsa mutlaka doktorunuza haber veriniz. Aksi belirtilmediği taktirde işlemden 1 hafta sonra kontrol randevunuza gidiniz Kürtajın Yasal yönü Ülkemizde gebelik sonlandırılması amacı ile yapılan küretajlar yasa ile tanımlanmış ve sınırlandırılmıştır. Buna göre 18 yaşından büyük ve evli olan kadınlar hem kendi hem de eşlerinin rızası ile küretaj olabilirler. Evli olmayan kadınlarda eş rızası aranmaz. 18 yaşından küçük kişiler ise ancak veli veya vasilerinin onayı ile kürtaj olabilirler. Kürtaj bir mahkeme sonucu verilmiş bir karar ise işlemden önce mahkeme kararının tebliği gerekir. Yasal olarak kürtaj yaptıracak evli çiftlerin ve işlemi yapacak olan hekimin özel bir formu doldurmaları istenir. |
Kürtaj ve hukuksal sorunlar
Gebeliğin sona erdirilmesi ile ilgili usul ve esaslar yasal olarak düzenlenmiştir. Mevcut yasa yer alan ve hastaların bilgi sahibi olmalarında yarar görülen maddeler aşağıda verilmiştir. MADDE 5: Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı taktirde istek üzerine rahim tahliye edilir. Gebelik süresi, on haftadan fazla ise rahim ancak gebelik, annenin hayatını tehdit ettiği veya edeceği veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacağı hallerde doğum ve kadın hastalıkları uzmanı ve ilgili daldan bir uzmanın objektif bulgulara dayanan gerekçeli raporları ile tahliye edilir. Derhal müdahale edilmediği taktirde hayatı ve hayati organlardan birisini tehdit eden acil hallerde durumu tespit eden yetkili hekim tarafından gerekli müdahale yapılarak rahim tahliye edilir. Ancak hekim bu müdahaleyi yapmadan önce veya mümkün olmadığı hallerde müdahaleden itibaren en geç yirmi dört saat içinde müdahale yapılan kadının kimliği, yapılan müdahale ile müdahaleyi icabettiren gerekçeleri illerde Sağlık ve Sosyal Yardım Müdürlüklerine, ilçelerde Hükümet tabipliklerine bildirmeye zorunludur. Acil müdahale hallerini nelerden ibaret olduğu ve yapılacak ihbarın şekil ve mahiyeti ile sterilizasyon ve rahim tahliyesini kabul edenlerden istenecek izin belgesinin şekli ve doldurulma esasları, bunların yapılacağı yerler, bu yerlerde bulunması gereken sağlık ve diğer koşullar ve bu yerlerin denetimi ve gözetimi ile ilgili hususlar çıkarılacak tüzükte belirtilir. GEBELİĞİN SONA ERDİRİLMESİNDE İZİN: MADDE 6: 5. maddede belirtilen müdahale, gebe kadının iznine, küçüklerde küçüğün rızası ile velinin iznine, vesayet altında bulunup da reşit veya mümeyyiz olmayan kişilerde reşit olmayan kişinin ve vasinin rızası ile birlikte sulh hakiminin izin vermesine bağlıdır. Ancak akıl maluliyeti nedeni ile şuur serbestisine sahip olmayan gebe kadın hakkında rahim tahliyesi için kendi rızası aranmaz. 5. maddenin birinci fıkrasında belirtilen ve rızaları alınacak kişiler evli iseler, eşin de rızası gerekir. Veli veya sulh mahkemesinden izin alma zamana ihtiyaç gösterdiği ve derhal müdahale edilmediği taktirde hayatı veya hayati organlardan birisini tehdit eden acil hallerde izin şart değildir. ÇOCUK DÜŞÜRME VE DÜŞÜRTME CÜRÜMLERİ: MADDE 468: Bir kadının rızası olmaksızın çocuğunu düşürten kimseye 7 yıldan 12 yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Gebeliğin süresi on haftadan uzun olan bir kadının rızasıyla tıbbi nedenler mevcut olmadan çocuğunu düşürten kimseye 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verilir. Çocuğunu düşürmeye rıza gösteren kadına da aynı ceza verilir. Birinci fıkrada yazılı fiil; kadının ölümüne neden olmuşsa faile 15 yıldan 20 yıla ve bedeni bir zarara neden olmuşsa 8 yıldan 12 yıla kadar ağır hapis cezası verilir. İkinci fıkrada yazılı fiil; kadının ölümüne neden olmuşsa faile 5yıldan 12 yıla ve bedeni bir zarara neden olmuşsa 3 yıldan 8 yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Gebe sanılan bir kadın üzerinde rızası olmaksızın çocuk düşürme amacıyla bazı fiillerde bulunan kimse kadının ölümüne veya bedeni zararına sebep olmuşsa 452. ve 456. maddeler hükümlerince cezalandırılır. Gebelik süresi on haftadan fazla olan çocuğunu isteyerek düşüren kadına 1 yıldan 4 yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Madde 470: Rahim tahliye etme yetkisi olmayan bir kimse, gebelik süresi on haftadan az olan bir kadının rızasıyla düşük yaptırdığı taktirde 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Fiil kadının ölümüne veya bedeni bir zararına sebep olmuşsa, fail ayrıca 452. ve 456. maddeler hükümlerince cezalandırılır. Tahliye etme yetkisi olmayan bir kimse 468. maddenin 1. 2. 3. ve 4. fıkralarında öngörülen fiilleri işlediği taktirde cezası 1/3 oranında arttırılır. Rahim tahliye etme yetkisi olmayan bir kimse; gebe sanılan bir kadına çocuğunu düşürtmek için ilaç, gereç tedarik eder veya gebe sanılan bir kadın üzerinde rızası olmaksızın çocuk düşürme amacıyla bazı fiillerde bulunur ve kadının ölümüne veya bedeni zararına sebep olursa, 452. ve 456. maddeler hükümlerince cezalandırılır. Fiil kadının rızasıyla işlenmiş ise ceza 1/3 oranında indirilir. RAHİM TAHLİYESİNİN YÜRÜTÜLMESİ VE DENETLENMESİNE İLİŞKİN TÜZÜK: ON HAFTAYI GEÇMEYEN GEBELİKLERDE RAHİM TAHLİYESİ: MADDE 3: Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar kadının sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı taktirde istek üzerine rahim tahliye edilir. Rahim tahliyesi kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarınca yapılır. Ancak bakanlıkça açılan eğitim merkezlerinde kurs görerek yeterlik pratisyen hekimler kadın hastalıkları uzmanının denetim ve gözetiminde menstrüel regülasyon yöntemiyle rahim tahliyesi yapabilirler. MADDE 4: On haftayı geçmeyen gebelikte rahim tahliyesini, a) kadın hastalıkları ve doğum uzmanı mesleklerini uyguladıkları yerlerde, b) pratisyen hekimler menstrüel regülasyon yöntemiyle resmi tedavi kurumlarında yaparlar Anesaaai gerektiren tahliyeler ise, anesaaai uygulanabilen resmi tedavi kurumlarıyla özel hastanelerde yapılır. On haftayı geçmeyen gebelikte rahim tahliyesinin yapılacağı resmi tedavi kurumlarıyla özel hastanelerde ve kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının muayenehanelerinde, tüzüğe ekli (1) sayılı listede yer alan araç ve gerecin bulunması zorunludur. SAYILI LİSTE (1) On haftayı geçmeyen gebeliklerde rahim tahliyesinin yapılacağı resmi tedavi kurumları, özel hastaneler ve kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının muayenehanelerinde bulunması zorunlu araç ve gereçler: 1) Menstrüel regülasyon ve diğer küretaj setleri, 2) Otoklav ve elektrikli sterilizatör, 3) Uterotonikler, kanama durdurucu ilaçlar, intravenöz sıvı seti, enjektör, steril eldiven vb. diğer tıbbi araç ve gereç, 4) Rahim tahliyesinden sonra hastaların dinleneceği yataklar, 5) Elektrikli ya da elektriksiz vakum aspiratör. ON HAFTAYI GEÇEN GEBELİKTE RAHİM TAHLİYESİ: MADDE 5: Gebelik süresi on haftayı geçen kadınlarda, rahim tahliyesi yapılamaz. Bu durumdaki kadınlarda, ancak, tüzüğe ekli (2) sayılı listede saylan hastalıklardan birinin bulunması halinde ve kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından rahim tahliyesi yapılabilir. Hastalığın kadın hastalıkları uzmanıyla bu hastalığın ilişkin olduğu uzmanlık dalından bir hekimin birlikte hazırlayacakları, kesin klinik ve laboratuvar bulgulara dayanan, gerekçeli raporlarla sunulması zorunludur. Rahim tahliyesi yapan hekim, bu raporu, ameliyenin sonucuyla birlikte en geç bir hafta içinde, illerde Sağlık Müdürlüklerine, ilçelerde Hükümet Tabipliklerine göndermek zorundadır. Bu raporlar il sağlık müdürlüklerinde toplanır. SAYILI LİSTE (2) On haftanın üzerindeki gebeliklerde rahim tahliyesini gerektiren kadının hayatını ya da hayati organlarından birini tehdit eden ya da çocuk için tehlikeli olan hastalıklar ve durumlar: A) Kadın Hastalıklarına Bağlı Olan Nedenler: 1) Daha önceki majör uterin harabiyet ve hasarları: a) Sezaryen ameliyatı b) Myomektomi c) Uterus rüptürü d) Geniş perforasyon e) Geçirilmiş vajinal plastik operasyonlar 2) Rekürren preeklmpsi-eklampsi 3) İzoimmünizasyon 4) Mole hidatiform B) Ortopedik Nedenler: 1) Osteogenezis imperfekta 2) Ağır kifoskolyoz 3 Doğumu güçleştiren osteomyelit 4) Faaliyet halinde bütün mafsalları ilgilendiren osteoartiküler hastalıklar C) Kan hastalıklarına bağlı nedenler: 1)Lösemi 2)Kronik anemiye neden olan hastalıklar 3) Lenfomalar 4) Pıhtılaşma defektleri 5)Hemolitik sarılıklar 6)Agranülositozis 7) Tromboembolik hastalıklar 8) Hemoglobinopatiler ve thalasemia sendromları ( ağır klinik ve hematolojik bozukluğa neden olan) 9) Gamaglobulinopatiler D) Kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları: 1) Doğumu engelleyen konjenital ve akkiz kalp hastalıkları 2) Kalp yetmezliği, perikardit, myokardit, myokard enfarktüsü, aşikar koroner yetmezliği, arteryal sistem anevrizmaları 3) Ağır tromboflebitler ve lenfatik sistem hastalıkları 4) Ağır bronşektaziler 5) Solunum fonksiyonlarını bozan kronik akciğer hastalıkları E) Böbrek hastalıkları: 1) Akut ve kronik böbrek yetmezlikleri F) Göz hastalıkları: 1) Dekolman 2) Renal hipertansif ve diyabetik retinopatiler G) Endokrin ve aaaabolik hastalıklar: 1) Feokromasitoma 2) Adrenal hiperfonksiyon ya da yetmezliği 3) Kontrol altına alınamayan hipo-hipertiroidi 4) Paratiroid hiperfonksiyon ya da yetmezliği 5) Ağır hipofiz hastalıkları H) Sindirim sistemine bağlı nedenler: 1) Gebeliğin devamını engelleyen sindirim sistemi hastalıkları İ) İmmünolojik nedenler: 1) İmmün yetmezliği hastalıkları 2) Kollajen doku hastalıkları J) Bütün malign neoplastik hastalıklar K) Nörolojik nedenler: 1)Grand mal epilepsi 2)Multiple scleroze 3) Müsküler distrofi 4) Hemipleji ve parapleji 5) Gebeliğin devamını engelleyen ağır nörolojik hastalıklar L) Ruh hastalıklarına bağlı nedenler: 1) Oligofreni 2) Kronik şizofreni 3) Psikoz maniac depresif (PMD) 4) Paranoya 5) Uyuşturucu bağımlılıkları ve kronik alkolizm M) Enfeksiyon hastalıkları: 1) Teratojen intrauterin enfeksiyonlar a) kızamıkçık b) toksoplazmozis c) sitomegalovirüs d) Herpes virüs gurubu hastalıklar 2) Cüzzam 3) Sıtma 4) Frengi 5) Brusella ve diğer ağır kronik enfeksiyonlar N) Konjenital nedenler: 1) Marphan sendromu 2) Mesane ekstrofisi 3) Down sendromu 4) Sakat çocuk doğurma ihtimali yüksek diğer herediter hastalıklar 5) Gonadlara zararlı röntgen ışını ve ilaç 6) Teratojenik ilaçlar 7) Nörofibromatozis ON HAFTAYI GEÇEN GEBELİKTE RAHİM TAHLİYESİNİN YAPILACAĞI YERLER VE BURALARDA BULUNMASI GEREKEN KOŞULLAR: MADDE 6: On haftayı geçen gebelikte rahim tahliyesi, resmi yataklı tedavi kurumlarıyla özel hastanelerde yapılır. Gebeliğin onuncu haftasından sonra rahim tahliyesi yapılacak yerlerde bulunması zorunlu araç gereç ve personel: 1) Ameliyathane ve anesaaai araç ve gereçleri 2) Sezaryen yapmak için gerekli tıbbi ve cerrahi malzeme 3) İntraamniyotik hipertonik solüsyon vermek için gerekli araç gereç 4) Küretaj seti 5) Elektrikli ya da elektriksiz vakum aspiratör 6) Otoklav ve elektrikli sterilizatör 7) Uterotonikler kanama durdurucu ilaçlar, intravenöz sıvı seti, enjektör, steril eldiven vb. diğer tıbbi araç ve gereç. 8) Anesaaai uzmanı veya teknisyeni 9) Gerekli diğer ameliyathane personeli 10) Canlandırma araç ve gereçleri ACİL HALLERDE RAHİM TAHLİYESİ: MADDE 7: Derhal müdahale edilmediği taktirde kadının hayatını ya da hayati organlarından birini tehdit eden acil hallerde rahim tahliye edilir. Bu durumda rahim tahliyesi kadın hastalıkları ve doğum uzmanınca yapılır. RAHİM TAHLİYESİNİ GEREKTİREN ACİL HALLER: MADDE 8: Rahim tahliyesini gerektiren acil haller şunlardır: a) Servikal internal os kapalı olsa bile kadının yaşamını tehliaaae sokacak ölçüde vajinal kanamalar, b) Servikal internal osun açık olduğu haller, c) Uterustaki gebelik ürününün bir bölümünün düştüğü ve kanamanın devam ettiği haller ya da enfeksiyon tehlikesi. |
Kızlık zarı Hymen
Hemen hemen bütün toplumlarda değişik derecelerde sosyolojik öneme sahip olan kızlık zarının tıbbi adı Hymen (himen)'dir. Hymen aynı zamanda Yunan ve Roma mitolojisinde Baccus (Dionysus) ve Venüs'ün (Afrodit) oğlu olan ve elinde bir meşale tutan evlilik ve düğün tanrısının adıdır. Gerdek gecesi bu Tanrı'ya adandığından kızlık zarı da aynı isimle anılmaktadır. Mitolojik bireylerin yanısıra 19. yüzyılda yaşamış bir besteci olan Frederic Hymen Cowen'de talihsiz bir seçimle bu kelimeyi yaşamı boyunca isim olarak taşımıştır. Kızlık zarının fizyolojik amacı ve görevi kadın vücudunun bugüne kadar açıklanamamış pekçok sırrından birisidir. Spesifik bir görevi yokmuş gibi görünmesine rağmen özellikle embryonik dönemde mikroorganizma ve yabancı cisimlerin vajina içine girişini önlediği düşünülmektedir. Tıbbi açıdan bakıldığında ise özellikle gelişmiş toplumlarda en sık cinsel şiddete ve istismara maruz kalan çocukların tanınmasında incelenmektedir. İnsanoğlunun tarihsel gelişimi süresince pekçok toplum hymeni saflığın ve el eğmemişliğin yani bekaretin sembolü olarak görmüştür. Bu inanışın yansımaları hala daha özellikle bizim toplumumuz gibi gelişmekte olan toplumlarda sıklıkla yaşanmaktadır. Günümüzde kızlık zarının anatomik ya da fizyolojik değil sosyolojik bir fonksiyonu vardır. Anatomi Kızlık zarı belirli bir yapıda değildir. Anatomik olarak vajinayı oluşturan ve mukoza adı verilen dokunun vajina girişini oluşturan doku kıvrımıdır. Yani kızlık zarı vajina içinde değil vajinanın hemen girişinde dudakların yaklaşık 1-1.5 santimetre içindedir ve küçük dudaklara bağlıdır.Dış genital oluşumlardan birisi olarak kabul edilir.Dışarıya bakan ön yüzü deriye, vajina içine bakan arka yüzü ise mukozaya benzer. Kız çocukların hemen hepsine bulunan hymen çok nadir olarak doğuştan hiç bulunmayabilir. Çocukluk çağında daha sert olan doku ergenlikle birlikte östrojen hormonunun salınmasına bağlı olarak değişime uğrar ve esneklik kazanır. Kızlık zarı vajina girişini tamamen kapatmaz, ortasında adet kanının ve vajinal salgıların dışrıya akmasını sağlayan bir delik bulunur. Bu deliğin şekli ve yapısı hymen türlerinin belirlenmesinde kullanılır. Kızlık zarının şekli, kalınlığı ve elastikiyeti kişiler arasında büyük farklılıklar gösterir. Kızlık zarının türleri Annüler Hymen En sık görülen hymen şeklidir. Burada kızlık zarı halka şeklinde vajna girişini kaplamaktadır. Ortasında yine halka şeklinde bir delik bulunur. Karadeniz ve arkadaşları yaptıkları araştırmada kadınların %94.7'sinde kızlık zarının annüler olduğunu göstermişlerdir. Yurtdışında yapılan çalışmlarda ise annüler kızlık zarının kadınların %60-95'inde bulunduğu saptanmıştır. Kresentrik Hymen Yarımay şekinde olan kızlık zarıdır. Genelde klitorise yakın kısımlarda zar daha incedir yada hiç yoktur. Arka kısımda ise daha beligindir. Görülme sıklığı %3.5 ile %20 arasında değişmektedir. Bu tür zarlar genelde ilişki sırasında yırtılmaz. Septalı Hymen Bu hymen türünde ortadaki deliğin ortasında bir köprü gibi görünen doku parçası vardır. Kadınların %1.5-5'inde hymen bu yapıdadır. Kribriform Hymen Hymenin ortasında tek değil birden fazla delik vardır. Bu görüntü dantele benzer. Görülme sıklığı %1'den daha azdır. İmperfore hymen Bu zar türünde vajina girişi tamamen kapalıdır ve hymenin ortasında delik yoktur. Bu zar türüne sahip kızlar hiç adet kanaması görmezler. Normal şekilde gerçekleşen kanama vücut dışına atılamaz ve hymen arkasında vajina içinde birikir. Oldukça ağrılı bir durumdur ve hymenin doktor tarafından cerrahi bir işlemle açılması gerekir. Mikroperfore hymen Hymen ortasındaki delik çok küçüktür. Adet kanaması olur ancak oldukça ağrılıdır. Bir kısım hastada cerrahi müdahale ile açılması gerekir. Multipar hymen Doğum yapmış kadınlarda kızlık zarından geri kalan kısımlar karünkül olarak adlandırılır. Şekil dışında kızlık zarları deliğin ve serbest kenarın karakteri, zarın kalınlığı ve mukavemetine göre de sınıflandırlabilir. Doğuştan açıklığı olmayan imperfore bir hymen ve arkasında birikmiş olan kan Kızlık zarı genelde ilk ilişki ya da yabancı bir cisim girişi ile yırtılır. İlk cinsel ilişki esnasında hymen ortasındaki delik penis çapından küçük olduğu için halka şeklindeki zar birkaç yerden yırtılır ve az miktarda kanama meydana gelir. Bu yırtıklar birkaç gün içinde nedbeleşir ve bir daha kanama olmaz. Çok nadiren ilk ilişkiyi takip eden bir kaç ilişki sırasında da kanama görülebilir. Bazen bir ilişki olmasa da kızlık zarının serbest kenarı düz olmaz ve çentikler bulunur. Kadınların yaklaşık %20'sinde bu tür çentikler bulunur. İlk ilişkide kızlık zarı mutlaka bozulur mu ? Hayır. Kızlık zarının özgün yapısı bazı kadınlarda penis girişine müsade eder ve çok defa ilişkide bulunsa bile zarda yırtık meydana gelmez. Bu tür zarlara duhule müsait ya da ilişkiye müsait zar adı verilir. Halk arasında ise elastik zar olarak adlandırılır. Kadınların %26-41'inde zar duhüle müsaittir ve ilk ilişkide kanama olmaz. Kızlık zarının bozulması ağrıya neden olur mu ? Bazı kadınlarda ilk ilişki sırasında ciddi miktarda bir ağrı olabilir. Ancak genelde herhengi bir rahatsızlık olmaz. Burada erkeğin davranışı ve yaklaşımı son derece önemlidir. İlk ilişki ister istemez her kadında endişe ve korkuya neden olur. Erkeğin yavaş ve yumuşak davranışı olayın ağrısız olmasını kolaylaştırır. Kanamanın miktarı ne kadardır ? Kanamanın miktarı genelde çok azdır ve kısa sürede kendiliğine durur. Çok nadiren hymen arkasından bir damar açığa çıkar ve kanama durmaz. Bu gibi durumlarda cerrahi müdahale ile dikiş atılmsı gerekebilir. Bazı durumlarda ise vajina girişinde va hatta içinde yırtıklar meydana gelebilir, şiddetli ve durmayan bir kanama görülebilir. Bu gibi durumlarda cerrahi müdahale ile dikiş atılması gereklidir. Atılan bu dikiş kızlık zarını onarmaz. Kızlık zarı bozulduğunda mutlaka kanama olur mu? Hayır. Bazı durumlarda zarda yırtık meydana gelmesine rağmen kanama olmayabilir. Kanama olması kızlık zarının bozulduğunu mu gösterir? Hayır. Bazı durumlarda kızlık zarı bozulmaz ancak dış kısımlarda yırtık ya da sıyrık olabilir ve buralardan kanamalar görülebilir. Kızlık zarı ilişki dışında başka bir yolla bozulabilir mi? Kızlık zarı genelde vajina içine giren ve genişliği hymen ortasındaki halkadan daha büyük olan cisimler ile bozulur. Ancak bazen ata ya da bisiklete binme, bacakları çok açmayı gerektiren bale gibi aktiviteler ya da kaza ve travma sonrasında da bozulabilir ya da zedelenebilir. Mastürbasyon kızlık zarına zarar verir mi ? Hayır. Vajina içine birşey sokmaya teşebbüs edilmediği taktirde mastürbasyon ile kızlık bozulmaz. Kızlık zarı kendi kendine iyileşir mi? Hayır. Bir kez zedelenen kızlık zarı daha sonra hiç ilişki olmasa bile kendi kendini onarmaz. Kızlık zarının ne zaman bozulduğu anlaşılabilir mi ? Hayır. Eğer aradan 7-8 günden fazla zaman geçmişse anlaşılamaz. Kızlık zarı bozulmadan hamile kalınabilir mi ? Evet. Kızlık zarı gebeliğe karşı koruma sağlamaz. Kızlık zarı sağlamken (elastik ya da dışarı boşalma) spermler içeri girebilir ve dış gebelik de dahil olmak üzere hamilelik oluşabilir. Kızlık zarı bozulmadan muayene ya da kürtaj yapılabilir mi? Evet. Zar yapısı uygun olan kişilerde hymen yapısına zarar vermeden spekulum incelemesi hatta kürtaj dahi yapılabilir. Öte yandan akıntı sorunu olan hemen hemen tüm bakire genç kızlarda ve kız çocuklarında vajinal kültür alınabilir. Kızlık zarının bozulduğu nasıl anlaşılır ? Bu ancak muayene ile anlaşılır. Muayene son derece kısa ve ağrısız bir işlemdir. Doktorunuz gazlı bez ile büyük dudakları ayırarak kızlık zarını gözler. Kendi kendine kızlık muayenesi olmaz. Ayna ile hymeni görebilirsiniz ancak bunu yorumlamak deneyim gerektirir. Bazı durumlarda jinekolog bile buna karar veremeyebilir ve kolposkopik incelemeye gereksinim duyabilir. Özellikle doğal çentik bulunan hymen varlığında karar vermek güç olabilir. Kanama öyküsü vb. ile kızlık zarının bozulup bozulmadığı anlaşılamaz. Kızlık zarı tamir edilebilir mi? Evet. Kızlık zarı tamir edilebilir ve bu işleme himenoplasti (hymenoplasty) ya da hymenorraphy adı verilir. Bunun için ne zaman ya da kaç defa ilişki olduğu önemli değildir. Doğum yapmış kadınlarda bile kızlık zarı tamir edilebilir. Kızlık zarının tamir edildiği ancak jinekolog ya da adli tabip tarafından anlaşılabilir. Ancak kızlık zarı tamirinde kanama olması %100 garanti edilemez. Gerçekte bozulmuş olan zarın tamamen tamir edilmesi ve eski haline getirilmesi olanaksızdır.Son derece ince yapıda olan bu doku genelde dikiş tutmaz. Ortamda bulunan fazla sayıdaki mikroorganizma nedeni ile yara yeri kolayca enfekte olabilir. Buna karşılık vajina duvarından alınan parçalar ile yeni bir hymen yapılabilir. Bu durumun hukuksal ve ahlaki boyutu tartışmalı olmakla beraber bizim toplumumuz gibi bekaret nedeni ile cinayetlerin bile yaygın olarak görüldüğü toplumlarda zaman zaman hayat kurtarıcı olabilmektedir. Kızlık zarı tamiri ile ilgili olarak tüm dünyada tartışmalar sürmektedir. Ancak bu yapay bekaretin ne kadar gerekli olduğu konusunda fikir birliği yoktur. Özellikle batılı yazarlar bunun son derece gereksiz bir işlem olduğunu düşünürken bazıları işlemin etik açıdan estetik ameliyattan farklı olmadığı fikrindedirler. Açıkçası hymen onarımı talep eden kadınlar buna yaşadıkları toplumsal çevreye bağlı olarak sosyal statülerini, mutluluklarını hatta yaşamlarını devam ettirebilmek için gerek duyduklarını belirtmektedirler. Gerçekten de 1996 yılında Lancet dergisinde yayınlanan bir makelede kızlık zarı tamirinin Mısır'da ilk gece cinayetlerini %80 oranında azalttığı ileri sürülmektedir. Yeniden elde edilen bekaretin bedeli çok da düşük değildir. Berkeley Tıp Dergisinde yayınlanan bir araştırmada Mısır'da kadınların bu işlem için 100-600 Amerikan doları ödedikleri, Türkiye'de ise ücretlerin 140-1500 Amerikan Doları arasında değiştiği belirtilmektedir. Her doktor bu ameliyatı yapabilir mi? Hayır. Pekçok jinekolog bu ameliyatı prensip olarak yapmaz. Ancak Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere dünyanın hemen her ülkesinde bu ameliyatı yapan doktor ve klinikler mevcuttur. Ameliyat ne zaman yapılmalıdır ? Bu yapılacak olan ameliyatın türüne bağlıdır. Bazı ameliyatlar ilişkiden bağımsızken bazı tür dikişler evlenmeden 3 gün önce yapılmalıdır. İşlem genelde 30 dakika kadar süren, genel ya da lokal anesaaai altında yapılabilen nispeten basit bir operasyondur. Kaynaklar Kandela P Egypt's trade in hymen repair. Lancet 1996 Jun 347:1615 Karadeniz Z, Hancı İH, Gövsa F, Arsoy Y, Yavuz İC, Ege B. Kızlık zarları. 7.Ulusal Adli Tıp Günleri(1-5 Kasım 1993, Antalya) Poster sunuları kitabı,343-348, 1993. Sue Yeon Choi Restoring Virginity:Hymen repair surgery saves lives at the expense of deception Berkeley Medical Journal Fall 1998 Edition |
Laporoskopi
LAPAROSKOPİ NEDİR ? Laporoskopi kelime anlamı olarak karın içinin gözlenmesi anlamına gelir. Kadın hastalıkları ve infertiliteye (kısırlığa) yolaçan sorunların tanısı ve tedavisinde kullanılan çok küçük çaplı özel aletlerle ve ince bir kamera ile karın içi ve iç genital orgaların gözlemlenmesini sağlayan bir yöntemdir. LAPAROSKOPİ NE ZAMAN YAPILIR? 1. İNFERTİLİTE (KISIRLIK): Tüpler kıvrımlı mı? Açık mı? Yumurtalık ve bağırsaklarda yapışıklık var mı? Rahim, tüp, yumurtalık(over) ilişkileri nasıl ? Yumurtalıkta kist var mı? Rahim normal görünümde mi? 2. DIŞ GEBELİK : ış gebeliğin yerinin tesbiti ve güvenli bir şekilde çıkarılması. 3. ENDOMETRİOZİS(Rahim içini örten hücrelerin başka bir organa yayılması) : Bu hastalığın kesin tanısı laparoskopi ile konur. Tanı konduğu anda hastalıklı dokular yakılarak tedavi edilir. Böylece hem hastalığın tanısı konur hemde tedavisi yapılarak hastanın doğurganlığı korunmuş olur. 4. YUMURTALIK KİST VE TÜMÖRLERİ : Kistlerin tespiti yapılır ve bu kistler içeriye sokulan torbalarla patlatılmadan dışarıya alınır. Bu yöntem yumurtalıklara zarar vermediği için hastanın doğurganlığı korunur. 5. RAHİM URLARI(MYOMLAR): Urların yerinin tespiti. Urların büyüklüğü ne olursa olsun laparoskopi elirahatlıkla çıkarılabilir. 6. RAHİM ALINMASI(HİSTEREKTOMİ) 7. KISIRLAŞTIRMA(STERİLİZASYON): Hastanın istegine bağlı olarak tüpleri bağlanarak kısırlaştırılabilir ve aynı gün evine gidebilir. 8. KASIK AĞRISI: Kasık ve cinsel ilişki sırasında oluşan ağrıların sebebinin araştırılması ve tedavisi. Karın içi yapışıklıklarının açılması ağrıyı yok edecektir. Kanser taraması,teşhisi ve tedavisindede kullanılmaktadır. LAPAROSKOPİ NASIL YAPILIR? operayon genellikle menstruasyondan (adet kanamasından) sonra ve genel anesaaai altında ameliyathane şartlarında yapılır. Göbekten bir iğne ile girilerek karın içi karbondioksit ile doldurulur. Gaz karın içerisindeki organları geriye doğru iter böylece laparoskop (kamera) karın içindeki organlara zarar vermeden yerleştirilir. Laparoskop (kamera) yaklaşık 2-10 mm çapında açılan delikten sokulur. Diagnostik laparoskopi ve/veya cerrahi laparoskopi oluşuna göre delik sayısı 2 ila 4 arasında değişir. Laparoskoptan elde edilen görüntü televizyon ekranına aktarılarıp 6-10 defa büyütülür. Bu da küçük organları daha net görmemizi sağlar. LAPAROSKOPİ NE KADAR SÜRER ? Teşhis amaçlı laparoskopilerde bu süre, hastanın ameliyathane şartlarına hazırlanması , uyutulması ve uyandırılması ile yaklaşık 20-30 dakikadır. Tedavi amaçlı laparoskopilerde bu süre daha da uzundur. Hatta saatlerce sürebilir. LAPAROSKOPİDEN SONRA NELER YAPILIR ? Diagnostik laparoskopiden çıktıktan sonra bir iki saat dinlenilir ve doktordan gerekli tavsiyeler alındıktan sonra evnize gidebilirsiniz. anesaaai uyku haline, ağrıya ve bulantıya neden olduğu durumlarda bir geceliğine müşaade altında tutlabilirsiniz. LAPAROSKOPİ İÇİN NASIL BİR HAZIRLIK YAPALIM ? Öncelikle hastanın klinikte muayene edilerek değerlendirilmesi ve laparoskopi için uygun olup olmadığına dair kara alınmalı. Bir gün önceden hastanın bağırsak hazırlığı yapılmalıdır. Hastanın bir gece önceden hafif birşeyler yedikten sonra operasyon saatine kadar herhangi bir şey yiyip içmemelidir (çay, kahve, su). Çünkü laparoskopi sırasında görüntüyü engellemek için karın içerisinde bulunan ince ve kalın bağırsakların boş olması gerekmektedir. Ayrıca hasta operasyon için hastaneye gelirken, ona operasyondan sonra eşlik edecek bir yakınıyla gelmesi uygundur. LAPAROSKOPİNİN AVANTAJLARI NELERDİR ? Karın açılmadığı için büyük bir yara izi oluşmaz. Karın açılmadığı için iltihaplanma riski azdır. Karın açılmadığı için ameliyat sonrası ağrı çok azdır. Karın açılmadığı için hasta daha çabuk iyileşir. Karın açılmadığı için hastanede kalış süresi kısalır. Hastanın ortalam işe yeniden dönme süresi ortalama 7-15 gündür.(klasik ameliyatlarda bu süre 6-7 haftadır). Karın içi organlar büyütülerek gözlemlendiği için cerrahi hakimiyet daha iyidir.Dokulara ve organlara çok az zarar verir. Yani koruyucu bir cerrahi yöntemdir. LAPAROSKOPİNİN RİSKLERİ NELERDİR? Genel anesaaaiye bağlı çok kısa süren baş ağrısı, bulantı ve kusma olabilir. Opersayon sırasında diğer karın içi organlar, bağırsaklar ve damarlar yaralanabilir. Ancak laparoskopiyi yapan doktor bu yaralanmalara anında müdahale ederek yaralanan bölgeleri tamir edecektir. Ameliyattan sonra yara etrafında iltihap olabilir. DOKTORUMUZA NE ZAMAN BAŞVURALIM? 1.HEMEN BAŞVURMANIZ GEREKEN ACİL DURUMLAR: Ateşiniz yükseldiğinde, Kendinizi yorgun ve halsiz hissetiğinizde, Şiddetli karın ağrılarınızın olması durumunda, Bulantı ve kusma olduğunda, Hemen doktorunuzu arayın!!! 2.DOKTORUNUZA BAŞVURMANIZ GEREKEN ACİL OLMAYAN DURUMLAR: Laparoskopi ve operasyon neticesi hakkında bilgi edinmek için, Size belirtilen tarihte kontrol amacıyla, Doktorunuza başvurun |
Lohusalık problemleri
Loğusalık dönemi bir yandan bebeğinizin ihtiyaçlarını karşıladığınız, öte yandan gebeliğe bağlı oluşan etkilerin silinmeye başladığı bu dönemde çeşitli yakınmalarla başa çıkmaya çalıştığınız bir dönemdir. Her ne kadar tümüyle seyreden bir gebelik ve doğumun loğusalığı da sıklıkla sorunsuz seyretse de aşağıdaki yakınma ya da belirtilerden birini gözlemlediğinizde doktora başvurmalı ve gerekli tetkik ve tedavinin yapılmasını sağlamalısınız. Aşağıda yaralan belirtiler sizde mutlaka normal dışı bir durum varlığını göstermezler, ancak mutlaka doktor incelemesi gerektirirler. Ateş Vücut ısısı yükselmesi en az iki adet ölçümde vücut ısısının 38 derece ve üzerinde olmasıdır ve her zaman aydınlatılması gereken bir durumdur. Loğusalıkta en sık ateş nedeni memelerin aşırı dolgun olmasıdır (süt ateşi, loğusalık ateşi). Bunun dışında endomiyometrit (uterus ve uterus iç zarı enfeksiyonu) ve idrar yolu enfeksiyonu loğusalıkta sıklıkla ateş yapan iki enfeksiyon türüdür. Epizyotomi yarasının enfeksiyonu, sezaryen cilt ve cilt altı yarası enfeksiyonu da ender olarak ateşe neden olabilirler. Ayrıca ateş, loğusalıkta tesadüfen geçirmekte olduğunuz diğer bir enfeksiyonun (grip, üst solunum yolu enfeksiyonu gibi) belirtisi olabilir. Karın ağrısı Loğusalıkta karın ağrısının en sık görülen nedeni uterusun "toparlanma" yani gebelik öncesi döneme geri dönme sürecinde kasılması ve bunun anne tarafından "ağrı" olarak algılanmasıdır. Bunun dışında endomiyometrit (uterus ve uterus iç zarı enfeksiyonu) ve idrar yolu enfeksiyonu da karın ağrısı şeklinde belirti verebilir. Aşırı kanama, pıhtı düşürme Loğusalığın ilk günlerinde kanama normal kabul edilir. Ancak günlük kanama miktarının normal adet kanamasından iki kat ya da daha fazla olması mutlaka doktor değerlendirmesi gerektirir. Muhtemel neden plasentanın bir parçasının uterus içinde kalması olabileceği gibi endomiyometrit (uterus ve uterus iç zarı enfeksiyonu) de söz konusu olabilir. Kötü kokulu ve/veya miktarca fazla akıntı Loğusalık döneminde akıntı normal kabul edilir ve akıntının nitelikleri loğusalığın dönemine göre değişkenlik gösterir. Loğusalık akıntısı ya da "loşi" adı verilen bu akıntı doğumdan sonraki 4-6 hafta boyunca devam eden özel bir akıntı türüdür. Amacı uterusun içindeki "gebeliğe bağlı kalıntıların" atılmasıdır. İlk günlerde kanama şeklinde olan bu akıntı kısa zamanda pembeleşir, daha sonra rengi sararır ve nihayet beyazlaşarak loğusalık bittiğinde tümüyle biter. Gebelik öncesi dönemde fizyolojik (herhangi bir soruna bağlanmayan) akıntısı olan kadınlarda loğusalık bittiğinde bu fizyolojik akıntı genellikle geri döner. Loğusalık akıntısı özellikle sabah kalktığınızda daha fazla olabilir. Bunun nedeni gece boyunca yatmaya bağlı olarak vajinada biriken akıntının ilk ayağa kalktığınızda nispeten daha hızlı boşalmasıdır. Yukarıdakilerden farklı özellikler taşıyan her akıntı doktor tarafından değerlendirilmelidir. Kötü kokulu bir akıntı enfeksiyon belirtisidir. Özellikle beraberinde karın ağrısı ve ateş gibi belirtiler de söz konusu olduğunda sıklıkla endomiyometrit (uterus ve uterus iç zarı enfeksiyonu) söz konusudur. Tek başına kötü kokulu akıntı basit bir bakteriyel vajinit belirtisi olabileceği gibi epizyotomiyle normal doğum yapmış olan annelerde epizyotomi tamir edilirken kanamanın görüş sahasını kapatmasını engellemek amacıyla vajinaya yerleştirilmiş ve tamir sonrası çıkarılması unutulmuş bir tampon da söz konusu olabilir. Köpüklü bir akıntı trikomonas enfeksiyonuna işaret ederken, peynir kesiği gibi bir akıntı ve beraberinde vajina ve/veya vulvada kaşıntı sıklıkla bir mantar enfeksiyonuna işaret eder. Bacaklardan birinde ya da ikisinde ağrı, kızarıklık, şişme Gebelik dönemi özellikle toplardamarlarda pıhtı oluşumuna zemin hazırlar ve bu risk loğusalığın ilk günlerinde devam eder. Derin ven trombozu (DVT) (dokunun derinlerinde yar alan bir toplar damar içinde pıhtı oluşumu) adı verilen durum kendini tıkanıklık oluşan bölgenin gerisinde kızarıklık, ağrı, şişme ve bölgesel ısı artışı şeklinde belli eder. Bu belirtilerin tümü birden oluşabileceği gibi özellikle hastalığın başında yalnızca biri söz konusu olabilir. DVT tedavi edilmediğinde toplardamar içinde oluşan trombüs (pıhtı) yerinden kalkarak akciğer atardamarlarından birinin tıkanmasına neden olabilir. Pulmoner emboli ("akciğer damarı tıkanıklığı") adı verilen bu durum anne ölümlerinin başta gelen nedenlerinden biridir. Bu nedenle yukarıdaki belirtilerin varlığında en kısa zamanda doktora başvurulmalı ve tedaviye hemen başlanmalıdır. Memelerde aşırı ağrı, ısı artışı, bölgesel kızarıklık Memelerde emzirme döneminde çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir. Bu sorunlar basit bir angorjman ("dolgunluk") şeklinde olabileceği gibi bakterilerin meme(ler)de enfeksiyon yapması (mastit) söz konusu olabilir. Her iki durumda da memelerden birinde ya da ikisinde ısı artışı, dolgunluk, ağrı ve vücut ısısında artış söz konusudur. Bunlara ek olarak memelerden birinin diğerine göre çok daha ağrılı olması, o meme üzerinde "baş vermiş" bir absenin ele gelmesi meme absesi düşündürür. Meme absesi sıklıkla erken aşamalarında tedavi edilmemiş basit bir mastit sonucunda gelişir. Memelerin aşırı dolgunlaşması durumunda sıklıkla birkaç tedbirle tedavi sağlanırken (yukarıdaki linke tıklayın), mastit durumunda sıklıkla antibiyotik tedavisi gerekir. Abse ise cerrahi bir işlemle boşaltılması gereken bir durumudur. Meme enfeksiyonu belirtilerinin erken tanınması ve tedavisi abse gelişiminin önlenmesi açısından önemlidir. Bariz ruhsal değişiklikler Loğusalık depresyonu anne tarafından her zaman fark edilmeyebilir ve bu durumlarda ailenin diğer bireyleri ve sıklıkla kadının eşi doktora başvurulması gereken durumları tanımalıdır. Perine bölgesinde ağrı Normal doğum yapmış ve özellikle de doğum esnasında epizyotomi uygulanmış annelerin bu belirtiye çok duyarlı olmaları gerekir. Epizyotomi tamir edildikten sonraki ilk saatlerde bölgede ortaya çıkan ağrı bir epizyotomi hematomuna işaret edebilir (hematom: bölgede kan toplanması). Yine ilk günlerde ortaya çıkan ağrı epizyotomi dehisansı (dehisans: dikişlerin açılması) ve/veya epizyotomi yeri enfeksiyonuna işaret edebilir. Epizyotomi ya da sezaryen dikişlerinde ağrı, akıntı, bölgede kızarıklık Bu belirtiler bölgesel bir enfeksiyona işaret edeler ve doktor tarafından değerlendirilmelidirler. Makattan kanama Gebelik dönemi hemoroid (basur) oluşumu için zemin hazırlar ve risk loğusalıkta da devam eder. Özellikle dışkının kanla boyalı olduğunun görülmesi beraberinde ağrı olsa da olmasa da mutlaka doktor değerlendirmesi gerektiren bir durumdur. Değerlendirme gerektiren diğer belirtiler İdrar yaparken yanma (idrar yolu enfeksiyonuna işaret eder), idrar boşaltamama hissi (epizyotomi ağrısı idrarın tümüyle boşaltılmasını engellediğinde bu his ortaya çıkabilir), halsizlik-uykuya eğilim-üşüme gibi kansızlık belirtileri, gaz ya da dışkı kaçırma (doğumda perinenin ileri derecede yırtılması neticesinde gaz ve dışkı tutucu mekanizmanın hasar görmesi) gibi belirtiler doktor değerlendirmesi gerektiren diğer durumlardır |
Lohusalıkta meme bakımı
Emzirmenin olmadığı normal dönemlerde genel vücut bakımına memeleri de dahil etmek yeterlidir. Sık sık yıkanma, dar olmayan, memeleri saran ve taşıyan sutyen kullanma, meme arkasındaki göğüs kaslarını kuvvetlendirici egzersizler yapma, meme bakımının temelini oluşturur. Hamilelikle birlikte memede büyük değişimler ortaya çıkar. Memeler büyür, sertleşir ve nodüler yapılar ele gelir. Bunlar memedeki salgı bezlerinin gelişmesi nedeni ile oluşur. Bu değişmeler memede ufak tefek ağrılara neden olabilir.Yine uygun bir sutyen kullanmak ve hijyene önem vermek gerekir. Bu dönemde meme cildinde çatlaklar oluşabilir, bunlara engel olmak için hamileliğin başından itibaren çatlak önleyici kremler kullanılmalıdır. Doğumla birlikte memenin esas görevi başlar. Doğum esnasında salgılanan hormonlar, annenin çocuğun sesini duyması ve çocuğun meme başını emerek uyarması, süt salgılayıcı hormonu yani ploraktini harekete geçirir ve süt yapımı ile salgısı başlar. Bildiğimiz gibi yeni doğanın emzirilmesi onun sağlığı yönünden çok önemlidir. Yeni doğan yeni çevresine, annesinin sütü sayesinde adapte olur. Anne sütü yeni doğan için, gerek besin değeri gerekse sindirim sistemine uygunluğu ile en ideal besindir ve içindeki bağışıklık elemanları ile bebeği mikroplardan korur. Emzirmek çocuğun psikolojisi içinde çok önemlidir. Çünkü emzirme anı çocuğun annesini çok yakın hissettiği ve onunla bir bütün olduğu, güven duygusu, sevgi duygusu ve anne sıcaklığının en yoğun yaşandığı andır. Emzirmek aynı zamanda annenin sağlığı için de çok önemlidir. Çünkü emziren kadının rahmi daha çabuk küçülerek normal haline daha çabuk döner, yine emzirmek memede kanser başta olmak üzere pek çok hastalığın riskini azaltır. Özetle emzirmek hem anne hem de çocuk için elzemdir. Emzirme döneminin sağlıklı ve uzun süreli olabilmesi için bazı kurallara uymak gerekir. Yeni doğan birinci ayda o istedikçe emzirilir, sonraki aylarda da iki saatten daha sık olmamak koşuluyla çocuğun açlık durumuna göre üç dört saatte bir emzirmek gerekir. Her seferinde her iki memede yaklaşık 15' er dakika civarında emzirilmelidir. Sonuçta görüldüğü gibi 24 saat içinde çocuğu 6 - 7 kez emzirmek gerekecektir. Emzirmeden önce eller mutlaka yıkanmalı ve meme başları ılık temiz su veya karbonatlı su (1 bardak kaynamış soğumuş suya bir çay kaşığı karbonat) ile temizlenmelidir. Temizlemek için kullanılacak pamuk veya gazlı bez hiçbir zaman suya batırılmamalı, su temiz bir şişeden pamuğa dökülmelidir. Bu işlemleri takiben meme başına E vitaminli kremler veya daha ekonomik ve pratik bir çözüm olarak sütten bir miktar sağarak sürülür ve meme başı kuruduktan sonra temiz gazlı bir bez veya meme pedi konularak sutyen giyilir. Meme başını kapamadan önce mutlaka iyice kurutmak gerekir, çünkü nemli ortamda çatlaklar daha kolay oluşur ve mikroplar daha kolay ürer. Eğer çocuk emdikten sonra memede hala süt kalmışsa temiz kaynatılmış bir tirle veya süt pompası ile boşaltılmalıdır. Asla memede dört beş saatten fazla sütün kalmasına ve yumrular oluşmasına izin verilmemelidir. Çünkü memede biriken bu süt mikroplar için çok uygun vasat teşkil eder. Hele birde meme başında çatlaklar oluşmuşsa buradan mikropların içeriye girişi daha da kolaylaşacaktır. Genel vücut hijyenine çok dikkat etmek gerekir, mümkünse her gün banyo yapmak, çamaşırları her gün değiştirmek uygun olur. Özellikle emzirmeye yeni başlanan dönemde meme başında çatlaklar oluşabilir. E vitaminli kremler veya sütün kendisi bu çatlakları engelleyebilir fakat bazen de her şeye rağmen bu çatlaklar oluşur, emzirme esnasında çok acırlar ve kanayabilirler. Bu durumlarda meme başı temizliğini karbonatlı su ile yapmayı tercih etmek gerekir ve emzirme işleminden sonra meme başı hava ile iyice kurutulmalıdır. Eğer acı ve kanama çoksa, tek tek memeler dinlenmeye sevk edilir ve süt pompa ile çekilir. Yani bir emzirmede bir meme emzirilir, diğeri pompa ile boşaltılır, diğer emzirmede tersi yapılır. Pompa ile çekilen süt çocuğa verilebilir. Çocuğa biberonla süt verileceği zaman çok küçük delikli emziği olan biberonlar tercih edilmelidir. Yoksa çocuk biberonun rahatlığına alışır ve memeyi bırakır. Eğer meme başındaki çatlaklar kötüleşir ve emzirmeye olanak vermeyen bir hal alırsa doktora başvurmakta yarar vardır. Memelerde yumrular oluşursa ve pompa ile bunlar boşaltılmazsa, hele birde bu yumrular ağrımaya başlarsa ya da memede kızarıklık, sıcaklık meydana gelirse hiç vakit kaybetmeden doktora gitmek gerekir. Çünkü bu bulgular bir enfeksiyonun başladığını gösterir, erken dönemde basit antibiyotikler ile enfeksiyon tamamen geçer. Oysa enfeksiyon ilerleyip apseleşirse bu kez cerrahi müdahale enfeksiyon kontrol altına alınamazsa sütü kesmek bile gerekebilir. Bu da çok gerekli bir sürecin hazin sonu demek olur. Emzirme döneminde de sutyen seçimi önemlidir. Sutyen giymemek memelerin çabuk deforme olmasına neden olur. Yine bu dönemde meme cildinin çatlamasını engellemek için ilk ay çatlak önleyici kremler sürmeye devam etmelidir Gebelikte ve emzirme döneminde de normal dönemdeki memedeki gibi kitleler ve hatta kanser oluşabilir. Bu nedenle gebelikte ve emzirme döneminde memede yumrular fark edildiğinde basit bir süt birikmesi olarak algılayıp ihmal edilmemelidir. Memeyi sağdıktan sonra geçmeyen yumrular enfeksiyon nedeni olabileceği gibi memede bir tümörün belirtisi de olabilir. Bu nedenle mutlaka doktora başvurulmalıdır |
Lohusalıkta perine ağrısı
Üç kilo yüz gramlık bir bebeğin perineden hiçbir hasara yol açmadan geçmesini bekleyemeyiz. Bebeğin doğumu sırasında perinenin bütünlüğü korunmuş olsa da bu bölge gerilmiş, berelenmiş ve genellikle travmaya uğramıştır. Tüm bunların sonucunda yaşanan hafif veya yoğun rahatsızlık duygusu normaldir. Bütün doğal doğumlarda yaşanan bir durum olan perinenin acıması, eğer bu bölge yırtıldı veya cerrahi olarak kesildiyse daha da artmaktadır. Bütün taze yaralar gibi epizyotominin veya yırtığın iyileşmesi de zaman alır. Bu genellikle 7-10 gün arasında değişir. Bu dönemde yaşanan tek başına bir ağrı yaranın mikrop kaptığına dair bir belirti değildir. Bakımı iyi yapılmazsa perine mikrop kapabilir. Hastanedeyken hemşire günde az bir kez perinenizi mikrop kapma açısından kontrol edecektir. Ayrıca loğusalık döneminizde perine bakımı ve hijyeni açısından da size bilgi verecektir. Böylece hem tamir edilen bölge, hem de genital bölge enfeksiyondan korunmaktadır. Bu yüzden epizyotomisi, yırtığı olmayan loğusaların da aynı önlemleri alması gerekmektedir. Perinenin on günlük bakım planı: Hijyenik bağınızı en az 4-6 saatte bir değiştirin. Öne veya arkaya kaymasını önleyin. Bağınızı önden arkaya doğru değiştirin; böylece kalın bağırsaklardan gelebilecek mikroplardan kaynaklanacak enfeksiyonu önleyebilirsiniz. Dışkılama ya da idrar boşaltımından sonra perine üzerini ılık su (veya hekiminizin önerdiği antiseptik bir solüsyon) ile temizleyin. Gaz bezi, tuvalet kağıdı, hastanelerdeki hijyenik bezle yine önden arkaya doğru kurulayın. Perine bölgesindeki yara tamamen iyileşmeden elinizi bu bölgeye sürmeyin. Eğer bir yırtığınız oldu ve bu tamir edildiyse rahatsızlığınız daha da fazla olacaktır. Doğum yapan anneler aşağıdaki önerileri uygulayarak rahatladıklarını bildirmişlerdir. Ilık oturma banyoları, sıcak kompresler veya ısı lambası kullanma. Yara bölgesine üstüne soğuk alkol dökülmüş steril bir gazlı bez veya içine buz parçaları konmuş ameliyat eldiveni uygulayın. Krem veya sprey şeklindeki yerel anesaaaikler ya da hekiminiz tarafından önerilmiş hafif ağrıkesicileri kullanabilirsiniz. Yaralı olan bölgenin gerilmemesi için uzun zaman ayakta kalmayın veya oturmayın. Bir tarafınıza yatmak veya şişirilmiş yastığın oturmak ağrının azalması ve yaralı yerin korunması için yararlı olabilir. Kegel alıştırmalarının doğumdan sonra mümkün olduğunca sık yapılması kan dolaşımını hızlandırarak hem yaranın çabuk iyileşmesine hem de kas gerginliğinin gevşemesine yardımcı olur. Bu alıştırmaları yaparken bu bölgenin duyarsızlığından dolayı kendinizi alıştırma yapıyormuş gibi hissetmeyebilirsiniz; telaşlanmayın. Doğumdan birkaç hafta sonra duyarsızlık ortadan kalkacaktır. |
Makat Gelişi Bebeğin Ters Duruşu
Hamileliğiniz süresince bebeğiniz sürekli hareket halindedir. Erken dönemlerde bebek ile içinde yüzdüğü sıvı karşılaştırıldığında sıvı daha büyük yer tutar. Bu nedenle bebek rahim içerisinde sürekli dönebilir, yer değiştirebilir ve bebek her türlü pozisyonda olabilir. Bebek ve rahimin şekli genelde bebeğin duruşunu belirler. Hamileliğiniz ilerledikçe bebeğinizin eğilimi baş aşağı durmak şeklindedir. Bebeğin önde gelen kısmına prezente olan kısım ya da prezentasyon adı verilir. Miada yaklaştıkça ve doğum anında bebeklerin çok büyük bir kısmı yaklaşık %96'sı başları ile prezente olurlar. Yani bebeklerin %96'sı baş geliştir ve doğum sırasında ilk önce başları çıkar. %3-4 bebek ise rahim içinde ters durmayı tercih eder. Bu bebeklerde kafa yukarıda popo ise aşağıdadır. Bu durum makat geliş olarak adlandırılır. Doğum eyleminiz başladığında bebeğinizin önde gelen kısmı son derece önemlidir çünkü başı ile gelmeyen bir bebeğin doğumu her zaman zor ve risklidir. Hatta bazı durumlarda normal doğum olanaksızdır. Bebeğinizin en geniş kısmı kafasıdır. Makat doğumda kafa en son doğan bölümdür. Daha küçük ve kıvrılabilir kısımlar olan ayak, gövde ve kollar rahim ağzınız daha tam olarak açılmadan rahim dışına çıkabilir yani doğabilir. Böyle bir durumda ise arkadan gelen kafa içeride sıkışabilir. Bu nedenle makat doğumda bebek çok zorlanabilir, zarar görebilir hatta hayatını kaybedebilir. Bebekler neden ters durur? Makat gelişin en önemli belirleyici faktörlerinden birisi gebelik yaşınızdır. Gebelik yaşı ne kadar küçükse bebeğinizin ters olma olasılığı da o ölçüde yükselir. 36-37. hafta civarında bebek genelde son duruş şeklini alır ve artık önde gelen kısmının değişmesi uzak bir olasılıktır. Rahim dar kısmı aşağıda olan bir armut şeklinde olduğundan bebek için en rahat pozisyon kafasının aşağıda olduğu pozisyondur ve genelde bebekler bu pozisyonu son duruş şekli olarak alırlar. Bu nedenle 36-37. haftadan önce bebeğinizin ters duruyor olması çok önemli değildir. 28. haftada bebeklerin %20-25'i ters dururken bu oran 32. haftada %7-15, termde ise daha öncede belirttiğimiz gibi %3-4'dür. Gebelik yaşı dışında rahime ait şekil bozuklukları, bebeğe ait anomaliler ve çoğul gebelikler de makat gelişlere neden olabilirler. Amniyon sıvısının çok fazla ya da az olması, daha önceden geçirilmiş fazla sayıda gebelik nedeniyle rahimin gevşek olması, plasentanın rahimin tepesinde yerleşmiş olması bu durumun altında yatan sebep olabimektedir. Makat geliş olan erken doğumların yaklaşık %17'sinde, term doğumların ise %9'unda anomali saptanmaktadır. Bununla birlikte makat doğumların çok büyük bir kısmında hiçbir neden saptanamaktadır. Makat gelişin değişik türleri var mıdır? Mkat gelişler bebeğin diz ve bacaklarının durumuna göre 3 değişik türde olabilir. Saf makat geliş Tüm makat gelişlerin %50-70'i bu şekilde olur. Bebeğin uylukları gövdesine doğru çekilmişken, dizler tam açılmıştır. Bebeğin ayakları başının yanındadır. Önde gelen kısım sadece bebeğin poposudur. Tam makat geliş Makat gelişlerin %5-10'unu oluşturur. Hem bacaklar hem de diz kıvrılmıştır. Bebek bağdaş kurar pozisyondadır. Tam olmayan makat geliş Ayak gelişi olarak da adlandırılır. Görülme sıklığı %10-30 arasındadır. Bebeğin önde gelen kısmı poposu değil ayağıdır. Bebeğim karnımdayken dışarıdan döndürülebilir mi? EVET. Bebek anne karnındayken bir doktor bebeği döndürebilir. Bu işleme eksternal sefalik versiyon adı verilir. İşlemin başarılı olma şansı %50 civarındadır. Bazı doktorlar bebeklerin %70'ini döndürdüklerini iddia etmektedirler. Bu bilgiler gerçekte teorik ve tarihsel öneme sahip bilgilerdir. Ekternal sefalik versiyon makat gelen bebeklerin %80'inin vajinal yolla doğurtulduğu 1960 ve 70'li yıllarda çokça uygulalan bir işlemken çok fazla bebeğin kaybedilmesi nedeniyle zaman içerisinde terk edilmiş bir uygulamadır. 1980'lerden sonra özelikle Amerika Birleşik Devletlerinde yeniden gündeme gelmiş ancak eski popülaritesine asla kavuşamamıştır. Eksternal sefalik versiyonun riskleri arsında en sık karşılaşılanlar bebeğe ait kemiklerin kırılması, anne ve bebeğin iç organlarında yırtılmalar, zarların yırtılması ve bebeğin plasentasının ayrılmasıdır. Bununla birlikte %1.5 olguda kordon sıkışması görülür. İşlem sırasında bebeklerin %40'ında kalp atım hızlarında ciddi ölçüde azalma saptanır ancak bu düşüş işleme son verilmesi ile bebekte herhangi bir hasara neden olmadan geri döner. Ekternal sefalik versiyon mutlaka acil sezaryen şartlarının sağlandığı bir ortamda yapılmalıdır. Eksternal sefalik versiyonun şartları İşlemi yapacak olan kişi deneyimli olmalı Hasta şişman olmamalı Anne adayı multipar (daha önceden doğum yapmış) olmalı Önde gelen kısım kemik çatı içine girmiş olmamalı Amniyon sıvısı normal ya da normalden fazla olmalı Bebeğin sırtı öne dönük olmamalı Doğum sancılarını engellemek için ilaç verilmeli (tokoliz yapılmalı) (bu madde tartışmalıdır) Bebeğimi döndürmek için ben birşeyler yapabilir miyim? Ters duran bebeğin dönmesini sağlamak için dizleri göğüse doğru çekerek her iki saatte bir 15 dakika bu şekilde beklemek gibi bir yöntem (Elkin Manevrası) önerilmiş olsa da yapılan çalışmalar bu uygulamanın bir yarar sağlamadığını göstermiştir. Hipnoz ve akupunktur ile bebeğin döneceğini iddia edenler de vardır. Acak bu iddialar bilimsel zeminde kanıtlanamamıştır. Sonuç olarak bebeğinizin başaşağı dönmesi için ne yazık ki sizin yapabileceğiniz birşey yoktur. Makat geliş için uygun doğum şekli nedir? Normal doğum yapmayı isteyen ve buna motive olmuş bir anne adayı için bebeğinin ters olması üzücü bir durumdur. Ancak böyle bir bebebğin doğum kanalından geçmesi çok riskli bir durumdur. Yapılan çalışmalarda makat doğumlarda bebeğin kaybedilme şansının 2-4 kat fazla olduğu saptanmaktadır. Normalde bebeğin en geniş ve sert kısmı olan kafası doğum kasılmaları sırasında doğum kanalındaki yumuşak dokları ve bağları gererek gevşemelerini sağlar. Bebeklerin kafa eklemleri erişkinlerdeki gibi sabit değildir ve kemikler birbiri üzerinde kayabilir. Bu sayede bebeğin kafası doğum eylemi ilerlerken şekil değiştirerek kendisini doğum kanalına uydurur. Buna "molding" adı verilir. Makat doğumda ise kafa arkadan geldiği için molding şansı yoktur. Bebeğin gövdesi doğduktan sonra rahim ağzı bebeğin boynunu sıkarak oksijenlenmesini bozabilir ve kalıcı hasarlara hatta ölümüne neden olabilir. Bu nedenlerle makat gelişlerde önerilen doğum şekli sezaryendir. Normal doğumun özendirildiği ve son ana kadar sezaryendan kaçınılan Amerika Birleşik Devletlerinde dahi makat gelişlerin %90'ından fazlasında bebeği fazla riske atmamak için doğum şekli olarak sezayen tercih edilmektedir. Bununla birlikte makat gelişte vajinal doğum anne açısından da bazı ek riskler taşır. Bu risklerin en önemlisi yırtık oluşma ve doğum sonrası enfeksiyon risklerindeki artıştır. Makat gelişte vajinal doğumun bebek açısından getirdiği riskler Doğum sırasında bebeğin ölmesi Makat olmayan doğumların 16 katı Doğum sırasında bebeğin oksjensiz kalması Makat olmayan doğumların 3-8 katı Doğum sırasında bebeğin strese girmesi Tüm makat doğumların %60'ında Kordon sarkması % 2.5 (Makat olmayan doğumların 18 katı) Doğum Travması Makat olmayan doğumların 13 katı Arkadan gelen kafanın sıkışması % 9 (2500 gramdan büyük olan bebeklerde) Doğum sonrası bebek ölümü Makat olmayan doğumların 2-4 katı Makat gelişte normal doğum şansı yok mudur? Riskli olmasına karşın makat gelişerde bazı şartlar sağlandığı taktirde vajinal doğum denenebilir. Bu şartlar şunlardır: Gebelik miadına ulaşmış olmalıdır. Normal doğuma engel bir tıbbi durum olmamalıdır. Bebek saf makat gelişte olmalıdır. Term bir gebelikte bacaklar ve kalçanın biraradaki büyüklüğü kafa büyüklüğüne ve sertliğine yakındır. Diğer durumlarda ise (tam ve tam olmayan makat geliş) yumuşak olan kısımlar rahim ağzına yeteri kadar baskı yapamazlar ve açılmasını sağlayamazlar. Bebeğin kafası fleksiyonda yani öne eğilmiş, çenesi göğsüne değer pozisyonda olmalıdır. Yüzün direk ileriye baktığı ya da ektensiyonda (normal bir insanın açıkhavada yıldızları seyrederken durduğu gibi) olduğu durumlarda eylem sırasındaki kasılmalar bebeğin boynunda ve omuriliğinde çok fazla zorlanmaya neden olacaktır. Annenin kemik çatısı kendini kanıtlamış olmalıdır. Bu ne demektir? Yani anne daha önceden makat gelen bebeğin tahmini ağırlığı kadar ya da daha büyük bir bebeği normal vajinal yoldan doğurmuş olmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, incelemeyi yapan doktor son derece deneyimli ve kullanılan ultrason cihazı gelişmiş olsa bile bebeğin tahmin edilen ağırlığı ile gerçek ağırlığı arasında ciddi farklılıklar olabileceğidir. Doğum eylemi kendiliğinden başlamış olmalıdır. Doğumu gerçekleştirecek olan hekim makat doğumlar konusunda yeterli deneyime sahip olmalıdır. |
Menapoz Menopoz Nedir? Kadınlarımızın hayatındakı önemli dönemeçlerden biridir menopoz. Adetlerin kesilmesi ve doğurganlığın bitmesi anlatılır bu kelime ile. Gerçek kelime anlamı -son adet kanamasıdır. Ortalama 40 yaşlarında, kadınlarda yumurtalıklar, beyinden gelen uyarılara daha az cevap vermeye başlarlar. Bu donem klimakterium dönemi olarak bilinir. Bu dönemdeki kadınlarda adetler arasındaki zaman uzamaya başlar, kanama miktarı azalır, gece terlemeleri ve sıcak basmalar başlar. Menopoz da Dediğimiz adetten kesilmede işte bu dönemde ortaya çıkar. Menopoza girme yaşı, ortalama 51 yaş civarıdır. Yüz yılımız başlarında 50 yaşı dahi bulmayan ortalama kadın ömrünün, günümüzde 75 yaş civarında olması menopoz sonrası geçecek olan dönemin önemini arttırmaktadır. Menopoz Hakkında Neler Bilmeliyiz? Kadın hayatının ortalama olarak üçte biri menopoz döneminde geçer. Menopoza girme yaşı tüm dünyada ve antik çağlardan beri fazla değişme göstermemiştir ve ortalama 45-55 civarındadır. 40 yaştan önce menopoza girmek, "erken menopoz " olarak tanımlanmaktadır. Menopoz genellikle hayatın doğal bir aşaması olarak kabul edilmektedir. Gerçekten de menopoz, kadın hayatının yumurtlama fonksiyonlarının sonlandıktan sonraki doğal bir aşamasıdır. Ancak menopozda oluşan bazı değişiklikler kadının hayatını derinden ve öylesine olumsuz etkiler ki bu durum pek çok hastalıkların ortaya çıkmasına ve kadının yaşam kalitesinin azalmasına neden olur. Bu gün menopoz olumsuz etkileri önlenmeye ve tedavi edilmeye çalışılan bir hastalık gibi kabul edilmektedir. Menopozun kadın hayatının doğal bir parçası olması nedeniyle hiç bir şey yapmadan izlenmesi artık eskilerde kalmıştır. Özellikle kadın yumurtalık hormonlarının laboratuar koşullarında üretilip kullanılmaya başlanmasıyla bu kavram daha da ön plana çıkmıştır. Menopozda azalan yumurtalık hormonlarının yerine konmasıyla menopoza ait tüm olumsuz değişiklikler ve hastalıklar kolaylıkla önlenebilmekte veya en aza indirgenebilmektedir. Menopozda Ne Gibi Bulgular Görülür? Menopozdaki temel değişiklik kadınlık hormonu olan östrojenin yumurtlamanın durması sonucu azalmasıdır. Böylece kadında, Ateş basması, terleme, çarpıntı Depresyon (ruhsal çöküntü) , halsizlik Bazen cinsel ilişkiye karşı istekte (libido) azalma Kemik erimesi (osteoporoz) Damar sertliği (ateroskleroz) gelişme eğilimi Cinsel organlarda çekilme (atrofi), kuruluk, ağrılı ilişki İdrar kaçırmaya kadar varan idrar yollarında atrofi ortaya çıkmaktadır. Ruhsal yönden ise de: Ruhsal Gerginlik Kolay Sinirlenmek Uykusuzluk Unutkanlık Gerginlik İçe Kapanma, Depresyon Hali Cinsel İsteksizlik Her 3 kadından biri hiç etkilenmez iken diğerlerinde de farklı şiddetlerde sıkıntılar kendisini gösterir. Sosyal hayat, iş yaşamı ve aile yaşantısı da bu durumdan olumsuz olarak etkilenebilmektedir. Östrojen eksikliği sonucu, vajina (kadın cinsel organı) nemliliğini yitirir, cinsel ilişki ağrılı olmaya başlar. Kadında cinsel isteksizlik görülebilir. Menopoz Ne Kadar Sürer? Menopoz belirtilerinin ne kadar süreceği, kişiden kişiye değişir. Bazı kişilerde kısa sürerken, bazı kişilerde de 10 yıl kadar sürebilmektedir. Ortalaması 3 - 5 yıl denebilir. Menopoza girmiş bir kadında, kemik yıkımı artar ve kemik kütlesinde azalma olur. Bu olayı osteoporoz bölümümüzde inceleyebilirsiniz. Bunların dışında da sık sık alt üriner sistem enfeksiyonları da görülür. Menopoz sonrasında kadınların en önemli sorunlarının başında kalp ve damar hastalıkları gelmektedir. Östrojenin azalması ile bu oran hızla artar. Östrojen kandaki kollesterol seviyesini de düşük tutarak normalde kadınları bu hastalık grubundan korursa da, menopoz döneminde bunu yapamaz. Çünkü yeterli miktarda bulunmaz. Bu tehlike gereğinde dışardan östrojen verilerek azaltılabilir. Eksilen hormonların, dışardan yerine konması tedavisine, tıpta, Hormon Replasman Tedavisi veya kısaca HRT denmektedir. HRT herkese uygulanamaz. Çok dikkat ve uzmanlık gerektiren bir tedavidir, vücut dengelerimizi birden bire değiştirebilir, bu neden ile mutlaka Kadın Doğum uzmanlarınca ciddi bir incelemeden sonra uygulanmalıdır. Yeterli bilgiye sahip olmak ve hekiminizin de yardımı ile menopoz sizler için bir sorun olmayacaktır. Menopoz Birdenbire Mi Başlar? Kadınlar bir sabah uyandıklarında kendilerini menopoza girmiş olarak bulmazlar. Menopoz 20 yıl süren değişikliklerin tam ortasındaki dönemdir. 40 yaşından sonra kadınlarda önce yumurtlamanın azalmasına bağlı olarak düzensiz adet kanamaları, aralıklı ateş basma ve terlemeler, psikolojik değişiklikler ortaya çıkmaya başlar. Daha sonra yakınmalar giderek artar ve adet tamamen kesilir. Bu dönemde 1 yıl adet kanamalarının olmaması menopoz tanısı için yeterlidir. 6 aydan daha fazla adet gecikmeleri araştırılıp kandaki östrojen ve yumurtlamayı uyaran hormon (FSH) seviyeleri ölçülerek kesin tanı konulur. Ancak adet düzensizlikleri veya düzensiz kanamalar menopoza giriyorum düşüncesiyle normal karşılanmamalı; hasta doktoruna başvurarak bu değişikliklerin gebelik ve kadın cinsel organlarının kanserlerinde de görülebileceğini göz önünde tutularak bu hastalıkları dikkatle araştırılmalıdır. Menopozda Kalp Ve Damar Sağlığı Etkilenir Mi? Menopozda östrojen hormonunun azalması ile kadınlarda bu hormonun kalp damar hastalıklarından koruyucu etkisi ortadan kalktığından damar sertliği ve kalp krizi riski % 60 artar. Yapılan çalışmalar sonucunda dışarıdan verilen östrojen hormonunun riski %25-50 oranında azalttığı bulunmuştur. Östrojen hormonu kandaki zararlı yağları azaltırken yararlı yağları artırmaktadır. Östrojen direk olarak damarlar üzerinde de gevşetici, olumlu bir etkiye sahiptir. Kandaki pıhtılaşma faktörleri ve fibrinojenin de östrojen kullananlarda daha az olduğu bulunmuş ve kalp krizinden koruyucu etkinin damar yatağı içinde pıhtı oluşumu riskinin azalmasına da bağlı olduğu bildirilmiştir. Menopozda İdrar Yolları Etkilenir Mi? Östrojen hormonunun eksikliği kadınlık organlarına komşuluğu ve fizyolojik beraberliği nedeniyle idrar yolları ve mesane fonksiyonlarını da etkiler. Vajen ve idrar deliği (üretra) destek dokuları zayıflar, mesane fonksiyonları bozularak idrar kaçırma varsa artabilir veya ortaya çıkabilir. Bu dönemde mesane fıtıklaşması, atrofiye bağlı rahim (uterus) ve vajina sarkmaları da idrar kaçırmanın bir nedeni olabilir. Ancak menopozda görülen idrar kaçırmanın en sık nedeni mesanenin zamansız kasılmasına bağlı olan aşırı aktivitedir (detrusor instability). Bu hastalar genellikle sıkıştıklarında yetişemeyip tuvalet kapısında idrarlarını kaçırırlar. Menopoz öncesi dönemde kadınların %10'unda görülen bu durum menopozdan sonra %20-30'unda rastlanır. Vajinal veya ağızdan uygulanan östrojen hormonu yakınmaları azaltır veya düzeltir. Menopozda Kadın Psikolojisi Nasıl Etkilenir? Özellikle ilk yıllarda kadınlarda adetten kesilme, ateş basması ,terleme ,çocuk doğurma yeteneğini kaybetme gibi bozukluklar eksik kadınlık, izolasyon, depresyon, içe kapanma, uykusuzluk, aşırı sinirlilik ve saldırganlığa neden olabilir. Bu durumda bir psikiyatrisin öneri ve tedavisine gerek vardır. Alışmaya çalışmak sorunu derinleştirebilir. Menopozda Cinsel Sorunlar Yaşanır Mı? Cinsel istek menopozdan etkilenmez. Cinsellik kadında öğrenilebilen bir davranıştır. Genel olarak gebelik korkusunun ortadan kalkması, profesyonel hayattan (kariyer, para kazanma vb) kaynaklanan kaygıların azalması, çocuklarının büyümüş olmasıyla azalan fiziksel bağımlılık, yılların oluşturduğu deneyimler, eşlerin birbirini daha iyi tanımaları sonucu kadının menopozdaki cinsel hayatının daha da renklenmesi son derece doğaldır. Menopoza girerken ortaya çıkabilecek depresyon ataklarında ve uyum döneminde cinsel istekte (libido) bir miktar azalma olacağını bilerek paniğe kapılmadan uygun danışma ve tedavilere başvurmak en akılcı yoldur. Aksi takdirde eksik kadınlık, değersizlik, hastalıklı olma duygularıyla cinsel istek azalmaları uzun sürebilir veya kalıcı olabilir. Cinsel istekte azalma menopozda vajen girişi ve vajinada çekilme (atrofi) ve kuruluk nedeniyle ağrılı ilişki ve buna bağlı bir isteksizlik ortaya çıkabilir. Bu tür durumlarda lokal hormon veya kayganlaştırıcı jel uygulamalarıyla sorun çözülür. Unutmayınız "Hayat kırkında başlar". Menopozda Aile İçi Sıkıntılar Ve Destek Menopoz kadının tek başına üstesinden gelmesi zor bir problemdir. Eş ve çocuklar bu dönemde kadına yardımcı ve anlayışlı olmalıdır. Bir kadın menopozu en kolay yakınlarının destek ve telkinleriyle karşılar. Bu destek ve telkinler psikolojik, bilgilendirme veya tedaviye devamı sağlamak şeklinde olabilir. MENOPOZ HAKKINDA EN SIK SORULAN SORULAR VE CEVAPLARI "ATEŞ BASMASI" "Ateş basması şikâyetiyle doktora baş vurmam hayli güç oldu. Arkadaşlarım beni neredeyse doktora gitmekten vaz geçirecekti Her kadın bu şikâyetlere katlanmalı diyorlardı" Ateş basması şikâyetiyle doktora baş vurmak çok isabetli bir davranıştır. Ateş basmaları, vücudumuzun hormon (iç salgı) dengesinin değiştiğinin bir işaretidir. Doktorunuz bu durumu tanıyıp size gerekli tedaviyi uygulayacaktır. Bu durumda, en uygun tedavi, eksileni yerine koyma şeklinde olacak, diğer bir deyimle, size vücudunuzun artık ; yapamamakta olduğu kadınlık hormonlarından östrojen verilecektir. Ates basmalarına katlanmanızı öğütleyenler, eskiye ait bir düşünceyi önermektedir. Aynı öğüdü annelerinden ve büyükannelerinden dinlemişlerdir. Oysa, doktorunuzun tavsiye edeceği östrojen tedavisiyle ateş basmalarından kurtulmak artık sizin elinizdedir. "KAŞlNTILAR BENİ DELİ EDlYOR" "Her zaman vücut temizliğine özen gösterir ve özellikle Adet zamanlarında dikkatli olurdum. Adetlerim iki yıldır kesildi. O zamanlar ,ateş basmalarından yakınmadım, fakat bir yerde okuduğuma göre, kaşıntı ve akıntım menopoza bağlı olabilirmiş. Acaba bu doğru mudur? Sizi böylesine rahatsız eden probleminiz, menopoza bağlı olabilir. "Yas dönümü" esnasında, vücudunuzun kadınlık hormonları yapımı giderek azalır. Bu hormonların en önemlileri olan östrojenler, aynı zamanda haznenizin (vagina'nızın) iç yüzünü döşeyen ince derinin nemliliğini ve kalınlığını sağlayarak, bu bölgenin mikroplardan korunmasını da temin ederler. Oysa, "yaş dönümü"nde bu hormonlar artık yapılmamakta ve sizin kaşıntı ve akıntı şikâyetleriniz ortaya çıkmaktadır. Doktorunuzun uygulayacağı tedaviyle bu yakınmalarınız kaybolacaktır. "HER SEY CANIMI SIKIYOR. MORALIM DEVAMLI BOZUK" Çocuklarım evdeyken, bazı olaylara daha rahat tahammül etmekteydim. Bu günlerde, en ufak şey sinirimi bozuyor. Ayrıca, iyi uyku uyuyamamaktayım. Bütün bu durumlar, "yaşdönümü"ne bağlı olabilir mi?" Şimdi artık çocuklarınız büyümüş ve bir anlamda sizden kopmuş olduklarından, zaman ve enerjinizi başka biçimlerde harcayabiliyorsunuz ve böylece ufak şeylere dikkat verebilip gereksiz yoruluyor; bunun yanısıra uyuyamıyorsunuz. Şayet önceden edindiğiniz meraklarınız, hobileriniz -örneğin, bir müzik aleti çalmak, resim ' yapmak, v.b.- varsa, bu durumunuzu biraz hafifletebilir, fakat yine de tam çözüm sağlayamaz. Gerçekten, endişe hali ve sinirlilik, "yaş dönümünün sık rastlanan belirtilerindendir ve bunlara katlanmak gereksizdir. Doktorunuz,sizi, eksileni yerine koyma tedavisiyle, rahat ettirecektir. "BAZEN KOCAM BENİ İSTEMİYORMUŞ GİBİ DAVRANIYOR"~ Benim artık görünüşüme aldırmadığımı, evime eskisi gibi bakmadığımı söylüyor." Kocanızın dediğinde doğruluk payı olduğunu kabul etmelisiniz. Fakat, o da, sizin bu içinde bulunduğunuz asabi durumun halen var olan fiziksel durumunuza bağlı olduğunu ve en kısa zamanda doktorunuzca tedavi edilebileceğini anlamalı. Kocaların çoğu, kendilerine karılarının bu özel durumu izah edildiğinde, anlayış göstermekte ve durum tedaviyle düzelene kadar, eşlerini desteklemektedir. "HAYATIMDA BU KADAR SIKILMAMISTIM" "Öteden beri gezmekten hoşlanırdım, fakat simdi evden dışarı çıkmaya cesaret edemiyorum. Bunun saçma olduğunu anlıyorum, ama elimde değil, aynen gebeliğimde olduğu gibi, sık sık idrara çıkmak ihtiyacını hissediyorum ve hatta bazen de idrarımı kaçırıyorum." Mesane kontrolünün kaybı menopozda rastlanan bir durumdur. Doktorunuz bunu defalarca tedavi etmiştir; şikayetinizi çekinmeden kendisine anlatmalısınız. "BU DÖNEMDE DOĞUM KONTROLU UYGULAMAK GEREKLİ MİDİR ARTIK? "Yaklaşık sekiz aydır adetlerim düzenini yitirdi ve son üç aydan beri de tamamen kesildi. Şimdi, artık doğum kontrolü uygulamasam olmaz mı?" Hayır. Doktorlar ,son adetin üstünden bir yıl geçmeden, doğum kontrolü uygulamasını bırakmamanızı öğütler. "TEDAVİ, DOĞUM KONTROLU HAPI GİBİ BİR İLAÇLA MI OLMAKTADIR?" "Bazı doktorların, menopozdaki kadınlara östrojen hapları verdiğini duydum. Bu yöntem, doğum kontrolü hapı yutmaya benzer mi?" Her iki ilaç da hormon ilacı olduğu halde, tabletlerdeki hormonların tip ve miktarları ve ayrıca tedavinin amaçları değişiktir. Doğum kontrol haplarındaki hormonlar, kadının gebe kalmasını önler. Menopozda kullanılan östrojen tedavisiyse , kadın vücudunun giderek az östrojen yapabildiği bir dönemde, ona eksilen östrojeni dışardan vermek demektir. "ÖSTROJEN TEDAVİSİ CİLDİME İYİ GELİR Mİ?" "Doktorum, ateş basmalarının tedavisi için bana östrojen hapları verdi. Bir kadın mecmuasında da, östrojenlerin cildi güzelleştirdiğini okudum. Bu doğru mudur?" Kadının kendi vücudunun yaptığı östrojenlerin, onun cildini yumuşak ve esnek yaptığı, bilimsel bir gerçektir. "Yaş dönümü" devresinde, kadın vücudu giderek azalan miktarda östrojen yaparken, bazı kadınlar ciltlerinin de giderek kuruyup esnekliğini yitirdiğine dikkat eder. Böylece, östrojen tedavisi, cildinize iyi gelebilir. Mamafih, burada, tedavinin esas amacı bu değildir. "KOCAM ANLAMIYOR" "Ortak yaşamımızda, kocam daima anlayışlı ve olgun davranırdı. Son zamanlardaysa, cinsel birleşmede canım çok yandığından, sonunda münakaşa ediyor ve hatta, bazen, bir kaç gün dargın duruyoruz. Bunun yaşıma bağlı olduğunu ve beni artık böyle kabul etmesini anlatmaya gayret ediyorum" Hem haklı, hem haksız olduğunuz söylenebilir. Sizin sorununuz çoğunlukla menopoza bağlı hazne (vagina) kuruluğundan doğmaktadır. Bu durum da östrojen eksikliğinden ötürü ortaya çıktığından, tedavisi mümkündür. Doktorunuza baş vurup gereken biçimde tedavi edileceğinizden emin olabilirsiniz. Bu probleminizi açıklamaktan çekinmeyiniz; iyi tanımlanmış, tedavisi kabil bir tıbbi durumdur sizinki. "NİCİN BAZI KADINLAR BU DÖNEMDE ÇOK SİNİRLİ OLURLAR?". "Benimle yaşıt arkadaşlarımdan biri, son zamanlarda aşırı sinirli oldu. Kocasına ve kızına ,sebepsiz bağırıyor, onları azarlıyor. Ateş basmalarından hiç şikayet etmedi. Bu davranışı menopoza bağlı olabilir mi?" Büyük ihtimalle, evet. Kadınlar, östrojen eksikliğine çeşitli şekillerde cevap vermektedir. Bazılarınca, baş dönmeleri ve terlemeler en baskın şikayetlerken, diğerleri, arkadaşınız gibi, aşırı sinirli olmaktadır. Onun da, sizin gibi, doktoruna görünüp tedavi edilmesini öğütleyebilirsiniz. "BU ÖSTROJENLER, MÜSEKKİN HAPLAR GİBİ MİDİR? "Ablama, menopoz devresinde, doktoru müsekkin vermişti. Bunlar, östrojenlere benzer mi?" Östrojenlerle müsekkinler, ne kimyasal ne de tedavi biçimi bakımından birbirine benzer. Gerçi, geçmişte, "yaş dönümü"ne özgü endişe halini tedavide, müsekkin ilaçlar kullanılmaktaydı, fakat günümüzde, doktorlar artık, şikayetin kaynağını, esas nedenini tedavi ederek yani eksilen östrojeni vererek, daha etken tedaviyi tercih etmektedirler. Zaten, müsekkinler ,esasında "yaş dönümü" ile hiç ilgisi olmayan, her zaman ortaya çıkabilecek endişe halinin ilâcıdır yaş dönümünün ana tedavisini oluşturamaz. "LÜTFEN, HAYAT KIRKINDAN SONRA BASLAR DEMEYİN ARTIK" "Belki bu deyim, menopozdaki diğer kadınlara, bana olduğu gibi ters etki yapmaz ama ben bu lafa çok sinirleniyorum. Tabii ki hayat kırkında başlamaz ve bunu iddia etmek saçmadır". Evet, ama; Erken evlilik ve annelik devrelerinin sıkıntılarını geçirdikten ve bunlardan kurtulduktan sonra, evlilik hayatı daha rahat olabilir. Çevrenize bakın ve kendisine iyi bakan, gereken tedaviyi görmüş ve uyumlarını sağlamış orta yaşlı kadınların sakin güzelliğini görün. Bu kadınların bazıları, bu devrede, hayat tecrübeleri ve güzellikleriyle, sıklıkla etraflarını etkilemekte, hayranlık uyandırmaktadır. Menopozun Tanısı Nasıl Konur? Menopozun olumsuz etkilerinin en aza indirgenmesinin en önemli ön koşulu tanısının en erken aşamada konulup erken tedaviye başlanmasıdır. Çünkü menopozdaki kayıplar ilk yıllarda en fazladır. Menopoz temel olarak yumurtlamanın durması (doğal) veya yumurtalıkların alınması (cerrahi) veya çalışamayacak kadar hasar görmesine bağlı olarak ortaya çıkar. 40 yaşından sonra 1 yıl süreyle adet görmeyen ve yakınmaları da olan bir kadın başka araştırma yapılmaksızın menopozda kabul edilebilir. Menopoza geçiş döneminde, gebelik ve düzensiz kanamaya neden olan kötü huylu hastalıklar ayırt edilmelidir. Bunun için seyrek adet gören, ateş basması, çarpıntı, terleme ve psikolojik değişiklikleri olan bir kadının adetin 3. günü alınan kanında, yumurtalıkları uyaran hormon (FSH,LH) düzeyleri artmışsa tanı daha kesin ve erken konmuş olur ve tedaviye de hemen başlanabilir. Düzensiz (genellikle seyrek) adet gören bir kadında FSH 40 pg/ml üzerinde ise menopoz tanısı kesinlikle konur. FSH değerinin 25-40 pg/ml arasında olması halinde menopoza giriş sürecinin başladığı ancak seyrek de olsa yumurtlama ve gebelik de olabileceği düşünülür. Ancak her durumda gebelik ve düzensiz kanamaya neden olan diğer hastalıklar gebelik testi, ultrasonografi ve endometrial biopsi (küretaj) vb ile araştırılmalıdır. Menopoz Tedavisinde Neler Uygulanır? Menopozun olumsuz etkilerinin en aza indirgenmesinin en önemli ön koşulu tanısının en erken aşamada konulup erken tedaviye başlanmasıdır. Çünkü menopozdaki kayıplar ilk yıllarda en fazladır. Menopoz temel olarak yumurtlamanın durması (doğal) veya yumurtalıkların alınması (cerrahi) veya çalışamayacak kadar hasar görmesine bağlı olarak ortaya çıkar. 40 yaşından sonra 1 yıl süreyle adet görmeyen ve yakınmaları da olan bir kadın başka araştırma yapılmaksızın menopozda kabul edilebilir. Menopoza geçiş döneminde, gebelik ve düzensiz kanamaya neden olan kötü huylu hastalıklar ayırt edilmelidir. Bunun için seyrek adet gören, ateş basması, çarpıntı, terleme ve psikolojik değişiklikleri olan bir kadının adetin 3. günü alınan kanında, yumurtalıkları uyaran hormon (FSH,LH) düzeyleri artmışsa tanı daha kesin ve erken konmuş olur ve tedaviye de hemen başlanabilir. Düzensiz (genellikle seyrek) adet gören bir kadında FSH 40 pg/ml üzerinde ise menopoz tanısı kesinlikle konur. FSH değerinin 25-40 pg/ml arasında olması halinde menopoza giriş sürecinin başladığı ancak seyrek de olsa yumurtlama ve gebelik de olabileceği düşünülür. Ancak her durumda gebelik ve düzensiz kanamaya neden olan diğer hastalıklar gebelik testi, ultrasonografi ve endometrial biopsi (küretaj) vb ile araştırılmalıdır. HORMONLA TEDAVİ Başlıca bozukluk veya eksiklik östrojen hormonun azalması olduğundan, temel tedavi de östrojen hormonu vermektir. Tanı konur konmaz eğer hasta için sakıncaları yoksa; Ağızdan Cilte yapıştırılan bantlar veya sürülen jellerle Vajinal yolla östrojeni yerine koyma tedavisine başlamak esastır. Hormon kullanımına engel oluşturan durumlar: Yeni kalp krizi(miyokard enfarktüsü) geçirmiş olanlar Geçici iskemik atak Geçirilmiş inme (serebrovasküler olay), beyin damar tıkanıklıkları Karaciğer fonksiyonlarının bozuk olması Östrojen ile ilerleyen tümör varlığı (Meme ,rahim) Tromboemboli (damariçi pıhtılaşma ile damar tıkanıklığı) Dikkatli ve kontrollü kullanılacak durumlar: Kalpte iskemik hastalık (damar sertliğine bağlı beslenme bozukluğu) Hipertansiyon(yüksek tansiyon) Safra kesesi hastalıkları ve taş Diabetes Mellitus (Şeker Hastalığı) Hiperlipidemi (kanda yağ,kolesterol, oranının yüksek olması) Migren tipi başağrıları Miyom (rahimde tümör) Hormon tedavisine başlanmadan önce, bu ilaçların olası yan etkileri ve uzun yıllar kullanılmasına bağlı ortaya çıkabilecek durumlar hasta tarafından bilinerek, ön hazırlıklar yapılmalıdır. Ön araştırmalar: Genel vücut ve jinekolojik muayene, tansiyon, kilo,ağırlık ölçümü Karaciğer fonksiyonları (kandaki karaciğer enzimleri,yağlar,kolesterol ölçülür) Kan ve idrar tetkiki (genel kontrol) Servikal smear (Rahim ağzı kanserini araştırmak için alınan sürüntü) Mammografi (Meme kanseri taraması) Endometrial biopsi ve/veya vajinal ultrason ile endometrial kalınlık ölçümü (rahim kanserini tarama) Açlık Kan Şekeri (Şeker hastalığı araştırılması) Elektrokardiografi (Kalpte kriz veya beslenme bozukluğu araştırılması) Gerekirse kemik yoğunluğu ölçümleri (kırıkları önlemek ve diğer ilaçların gerekliliğinin araştırılması için) Bu tetkikler hastanın durumuna göre en az 1 yıl aralıklarla tekrarlanır. HORMONSUZ TEDAVİ Genellikle direkt olarak menopoza karşı değil, oluşturduğu hastalıklara (osteoporoz vb ) karşı kullanılan ilaç ve yöntemleri içerir. Kalsiyum desteği Bifosfonatlar D Vitamini Diyet Kalsiyumdan zengin diyet esastır. Süt, yoğurt, peynir vb diyetle kemik kaybı önlenmeye çalışılır. Egzersiz Her gün 30 dakikalık yürüme ve basit ağırlık kaldırma, kas güçlendiren hareketler, ilaçlar kadar önemlidir. Yaz aylarında güneş ışığından (ultra-viole) faydalanmak için düzenli güneşlenme yararlıdır. OLUŞAN HASTALIKLARIN TEDAVİSİ Amaç hastalıkların önlenmesi olmakla beraber önlenemediği zaman uygun tedaviler yapılır. Kemik Erimesi Kırık oluşmuşsa uygun tedavi yapılır ve fizik tedavi ile rehabilitasyon sağlanır. Kırıklara bağlı ortaya çıkan kamburluk nedeniyle oluşan ağrı ve solunum sıkıntısı için fizik tedavi ve uygun atellerle hastaya yardımcı olunmaya çalışılır. Kırıkların oluşumunun önlenmesi için ev, hastaya göre yeniden düzenlenmelidir. Merdiven kenarlarına, banyo ve tuvalete tutunacak kollar yapılır. Elektrik kesilmesi anında oluşabilecek çarpma ve düşmeleri önlemek için özel pilli veya jenaratörlü lambalar merdivenlere yerleştirilebilir. Yerlerdeki kaygan örtü malzemeleri (halı, kilim vb.) sabit hale getirilebilir. İdrar Kaçırma Mesane boynunun sarkmasına veya mesane aktivitesinin artmış olmasına (detrusor instabilitesi) göre değişir. Mesane boynu harekeliliğinin arttığı durumlarda cerrahi; mesane kasının zamansız kasılmasına bağlı idrar kaçırmalarda ilaç,fizik tedavi ve/veya mesanenin elektrik simulasyonuna dayalı tedaviler uygundur. Hangi tedavinin yapılacağına konunun uzmanı bir hekim tarafından yapılan muayene, labaratuar ve ürodinamik (mesanenin dolum, işeme ve kaçırma basınçlarını bilgisayarla kaydı) gibi çalışmalarla karar verilmelidir. İyi seçilmemiş hastalarda tedavi idrar kaçırmayı düzeltmeyeceği gibi artışına neden olabilir. MENOPOZUN DA HAYATINIZIN DOĞAL BİR DÖNEMİ OLDUĞUNU UNUTMADAN, GEREKLİ ÖNLEMLERİ ALARAK MUTLU YILLAR GEÇİREBİLECEĞİNİZİ BİLİNİz |
Mol Hidatifrom üzüm gebeliği
Gestasyonel trofoblastik hastalıklar başlığı altında incelenen bu hastalıklar grubu embryonik dönemde bebeğin plasentasını ve zarını oluşturan hücrelerden köken alan hastalıklardır. Molar gebelik yada hidatiform mol olarak adlandırılan formu en sık görülen şeklidir.Komplet ve inkomplet olmak üzere 2 türü vardır. Komplet Mol Haditiform Burada gelişen gebelik ürününde 46 kromozom olmasına rağmen bunların tamamı babadan gelmektedir ve anneden gelen yumurtada genetik materyal yoktur. Embryo bulunmaz. Plasentayı oluşturan hücrelerde şişme ve genişleme saptanır. Kan damarları olmadığından fetal dolaşım gelişmez. Görülme sıklığı 2000 gebelikte birdir. Çok genç ya da geç yaşta gebe kalanlarda daha sık görülür. Tekrarlama olasılığı düşüktür ancak literatürde arka arkaya 9 kez mol gebelik geçiren bir kadın mevcuttur. Belirtileri Erken belirtileri gebeliği taklit eder. Adet gecikmesi ilk bulgudur. Yapılan gebelik testleri pozitif sonuç verir. Bundan sonra en sık saptanan şikayet vajinal kanamadır. Kanamanın miktarı lekelenme şeklinde ya da belirgin kanama boyutunda olabilir. Rahim olması gerekenden çok daha büyüktür. Bulantı ve kusmalar çok şiddetli olur. Gebelik ilerlemesine rağmen fetus hareketleri hissedilemez. 20. haftadan önce preeklempsi ortaya çıkar ise bu molar gebeliği özellikle düşündürmelidir. Rahim içeirsinde üzüm tanesi şeklinde kesecikler mevcuttur. Bu kesecikler vajinal yola dışarı atılabilir. Tanı En önemli tanı aracı ultrasondur. İncelemede tipik görüntü saptanır. Gebelik hormonu olan bhCG kanda çok yüksek oranlarda saptanır. Tedavi Tedavi iki aşamalıdır. İlk planda rahim içi biran önce boşaltılmalıdır. İkinci aşama ise takiptir. Çünkü bu dokular vücutta var olduğunda habset potansiyeli taşırlar.Ne kadar erken yakalanır ve boşaltılırsa işlemin riski o derece azalır. İşlem normal kürtajdan çok daha farklıdır ve tecrübeli ellerde yapılmalıdır. Çok şiddetli kanamalar görülebilir. Nadiren rahimin tamamen alınması gerekli olabilir. Habaset poatnsiyeli taşıdığından takip son derece önemlidir. En az 1 yıl süreyle gebelik yasaklanır. İlk planda 2 haftalık aralarla kanda bhCG ölçülür. kan düzeyleri normale indikten sonra 6 ay süreyle ayda bir daha sonra da en az 6 ay süreyle 2 ayda bir bhCG düzeyleri tekrar bakılır. Bu sürenin sonunda düzeyler normal seyrediyorsa takip sona erdirilir ve gebeliğie izin verilir. Eğer ilk başlangıçta kan bhCG düzeyleri düşmez ya da aynı kalırsa veya birsüre düştükten sonra yeniden artmaya başlarsa kemoterapi uygulanır. Hastada beyin tomografisinden akciğer filmine kadar pekçok tetkik yapılarak aaaastatik odak aranır. Gerekli olduğu hallerde rahim alınır. Komplet Mol Burada fetus mevcuttur ancak kromozom olarak anormallik vardır. Komplet molde 46 tane babadan 23 tanede anneden olmak üzere toplam 69 kromozom vardır. Kanser potansiyeli taşımaz. Fark edildiğinde gebelik sonlandırılır. GESTASYONEL TROFOBLASTİK NEOPLAZİ Habis (malign) olarak seyreden ve mol ile aynı hücrelerden köken alan bir tür kanserdir.Hemen hemen daima bir tür gebeliği takiben görülür.% 50 vakada mol gebeliği, % 25 vakada düşüğü, % 25 vakada da normal gebeliği takiben ortaya çıkar. Tanısı kan bhCG düzeylerinin yüksekliği ile konur. Tedavisi kemoterapi ve rahimin alınmasıdır. Kemotarapiye çok iyi yanıt verir. |
Mycoplasma ve ureaplasma enfeksiyonları
Mycoplasma ve ureoplasma doğada yaşayan bilinen en küçük tekhücrelilerdir. Diğer mikroorganizmalardan farklı olarak bir hücre duvarı içermezler. Bu özellikleri nedeniyle etkileri genellikle hücre duvarı üzerinde olan pek çok antibiyotiğe karşı dirençlidirler. Yine aynı özellik nedeni ile mikrobiyolojik incelemelerde kullanılan gram boyması gibi bazı laboratuvar incelemeleri bu mikroorganizmalar üzerinde uygulanamaz. Bugüne kadar izole edilmiş onbeşten fazla türü olmakla birlikte sadece 3 tanesi insanlar için özel önem taşır. Bunlar Mycoplasma pneumoniae ile Mycoplasma hominis ve Ureaplasma urealyticum'dur. M. pneumoniae insanlarda zaatürreye neden olurken diğer ikisi sıklıkla üreme sistemini ilgilendiren patolojilere neden olurlar ve bu nedenle genital mycoplasmalar olarak adlandırılırlar. Çok küçük olmaları, az miktarda genetik materyal içermeleri ve hücre duvarları olmaması nedeni ile klasik kültür yöntemleri ile tanınamazlar. Mycoplasmaları izole etmek için karmaşık kültür işlemleri gereklidir. Kültürlerde tipik olarak "yağda yumurta" benzeri şekiller oluştururlar. Görülme sıklığı Mycoplasmalar hem erkekte hem de kadında genitlal enfeksiyona neden olurlar. Yapılan araştırmalarda herhangi bir yakınması olmayan kişilerin %40'ında kültürlerde mycoplasma ürediği gösterilmiştir. Bu kişilerin %15'inde M.hominis saptanırken %40-75'inde U.urealyticum izole edilmektedir. Enfeksiyon doğum sırasında anneden kapılabilir ancak nadiren bu bebeklerde enfeksiyon kalıcı olur. Asıl kolonizasyon kişi cinsel yönden aktif hale gelince başlar. Yapılan geniş kapsamlı bir çalışmada cinsel yöndena aktif ancak herhangi bir yakınması olmayan kadınların %40-80'inde ureaplasma türleri izole edildiği gösterilmiştir. Yine cinsel yönden aktif ve yakınması olmayan kadınların %21-53'ünde M.hominis üretilmiştir. Enfeksiyon ve kolonizasyonun görülme sıklığı erkeklerde daha düşüktür. Bulaşma yolları İnsanlarda mycoplasma ve ureaplasma en sık taşıyıcılar arasında direk temas ile bulaşır. Bu nedenle cinsel yolla bulaşabilen bir hastalık olarak kabul edilir. Genital-genital ya da oral-genital temas bu mikroorganizmaların bulaşmasında en sık karşılaşılan yoldur. Bir diğer nadir bulaşma yolu ise hamilelik ve doğum sırasında anneden bebeğe geçiştir. Mycoplasma enfeksiyonları çok nadir olarak cinsel ilişiki dışında etkilenmiş materyale tamas ile de bulaşabilir. Belirtileri Mycoplasma ve ureaplasma enfeksiyonları nadiren bulgu verirler. Çoğu zaman herhangi bir yakınmaya neden olmazlar ve sadece alınan kültürlerde üretilebilirler. Her iki organzima da erkeklerde bel soğukluğuna bağlı olmayan ürethra enfeksiyonlarına neden olabilirler. Mycoplasmalar kadınlarda bu tür bir sorun yaratmazken ureaplasmalar kadınlarda da erkeklerdekine benzer problemler yaratabilir. İdrar yaparken yanma ve akıntı ürethra enfeksiyonlarının en önemli belirtisidir. Böbrek enfeksiyonlarının da %5'inden mycoplasmalar sorumludur. Mycoplasma ve ureaplasma kadınlarda tek başına vajinal enfeksiyona neden olmazlar. Ancak bunlar fırsatçı mikroorganizmalar olduğu için başka bir enfeksiyon örneğin gardnarella varlığında durumun daha da kötüleşmesine yardımcı olurlar. Fallop tüpü iltihabı olanların yaklaşık %10'unda rahim içinde ve tüplerde m.hominis izole edilmektedir. Gebelikte ise plasenta ve amniyon zarında enfeksiyona neden olarak erken doğumlara yol açabilirler. Daha nadir olarak yenidoğan bebekte doğumsal zaatürre, bakteremi ve hatta ölüme yol açabilecekleri bilinmektedir. Ancak bu çok çok nadir karşılaşılan bir durumdur. Yine çok nadir olarak uzak bölgelerde eklemlerde ve solunum sisteminde iltihaba yol açabilirler. Ancak bu hastalıklar için risk grubunu bağışıklık sisteminde sorun olan kişiler oluşturmaktadır. Mycoplasmaların sezaryen sonrası yara yeri enfesiyonuna da neden olabildiği bilinmektedir. Genel olarak mycoplasma ve ureaplasmalar şu hastalıklara neden olabilirler. Urethrit: Ürethra enfeksiyonu. İdrar yollarında mesane ile vücut dışı arasındaki bağlantıyı sağlayan yol. Erkekte penis içinde yer alırken kadında direk vajinanın üst kısmına açılır. İdrar buradan dışarıya atılır. Pyelonefrit: Böbrek iltihabı Pelvik iltihabi hastalık Endometrit: Rahşm içindeki endometrium dokusunun iltihabı Koriyoamniyonit: Gebelikte rahim içinde görülen iltihap Cerrahi yara enfekyionları Eklem iltihapları Yenidoğanda zaatürre ve menenjit Burada unutulmaması gereken çok önemli bir nokta yukarıdaki tüm durumların ortaya çıkmasında mycoplasmaların çok çok düşük bir olasılıkla ana neden olduğudur. Bu hastalıkların altında yatan neden çoğu zaman başka bir organizmadır. Mycoplasma ve ureaplasmaların kısırlığa neden olup olmadıkları konusu tartışmalıdır. Direk olarak neden olmasalar bile örneğin pelvik iltihabi hastalık sonrası sekel olarak kısırlık ortaya çıkabilir. Öte yandan erkeklerde sperm sayı ve hareketini bozarak çocuk sahibi olmayı güçleştirebilir. Düşük ve erken doğumlara neden olabilmesi nedeni ile tekrarlayan düşüklerin altında yatan nedenlerden birisi de mycoplasma enfeksiyonları olabilir. Tanı Mycoplasma ve ureaplasma enfeksiyonlarının tanısı şüphelenilen durumlarda alınan kültür ile konur. Vajinal akıntısı, infertilite ya da tekrarlayan gebelik kayıpları, kronik pelvik ağrısı olan kadınlarda bu mikroorganizmalara yönelik kültürlerin de yapılması önerilir. Tedavi Mycoplasma ve ureaplasma enfeksiyonlarının tedavisi tıbbidir. Ancak penisilin ya da sefalosporinler gibi sıkça kullanılan antibiyotikler bu mikroorganizmalar üerinde etkili değildir. Çünkü adı geçen antibiyotikler bakterilerin duvar yapısını bozarak etki gösterirler. Oysa mycoplasmalarda hücre duvarı yoktur. Tervcih edilecek antibiyotiğe kültür sonucuna göre karar verilir. Kültürle birlikte yapılan antibiyogram testinde mikroorganizmanın hangi antibiyotiğe duyarlı hangisine dirençli olduğu araştırılır. Ondört günlük tedaviyi takiben yeniden kültür alınarak enfeksiyonun geçip geçmediği kontrol edilmelidir. Devam eden ısrarcı enfeksiyon varlığında ikinci bir kür uygulanması gerekli olabilir. Hastaların %90'ında tek kür tedavi yeterli olmaktadır. |
myom rahim selim tümörleri myomlar
Değişik nedenlerle jinekoloğa giden pekçok kadının arkadaşlarına biraz da korkarak "bende ur varmış" dediğine birçoğumuz şahit olmuşuzdur.Halk arasında ur olarak adlandırılan bu durum aslında myomdur. Fibroid ya da leiomyoma adı da verilen myomlar, düz kas ve bağ dokusu içeren iyi huylu (kanser olmayan) kitlelerdir. Uterusun (rahim) kalın duvarı 3 tabakadan oluşur. Bunlardan en içte olanı endometrium adını alır ve adet siklusu boyunca değişimler gösterir ve eğer gebelik olmaz ise dökülerek adet kanaması ile birlikte atılır.. Ortadaki kas tabakasına myometrium denir. Uterusun en kalın tabakasıdır ve istemsiz çalışan düz kaslardan oluşur.Bu kaslar adet kanaması esnasında rahim içinde biriken kanı, doğum esnasında ise bebek ve plasentayı rahim dışına atmak için kasılır.. Uterusu dışarıdan çevreleyen zar tabakasına ise seroza ismi verilir. Bu tabaka rahimi diğer organlardan ayırır ve yerinde tutunabilmesi için destek bağları oluşturur. Gebe olmayan bir kadının rahminin büyüklüğü kişinin yaşı ve geçirmiş olduğu gebelik sayısına göre değişkenlik gösterir. Ortalama ağırlığı 80 gram kadardır. Myomlar işte bu myometrium tabakasını oluşturan düz kaslardan köken alan iyi huylu tümörlerdir.Sadece kas hücresi içermezler. Aslında myom daha gerçekçi bir tanımla bağdokusu tarafından bir arada tutulan düz kas hücreleridir.Büyüklükleri toplu iğne başından karpuz büyüklüğüne kadar değişkenlik gösterir. Kadın pelvisinde en sık görülen tümördür. İyi tarafı hemen her zaman iyi huylu olması ve kansere dönme olasılığının ihmal edilebilecek kadar düşük olmasıdır. Hastaların %75'i kendisinde myom olduğundan dahi habersizidir. Kötü tarafı ise her 4-5 kadından birinde ortaya çıkmasıdır. Büyüklüklerinin çok değişken olması nedeni ile bu oranın aslında gerçeği yansıtmadığı, dikkatli bir inceleme yapılacak olursa myom görülme sıklığının %80'den daha fazla bulunacağı ileri sürülmektedir.Tek bir tane olabileceği gibi sayılamayacak kadar çok da olabilir.Her bir myom kitlesine myom çekirdeği ya da myom nüvesi adı verilir.Genelde birden fazla sayıda olma eğilimindedir.Myomlar sıklıkla 30-40 yaşlar arasında ortaya çıkar ve replasman tedavisi almayanlarda menopoz sonrası küçülür. Ergenlik öncesi görülmesi son derece nadirdir. Myomlar genelde birden fazla sayıda olma eğilimindedirler. Bazen tek bir myom nüvesi belirgin derecede büyüyebilir ve çok büyük boyutlara ulaşabilir. Bu gibi hastalarda da büyük olasılıkla bir kaç milimetrelik bile olsa başka myom nüveleri de mevcuttur. Myomlar rahimde büyümeye neden olurlar. Myomlu bir rahimin büyüklüğü ifade edilirken gebelik cesameti tanımı kullanılır. Gebelik sırasında hangi haftada rahimin ne kadar büyüdüğü bilindiği için myomlu bir rahimin muayenesinde de bu bilgiden yararlanılır ve rahim büyüklüğü örneğin 10 haftalık ya da 14 haftalık gebelik cesametinde şeklinde tanımlanır. Nedenleri En sık görülen pelvik kitle olmasına rağmen hiçkimse myomların neden ve nasıl ortaya çıktığına açıklayamamıştır. Bazı kadınlarda hiç görülmez iken bazı kadınlarda sürekli yeni myomların çıkma nedeni de belirsizdir. Nedenleri tam olarak bilinmese de pekçok hekim bu kitlelerin kadınlık hormonu olan östrojen etkisi ile geliştiğine inanırken azımsanamayacak sayıda başka bir grupta östrojen ile ilgili olmadığını düşünmektedir. Myom ve östrojen hakkında bilinen gerçekleri şöyle sıralayabiliriz: Ergenlik öncesinde vücut henüz östrojen salgılamazken görülmezler Östrojen içeren doğum kontrol hapları gibi ilaçların etkisi ile büyürler Vücudun fazla miktarda östrojen ürettiği gebelik esnasında hızlı büyüme gösterirler Östrojenin azaldığı ve hatta tamamen yok olduğu menopoz sonrası dönemde küçülürler Menopoz sonrası yeni myom çıkması son derece nadirdir. Dışarıdan östrojen alan kadınlarda büyürler Myomlar yüksek düzeyde östrojen bulunduran kadınlarda gelişse de laboratuvar bulguları myomu olan kadınların birçoğunda östrojen düzeylerinin normal olduğunu göstermektedir. Bu nedenle myom gelişiminde büyük olasılıkla östrojen tek sorumlu değildir. Östrojen düzeylerinin çok yükseldiği gebelik esnasında bu kitlelerin büyümesini bazı yazarlar östrojene değil, gebelik esnasında rahime giden kan miktarının büyük oranda artması ve neticede myomların fazla miktardaki kana cevap olarak büyümelerine bağlamaktadırlar. Bazı çalışmacılar da diğer bir kadınlık hormonu olan progesteron'un da myom gelişiminde rolü olduğunu ileri sürmektedirler. Yapılan bazı klinik deneylerden elde edilen sonuçlar progesteron ile tedavi edilmiş kadınlardan çıkartılan myomlarda daha fazla sayıda hücre bulunduğunu ve bazı hastalarda progesteronu bloke eden ilaçlar kullanıldığında myomların küçüldüğünü göstermektedir. Bu bulgulara rağmen myom ile progesteron arasındaki ilişki açık değildir. Türleri Myomlar lokalizasyonlarına bağlı olarak değişik türde şikayetler yaratırlar. Bu nedenle de rahimde yerleştikleri yerlere göre sınıflandırılırlar. Submuköz Myom: Hemen uterusun içini döşeyen endometrium tabakasının altında yerleşmiştir. Büyüdükçe endometriumu içeri doğru iter. Bu itilme adet düzensizliklerine neden olabilir.Bir süre sonra myom rahim boşluğuna doğru büyümeye başlar ve orijinal yerine ince bir sap ile bağlı kalır. Büyümeye ya da sarkmaya devam eder ise rahimden dışarıya hatta vajinadan vücut dışına sarkabilir.Myom hareket ettikçe sapının etrafında dönebilir ve adet aralarında kanamaya neden olabilir. Bu tür myomlarda enfeksiyon da ortaya çıkabilir. İntramural Myom: Uterusu oluşturan kas tabakasının (duvarın) içinde yer alan myomlardır. Myom nüvesi büyüdükçe rahim de büyür. Subseröz Myom: Uterusun dış yüzünden köken alan ve dışarı doğru büyüyen myomlardır. Genelde kanama problemi yaratmaz. Saplı Myom: Herhangi bir subseröz ya da submüköz myom büyümeye devam edip de rahim ile bağlantısı sadece ince bir bağ ile sağlanır ise bu durumda saplı myomdan söz edilir.Eğer myom kendi etrafında döner ise sapı yani dolayısı ile kan bağlantısı da bozulur ve myom nüvesinde dejenerasyon meydana gelir. Eğer myomun sapı geniş bir tabana oturmuş ise buna sessile tipte myom adı verilir İnterligamentöz Myom: Uterusu yerinde tutan ve ligaman adı verilen bağların arasında gelişen tümörlerdir.Bunların cerrahi ile çıkartılması son derece güçtür. Paraziter Myom: Büyüyen myom nüvesi başka bir organa yanaşıp buna yapışırsa bir süre sonra rahim ile rasındaki bağlantı kopabilir ve myom yeni bağlandığı dokudan beslenmeye başlayabilir. Bu durumda parazitik myomdan söz edilir. Gerçekçi olmak gerekirse myomların hemen hepsi aslında birden fazla anatomik lokalizasyonda bulunur. Örneğin myomun büyük bir kısmı şntramural olmasına rağmen submüköz veya subseröz komponenti de vardır. Bu durumun istisnası saplı subseröz myomlardır. Tanı Jinekolojik muayene esnasında en sık fark edilen tümörler myomlardır. başka bir nedenle karın boşluğunun açıldığı ameliyatlar sırasında da kolaylıkla fark edilebilirler.Ancak pek çok myom başka bir nedenden dolayı yapılan muayene esnasında şans eseri fark edilir ya da daha sık rastlanılan şekilde hiçbir zaman farkına varılmaz. Son 20 yıldır yaygın şekilde kullanılan ultrasonografi myomlardaki en önemli tanı aracıdır. Yumurtalıklara yakın bulunan myom nüveleri over tümörleri ile karıştırılabilir. Myomların ayırıcı tanısında normal gebelik, yumurtalık bölgesinde kitle, adenomyozis, uterusa ait şekil bozuklukları, komşu organ tümörleri, vajinal kanamaya yol açan diğer durumlar gözönünde tutulmalıdır. Belirtiler Myomların çoğu belirti vermemesine rağmen %25 vakada bazı şikayetler yaratır.Bunlardan en sık görüleni aşırı ve anormal vajinal kanama, ağrı ve karın şişliğidir. Fazla kanama: Myomlu kadınların yaklaşık %30'unda adet kanamaları normalden fazla olur. Fazla kanamaya yol açan submüköz tipte myomlardır.Kitle büyüdükçe endometrium dokusunu iter ve dolayısı ile bu dokunun yüzölçümü artar. Kanamaya müsait alan fazlalaştığı için kanamanın miktarı da artar. İlk başlangıçta kanamanın süresi değişmez iken sadece kaybedilen kanın miktarı fazlalaşır. Daha sonra yavaş yavaş süre de uzamaya başlar. Bu fazla kanamalar bir süre sonra kansızlığa yani anemiye neden olur. Bazı myom türleri ise kanama fazlalığı ile birlikte ara kanamalara da yol açabilir. Myomlu hastaları doktora gitmeye mecbur eden en önemli bulgu bu kanama bozukluklarıdır. Myom ile birlikte kanamalar o kadar fazla olabilir ki kişi neredeyse saatte bir ped değiştirmek zorunda kalabilir. Bu tür kanamalar yaşayan bir kadın normal günlük aktivitelerinde bulunmak istemeyebilir, işe gitekten kaçınabilir ve saoyal korkular gelişebilir. Yani myom kadının sosyal hayatını da etkileyebilen bir hastalıktır.Myomda kanamanın muhtemel nedenleri: Endometrium yüzeyinin büyümesi Rahimdeki damarlanmanın artması %50 oranında beraberinde görülen endometrial hiperplazi. Uterus kasılmalarının etkisizliği nedeni ile küçük damar ağızlarının kapanamaması Submüköz myomlarda etrafdki endometrium dokusunda ülser olması Ağrı: Myomda ağrı nadir görülen bir belirtidir. Genelde adet kanaması sırasında kramp tarzında olur. Burada uzun yıllar boyunca adet kanamaları ağrısız olan kadında birden bire ağrıların olması teşhiste myomu akla getirmelidir. Sancılı adet görenlerde ise ağrının şiddetinin artması ya da şeklinin değişmesi düşündürücüdür. deneysel çalışmalar myomlarla birlikte görülen ağrıların mekanizmasının doğum sancılarına benzediğini düşündürmektedir. Myom çekirdeği sanki yabancı bir cisimmiş gibi davranır ve rahim bu yabancı cismi atmak için kasılır. Kişi bu kasılmaları ağrı olarak algılar. İleri derecede büyümüş bir myom etrafındaki dokulara ve sinirlere baskı yaparak da ağrıya yol açabilir. Burada daha çok bel ağrısı tarzında yakınmalar görülür. Dejenere olan ya da etrafında dönerek kanlanması bozulan myom ani ve bıçak saplanır tarzda ağrıya yol açar. Zaman zaman ise adet kanamalarından bağımsız ağrılar olabilir ancak bu son derece nadirdir. Karın şişliği: Myom büyüdükçe diğer organları iter ve bu da her türlü rahatsızlığa neden olabilir.Mesaneye bası yaparsa sık idrara çıkma, rektuma (barsağın en son kısmı) bası yaparsa kabızlığa yol açabilir. Nadiren çok fazla büyüyen myom idrar yollarında tıkanma ve idrar yapmada güçlük problemi yaratabilir.Yine barsaklardaki basıya bağlı olarak gaz problemi görülebilir. Kısırlık: Myomlar kadının gebe kalmasını ya da gebe kaldıktan sonra rahimin gebeliği taşımasını zorlaştırabilirler. Tubaları iterek spermin ve yumurtanın geçişini güçleştirebilir ya da endometrium düzenini bozarak döllenmiş yumurtanın rahime yerleşmesini engelleyebilir.Myom büyümeye devam ettikçe üzerindeki endometrium tabakası gerilir ve kanlanması bozulur. Bu durumda gebelik ürününün rahimde yerleşse bile yeterli derecede kanlanması mümkün olmaz ve düşükle sonuçlanabilir. Bütün bu engelleri aşıp büyümeye başlayan bir gebelik ürünnü bekleyen diğer bir dezavantaj da myom nedeni ile bebeğe yeteri kadar büyüyecek yer kalmamasıdır.Bu durumda ise gebeliği bekleyen en muhtamel son düşük ya da erken doğumdur. Myom ile gebeliğin bir arada bulunduğu durumlarda bir diğer sorun da myom nedeni ile doğum esnasında rahimin yeteri kadar kasılamamasıdır. Bebek doğum kanalına uygun şekilde giremez ve bu tür hastalarda büyük olasılıkla sezaryen gerekir. Doğum kanalını tıkayan myom varlığında ise sezaryen tek doğum şeklidir. Doğumdan sonra ise rahim kasılmalarının etkisiz olması nedeni ile fazla miktarda kanama görülebilir. Myomlar genelde hem gebe kalmak hem de gebeliğin idamesi ve doğum için sorun oluşturmazlar. Ancak eğer bir sorun meydana gelir ise bu ciddi bir sorun olacaktır. Myomun kısırlığa yol açtığından söz edebilmek için kısırlığı açıklayacak başka hiçbir sebep olmaması gerekir. Yani infertilite araştırmasında yapılan bütün tetkikler myomlu infertil hastalarda da yapılmalıdır. Komplikasyonlar Çoğu myom belirti vermemesine rağmen bazı komplikasyonların varlığında özellikle ağrı ve kanama bulguları artar. Myomların komplikasyonları şunlardır: Torisyon: Myomun sapı etrafında dönmesi ve sapının sıkışarak kanlanmasının bozulmasıdır. Bu durumda önce myomdan dışarıya sıvı kaçışı olur ve bu ağrıya neden olur. Eğer olay uzarsa myom sapından koparak batın boşluğuna düşebilir ve burada kendisine beslenecek uygun bir ortam bularak büyümeye devam edebilir (parazitik myom). Enfeksiyon: Myomun ülsere olması ve daha sonrasında enfekte olmasıdır. Ağrı ve kanama yapar. Kansere dönüşüm: Myomlu kadınlarda kafalarını kurcalayan en önemli soru hastalığın kansere dönüp dönmeyeceğidir. Myomlu kadınların %0.5'inde ileri dönemlerde leiomyosarkom denilen kanser türü görülür. Acak pekçok araştırmacı bunun var olan myomlardan köken almadığını, kendi başına ve diğerlerinden bağımsız olarak geliştiğini ileri sürmektedirler. Eğer varlığı bilinen myom hızlı büyümeye başlarsa, ağrı ve ateş görülüyorsa detaylı incelenmesi gerekir. Dejenerasyon: Myomun normal hücre yapısının değişikliğe uğramasıdır. Örneğin menopozdan sonra myom küçülür ve atrofik dejenerasyon olur. Gebelikte rahimin hızlı büyümesine bağlı olarak myomun kanlanması hafif derecede bozulur ve hafif nekroz olur. Hastada ağrı, ateş, bulantı ve kusmalar olabilir. Myom içne hafif kanamalar olabilir. Gebelikte görülen bu değişime kırmızı dejenerasyon adı verilir. Myomlarda en sık görülen dejenerasyon ise hyalen dejenerasyondur. Mikroskopik bir değişimdir. Myom çekideği içerisinde kalsiyumun biriktiği kalsifik dejenerasyon da oldukça sık rastlanılan bir durumdur. Asit: Saplı subseröz myomların karın zarını irrite etmesi ile karın boşluğunda sıvı birikimi olur. Karın içi kanama: Myomun üzerindeki damarlardan birinin yırtılması sonucu kanama olabilir. Son derece nadirdir. İnversiyon: Saplı bir submüköz myomun çekmesine bağlı olarak rahim eldiven parmağı gibi tersyüz olabilir. Tehlikeli ancak nadir görülen bir durumdur. Tedavi Myomu olan birçok kadında eğer belirgin bir şikayet yaratmıyorsa tedavi gerekmez. Sadece takip yeterli olur. Bu gibi durumlarda her 6 ayda bir muayene ve ultrason ile hastanın takibi ve değişiklik saptanır ise tedavi gereklidir. Tedavi tıbbi ya da cerrahi olabilir. Myomlarda tedavi gerektiren durumlar şunlardır: Kanama: Tedavi, özellikle de cerrahi tedavi için en önemli sebep anormal kanamalardır. Eğer adetler çok fazla ve pıhtılı oluyor ise bu durum anemiye yol açacağından mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Ani büyüme: Kontrol altındaki myomun aniden büyümeye başlaması özel ilgi gerektiren bir durumdur. Eğer bu büyüme menopozdan sonra olmuş ise mutlaka araştırılması gerekir. Bu durumda hekim altta yatan kötü huylu bir hastalık olmadığını teyid etmelidir. Bu amaçla küretaj yapılabilir. Myomlardaki ani büyüme sadece kansere bağlı olarak gelişmez. Gebelik ve myom içine kanama gibi durumlar da büyümeden sorumlu olabilirler. Ağrı ve bası bulguları: Eğer bu belirtiler dayanılamaz düzeylere ulaşır ise tedavi gerekli hale gelmiş demektir. Myomun yeri: Bazen myom nüvesi ya da nüvelerinin lokalizasyonu cerrahi olarak çıkartılmalarını gerektirir. Özellikle 40 yaşından büyük kadınlarda overlere yakın yerleşimli myomlar over tümörleri ile karışabileceğinden alınmalıdır. Myom tedavisinde en sık tercih edilen tedavi yaklaşımı cerrahidir.Seçilecek cerrahi yöntem hastanın yaşı, sosyal durumu, çocuk isteği, şikayetlerin tipi ve şiddeti gibi faktörlere bağlıdır. Bu faktörlere göre rahimin tamamen alınması (histerektomi) ya da sadece myomların çıkartılması (myomektomi) alternatiflerinden bir tercih edilir. Myom tedavisinde diğer tedavi yaklaşımları arasında myom çekirdeklerini çıkarmadan, laser ile yakmak, sıvı nitrojen ile dondurmak, hormon baskılayıcı ilaç kullanarak küçülmelerini sağlamak sayılabilir. Bu baskılayıcı ilaçlar kadında suni menopoz yaratarak myomları küçültmeyi amaçlamaktadır.Deneysel tedavi yöntemlerinden birisi de laparoskopi eşliğinde myom çekirdeğine elektrik akımı vererek myolizis yapmaktır. Bu tür tedavi yaklaşımları kısa süreli rahatlamalar getirebilir ama özellikle hormon tedavisi sonrasında, tedavi esnasında küçülen myomlar ilaç kesildikten sonra hızla büyüyebilir ve eski durumundan daha kötü hale gelebilir. Bazı ekoller cerrahi öncesinde 3-6 ay kadar hormon tedavisi vererek myomları küçültmeyi ve bu sayede cerrahi esnasında işlemi kolaylaştırmayı ve kanama miktarını azaltmayı önermektedirler; Myomun en kesin ve garantili tedavisi bugün için cerrahidir |
Naboth kistleri
Naboth kistleri rahim ağzında yani servikste bulunan küçük kistik oluşumlardır. Naboth folikülü, epitheliyal inklüzyon kisti ya da retansiyon kisti olarak da isimlendirilirler. Boyları 2 ile 10 mm arasında değişir. Kisitn içi mukus adı verilen sarı-beyaz renkli sümüğümsü ve yoğun bir sıvı ile doludur. Serviks kanalı normalde mukus salgılayan ve Naboth adı verilen salgı bezleri ile döşenmiştir. Bu salgı bezlerinin dışarıya açılan ağızları aaaaplazi adı verilen normal bir süreç neticesinde normal hücre tabakası ile kaplanır ve tıkanır. Bu değişimin sonucunda Naboth bezlerinin salgısı dışarıya akamaz ve bez şişmeye başlar. Salgı biriktikçe bez genişlemeye başlar ve rahim ağzı üzerinde yüzeyden kabarık küçük ksitik bir oluşum halini alır. Muayenede yüzeyden kabarık soluk renkli kabarcıklar olarak görülür. Ultrason incelemesinde fark edilebilir. Kistler tek ya da gruplar halinde birden fazla sayıda olabilir. Kist oluşumuna neden olan bu değişimin en önemli nedeni doğum yapmış olmaktır. Kistler genelde üreme çağındaki doğum yapmış kadınlarda görülür ve normal bir bulgu olarak kabul edilir. Naboth kistleri menopoz sonrası dönemde serviks üzerini kaplayan mukoza tabakasının incelmesine bağlı olarak da görülebilir. Daha az rastlanılan bir diğer neden ise kronik serviks enfeksiyonudur. Belirtiler ve görülme sıklığı Naboth kistleri herhangi bir belirti vermez. Teorik olarak her kadında bulunur. Tanı Tanı başka bir şikayet nedeniyle yapılan ya da rutin muayene sırasında konur. Hemen her zaman normal muayene bulgusu olarak değerlendirilir. Çok nadiren boyutlarının çok büyük ya da görünüşünün alışılmışın dışında olduğu durumlarda kolposkopi ve biopsi gerekebilir. Naboth kistleri kronik oluşumlardır ve bir süre sonra kendiliklerinden kaybolmazlar. Önlem Normal muayene bulgusu olarak kabul edildiklerinden oluşmalarına engel olmak için bir önlem almak gerekmez. Tedavi Normal muayene bulgusu olarak kabul edildiklerinden genelde tedavi gerekmez. Şart olmamakla birlikte yakma ya da dondurma tedavisi uygulanmasının bir zararı yoktur. Ne zaman doktora gitmek gerekir ? Naboth kistleri normal oldukları ve şikayet yaratmadıkları için doktor muayenesi gerektirmezler ancak cinsel yönden aktif bir kadınsanız herhangibir yakınmanız olmasa dahi yılda birkez rutin check-up için jinekoloğunuza gitmelisiniz. Kaynak: Blaustein's Pathology of the Female Genital Tract, 4th ed. Kurman RJ (ed). New York: Springer-Verlag, 1994, pp. 195. |
Non Stres Test NST
Tipik olarak anne karnındaki bebeğin hareketleri fetal kalp atım hızında geçici bir artışı beraberinde getirir. Bu olay non stress test yani NST'nin temelini oluşturur.Normalde bebeğin kalp atım hızı sabit değildir. Saniyeler içersinde değişim gösterir. Buna atım variabilitesi adı verilir. Bu variabilitenin kaybı bebeğin oksijen seviyesinin kalp atım hızını düzenleyen merkezi sinir sitemi kısmının içindeki hücrelerde fonksiyon kaybına neden olabilecek düzeyin altına düştüğünü gösterir. Bu durum fetusun strese olan direncinin en alt seviyede olduğunun belirtisidir. Teknik NST'de amaç bebeğin hareketleri ile birlikte kalp atım hızındaki artışın saptanmasıdır. Bebeğin uykuda olması veya gebeliğin yaşı gibi faktörler bu cevabı etkiler. Bu nedenle 28 haftadan küçük gebelere NST yapılmaz. Test en iyi sonucu vermesi için yemekten 2 saat sonra yapılmalıdır. Annenin karnına 2 adet prob bağlanır. Bunlardan biri rahim sertliğini saptarken diğeri ise kalp atım hızını kağıt üzerine yazar.Bu arada annenin eline verilen bir buton bulunur ve bebek her hareket ettğinde anne bu butona basr. Bu test yapılırken anne yine 2 saat süreyle fiziksel aktivitede bulunmaış ve sigara içmemiş olmalıdır. Yorumlanması Test genelde 20 dakika sürer. Bu 20 dakikalık süre içinde en az 15 saniye süren ve dakikada 15 atımlık bir artış bulunan en az 2 adet hızlanma varsa test reaktif olarak kabul edilir. Reaktif NST bebeğin 1 hafta daha anne karnında güvende olacağını gösterir. Eğer istenilen türde artışlar olmaz ise test 40 dakikaya uzatılır. Bu sürenin sonunda hala daha kalp hızlanması saptanmaz ise veya kalp hızında düşüşler saptanırsa test non-reaktif olarak değerlendirilir. Eğer test süresince fetus hiç hareket etmez ise bu kez yetersiz olarak yorumlanır. Bu durumda fetus uykuda olabilir ya da anne adayı aç olabilir. Bir süre bekledikten ve/veya anne adayına yemek yedirdikten sonra test tekrarlanır. Yapıldığı durumlar NST fetal iyilik halinin değerlendirilmesinde her durumda kullanılan anne ve babeğe zarar vermeyen güvenilir ve ağrısız bir yöntemdir.Bunun dışında bazı riskli gebeliklerde gebelik yaşı belirli bir zamana geldikten sonra düzenli olarak yapılmalıdır. NST'nin ne zaman yapılmaya başlanacağına karar verirken bebeğin anne karnında ölüm riski baz olarak alınmalı ve tıbbi tedavinin mi yoksa gebeliğin sonlandırılmasının mı bebeğe daha fazla yaşam şansı vereceği kararlaştırılmalıdır. NST'nin rutin olarak uygulanmasının fayda getireceği durumlar şu şekilde sırlanabilir. Diabet Gün aşımı Hipertansiyon Gelişme geriliği Ölü doğum öyküsü Anemi Fetal hareketlerde azalma Kalp hastalıkları Erken doğum tehdidi Zarların erken açılması Anne karnında ölümle sonuçlanabilen diğer durumlar Yapılmasının sakıncalı olduğu durumlar YOKTUR Önemli noktalar NST eğer reaktif ise ve diabet, gelişme geriliği gibi bebeğin anne karnında aniden kaybedilebileceği durumlar söz konusu değil ise test 7 gün sonra tekrarlanır. 15 saniye veya daha fazla süren kalp atım hızında azalmalar genelde bebeğin suyunun azalması ve kordonun sıkışması ile ilgilidir ve çoğu zaman acil sezaryen gerektirir.Normalde anne karnındaki bebeğin kalp atım hızı yani nabzı 120-160 atım/dakikadır. Bebeğin nabzının 90 dan az olduğu durumlarda fetusun akciğer gelişimi tamam ise acil sezaryen gereklidir. Hatalı negatif NST'de hatalı negatif oranı %1'den azdır. Hatalı negatifden kastedilen reaktif test sonrası 1 hafta içinde bebeğin kaybedilmesidir. Reaktif NST sonrası bir hafta içindeki fetal ölümlerin %60'ı önlnemeyen nedenlerden dolayı gerçekleşmektedir. En sık sebepler kordon sıkışması, plasentanın ayrılması, annenin aaaabolik ya da fizyolojik durumunda ani değişiklikler, sigara kullanımı gibi nedenlerdir. NST aslında fetal tehlike varlığından çok yokluğunu tespit etmeye yarayan bir tekniktir. Fetal yaş ve NST 32-34 haftalar arası NST'nin güvenilirliği kanıtlanmış olmasına rağmen 32. hafta öncesi güvenilirlik şüphelidir. 28-32. haftalar arasında test nonreaktif çıkar ise diğer bazı yöntemler ile bebeğin yeniden değerlendirilmesi önerilir. |
Normal doğum
Bir çocuk sahibi olmaya karar verildiği ilk andan itibaren yaşanan heyecanlar doğum günü yaklaştıkça artmaya başlar ve doğumun ilk işaretleri ile birlikte doruğa ulaşır.Her şey sona erdikten sonra anne ve babanın dünyadaki en önemli eserleri olan bebek kucağa alındığında ise yaşanan bütün sıkıntılar, çekilen bütün ağrılar yerini tarifi imkansız bir huzur ve mutluluğa bırakır. Doğum ya da başka bir deyişle normal doğum 20. gebelik haftasını doldurmuş olan bir fetusun rahim dışına zarlar ve plasentası ile birlikte atılmasını ifade eder. İnsanda gebelik 280 gün sürmektedir ancak tüm gebeliklerin sadece %5 kadarı beklenen günde sona erer. Gebe kadınların büyük bir kısmı ise beklenen doğum tarihinden yaklaşık 1 hafta kadar önce doğum eylemine (travay) girer. Düzenli rahim kasılmalarının ortaya çıkması ile başlayan sürece (anne adayı bunları sancı olarak algılar) EYLEM ya da TRAVAY adı verilir. Bir gebeliğin normal yoldan sonlanabilmesi 3 ana faktöre bağlıdır. Bunlar rahime bağlı, bebeğe bağlı ve annenin kemik çatısına bağlı faktörler olarak sınıflandırılabilir. Bir başka deyiş ise güçler (rahim kasılmaları), yol (kemik yapı) ve yolcudur. (bebek). Doğumun olabilmesi için rahim düzenli aralıklarla rahim ağzını açabilmek için kasılmalıdır. Bu kasılmaların karşısında rahim ağzının açılmasına engel bir durum olmamalıdır. Rahim açıldıktan sonra devam eden kasılmalar bebeği rahim dışına itecektir. Bu itmenin sağlanması için bebek uygun pozisyonda olmalı ve yine önünde bir engel bulunmamalıdır. Son olarak bebeğin geçeceği yol ile bebek arasında bir uyumsuzluk söz konusu olmamalıdır. Örneğin bebeğin yan ya da oblik durduğu durumlarda bu yoldan geçmesi mümkün değildir. Böyle bir durum varlığında normal doğum gerçekleşemeyecek, eğer zamanında fark edilip sezaryene karar verilmez ise anne ve bebeğin hayatını tehliaaae atabilecek istenmeyen komplikasyonlar ortaya çıkabilecektir. Genelde doğumun yaklaştığının ilk belirtileri düzensiz kasılmalar ve halk arasında nişan gelmesi olarak anılan durumdur. Rahim ağzı tüm gebelik boyunca sümüğümsü bir tıkaç ile kapalıdır. Bu tıkaç bebeği dış etkenlere karşı korur. Doğum eyleminin başlamasından hemen önce rahim ağzında hafif bir açılma olur ve bu tıkaç kanlı bir akıntı şeklinde vücut dışına atılır. Yine doğumun erken belirtilerinden biri de düzensiz rahim kasılmalarıdır. Kişi bu kasılmaları ağrı olarak algılar. Yalancı doğum sancıları adı verilen bu kasılmalar dinlenmek ile geçer ve sıklık ile şiddeti zamanlar artmaz. Suyun gelmesi doğumun bir diğer belirtisidir. Genelde zarlar açıldıktan sonra 24 saat içinde eylem başlar. Doğumu başlatan faktörlerin ne olduğu, anne vücudunun bebeğin olgulaştığını anlamasını ve sancıları başlatarak doğumu gerçekleştiren etkenlerin hangileri olduğu günümüzde hala daha tam olarak anlaşılmış değildir. Bu konuda çok çeşitli teoriler olmasına rağmen doğum olayı hala daha gizemini korumaktadır. Doğumun Evreleri Doğum eylemi 3 evrede incelenir. İlk evre düzenli sancıların başlaması ile birlikte başlar ve rahim ağzının tam açık olması (10 cm) ile sona erer. İkinci evre bebeğin doğumunu içerir. Üçüncü ve son evre ise bebeğin doğumundan plasentanın çıkışına kadar olan süredir. Doğumun süresi değişken olmakla birlikte genelde ilk kez anneliği tadanlarda daha uzun sürer. Gebelerin yarısından fazlasında bu süre 12 saat civarındadır. %20 vakada ise 24 saatten uzundur. İkinci ya da daha sonraki doğumunu yapanlarda ise eylemin 24 saatten uzun sürmesi sadece 50 hastada bir olur. Doğumun en uzun evresi olan ilk evre de kendi içinde 3 ayrı bölüme sahiptir. Bunlar sırası ile erken ya da latent faz, aktif faz ve yatay fazdır. Erken fazda ağrılar düzenli olmasına rağmen araları uzundur. Genelde 10 dakikada bir olur ve bel ağrısı şeklinde hissedilir. Pel çok kadın bu evrede oldukça heyecanlı ve sinirlidir. Erken faz esnasında rahim ağzı kapalı durumdan 4 cm açıklığa ulaşır. Açıklık 4 cm'ye ulaştıktan sonra aktif faz başlar.Ağrılar 2-3 dakikada bir gelmeye başlar ve şiddeti giderek artar. Kramp şeklinde gelen her bir ağrı 45-60 saniye kadar sürer. Ağrısız doğum için katater takılacak ise bu safhada yapılır. Epidural anesaaai dışında ağrıyı azaltmak için birtakım ağrı kesiciler uygulanabilir. Aktif faz rahim ağzı açıklığı 8 santimetre olana kadar sürer. Rahim ağzının 8 santimden 10 santim açılmasına kadar olan süre yatay fazdır. Bu faza deselerasyon fazı adı da verilir. Doğumun en zor dönemidir. Ağrılar en sık, en şiddetli ve en uzun bu dönemde sürer. Ancak kısa bir fazdır. Çoğu zaman 5-10 dakika kadar zaman alır.Bu evrede kontraksiyonlar 2-3 dakikada bir gelir ve 60-90 saniye sürer. Ağrıların şiddeti zaman zaman gebeyi umutsuzluğa itebilir ve korkutabilir. Bu evrede pek çok kadın doktoruna sezaryen olmak istediğini söylemektedir. Ancak artık sezaryen için oldukça geç bir dönemdir.Doğumun her döneminde sezaryen yapılabilmekle birlikte bu evreye ulaşmış bir anne adayında sırf korkular nedeniyle sezaryen yapmak son derece gereksiz bir yaklaşımdır. Bu dönemde titremeler, terleme ve ıkınma hissi meydana gelir. Nefes alıp verme egzersizleri ağrıyı bir miktar azaltabilir. Vajinal Doğum Bebeğin kafasının en geniş kısmı doğum kanalına yerleştiğinde buna angajman adı verilir. Bu noktadan sonra kasılmalar biraz daha seyrekleşir ve şiddeti azalır. Bebeğin başının seviyesi kemik pelvisdeki durumuna göre 0,+1,+2,+3 olarak değerlendirilir. Bu bebeğin inişidir. Doğumun 2. evresi 15 dakika ile 2 saat arasında sürebilir. Sancılar ve anne adayının ıkınmaları bebeği aşağıya doğru iter.Bu aşamada gebe kendini çok yorgun hissedebilir. Bebeğin başı aşağıya doğru indikçe perine bölgesi (vajina ile anus arasındaki kısım) kabarmaya başlar. Yırtılmayı engellemek için yapılacak olan epizyotomi bu aşamada açılır. Epizyotomi kontrolsüz yırtıkları önlemek amacıyla perine bölgesinin, doğum sonrası dikilmek üzere kesilmesidir. Günümüzde pek bir faydasının olmadığı ileri sürülse de pek çok ülkede hala daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle A.B.D.'de bazı kadınlar doğal doğum olmadığı gerekçesi ile epizyotomiye karşı çıkmakta ve kendilerine yapılmasını kabul etmemektedirler. Bu bizce çok yanlış bir tutumdur. Kasılmalar ve ıkınmaların bir arada etkisi ile bebek başı artık iyice aşağıya iner ve vajina girişinde görünür olur. Buna taçlanma ismi verilir. Artık doğum çok yakındır. Bazı durumlarda anne adayının ıkınmaları yeterli olmaz ve başka bir kişinin annenin karnına bastırarak bebeğin aşağıya inişine yardım etmesi gerekebilir. Son bir ıkınma ile bebeğin başı yavaş yavaş vajinadan doğar. Bu aşamada bebeğin başının kontrolsüz çıkmaması için hekim özel manevralar yapar. Bebek başı çıktığı anda anne artık ıkındırılmaz. Baş doğduktan sonra sırası ile omuzlar ve gövde doğurtulur. Bu sırada anne ve bebeğin zarar görmemesi için özel manevralar yapılır. Doğumun en zor anlarından biri de omuzların doğurtulmasıdır. Bu aşamada omuzlar annenin kemik yapıları içinde takılırsa çok üzücü sonuçlar doğabilir. Omuz takılması genelde bebeğin kilosu ile alakalı olsa da çok ufak bebeklerde bile bu talihsiz duruma rastlanabilmektedir. Hangi bebekte omuz takılması olacağı önceden tahmin edilemez. Bebeğin doğumun takiben rahim hemen küçülür ve kasılmalar azalır. Bu kasılmalar esnasında plasenta yapıştığı yerden ayrılır ve en geç 30 dakika içinde rahim dışına atılır. Bebeğin doğumundan plasentanın çıkışına kadar olan süre doğumun 3. evresidir. Plasenta doğduktan sonra kanamayı azaltmak ve rahimin toparlanmasını sağlamak için bir takım ilaçlar enjekte edilir ve rahime masaj yapılır. Epizyotomi plasenta doğduktan sonra ya da doğmadan önce tamir edilebilir. Son kez kanama kontrolü yapıldıktan sonra anne yatağına alınır |
Orgazm
Orgazm tamamı ile beyin ve vücudun birarada hareket etmesi ile ilişkili bir olaydır.İnsan beyni aaaaüel uyarıları duyu organları vasıtası ile alır, işler ve öğrenilmiş tecrübelerin ışığında gövdenin cevap vermesini sağlar. Beyindeki aaaaüel uyarı görme (partneri çıplak olarak görme), dokunma, işitme (partnerin sesini duyma), koku gibi duyusal faktörler veya düşünce (aaaaüel fantazi) ile başlayabilir. beyin ve vücut aaaaüel uyarılmayı ayrı ayrı başarabilmelerine rağmen orgazm ancak bulnarın birarada hareket etmeleri ile gerçekleşebilir. Kadınlarda sadece düşünce yolu ile hiçbir fiziksel temas olmadan orgazm yaşanabilir ancak bu durumda da beeynin ürettiği orgazmı vücüt yaşamaktadır. Doğum esnasında bile bu uyarıların bulumasına rağmen orgazmın olmaması bu hadisenin zihinsel yönünü işaret etmekte ve daha ziyade öğrenilmiş bir fonksiyon olduğunu düşündürmektedir.Orgazm bazı yazarlara göre sadece cinsel bir zevk değil gebeliğin oluşmasında etkin rol oynayan bir faktördür. Bu yazarlara göre rahim kasılmaları spermlerin tubalara daha kolay ulaşmasını sağlar. Kadında orgazm 4 aşamada incelenir. 1. Uyarılma fazı: aaaaüle uyarılmanın ilk belirtisi memelere ve genital organlara giden kan miktarında artma ve göllenmedir.Bu göllenme vajinal dokuların arasına sıvı sızmasına ve bu sayede vajinal sekresyonda artış ve ıslanmaya neden olur.Benzer şekilde meme uçları biriken kana bağlı olarak belirginleşir.Rahim yukarıya doğru çekilir, büyük dudaklar şişer ve açılır, klitoris kabarır. Bu safhada olan olayların özetine bakacak olursak 10-30 saniye içinde vajinada ıslaklık başlar Vajinanın alt kısmı genişler Rahim ağzı ve rahm yukarı doğru çekilir Labialar düzleşir ve araları açılır Küçük dudaklar büyür Klitoris büyür Meme uçları kasların kasılması sonucu dikleşir Memelerin boyutları büyür. 2.Plato fazı: Bu faz esnasında vajinanın dış 1/3 kısmındaki kan göllenmesi nedeni ile vajinanın şekli değişir buna orgazmik platform adı verilir. Rahim iyice yukarıya doğru çekilir. Klitoris daha da belirginleşir ve büyük dudakların rengi koyulaşır. Bu fazda olan olaylar Cinsel arzularda artış iyice belirginleşir Kan birikimine bağlı olarak vajinanın dış kısmı iyice şişer Vajen üst kısmı balonlaşır ve vajinada hafif bir ağrı olur Eğer uzun sürerse vajinal ıslaklık azalabilir Klitoris iyice şişer Küçük dudaklar normalin 2-3 katı büyür Dudakların açılması ile vajina girişi daha belirgin hale gelir Küçük dudakların rengi koyulaşır Memelerin uç kısmındki areola adı verilen koyu renkli alan belirginleşir. Emzirmemiş kadınlarda meme boyu %25 artar. Emzirenlerde bu artış olmayabilir %50-70 kadında ateş basması olur Kalp hızı artar Bacaklarda ve kalçalarda kasılmalar olur Kadının vcudu tam bir cinsel birleşmeye hazırdır. 3. Orgazmik faz: Kadın orgazmının en kısa süren fazıdır.Rahim, vajina ve anüsde eş zamanlı, ritmik düzenli kasılmalar olur.Bu kasılmalar 0.8-1 saniye aralıklarla gerçekleşir. Kadında bir orgazm esnasında bu türden 3-15 kasılma olur. Orgazmik fazda Yukarıda belirtildiği gibi kasılmalar olur Ateş basması tüm vücuda yayılır Vücutta buluna hemen hemen bütün kaslar kasılır Orgazm esnasında kişinin beyin dalgalarında değişimler görülür Ürethradan (mesanenin dışa açıldığı yer) sıvı salgısı olur.Bazı yazarlar bunu kadının boşalması olarak tanımlar Kadının yüz kasları da kasılır ve sanci acı duyarmış gibi bir görüntü yaratır. Orgazmın tam zirve noktasında kadın vücudu kaskatı kesilir. 4. Çözülme fazı: Önceki fazlarda gerçekleşen değişimlerin normale dönme sürecidir. Eğer aaaaüel uyarı devam ederse kadın daha fazla sayıda orgazm yaşayabilir Vajina normal dinlenme halindeki durumuna döner Meeler, büyük ve küçük dudaklar ile rahim normal renk, boyut ve pozosiyonuna döner Klitoris ve meme uçları hassaslaşır ve ağrıya duyarlı bir hal alır. Ateş basması kaybolur Hızlı soluk alıpverme ve terleme görülür Kalp hala daha hızlıdır Kadınlar erkeklerden farklı olarak cinsel uyarı devam ettiği sürece ard arda orgazm olabilirler. Oysa erkeğin yeniden orgazm olabilmesi için yaklaşık 30 dakikalık bir süreye ihtiyacı vardır. Orgazm olmamasına anorgazmi adı verilir. Bu durum anksiyeteye yol açar ve sonuçta kişinin kendi kendine olan saygısı yitirmesi ve depresyon ile sonuçlanabilir. saf orgazmik disfonksiyon kadınlard nadir olarak görülür. Her ilişkide orgazm yaşanacak diye bir kural yoktur.Zaman zaman orgazm olmaması son derece normal bir durumdur. Orgazm olmaması ile breber cinsel isteksizlik ve disparonia olması önemlidir. Eğer kişi partneri ile orgazm yaşayamıyor ise bu o kişiye karşı olan ilgi kaybından dolayı olabilir. Bu tür kişiler genelde başka bir partner veya mastürbasyon ile orgazma ulaşabilirler. Orgazm bozuklukları 3 kategori altında incelenebilir: 1. Rastgele (Random) anorgazmi: Zaman zaman orgazm yaşanamaması 2. Koital anorgazmi : Cinsel birleşmede orgazm olmaması ancak mastürbasyon vb. gibi yöntemler ile orgazma ulaşılması 3. Erken orgazm: Kadınlarda çok nadir olarak görülür. Bu pekçok kadın için yakınılacak bir durum değildir. Çünkü kadınlar erkeklerden farklı olarak arka arkaya pekçok kez orgazm olabilirler. Orgazm bozukluklarının %5'den daha azında altta yatan organik bir sebep bulunabilir. En sık karşımıza çıkan sebepler diabet, alkolizm, nörolojik bozukluklar ve nörolojik ilaç kullanımıdır.Psikolojik etkenler ise travma, problemli bir çocukluk geçirilmiş olması, düzenli ve sağlıklı bir aile yaşantısının olmamaması, ergenliğe geçiş döneminde problemli ve travmatik cinsel deneyimlerin yaşanması ve cinsel kimlik çatışmaları sayılabilir. Peki orgazm kadının mutluluğu için gerekli midir ? Özellikle ülkemizde milyonlarca kadın orgazmın ne olduğunu dahi bilmeden mutlu bir şekilde yaşamaktadır.Ancak eğer orgazmı yaşasalardı hayatları muhtamelen daha aaaifli olacaktı. Orgazm normal bir vücut fonksiyonudur. Eğer kadın orgazm yaşamıyorsa ilişki sonrası kendini huzursuz hissedebilir. Çünkü pelvik organlarda toplanan kan rahatsızlık yaratabilir.Bzı yayınlarda orgazm yaşamadan cinsel ilişkiyi bitiren kadınlarda bel ve sırt ağrılarının görüldüğü bildirilmektedir. Özellikle son zamanlarda gerek görsel gerekse yazılı basında konu ile ilgili haberlerin yer alması orgazmı bilmeyen kadınların aklını karıştırmaktadır. Sürekli duyduğu bu olayı yaşayamamanın getirdiği stres nedeni ile pekçok çiftin cinsel hayatları zedelemekte ve sonuçta olumsuz olaylar görülebilmektedir. Bu nedenle pekçok kadın orgazm olmasa bile orgazm taklidi yaparak partnerini kandırma yoluna gitmekte bu da olayı bir kısır döngüye sokmaktadır. Orgazm problemi yaşayan kadınların bunu gurur meselesi yapmadan ilgili merkez ve kişilere müracaat etmeleri hem kendilerini hem de partnerlerini memnun edecek sonuçlar doğurabilecektir. |
Over yumurtalık kanseri
Jinekolojik kanserleri içinde en geç tanısı konabilen ve bu nedenle en fazla ölüme sebebiyet veren kanser türü olması nedeni ile ayrı bir öneme sahiptir. Kadın kanserlerinn %4'ünü, genital kanserlerin ise %23'ünü meydana getirir. Her 100 kadından 5'i over kanseri nedeni ile yaşamını kaybeder.Over kanseri tanısı konan kadınlarda 5 yıllık yaşam % 35 civarındadır.Endüstrileşmiş ülkelerde daha fazla görülür. Bu çevresel faktörlerin etkisini düşündürmektedir. Her yaşta görülebilmesine rağmen en fazla 45 yaşından sonra rastlanır.75-79 yaşlar arasında pik yapar. Menopoz öncesi dönemde over tümörlerinin sadece % 7'si kanserken bu oran menopoz sonrası %30'a çıkar. Over dokusu pek çok değişik hücreyi barındırır. Kanserin köken aldığı hücre türüne göre de görülme yaşları ve oranları değişir. Overin ve diğer tüm dokuların ana yapısını oluşturan epitel hücrelerden köken alan tümörler en sık görülen tümürlerdir. Menpopoz sonrası kanser teşhisi konan vakaların % 80'i epitheliyal tümörlerken, 20 yaş altında teşhis edilen vakaların % 60'ı germ hücreli yani embryonik döneme ait hücreler ile ilgili tümörlerdir. Risk Faktörleri Hormonal, ailesel ve çevresel faktörlerin over kanseri gelişmini etkiledikleri düşünülmektedir. Sık ve fazla sayıda kesintisiz bir şekilde yumurtlama olanlarda kanserin daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Buna göre hiç gebe kalmamışlarda risk daha fazlayken doğum yapanlarda risk 1/2 ile 1/4 oranında azalır. Yumurtlamayı baskılayarak etki eden doğum kontrol hapları da kanser görülme sıklığını belirgin derecede azaltır. Yani inanılanın aksine OK'ler kanser yapmadığı gibi kansere karşı koruyucu rol oynarlar.Buna karşılık menopoz sonrası dönemde eğer progesteron eklenmeden tek başına östrojen verilirse over kanseri riskinin arttığı iddia edilmektedir. Birinci derece akrabalarında over kanseri olanlarda hastalığın daha sık görülmesi genetik bir faktörün etkisini düşündürmektedir. Bu gözleme yönelik çalışmalar sonucu meme ve over kanserine neden olduğu saptanan bazı genler bulunmuştur. Sınıflama Over kanserleri köken aldıkları hücre türüne göre 5 ana sınıf altında toplanırlar. Bunlar epitheliyal tümörler, germ hücreli tümörler, stromal tümörler (yumurta hücresi ve follikülden köken alan), nonspesifik bağ dokusu hücrelerinden köken alan tümörler ve başka bir organdan aaaastaz yolu ie gelen tümörlerdir. Yumurtalık kanserleri ayrıca malign ve borderline olarak da sınıflanır. Malign kötü huylu demektir. Borderline tümörlerin ise histolojik davranışları selim ve malign arasında bulunur. Bu tümörler malign olanlara göre daha genç yaşlarda görülürler, hastalığın gidişatı çokdaha iyidir. Epitheliyal tümörler de kendi aralarında yine köken aldıkları epitheliyal hücrelere göre sınıflandırılırlar. Bunların %50-75'i seröz kistadenokarsinomlardır.Daha sonra sırasıyla müsnöz, endometrioid, brenner gibi tümörler gelir. Klinik Over kanserinde erken tanı son derece zordur. Çünkü çoğu zaman şikayetler belirgin değildir. Karın ağrısı , şişkinlik, hazımsızlık erken devredeki belirtilerdir. İleri evrelerde ise komşu organlara ait bası bulguları, karın ağrısı, pelviste kitle ve aşağı doğru bası hissi, vajinal kanama gibi spesifik olmayan şikayetlerdir. Hastayı doktora götüren en sık şikayet ise aşırı derecede karın şişliğidir.Bu şişliğin sebebi çoğu zaman karın içerisinde sıvı birikimi yani asittir. Tanı Muayeneler esnasında özellikle menopoz sonrası kadınlarda pelvik alanda kitle saptanması over kanserini düşündürmelidir. Ultrasonografide çift taraflı ovarian kitle, 8 cm'den büyük kitle ile muayende bu kitlenin hareketli olmaması tanıyı destekler. Ayırıcı tanıda myomlar, normal ve anormal gebelikler ve diğer komşu organ kanserleri ekarte edilmelidir. Over kanseri düşünülen hastalarda aile öyküsü dikkatli alınmalı, iyi bir sistemik ve jinekolojik muayene yapılmalı, özellkle genç hastalarda smear tetkiki elde edilmelidir. Ayrıca damarlanmanın tespiti açısından doppler ultrason ile komşu organları incelemeye yönelik radyolojik tetkikler yapılmalıdır. Manyetik rezonans ve bilgisayarlı tomografi kitlenin daha iyi incelenmesine olanak sağlar.Over kanseri tanısını güçlendiren ve bu konuda hekimlere son derece yardımcı olan bir başka tetkik de tümör belirteçleridir. Tümör Belirteçleri Tümör belirteçleri kabaca normal dokularda fazla miktarda bulunmayan ancak malign dokulardan kana salınan maddeler olarak tanımlanabilir. Kullanılan ya da araştırma safhasında olan pekçok belirteç olmasına rağmen ideal bir tümör marker henüz saptanamamıştır. Over kanserinde en çok işimize yarayan Ca 125 adı verilen belirteçtir. Over bölgesinde şüpheli bir kitle bulunan kadınlarda yüksek saptanması tanıyı destekler.Ancak sigara içimi, erken gebelik, endometriozis gibi hastalıklarda da yükselebilmesi güvenilirliğini kısıtlar. Evreleme Over kanserinde evreleme cerrahi olarak yapılır.Bu işlem esnasında karın boşluğu orta hattan göbek üstüne kadar uzanan bir kesi ile açılır. Önce karın sıvısından örnek alınır.Daha sonra karın boşluğu gözle ve elle incelenir. Omentum adı verilen karın boşluğundaki organları çevreleyen yağ dokusu çıkartılır.Tümör dokusu mümkün olduğunca çıkartılır. Eğer sadece tek overde ise o over çıkartılır hastanın yaşı genç ise diğer overden biopsi alınır ve ameliyat esnasında patolojik incelemeye tabii tutulur. Eğer o overde de tutulum varsa rahim ve yumurtalıklar tamamen çıkartılır.Takiben pelvik alandaki ve aort damarı etrafındaki lenf düğümleri mümkün olan en fazla sayıda çıkartılmaya çalışılır. Tedavi Over kanserinin tedavisi birçok branştan hekimin bir arada davranmasını gerektirir. Bunlar jinekolog, onkolog, radyoterapist, kemoterapist, patolog, dietisyen ve psikiyatristtir.Tedavi kabaca cerrahi ve cerrahi olmayan olarak ikiye ayrılır. Bazen klinik olarak bulgu vermeyen vakalarda başka bir nedenden dolayı yapılan ameliyat sonucu şans eseri over kanseri tanısı konabilir. Bu gibi durumlarda evrelemeyi tamamlamak için hastanın yeniden ameliyat edilmesi gerekir. cerrahi sonrası ise kemoterapi ve radyoterapi yaygın olarak uygulanır.Günümüzde heniz deneme aşamasında olan bazı hormon ve allerjik tedavilerde vardır. Son zamanlarda ikinci bakı cerrahisi kavramı over kanseri tedavisinde giderek popülerite kazanmaktadır. Buna göre cerrahi ve kemoterapiyi takiben hasta ikinci kez ameliyat edilir ve yeniden durum değerlendirmesi yapılır. Prognoz Prognozda en önemli faktör hastalığın evresidir.Buna göre Evre 1 de 5 yıllık yaşam % 70, evre 2 de %25, Evre 3 de %18 ve evre 4 de %0'dır. |
PKO polikistik over
Polikistik Over Nedir? Polikistik Over "çok sayıda kist içeren yumurtalık" anlamına gelen bir terimdir. Polikistik over (PKO) üreme çağında olan bir kadında düzenli olarak gerçekleşmesi gereken yumurtlama işlevinin aksaması, tüylenmede artış, adet gecikmeleri, kilo alma, sivilcelenme, gebe kalamama veya zor gebe kalma gibi belirtilerle seyreden bir durumdur. Polikistik over, üreme çağında olan kadınların yaklaşık %3'ünde görülür. PKO'nun merkezinde herhangi bir nedenle yumurtlama işlevinin yarım kalması yer alır. PKO'nun diğer belirti ve bulguları genellikle bu temel bozukluğa ikincil olarak gelişirler. Yumurtlamanın yarım kalması, içinde yumurta hücresini barındıran folikül adlı yapının yumurta hücresini olgunlaştıracak ve çatlayarak bu hücreyi serbest bırakacak büyüklüğe ulaşamaması ve milimetrik çaplarda kistik bir yapı olarak yumurtalık içinde yerini almasına neden olur. Yumurtlama işlevi bu şekilde yarıda kalmaya devam ettiği sürece her ay yumurtalık içindeki ufak kistlere bir yenisi katılır ve yumurtalıklar bir süre sonunda çok sayıda kist içeren ve ileri durumlarda normalden büyük çaplara ulaşan yapılara dönüşürler. Folikül gelişimi yumurtalıkların dış yüzeyine yakın kısmında olduğundan her yarım kalan adet döngüsünde sayısı artan bu kistler yumurtalığın yüzeye yakın kenarı boyunca dizilirler. |
Plasentanın (Bebeğin eşi)erken ayrılması: Ablatio placenta
TEMEL BİLGİLER TANIMLAMA: Normal yerleşmiş anne karnındaki bebeğin eşinin normalden önce ayrılmasıdır. Shere sınıflamasına göre 3 derecede değelendirilir.Sher Derece 1- çok az veya hiç kanama yoktur, canlı bebeğin doğumunu takiben çocuğun eşinin arkasında l pıhtı görülür. Sher Derece 2 - Kanama ve rahim hassasiyetle beraber canlı bebek vardır. Sher Derece 3- tip - A - ölü bebek , pıhlaşma fonksiyonları normal; tip B - ölü Bebek, pıhtılaşma fonksiyonlarında bozukluk var.. Etkilenen sistemler: Üreme, kalp damar sistemi Genetik etkiler: Yok, Görülme sıkılığı: • Tüm doğumların % l'i • Daha önce birkez ise % 15 • 2 veya daha fazla olmuş ise % 20 BELİRTİ VE BULGULAR • Gebeliğin 24-39 haftası arasında saatte l petten veya tampondan fazla kanama olması • Sırt ağrısı, karın ağrısı • Rahim kasılmaları , hassasiyet ve / veya rahim sertleşmesi • Kanama miktarına göre şokun klinik bulguları yerleşmeden önce kan hacminin % 30 ' undan fazlası kaybedilmiş olabilir. Belirgin kan kaybına rağmen hayati bulgular normal olabilir. • Anne karnındaki bebeğinl kalp seslerinin duyulmasında güçlük veya kanlı su gelmesiyle beraber hassas, gergin rahimin elle hissedilmesi. • Rahim kasılması ile beraber veya kasılma olmaksızın devamlı ağrı NEDENLERİ • Kunt batın travması, (özellikle bebeğin eşi öne yerleşimliyse) • İkiz gebelik veya aşırı rahim içi sıvısı gibi nedenlerle gerilmiş rahimin aniden baskıdan kurtulması durumunda • Kokain bağımlılığı RİSK FAKTÖRLERİ • Günde l paketten fazla sigara içimi • Alkol bağımlılığı • Kısa göbek kordonu • Hipertansiyon • Daha önce eşin erken ayrılması hikayesi. TANI: LABORATUARDA YAPILMASI GEREKEN TESTLER: • Kan grubu, Rh tayini, Coombs testi • Tam kan tetkiki, trombosit sayımı • Pıhtılaşma testleri(Protrombin ve parsiyel tromboplastin zamanı, fibrinojen seviyeleri) ANORMAL LABARATUAR BULGULARI: •Hemogobinde düşme. •Pıhtılaşma testlerinde bozulma (Yüksek protrombin ve parsiyel tromboplastin zamanı, eğer yoğun damar içi pıhtılaşma varsa ise fibrinojen seviyeleri 100-150 mg/dl altındadır,Trombositler 20.000- 50.000 arasındadır) GÖRÜNTÜLEME • Ultrason ile plasentanın(bebeğin eşinin )arkasında pıhtı, yuvarlaklaşmış plasenta kenarı veya kalınlaşmış plasenda görülebileceği gibi sıklıkla net olarak görülemez, (özellikle rahimin arkasına yerleşmiş plasenta veya hafif erken ayrılma söz konusu olduğunda). TEDAVİ UYGUN SIHHİ BAKIM • Stabil olana kadar hastaneye yatması gereklidir. GENEL ÖNLEMLER • iyi bir anemnez ve fizik muayene, tıbbi özgeçmişi, allerjileri, bu gebelikteki diğer uitrasonları ve son yemek yediği saat öğrenilmelidir • Genel olarak, şiddetli plasentanın erken ayrılma durumunda en iyi tutum bebeğin doğurtulmasıdır • Sher's grade l- genel doğum protokolü • Sher's grade 2-durumun aciliyetine göre değişir • Sher's grade 3- eğer anne de genel sağlık durumu iyiyse vaginal doğum tercih edilir. • Travmalarda hasta en az 4 saat yatırılarak takip edilmeli, fetal durum değerlendirilmelidir. • Sol yanına yatırılması venöz dönüşü ve kalp kan pompalama kapasitesini % 30 artırabilir • Bebek oksiyensizliğe hassas olduğundan ve gebelikte oksijen tüketimi % 20 arttığından oksijen verilmeli • Durum acil ise annenin genel durmunun düzeltilmesini takiben sezaryen yapılabilir AKTİVİTE Durum belirlenene kadar yatak istirahat! DİYET Sezeryan olasılığı ortadan kalkıp, durumu belli olana kadar ağızdan gıda almamalı HASTANIN EĞİTİLMESİ Erken gebelik haftalarında ve doğumu gerektirmeyecek derecede hafif plasentanın erken ayrılmasında anne ve baba adayına riskler anlatılmalıdır. ÖNLEM/ KAÇINMA •Mümkün olduğunca risk faktörleri ortadan kaldırılmalı BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ • % 0,5 ile % l arası bebek ölümü görülür. • Travma sonucu plasenta nın erken ayrılması olmuş ise % l anne ve % 30- 70 bebek ölümü riski vardır. EŞİSİMLERİ • Plasentanın erken ayrılması • Ablatio plasenta • Plasental abruption • Plasentanın prematür ayrılması • Cauvelaire plasenta KAYNAKLAR • Scott, C.T., et al. Emergencies in pregnancy. Patient Çare. Auğ 15,1991; 132-150 • Lowe, T.W. et al.: Placental abruption. Clinical OB Gyn. Vol 33, No 3, Sept. 1990 Yazarı Dr. M. ***ton, |
Rahim ağzı yetersizliği
Büyüyen rahim ve bebeğin baskısıyla rahim ağzının erken açılması olan bu sorun 100 gebelikten 12'sinde ortaya çıkar. İkinci üçay düşüklerinin % 20-25 'inden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Rahim ağzı yetersizliği nedenleri, rahim ağzının genetik zayıflığı, annenin kendisinin ana karnındayken DES (dietil stilbestrol)'le karşılaşmış olması, daha önceki doğumlar sırasında rahim ağzının yırtılması, bölgeye cerrahi müdahale ya da lazer tedavisi yapılması, travmatik kürtaj ve düşüklerdir. Rahimde birden çok bebek olması da rahim ağzı yetersizliğine yol açabilir, ama aynı sorun bir sonraki gebelikte tek bebek de olsa yineleyebilir. Rahim yetersizliği tanısı genellikle, belirgin rahim ya da vajinal kanama olmaksızın, rahim ağzının ilerleyici olarak incelip silinmesi ve açılmasının ardından gerçekleşen düşükle konulur. İdeal olan hekimin tanıyı düşük gerçekleşmeden koyması ve gebeliği koruyacak önlemler almasıdır. Son zamanlarda rahim ağzı yetersizliğine ultrasonla tanı koyma girişimleri umut vericidir. Bir önceki gebeliğiniz ağzı yetersizliğe sona erdiyse, bunu hemen hekiminize söyleyin. Yinelenmesini önlemek için 2. üç ayın başında (12.-16. haftalarda) serklaj (rahim ağzına dikiş) uygulanır. Bu basit bir işlemdir, ultrasonla gebelik doğrulandıktan sonra uygulanır. Cerrahi girişimden sonra yatakta dinlenme uygulanır, ardından hastanın tuvalete gitmesine, 24 saat sonra da normal faaliyetine dönmesine izin verilir. Gebelik sürecinde cinsel ilişki yasaklanabilir. Sık sık hekim kontrolü gerekebilir. Nadiren tam ve sürekli yatakta dinlenme ya da "peser" denilen dikiş ve yerine rahmi destekleyen özel olarak tasarlanmış bir düzenek kullanılabilir. Önceden düşük olmasa da ultrason veya vajinal muayeneyle de rahim ağzı yetersizliği tanısı konulabilir. Dikişlerin ne zaman alınacağı ya da alınıp alınmayacağı, kısmen hekiminin seçimine, kısmen de dikişin türüne bağlıdır. Siz ikinci ya da üçüncü üçayın başlarında şu belirtilere karşı alarmda olun: alt karında basınç, alışılmadık sıklıkta idrar gitmek ya da vajinada kitle hissi. Bunlardan herhangi birini hissederseniz hemen hekiminizi arayın ya da acil birimine başvurun |
Rahim ağzına dikiş konması serklaj
Servikal serklaj nedir? Servikal serklaj gebelik esnasında serviksin kapalı kalması için uygulanan cerrahi bir tekniktir. Serviks, anne rahminin en alt kısmı olup, vajinaya açılan bölümdür. Normal hamilelik esnasında hamileliğin sonuna kadar kapalı kalır. Servikal serklaj ne zaman uygulanır? Servikal serklaj düşükleri ve doğum için yetersizlik gösteren servikslerde meydana gelen erken doğum eylemini önlemek amacıyla kullanılır.Burada yetersizlikten kastedilen, serviksin gebelik esnasında doğum sancıları oluşmadan, vaktinden çok önce açılması durumudur. Serviks etrafını dikmek kapalı kalmasına yardım ederek bebeğin gelişimine de olanak tanır. Bu yöntem, geçmişinde gebeliğin son üç aylık döneminde düşük hikayesi olan kişilerde de kullanılabilir. Şahsın eğer gebeliğinin 2.üç aylık döneminde düşüğü varsa, serklaj 2.dönemin hemen başlangıcında uygulanabilir. Yetersiz serviksi olanlar için diğer bir tedavi metodu gebeliğin son bir kaç ayında yapılacak yatak istirahatıdır. Servikal serklaj öncesi hasta ne yapmalıdır? İşlem genel anesaaai ile uyutularak yapılacaksa, bir gece öncesinde çorba veya salatadan oluşan hafif bir yemek yiyin. Operasyondan önceki gün gece yarısından sonra hiçbir şey yemeyin ve içmeyin. Çay, kahve hatta su bile içmeyin. İşlem sırasında neler yapılır? Size yapılan anesaaai tekniğine bağlı olarak uyutulabilir veya sadece belinizden aşağısı uyuşturulur. Daha sonra serviksin etrafı sağlam bir şekilde dikilir. Bir sonraki adımda dikiş sıkıştırılarak serviksin dayanıklı bir şekilde kapalı kalması sağlanır. İşlemden sonra neler olabilir? Bir kaç saatliğine yada bir geceliğine hastanede kalarak vaktinden önce gelen doğum sancıları için göz önünde tutulursunuz. Yapılan işlemin vaktinden önce doğum eylemini başlatma şanssızlığını azaltmak için ilaç verilebilir. Hasta bir daha ne zaman cinsel ilişkiye girebileceğini doktoruna sorar. Serklaj dikişi ne kadar süre kalır? Dikiş genellikle gebeliğin 37.haftasında alınır. Dikiş alınmadığı halde doğum sancısı başlar veya suyunuz gelirse hemen doktorunuzu arayın. Bu işlemin yararları nelerdir? Düşükleri ve yetersiz serviksin neden olduğu zamanından önce gelen doğum eylemini önler.İşlemin başarı oranı %85-90 civarındadır. Bundan sonraki her doğumunuzda da bu işlem uygulanacaktır. İşlemin riskleri nelerdir? İşlem için genel anesaaai ile uyutulmanızın birtakım riskleri vardır.Uyutulmak zorunda iseniz bunun risklerinin baştan doktorunuzla konuşun fakat genelde bu işlem belden aşağınızın uyuşturulması suretiyle yapılır.Bu işlem erken doğum eylemine yol açabilir. Servikste enfeksiyon oluşabilir.Sonuçta ateş, üşüme, kramplar ve vajinadan kötü kokulu akıntıların gelmesi görülebilir. Serviksiniz dikişli iken doğum sancılarınız başlar ise oluşan kasılmalar serviksi açabilir.Vaktinden önce doğum eylemi sırasında, önceden dikişlerin alınması önemlidir. Bu genellikle anesaaai olmadan yapılır. Bahsedilen bu olası zararlı durumların görülebilme olasılığı düşüktür. Ne zaman doktoru aramalıyım? Doğum sancıları başladığı zaman Karnın aşağı tarafı veya sırtınızda ağrılar var ve doğum sancısı gibi devam ediyorsa 38.5 dereceden yüksek ateşiniz ve titremeniz olursa Vajinadan kötü kokulu akıntı gelirse Doktorunuzun size söylediği miktardan fazla miktarda kan vajinadan gelirse Gebelik zarlarının yırtılması ile suyunuz gelirse |
Rahim içi araç spiral
Rahim içi araç (RİA), veya halk arasında bilinen adıyla spiral polietilen (plastik) yapıya sahip, rahim içine sığacak büyüklükte tasarlanmış T şeklinde bir alettir. Plastik gövdenin etrafına bakır tel sarılıdır. Bazı RİA'larda bakır yerine progesteron hormonu eklenmiştir. Progesteron hormonu içerikli RİA bakırlı RİA'nın adet kanaması miktarını ve adet sancısı artırıcı yan etkilerini gidermek için tasarlanmıştır. Ülkemizde bakırlı RİA'lar hormonlu olanlardan çok daha sık kullanılmaktadır. RİA'nın genel yapısı: RİA'lar özellikle kollarının yapıları açısından farklılık gösteren değişik markalarda kullanıma sunulmaktadır. Tüm RİA'larda plastik gövdenin alt ucunda tek lifli yapıda iki adet iplik bulunur. İplik RİA rahim içinden çıkarılmak istendiğinde ucundan tutulup çekilmek için takılma sonrası rahimağzından 1-2 santimetre sarkacak şekilde kesilip bırakılır. RİA'NIN TAKILMASI RİA takılmasına karar verildikten sonra doktor dikkatli bir sorgulama ve jinekolojik muayene yapar. Bu muayene esnasında tercihen papsmear incelemesi de yapılır. Doktor değerlendirmesinde RİA kullanımına engel olacak bir durum saptanmadığında RİA'nın uygulanacağı gün belirlenir. RİA, adet kanaması esnasında rahim ağzı hafifçe açılmış durumda olduğundan kanamanın ilk günlerinde takılır. RİA düşükten, kürtajdan veya doğumdan hemen sonra uygulanabileceği gibi, sezaryan esnasında da uygulanabilir. Genel olarak söylemek gerekirse RİA gebe olunmadığından emin olunan herhangi bir zamanda takılabilir. RİA takılması genellikle ağrı vermeyen bir işlemdir. Çok ağrı duyulursa doktor işlemden önce bölgeye az miktarda anesaaaik madde enjekte edebilir. RİA takıldıktan hemen sonra genellikle bir ultrasonografi incelemesiyle rahim içine doğru bir şekilde yerleştirildiği teyit edilir. Bu inceleme RİA'nın doğru takıldığından kesinlikle emin olunan durumlarda ilk kontrol randevusuna ertelenebilir. RİA KULLANAN KADINLARA UYARILAR RİA uygulandıktan bir ay sonra doktorunuz sizi kontrole çağıracaktır. RİA'nın uygun yerleştirildiğinden ve enfeksiyona neden olmadığından emin olmak için bu kontrol muayenesi çok önemlidir. Bu kontrol muayenesinden sonra birer yıllık aralıklarla mutlaka kontrol muayenelerine gitmelisiniz. RİA iplerini kendiniz de ayda bir işaret ve orta parmaklarınızı vajinanın derinlerine sokarak kontrol edebilirsiniz. Şu durumlarda mutlaka kontrol gününü beklemeden doktora başvurun: Adet gecikmesi, lekelenme veya normal dışı kanama, karın ağrısı, cinsel ilişkide ağrı, eşinizde ciddi bir enfeksiyonun varlığı, normalden farklı akıntı, titreme ve ateşle beraber şiddetli kasık ağrısı, kendi muayenenizde ipliklerin bulunamaması, uzaması veya kısalması. RİA KULLANIMINDA OLUŞAN ÖZEL DURUMLAR Gebelik oluşması: Normal dışı kanamalar: Enfeksiyon: RİA'nın düşmesi: Rutin doktor kontrolünde RİA iplerinin görülememesi: En sık neden iplerin çok kısa kesilmiş olmasıdır. Bu selim bir durumdur. Diğer neden RİA'nın rahim içine gömülmüş olması veya ender durumlarda rahim dışında bir yerde bulunmasıdır. RİA ipleri görülemediğinde öncelikle ultrasonografiyle RİA'nın rahim içinde olup olmadığı belirlenir. Rahim içinde olduğu belirlenen RİA'nın rahim duvarına gömülmüş olma riski yüksek olduğundan çıkarılması gerekir. Bunun için genellikle lokal anesaaaiyle yapılan ufak bir müdahale yeterli olacaktır. Bu müdahale ile RİA'nın çıkarılamadığı ender durumlarda histeroskopi yöntemi kullanılması gerekebilir. Rahim içinde bulunamayan RİA için yine ultrasonografiyle genital organlara komşu bölgeler araştırılır. Bu incelemeyle RİA bulunamadığında karnın alt bölgesine çekilen röntgen filmi çekilir. Bu filmde RİA görülemiyorsa RİA'nın kadın farkında olmadan düştüğü kabul edilir. Röntgen filminde RİA görüldüğünde RİA'nın yaklaşık olarak nerede olduğu da belirlenebilir. Rahim dışında bir yerde olduğu belirlenen RİA'nın bulunduğu yerden çıkarılması için genellikle laparoskopiye başvurulur. RİA'NIN ÇIKARILMASI RİA herhangi bir nedenle çıkarılmak istendiğinde jinekolojik muayene esnasında rahim ağzından dışarı sarkan iplerinden tutulup çekilerek çıkarılır. Ağrısız bir işlemdir. Ömrü biten RİA aynı kontrol seansında çıkarılıp bir yenisiyle değiştirilebilir. Gebe kalabilirlik RİA çıkarıldıktan hemen sonra başlar. |
Non Stres Test NST
Tipik olarak anne karnındaki bebeğin hareketleri fetal kalp atım hızında geçici bir artışı beraberinde getirir. Bu olay non stress test yani NST'nin temelini oluşturur.Normalde bebeğin kalp atım hızı sabit değildir. Saniyeler içersinde değişim gösterir. Buna atım variabilitesi adı verilir. Bu variabilitenin kaybı bebeğin oksijen seviyesinin kalp atım hızını düzenleyen merkezi sinir sitemi kısmının içindeki hücrelerde fonksiyon kaybına neden olabilecek düzeyin altına düştüğünü gösterir. Bu durum fetusun strese olan direncinin en alt seviyede olduğunun belirtisidir. Teknik NST'de amaç bebeğin hareketleri ile birlikte kalp atım hızındaki artışın saptanmasıdır. Bebeğin uykuda olması veya gebeliğin yaşı gibi faktörler bu cevabı etkiler. Bu nedenle 28 haftadan küçük gebelere NST yapılmaz. Test en iyi sonucu vermesi için yemekten 2 saat sonra yapılmalıdır. Annenin karnına 2 adet prob bağlanır. Bunlardan biri rahim sertliğini saptarken diğeri ise kalp atım hızını kağıt üzerine yazar.Bu arada annenin eline verilen bir buton bulunur ve bebek her hareket ettğinde anne bu butona basr. Bu test yapılırken anne yine 2 saat süreyle fiziksel aktivitede bulunmaış ve sigara içmemiş olmalıdır. Yorumlanması Test genelde 20 dakika sürer. Bu 20 dakikalık süre içinde en az 15 saniye süren ve dakikada 15 atımlık bir artış bulunan en az 2 adet hızlanma varsa test reaktif olarak kabul edilir. Reaktif NST bebeğin 1 hafta daha anne karnında güvende olacağını gösterir. Eğer istenilen türde artışlar olmaz ise test 40 dakikaya uzatılır. Bu sürenin sonunda hala daha kalp hızlanması saptanmaz ise veya kalp hızında düşüşler saptanırsa test non-reaktif olarak değerlendirilir. Eğer test süresince fetus hiç hareket etmez ise bu kez yetersiz olarak yorumlanır. Bu durumda fetus uykuda olabilir ya da anne adayı aç olabilir. Bir süre bekledikten ve/veya anne adayına yemek yedirdikten sonra test tekrarlanır. Yapıldığı durumlar NST fetal iyilik halinin değerlendirilmesinde her durumda kullanılan anne ve babeğe zarar vermeyen güvenilir ve ağrısız bir yöntemdir.Bunun dışında bazı riskli gebeliklerde gebelik yaşı belirli bir zamana geldikten sonra düzenli olarak yapılmalıdır. NST'nin ne zaman yapılmaya başlanacağına karar verirken bebeğin anne karnında ölüm riski baz olarak alınmalı ve tıbbi tedavinin mi yoksa gebeliğin sonlandırılmasının mı bebeğe daha fazla yaşam şansı vereceği kararlaştırılmalıdır. NST'nin rutin olarak uygulanmasının fayda getireceği durumlar şu şekilde sırlanabilir. Diabet Gün aşımı Hipertansiyon Gelişme geriliği Ölü doğum öyküsü Anemi Fetal hareketlerde azalma Kalp hastalıkları Erken doğum tehdidi Zarların erken açılması Anne karnında ölümle sonuçlanabilen diğer durumlar Yapılmasının sakıncalı olduğu durumlar YOKTUR Önemli noktalar NST eğer reaktif ise ve diabet, gelişme geriliği gibi bebeğin anne karnında aniden kaybedilebileceği durumlar söz konusu değil ise test 7 gün sonra tekrarlanır. 15 saniye veya daha fazla süren kalp atım hızında azalmalar genelde bebeğin suyunun azalması ve kordonun sıkışması ile ilgilidir ve çoğu zaman acil sezaryen gerektirir.Normalde anne karnındaki bebeğin kalp atım hızı yani nabzı 120-160 atım/dakikadır. Bebeğin nabzının 90 dan az olduğu durumlarda fetusun akciğer gelişimi tamam ise acil sezaryen gereklidir. Hatalı negatif NST'de hatalı negatif oranı %1'den azdır. Hatalı negatifden kastedilen reaktif test sonrası 1 hafta içinde bebeğin kaybedilmesidir. Reaktif NST sonrası bir hafta içindeki fetal ölümlerin %60'ı önlnemeyen nedenlerden dolayı gerçekleşmektedir. En sık sebepler kordon sıkışması, plasentanın ayrılması, annenin aaaabolik ya da fizyolojik durumunda ani değişiklikler, sigara kullanımı gibi nedenlerdir. NST aslında fetal tehlike varlığından çok yokluğunu tespit etmeye yarayan bir tekniktir. Fetal yaş ve NST 32-34 haftalar arası NST'nin güvenilirliği kanıtlanmış olmasına rağmen 32. hafta öncesi güvenilirlik şüphelidir. 28-32. haftalar arasında test nonreaktif çıkar ise diğer bazı yöntemler ile bebeğin yeniden değerlendirilmesi önerilir. |
Rahim ters dönmesi
Herhangi bir neden ile yapılan jinekolojik muayene sonrası doktor tarafından rahmin ters durduğunun söylemesi kadınlarda büyük şaşkınlık yaratır. Kısa bir süre sonra ise şaşkınlık yerini endişe ve korkuya bırakır. Acaba bu durum ileride sorun yaratacak mıdır ya da rahim tersken hamile kalınabilir mi? RAHİMİN TERS OLMASI NEDİR? Halk arasında rahimin ters olması olarak bilinen durum tıp dilinde retrovert uterus olarak tanımlanır. Bir kız bebek doğduğunda uterusu (rahim) belirli bir pozisyondadır ve normalde bu pozisyon ölene dek değişmez. Rahim öne doğru (antevert) ya da arkaya doğru (retrovert) olabilir. Antevert uteruslara daha sık rastlanmaktadır. Kadınların %70-85'inde rahim öne doğru dururken geri kalanlarda arkaya doğrudur. Uterusun öne ya da arkaya doğru olması patolojik bir bulgu değil normal anatominin bir varyasyonudur. Tıpkı sağ eli ya da sol eli kullanmak gibi veya saç, göz rengindeki farklılıklar gibi bu anatomik duruş da normaldir. NEDENLERİ Rahimin retrovert olması normal bir anatomik durum olmakla birlikte bazı durumlarda öne doğru duran uterus arkaya dönebilir . Örneğin yapılan doğumlara bağlı olarak uterusu yerinde tutan bağlarda gevşeme olabilir ve uterus arkaya doğru dönebilir.Yine menopoz sonrası aynı nedenle benzer bir durum ortaya çıkabilir. Bunlardan daha önemlisi pelvis içindeki anatomiyi bozan bazı hastalıklar rahimi geriye doğru çekebilir. Bu hastalıklardan en önemlisi endometriozistir. Tüplerin enfeksiyonları, pelvik iltihabi hastalık nedeni ile ya da ameliyatlar sonrası oluşan yapışıklıklar da rahimin ters dönmesine neden olabilir. Çok nadiren pelvis içinde yer kaplayan kitleler de rahimi arkaya doğru itebilir. BELİRTİLERİ Tek başına olan retrovert uterus durumu olguların çoğunda herhangi bir belirti vermez. Nadiren kişide cinsel ilişki sırasında ağrı ya da rahatsızlık hissi olabilir. Bazı hastalarda ise adet sancılarının altında yatan neden retrovert uterus olabilir. Altta yatan endometriozis gibi bir patoloji varsa buna bağlı yakınma ve bulgular görülebilir. TANI Retrovert uterusun tanısı herhangi bir nedenle yapılan jinekolojik muayenede tesadüfen konur TEDAVİ Retrovert uterus varlığında herhangi bir tedavi gerekmez. Bazı hekimler kronik kasık ağrısı nedeni ile vajinal pesser uygulamayı tercih etseler de bu kalıcı bir çözüm sağlamaz. Ters duran rahim muayenede herhangi bir şekilde öne doğru döndürülemez. Bu amaçla yapılabilecek ameliyatlar olmakla birlikte modern jinekolojide hiçbir kullanım alanı yoktur ve hastaya zarar veren girişimlerdir. Ameliyat sonrası oluşacak yapışıklıklar hem kısırlığa neden olabilir hem de kasık ağrısının artmasına yol açabilir. Muayenede retrovert uterus saptanması durumunda altta yatan bir patoloji saptandığında bunun tedavisine yönelik girişimlerde bulunulması gerekir. RAHMİN TERS OLMASI KISIRLIĞA NEDEN OLUR MU? Tüm dünyada pekçok kadın retrovert uterusun çocuk sahibi olmada güçlüğe neden olacağını düşünür. Bu yanlış inancın kaynağının ne olduğu meçhuldür. Altta yatan endometriozis gibi başka bir durum varsa buna bağlı olarak kısırlık söz konusu olabilir. Ancak tek başına rahmin ters durması gebeliğe engel bir durum değildir. Çeşitli nedenlerle tüp bebek tedavisine giren 807 kadının incelendiği bir araştırmada rahimin ters olmasının gebelik sonuçları üzerinde olumlu ya da olumsuz herhangi bir etkisinin olmadığı gösterilmiştir. HAMİLELİKTE DURUM? Retrovert uterusa sahip olan kadınlar hamile kaldıklarında gebeliğin ilerlemesi ve rahimin büyümesi ile birlikte uterus hamilelikteki normal pozisyonunu alır ve bebek vajinal doğum ya da sezaryen ile sorunsuz doğurtulur. Gebelik öncesi rahmin ters olması normal doğuma engel değildir. Doğumdan sonra ise rahim küçülür ve lohusalık döneminin sonunda yine eski halini alır ve retrovert olarak kalır. Çok nadiren binde 3-14 olguda rahim büyürken öne doğru dönüp normal pozisyonunu alamaz ve pelvis boşluğu içinde sıkışır. Uterus inkarserasyonu olarak adlandırılan bu durum anne ve bebek hayatını tehdit edebilir. İnkarsere uterus varlığında şart olmamakla birlikte gebeliğin 12-20. haftaları arasında şu belirtiler ortaya çıkabilir: Sık idrara çıkma Mesanenin tam boşalmadığı hissi İdrar yaptıktan sonra mesanede idrar kalması Şiddetli kabızlık Alt karın ağrısı Vajinal kanama Çok nadiren ise herhangi bir bulgu olmaz ve termde doğum başlayana kadar herhangi bir yakınma ortaya çıkmaz. Tedavi edilmeyen olgularda fetal kayıp oranı %33'e kadar çıkabilmektedir. Tedavi değişik yöntemler ile uterusun normal pozisyone gelmesini sağlamaktır. KAYNAKLAR Dallay D, Chabrand S, Soumireu-Mourat J, Dubecq JP. Anterior sacculation of the pregnant uterus persisting until the 34th week. J Gynecol Obstet Biol Reprod (Paris) 1985 14:747-50 Egbase PE, Al-Sharhan M, Grudzinskas JG. Influence of position and length of uterus on implantation and clinical pregnancy rates in IVF and embryo transfer treatment cycles. Hum Reprod 2000 15: 1943-1946 Jackson D, Elliott JP, Pearson M. Asymptomatic uterine retroversion at 36 weeks' gestation. Obstet Gynecol 1988 Mar 71:466-8 Lettieri L, Rodis JF, McLean DA, Campbell WA, Vintzileos AM. Incarceration of the gravid uterus. Obstet Gynecol Surv 1994 Sep 49:642-6 |
Rahim İçi Büyüme Geriliği İUBG
Rahim içi gelişme geriliği (Intrauterine growth retardation, IUGR) anne karnındaki bebeğin gebeliğn yaşına göre olması gerekenden küçük olduğu anlamına gelir. Dengeli beslenmeyen ve genel sağlık durumu kötü olan Çok genç yaşta olan Sigara içen Gebe kalmadan önce kiloso çok az olan Daha önceki gebeliklerinde düşşük doğum ağırlıklı bebek doğurmuş olan Düzenli olarak madde yada belirli ilaçları kullanan kadınlar IUGR için aday kişilerdir. Ayrıca yüksek tansiyon, böbrek hastalığı, diabet, kalp hastalıkları, otoimmun hastalık adı verilen bağışıklık sistemi hastalıkları, plasenta yetmezliği, bebeği etkileyen bazı enfeksiyonlar, konjenital anomaliler ve genetik hastalıklar bebeğin rahim içinde gelişmesine engel olabilir. Teşhis Rutin muayeneler esnasında rahimin olması gerekenden küçük olarak saptanması ve/veya ultrasonografide bebeğin yaşına göre olması gerekenden daha hafif ve küçük olması ile konur. Bebeğin yapılan ölçümleri normal değerlerin alt ve üst sınırları arasında olmalıdır. IUGR simetrik ya da asimetrik olabilir. Simetrik IUGR'da kronik patolojiye bağlı olarak bebeğin kilosuda dahil tüm ölçümleri olması gerekenden düşüktür. Asimetrik IUGR ise genelde gebeliğin son dönemlerinde aniden ortaya çıkan yüksek tansiyon veya diabet gibi hastalıklar neticesinde bebeğin yağ depolarının azalmasıdır. Bu durumda bebeğin baş ve bacak boyu normal ancak karın çevresi ve kilosu normalden azdır. Gerçekte IUGR tanısı koymak son derece zordur. Özelikle ölşüm hatalarından kaynaklanan sorunlar hatalı olarak IUGR tanısı koydurabilir. Son adet tarihinin doğru olarak bilinmemesi, daha önceden rutin kontrollerin olmaması aslınad normal olan bir gebeliğin IUGR olarak teşhis edilmesine neden olabilir. Bu nedenle IUGR tanısı koyarken ultrasonografide bebeğin baş çevresi, baş çapı, karın çevresi ve uyluk kemiği ölçümleri bir arada değerlendirilir. Bu ölçümlerin olması gerekenden 2 hafta geride olması IUGR tanısını güçlendirir. Takiplerde bu gerilik artarak devam ediyor ise tanı büyük olasılıkla kesinlik kazanır. Bazen de bebeğin ailesel yapısı nedeni ile küçük olması hatalı olarak IUGR olarak yorumlanabilir. IUGR ve riskli gebeliklerde oldukça yardımcı bir tanı yöntemide halk arasında renkli ultrason olarak da bilinen doppler ultrasonografidir. Burada bebeğe giden damarlardaki kan akımları değerlendirlir. Tedavi Rahim içi gelişme geriliğinden şüphelenildiği durumlarda ilk önce rahimin boyu ölçülür ve bebeğin büyüklüğü tahmin edilir. Ultrason incelemesi ile bebeğin ölçümleri yapılır. Eğer IUGR şüphesi kuvvetli ise gebeye yatak istirahati, sigarayı bırakması, ve dietini düzenlemesi önerilir. Olası bir enfeksiyon açısından incelemeler yapılır.Haftada 1 ya da 2 kez NST yapılır. Bebeğin kalp atımlarının bozulması ve 2-3 hafta süreyle büyümenin duraklaması bebeğin ciddi tehlike altında olduğunun belirtisidir.Böyle bir durumda durum değerlendirmesi yapılarak gebeliğin sonlandırılmasının bebek için yaşam şansını yükselteceği sonucuna varılırsa sezaryene karar verilebilir. IUGR'da bebeği beklliyen tehlikeler şunlardır: Oksijen yetersizliği Kan şekerinde düşme Kan kalsiyum düzeyinde düşme Bilirubin düzeyinde artış ve sarılık Fetal distres Bebek ölümü Gelişme geriliğine neden olan faktörler her zaman tam anlamı ile kontrol edilemeyebilir. Ancak yine de konrtol edilebilen faktörlere dikkat edilmelidir. Annenin dengeli beslenmesi, sigara kullanmaması, stres yaratacak olaylardan kaçınması, düzenli egzersiz yapması, düzenli uyku uyuması ve dinlenmesi son derece önemlidir. Ayrıca herhangi bir şikayet olmasa bile düzenli olarak kontrollere gidilmesi olayın erken dönemde tanınması ve önlem alınmasına yardımcı olabilir. |
Röntgen ve Gebelik
Radyasyon kelimesini duymak bile çoğu insanın içinde endişe uyandırır. Bu endişede kuşkusuz radyasyonun insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri ile ilgili yayınlar, filmler ve medya haberleri önemli rol oynar. Özellikle ikinci dünya savaşını sona erdiren dram ve Çernobil faciası gibi radyasyonla direkt ilgili olayların sonrasında görülen ölümlerin yanısıra kanser hastalarında görülen artış radyasyonun insanların gözünde korkunç bir yer edinmesine neden olmuştur. Radyasyon nedir? Tüm maddeler atomlardan oluşmuştur. Atomlar ise bir çekirdek ve etrafında dolanan elektronlardan oluşur. Çekirdek pozitif elektrik yüklüyken elektronlar negatif yük taşırlar. Bu artı ve eksi yükler atomu dengede tutar. Bu dengeyi sağlamak ve sağlamlaştırmak için bazı atomlar fazla enerjilerinden kurtulmak yani bunu yaymak zorundadırlar. Dengeye gelmemiş bir çekirdek elktron gibi bir parça ya da sedece enerji yayarak dengeye gelmeye çalışır. İşte atomdan ortama salınan bu parçacık ya da enerji radyasyon olarak tanımlanır. Radyasyon doğal yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanlar ve dünya üzerinde yaşayan tüm canlılar uzaydan ve güneşten gelen ışınlar, yer kabuğunda bulunan maddelerden doğal olarak radyasyon alırlar. Bu doğal radyasyonun yanısıra tıp, bilim,teknoloji ve modern yaşamın elementleri de dünya üzerinde sürekli bir radyasyon bulunmasına neden olur. Ancak her radyasyon canlı dokular üzerinde zararlı etkiler yaratmaz ya da yaratamaz.Örneğin bir çeşit radyasyon olan elektromanyetik dalgaların kanser ya da anomali yapıcı etkisi yoktur. İnsanlara zararlı olan iyonize radyasyona neden olan maddeler alfa, beta ve gamma olmak üzere 3 çeşit enerji salınımında bulunurlar. Bunlardan alfa ışınları çok düşük enerjilidir ve bir kağıt parçası bile bunu durdurmaya yeter. Beta ışıları ise biraz daha yüksek enerjiye sahiptir ve ince bir aliminyum levha tarafından etkiz hale getirilebilir. İyonize radyasyon denildiğinde etkilediği maddelerdeki atomların elektronlarını ayıracak enerjiye sahip olan atomlar anlaşılır. Bu şekilde bir etki sonucu dokulardaki DNA yapıları bozulabilir ve hücre ölümü söz konusu olabilir. Ancak bu etki radyasyona maruz kalma süresine, şiddetine, ve maruz kalan vücüt bölgesine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bu faktörlere bağlı olarak vücuda giren ışınlar hücrenin genetik yapısında değişikliğe neden olabilir, hücre ölümüne neden olabilir ya da hiç bir zarar vermeyebilir. Yine doz, süre ve şiddete bağlı olarak erken etkileri ciltte kızarıklıktan kansere kadar değişebilir. Bazı etkiler hemen ortaya çıkarken bazı etkileri uzun yıllar sonra kendini gösterebilir. Rontgen nedir? X ışınları ya da röntgen ışınları temas ettikleri maddelerin elektron kaybetmelerine yani iyonize olmalarına neden olan yüksek enerjili radyasyondur. Bu ışınlar tanı amaçlı kullanılan filmlerin çekilmesine kullanılırlar.Doza bağlı olarak hücre bölünmesi ve genetik yapısında bozulmalara neden olabilirler. Röntgen ışınlarının da dahil olduğu iyonize radyasyona en hassas olan hücreler hızlı bölünen hücrelerdir bu nedenle gelişmekte olan fetus ve ona ait dokular bu ışınlardan en fazla zarar görmesi beklenilen yapılardır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta sadece ışın ile temas eden dokunun etkilenmesi ve bu ışınların vücut içinde seyahat etmemesidir. Örneğin çekilen bir el filminde alınan ışınlar vücüt içinde ilerleyerek rahime kadar ulaşmaz. Radyasyon nasıl ölçülür? Herhangi bir radyoaktif kaynaktan insan vücuduna ulaşan radyasyonun miktari birkaç değişik birimle ölçülmektedir.Bunlardan en sık kullanılanlar sievert, rad, rem ve röntgen birimleridir. Her dokunun aldığı radyasyon miktarı birbirinden farklı olduğu için bu farklılığı dikkate alarak hesaplama yapmak önemlidir. Hamilelikte röntgen zararlı mıdır? Radyoaktif ışınlar olan X-ışınları ya da yaygın adı ile röntgen ışınları ve bunlar kullanılarak çekilen filmler ile tomografi gibi yöntemler vücut içinde yaşanan patolojilerin saptanmasında son derece yararlı bilgiler veren tanı teknikleridir. Tıbbın hemen her alanında zaman zaman röntgen filmlerine gerek duyulur. İyonize edici radyoaktif ışınların kullanıldığı bu tekniklerin hamile bir kadın üzerinde kullanılması doğal olarak olayın içinde yer alan her kişide endişe oluşturur. Tüm tanı ve tedavi yöntemlerinde olduğu gibi röntgen filmlerinin de potansiyel yarar ve zararları mevcuttur. Bu hem hamile olan hem de olmayan kişiler için geçerlidir. İyonize radyasyon hızlı bölünen ve çoğalan hücreler üzerinde daha fazla tahrip edici etkiye sahip olduğu için gelişmekte olan fetus üzerinde de zararlı etkileri olabilir. Ancak bu etkilerin doz ve süreye bağlı olduğu unutulmamalıdır. Yapılan araştırmalarda fetusa zararlı olabilecek radyasyon dozunun 5 rad olduğu, fetusun bu miktarın altında radyasyona maruz kalması durumuda ise zarar görme olasılığının son derece uzak olduğu ortaya konmuştur. 5 rad hiçbir radyoloji tekniği ile ulaşılamayacak oldukça yüksek bir dozdur. Amerikan Aile Hekimliği Akademisi gebelik sırasında çekilen rontgen filmlerini güvenli olarak sınıflamaktadır. Bunun en önemli nedeni herhangi bir tanısal rontgen fiminde fetusa ulaşan dozun zarar verebilecek dozdan yüzlerce kez daha az olmasıdır. Örneğin en sık karşılaştığımız sorulardan biri olan hamilelikte diş röntgeni konusuna baktığımızda ağızda çekilen tam 21 adet film netcesinde bebeğe ulaşan radyasyon dozu anne adayının doğadan güneş ışınları vb. ile 3 günde aldığı dozdan daha azdır. Bu kadar düşük bir dozun bebekte kalıcı hasara neden olması ve ilerki dönemde kansere yol açması yok denecek kadar düşük bir olasılıktır. Bir başka örnek ise akciğer filmidir. Hamile bir kadın akciğer filmi çektirdiğinde bebeğe ulaşan radyasyon dozu ortalama 0.05 miliraddır ve bebek için riskli olabilecek dozdan yüzlerce kez daha azdır. Bazı sık kullanılan röntgen filmlerinin bebeğe ulaştırdığı radyasyon dozları şu şekildedir. İnceleme Doz Kafa < 50 mrad Boyun ve ense < 50 mrad Göğüs < 50 mrad Mammografi < 50 mrad Myelography < 500 mrad Üst gastrointestinal < 500 mrad Diş 0.02 mrad IVP 1 rad Bel 400 Pelvis 400 Görüldüğü gibi uterusa çok yakın bölgeler için çekilen röntgen filmlerinde bile uterusa ulaşan doz zarar verebilecek olan dozun çok daha altındadır.Hamilelikte röntgen ışınları güvenli olarak kabul edilse bile yine de gereksiz yere ışın almamak için film çekilirken karın üzerine kurşun gömlek konulması önerilir. Hamilelikte röntgen çekilmesi ve radyasyon? Eğer bir kadın adet gecikmesi olmadan önce ya da birkaç günlük gecikme sırasında röntgen filmi çektirirse bu durum tek başına gebeliği sonlandırmak için yeterli bir neden değildir. Çünkü böyle bir durumda bebeğin etkileme olasılığı yok denecek kadar azdır. Radyasyona maruz kalınan radyasyon haftasına göre olası etkiler şu şekildedir: 1. Malformasyon ve prental ölüm: En duyarlı olunan dönem döllenmeden sonraki ilk 8 gündür. Bu dönemde alınan radyasyon gebeliklerin %50-75'inde düşüğe neden olurken bu düşüklerin çoğu beklenen adet kanamasından önce meydana geldiği için genelde fark edilmez. Öte yandan klinik olarak fark edilen gebeliklerdekidüşük oranı ise %15-20 civarındadır. İnsanlarda 100 raddan daha fazla yani çok yüksek oranda radyasyona maruz kalmanın etkileri konusunda elde ver yoktur ancak hayvan deneyleri bebeğin rahimde yerleşmesinden önce maruz kalınan 5-10 rad düzeyindeki radyasyonun düşük ve anomalilere neden olduğunu düşündürmektedir. Tanısal radyolojik incelemeler sırasında alınan düşük doz radyasyonun bu tür bir etkisi gösterilememiştir. 2. Gelişme geriliği: En duyarlı olunan dönem döllenmeden sonraki 8-56. günlerdir. Japonya'daki atom bombası faciasından sağ çıkanlarda yapılan incelemelerde gebeliklerinin bu döneminde yaklaşık 25 rad radyasyona maruz kalanlardan doğan bebeklerin daha kısa, daha hafif ve kafa çaplarının daha küçük olduğu saptanmıştır. 3. Nörolojik etkiler: En hassas olunan dönem döllenme sonrası 2-15 haftalardır. Yine Atom bombasından sağ kurtulanlarda yapılan gözlemlerde en sık karşılaşılan anomalinin mikrosefali olarak adlandırılan kafanın küçük olması olduğu görülmüştür. Mikrosefali genellikle zeka geriliği ile birlikte görülür ancak radyasyona bağlı ortaya çıkan mikrosefali olgularının sadece %25'inde zeka geriliği saptanmıştır. Bu hastalarda alınan her rad başına mikrosefali görülme olasılığı %0.5-1 oranında artmaktadır. Bununla beraber 8. haftadan önce radyasyona maruz kalan ve mikrosefali olan bebeklerde ise yapılan IQ testleri sonrası zeka geriliğine rastlanmamaktadır. 4. Şiddetli zeka geriliği: En hassas olunan dönem 8-15 haftalardır. Atom bombası sonrası yapılan gözlemlerde gebeliğin 8-15. haftalarında radyasyona maruz kalanlardan doğan bebeklerde alınan her rad başına %0.4 oranında şiddetli zeka geriliği ortaya çıktığı gözlenmiştir. Alınan dozun 1 raddan daha düşük olduğu durumlarda ise buduruma hiç rastlanmamıştır. Hamileliğin 7. haftasından önce ya da 25. haftasından sonra radyasyona maruz kalanlarda ise şiddetli zeka geriliği gözlenmemiştir. Hamileliğin 8-25 haftalarında radyasyona maruz kalan bebeklerde her 100 rad için IQ düzeyinde 25 puanlık bir azalma gözlenmektedir. Bu bebeklerde yaşamlarının sonraki dönemlerinde sara (epilepsi) hastalığına da daha fazla rastlanmaktadır. 5. Kanser: Radyasonun en korkulan etkisi uzun dönemde ortaya çıkan kanserlerdir. Gerçekten de yüksek doz radyasyon kansere neden olduğu bilinen bir etkendir. Çocukluk çağı kanserlerindeki artış açısından bakıldığında anne karnındayken maruz kalınan her 1 rad radyasyon için bu artış 3000'de 1 ya da 2 olmaktadır. Hamilelik sırasında tanısal röntgen çekilmesi sonrasında bebekte kanser görülme riski radyasyon dozu ve gebelik yaşına göre şu şekildedir. Gebelik yaşı 0 rad 1 rad 5 rad 10 rad 1. trimester 0,07 0,25 0,88 1,75 2 ve 3 trimester 0,07 0,12 0,3 0,52 Hamilelikte röntgen ve radyasyon sonrası öneriler 1. Eğer hamilelik oluşmadan önce tanısal dozlarda radyasyona maruz kalınırsa gebeliğin sonlandırılması gerekmez. 2. Hamileliğin 2-8 haftaları arasında maruz kalınan doz 15 rad'dan daha az ise bu durum tek başına gebeliğin sonlandırılmasını gerektirmez. Bunun yanısıra teratojen ilaç kullanımı gibi ek bir faktör varsa gebeliğin sonlandırılması düşünülebilir. 15 raddan daha fazla radyasyon olması durumunda ise gebeliğin sonlandırılması daha uygun olur. 3.Gebeliğin 8-15. haftaları arasında maruz kalınan 5 raddan daha düşük dozlarda radyasyon tek başına gebeliğin sonlandırılması için yeterli bir neden değildir. beş ile 15 rad arası dozlarda ek bir sorun varsa gebelik sonlandırılabilir.15 raddan daha fazla radyasyon olması durumunda ise gebeliğin sonlandırılması daha uygun olur. KAYNAKLAR Exposure of the Pregnant Patient to Diagnostic Radiations A Guide to Medical Management" Second Edition, by Louis K Wagner, Richard G. Lester, and Luis R. Saldana, 1997, Medical Physics Publishing, Madison, Wisconsin. |
Serviks ( rahim ağzı ) kanseri
İnvazif serviks kanseri (yayılım gösteren rahim ağzı kanseri) uzun yıllar Dünya'da en fazla görülen kadın genital sistem kanseri olmuştur. Ancak smear gibi tarama yöntemlerinin yaygınlaşması ile görülme sıklığı giderek azalmaktadır.20 ile 80 yaş arasında bütün kadınlarda görülebilir.En çok Kolombiya'lılarda en az ise İsrail'lilerde görülür. Risk Faktörleri Uzun yıllar serviks kanserinin cinsel temas ile bulaşan bir hastalık olduğu düşünülmüştür. Buna sebep 1842 de bir araştırmacının rahibelerde bu hastalığın ortaya çıkmadığını gözlemlemesidir. 1953 yılında yapılan bir çalışmada hayat kadınlarında görülme sıklığının normal kişlere göre daha fazla olduğunun saptanması bu fikri güçlendirmiştir.Monogamik yani tek eşli yaşamın ağır bastığı Müslüman ülkelerde Yahudilerde ve koyu katoliklerde de az görülmesi yine bu fikrin lehinedir.Ancak bu toplumlardan gelişmiş ükelere göç edenlerde hastalığın artış göstermesi çevresel faktörlerin de etkisini gündeme getirmektedir. Cinsel yaşamın 20 yaşından önce başlaması, 2 den fazla partner, düşük sosyoekonomik düzey, partnerin birden fazla kişi ile cinsel temasda bulunması, HSV ve HPV türü virüsler risk faktörlerini oluşturur. Sigara da önemli bir risk faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Fazla sayıda doğum yapmak ve erkeğin sünnetsiz olmasının da riski arttırdığı öne sürülmektedir. Ancak bu düşünceler popüleritesini kaybetmektedir. Belirtileri Erken dönemde (CIN aşamasında) yakalanmayan serviks kanseri ilerlemeye başlar ve klinik bulgu vererek karşımıza çıkar.En sık görülen yakınma anormal vajinal kanamalardır. Kanserli dokuda damarlanma arttığı için dokunma ile cinsel ilişki, muayene gibi durumlarda kanama başlar.Canlılığını kaybedeb doku nedeni ile kötü kokulu pis bir akıntı ortaya çıkabilir. İlerlemiş vakalarda durdurulamayan kanamalar görülür. Hastalığın yayılımına bağlı olarak böbrek yetmezliği görülür ve bu en sık rastlanılan ölüm nedenidir. Klasik olarak ağrısız kanama ve et suyu kıvamında akıntı serviks kanserini düşündürmelidir. Evreleme Optimal bir tedavi için hastalığın evresinin tam ve doğru olarak saptanması gerekir. Bugün için kabul edilen evrelemede 5 kademe kullanılır. En erken evre Evre 0, en ileri evre de evre 4 dür. Burada uzak organlara aaaastaz (yayılım) bulunur. Her evre kendi içinde alt evrelere ayrılır (Evre 1a1, Evre 2a gibi). Evreleme klinik olarak, yani muayene, sistoskopi (mesanenin gözlenmesi), rektoskopi, ilaçlı böbrek filmi (IVP), radyografi ve bilgisayaralı tomografi sonuçlarının bir arada değerlendirilmesi ile yapılır. Ultrasonografinin evrelemedeki rolü sınırlıdır. Bazı yazarlara göre de uygun bir evreleme için cerrahi olarak hastayı değerlendirmek gerekir. Ancak bu fikrin taraftarı azdır. Tedavi Tedavide prensip olarak Evre 2b ve üzerindeki hastalara ameliyat yapılmaması fikri hakimdir. Evrelere göre önerilen tedavi şekilleri şunlardır: Evre 0 Konizasyon veya basit histerektomi (rahim alınması) Evre 1a1 Lenf ve damar yayılımı yoksa Konizasyon veya basit histerektomi Evre 1a2- Evre 2a Geniş ve radikal histerektomi Evre 2b ve üstü Radyoterapi Günümüzde uygulanan radikal histerektomi oldukça büyük bir ameliyattır. Amaç kanseri sınırlarının ötesinde sağlam dokulardan da geçerek damarları ve lenf yolları ile birlikte çıkarmaktır.Eğer bunda başarılı olunamayacaksa radyoterapi uygulamak cerrahiden daha iyi sonuçlar verir. Bazı yazarlara göre de hastalığın evresi ne olursa olsun 50 yaşından büyük hastalar cerrahi yerine radyoterapi ile tedavi edilmelidirler, ancak bu fikrin savunucuları giderek azalmaktadır. Bu azalmanın nedeni anesaaai alanındaki gelişmelerdir. Tedavide yaygın olarak kullanılan bir başka yöntem de cerrahiye ek olarak radyoterapi uygulamaktır. Radyoterapi serviks kanserinin her evresinde kullanılabilir. Burada amaç cerrahi ile ulaşılmayan kanserli hücrelerin tahrip edilmesidir. Son yıllarda serviks kanserinde kemoterapi de denenmektedir ancak yararı hala daha tartışmalıdır. Hastalığın gidişatı ve sağkalım Serviks kanserinde prognoz yani hastalığın gidişatı pekçok faktöre bağlıdır. Bunlar hastalığın evresi, lenf nodu tutulumu, tümörün büyüklüğü, damar tutulumu, hücre tipi, hücrenin DNA içeriği gibi faktörlerdir. Hastalığın evresine göre 5 yıllık sağkalım oranları şu şekildedir. Evre 1 % 85 Evre 2 % 66 Evre 3 % 39 Evre 4 % 11 Hastalığın takibi esnasıda nüks ortaya çıkarsa prognoz çok kötüdür ve hastaların %80'i kaybedilir. Nüksler genelde ilk 2-3 yıl içinde görülür. 5 yıldan sonra oldukça nadirdir. Serviks kanseri son derece öldürücü ve tedavisi güç bir hastalık olmasına rağmen düzenli kontroller sayesinde çok erken dönemde fark edilebilen ve kolaylıkla hatta çoğu zaman ameliyata bile gerek kalmadan tedavi edilebilen nadir kanserlerdendir |
Servisit rahim ağzında yara
Rahim ağzında yara Halk arasında rahim ağzında yara olarak bilinen servisit en sık karşılaşılan jinekolojik problemlerden birisidir. kadınların yarısından fazlası hayatının bir döneminde bu hastalığa yakalanır. Yaşı ne olursa olsun cinsel yönden aktif her kadın servisit için uygun bir adaydır. Kasık ağrısı ve vajinal akıntısı olan kadınların çoğunda başka bir hastalıkla bir arada ya da tek başına mutlaka servisit bulunur. Belirtileri diğer pekçok hastalığa benzediği ve spesifik yakınmalar yaratmadığı için kişinin kendi kendine servisitten şüphelenmesi zordur. Genelde başka bir nedenden dolayı yapılan jinekolojik muayene ile fark edilir. Genel anlamı ile servisit rahim ağzı dokusunun iltihabıdır. Çok büyük bir olasılıkla bir enfeksiyona bağlıdır ancak bazen irritasyon ya da travma sonrası da ortaya çıkabilir. Belirtileri Servisitin ilk belirtisi adet kanamasının bitişini takip eden dönemde ortaya çıkan vajinal akıntıdır. Diğer belirtiler arasında anormal vajinal kanama, kaşınma, vajinada yanma, ilişki esnasında ağrı, idrar yaparken yanma ve bel ağrısı bulunur. Hafif vakalarda herhangi bir bulgu olamayabilir ancak olay ilerledikçe kötü kokulu ve iltihabi bir akıntı ortaya çıkar. Uzamış ve tedavi edilmemiş bir servisit mukus yapımını bozarak spermlerin servikal kanala girişini bozabilir ve kısırlığa yol açabilir. Servisiti olan gebe bir kadında da düşük ve erken doğum riski bulunur. Bu tür annelerden doğan bebeklerde doğum sonrası akciğer be göz enfeksiyonları normalden daha fazla görülür. Tanı Servisit, yani serviksin iltihabı, vücudun normal çalışan savunma mekanizmalarının bir sonucudur. Herhangi bir dokuda yaralanma, irritasyon ya da enfeksiyon olduğunda beyaz kan hücreleri yani akyuvarlar o bölgeye göç ederler ve bu bölgedeki kan akımı artar. Bu olay serviskte olduğunda, normalde açık pembe olan serviks kızarır ve şişer. Bu durum muayenede yara şeklinde görülebilir. Servisit tanısı genelde jinekolojik muayene ile konsa da tanıdan emin olmak ve ayırıcı tanı yapabilmek için bazı ek tetkikler gerekebilir. Bunlar Biopsi: Eğer rahim ağzı ileri derecede anormal görünüyor ise lokal anesaaai altında serviks biopsisi alınabilir. İşlem esnasında şüpheli alanlardan örnek alınır. Eğer tek bir alan belirlenemiyorsa saat 3,6,9 ve 12 hizalarından biopsi alınır ve patolojik incelemeye gönderilir. Kolposkopi: Rahim ağzının ışık altında büyüteçe benzer bir optik alet yardımı ile incelenmesidir. Şüpheli alanları daha kolay ortaya çıkarmak için kolposkopi öncesi rahim ağzı bir takım kimyasal maddeler ile silinir ve daha sonra boyanır. Dokunun boya tutmadaki farklılıklarına göre biopsi alınacak yer tespit edilir. Kolposkopi ile rahim ağzındaki kılcal damarların yapıları da değerlendirilir ve anormal damarlanma olup olmadığı saptanır. Bu damarlanma değişiklikleri servisit ile kötü huylu hastalıkların ayrımında önemlidir. Smear: Servikal enfeksiyonu ve erken dönem serviks kanserinin taramasında kullanılır. Smear her kadının yılda 1 defa yaptırması gerek son derece basit ancak bir o kadar da önemli bir testtir. Nedenleri Servisitin başarılı şekilde tedavi edilebilmesi altta yatan nedeninin tanımlanması ile ilgilidir. Eğer buna neden basit bir irritan madde ise bu maddenin kullanılmaması sorunu çözecektir. Eğer altta yatan sebep bir enfeksiyon ise bu enfeksiyonun uygun şekilde tedavisi, servisit problemini de çözecektir. Servisite neden olan en önemli 3 mikroorganizma klamidya, gonore ve trikomonasdır. Bunun dışında bazı allerjik maddeler de bu duruma yol açabilir. Tedavi Eğer servisit durumu uzamış ise ve altta yatan etkenin tedavisine rağmen servisit tablosunda gerileme yoksa serviskteki anormal hücreleri tahrip etmek için bazı küçük cerrahi girişimler yapılabilir. Bunlardan en sık kullanılan koterizasyon ve krioterapidir. Koterizasyon ısı yardımı ile tahrip etmektir. Halk arasında bu işleme yara yakma adı verilir. Krioterapi ise sıvı karbondioksit veya azot yardımı ile anormal dokuların dondurulmasıdır. Buna da halk arasında yara dondurma ismi verilir. Son olarak da Lazer ile hücrelerin tahribi uygulanabilir. Koter: Kronik servisitteki en eski ve en klasik yöntemdir. Kalam şeklinde bir probun ucundan elektrik akımı geçirilerek ısı elde edilir. 3 yönetm arasında en son tercih edilmesi gereken tedavidir. İşlem esnasında çok hafif ağrı olabilir. İşlem sonrası oluşan nedbe dokusu rahim ağzı kanalında tıkanmalara yol açabilir. Kriyoterapi: Kotere göre bazı avantajları vardır.Daha az ağrıya neden olur, ve daha kontrollü bir doku tahribine olanak tanır.Daha az nedbe dokusu oluşmasını sağlar.Bu nedenle servikal kanalda daralmaya yol açmaz. Tabanca şeklinde bir cihaz ile uygulanır. Bu tabancanın ucunun değdiği yerler donar. İşlem herhangi bir anesaaai uygulanmadan yapılır. Son derece basit ve yaklaşık 10 dakika süren bir işemdir. Lazer: Dokuların lazer ile tahrip edilmesidir. Kriyoterapiye bir üstünlüğü yoktur. Tedavi şekli ne olursa olsun hücrelerin tahrip edilmesini takiben 1-2 hafta kadar süren bol sulu bir vajinal akıntı görülür. Bu süre zarfında lekelenme şeklinde kanamalar olabilir bu nedenle işlemlerden sonra 2 hafta kadar cinsel ilişkiden kaçınmak gerekir. Tamamen iyileşme 6-8 hafta kadar alabilir. Önlemler Servisitten korunmak ya da erken dönemde teşhis edilmesini sağlamak için bazı basit önlemler yeterlidir. Çok emin olmadığınız kişiler ile ilişkiye girmeyin. Partnerinizde gonore belirtileri varsa hemen doktorunuzla görüşün Vajinal akıntı varlığında muayene olmayı geciktirmeyin Herhangi bir şikayetiniz olmasa bile yılda 1 kez jinekolojik muayeneden geçin Kokulu tampon, deodoran gibi irritan maddeleri kullanmayın |
Sezeryan
Hastaneye gidiş Doktorunuzla sezaryen operasyonuna karar verdiğiniz günün sabahında sezaryen saatinden 30-60 dakika önce hastanede olmanız gerekir (bazı doktorlar bir gece önceden hastaneye yatırmayı uygun görürler). Anesaaai türü ne olursa olsun (epidural ya da genel) eğer ameliyatınız sabah erken saatte olacaksa gece saat 24:00'den sonra hiçbir şey yememeniz ve içmemeniz gerekir. Ameliyat saatinin daha geç olduğu durumlarda en az 6 saat öncesine kadar yemek yiyebilir, su içebilirsiniz. Örneğin ameliyatınız sabah saat 10:00'da planlanıyorsa saat 04:00'den itibaren yeme içme işine son vermelisiniz. Bu son derece katı bir uygulama olup aynı oruç tutar gibi ağızdan mideye hiçbir şey girmeyecek şekilde uygulanmalıdır. Genel anesaaai sırasında verilen kas gevşeticilerin etkisiyle mide içeriği geri gelip akciğerlere kaçabileceğinden midenin boş olması çok önemlidir. Epidural anesaaai ile sezaryen olacak bile olsanız tedbir olarak midenizin boş olması gerekir. Hastanede yatış işlemleriniz tamamlanıp odanıza alındıktan sonra hazırlık aşaması başlar Preoperatif (ameliyat öncesi hazırlık) Odanıza yerleştikten sonra hemşire gelerek durumunuz ile ilgili öykünüzü alır ve gerekli onay formlarını imzalatır. Daha sonra ameliyat sahasının temizliğini kontrol eder. Eğer kesi alanında tüyler varsa bunları traş eder. Eğer doktorunuzun bu yönde bir istemi varsa barsaklarınızı boşaltmak için lavman yapar. Lavman makattan barsağın son kısmı içine verilen az miktarda bir sıvı şeklinde yapılır ve çok fazla rahatsızlık verici bir uygulama değildir. Sezaryen operasyonları öncesi lavman yapılması şart değildir. Lavman yapıldıktan sonra tuvalete giderek barsaklarınızı boşaltmanız beklenir. Bunun için genelde 5 dakika yeterli olmaktadır. Daha sonra ameliyata giderken giyeceğiniz önlük giydirilir. Ameliyat sıranız geldiğinde ameliyathane personeli sedye ile sizi ameliyathaneye götürür. Sedyeye geçmeden önce tuvalete giderek mesanenizi boşaltmanız gereklidir. Ameliyathanede hazırlık Ameliyat salonuna ulaştığınızda buranın tahmin ettiğinizden daha kalabalık olduğunu fark edeceksiniz. İlk önce sedyeden ameliyat masasına geçmeniz istenir. Daha sonra kolunuzdan ince bir katater girilerek serum bağlanır. Diğer kolunuza ise tansiyon aleti takılır. Göğüs kafesi üzerine ameliyat sırasında kalp atımlarınızı monitörde izlemek için küçük transducerler yapıştırılır. Baş parmağınıza ise kanınızdaki oksijen miktarını ölçen bir mandal takılır. Epidural anesaaai uygulanacak ise oturur ya da yan yatar pozisyonda takılabilir. Genel anesaaai ise takılan bu ince katater yardımı ile damar yolundan yapılır. Epirural kateter takıldıktan ya da genel anesaaai yapılacaksa anesaaai uzmanı sizi uyuttuktan sonra mesanenize sonda takılır. Tüm karın bölgesi meme altından bacakların yarısına kadar antiseptik solüsyon ile temizlendikten sonra sadece ameliyat sahası açıkta kalacak şekilde steril örtüler örtülür. Artık bebeği çıkartmaya başlamak için her şey hazırdır. (Bu aşamada farklı uygulamalar vardır. Bazı doktorlar bebeğe az anesaaai gitsin diye tüm hazırlıkları hasta daha uyumadan yaparlar. Sonda takılması, hastanın boyanması ve örtülmesi işlemlerini hasta uyanıkken yaparlar. Bu yaklaşım eski tip anesaaai ilaçları için geçerli olabilir ancak modern ve güvenli ilaçların kullanılması durumunda bu tür bir yaklaşım hastaya rahatsızlık ve endişe vermekten başka bir işe yaramaz. Bazı doktorlar ise sondayı daha hasta odasındayken taktırmayı tercih ederken bazıları da hiç idrar sondası taktırmaz). Sezaryen Tüm hazırlıkların tamam olduğu doktorlar ve hemşire tarafından son kez kontrol edildikten sonra operasyona başlanır. Yasal olarak operasyonda en az biri uzman olmak şartıyla iki hekim hazır bulunmak zorundadır. Yasal zorunluluk böyle olmakla birlikte tüm sezaryen operasyonları ameliyatı yapan ve ona asiste eden iki kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından yapılır. İlk önce cilt kesilir. Kesinin yeri kasık bölgesinde ortadaki kemiğin iki parmak üzeridir. Bu genelde kasık tüylerinin başladığı çizgiye denk gelen alandır. Kesinin büyüklüğü yaklaşık 10 santimetre kadardır. Ardından sırasıyla ciltaltı yağ dokusu ve karın duvarın en güçlü tabakası olan rektus kası kılıfı (fasya) kesilir. Daha sonra karın kasları (rektus kası) ve karın zarı (pariyetal periton) açılarak karın boşluğuna girilir. Rahimin üzerini örten ince zar tabakası (visseral periton) kesilerek rahim kasına (myometrium) erişilir. Ardından bu tabaka da açılarak bebeği çevreleyen keseye ulaşılır.Kese patlatıldıktan sonra bebeğin kafası ve ardından gövdesi doğurtulur. Bebek doğurtulurken asiste eden doktor rahmin tepesinden bastırarak operatöre yardımcı olur. Eğer sezaryen epidural anesaaai ile oluyor ise bu aşamada karın bölgenizde bir baskı hissedebilirsiniz. Bebek, doğurtulduktan sonra hemen göbek kordonu bağlanıp kesilerek ameliyathanede bulunan bebek doktoruna teslim edilir. Bebek doğduktan hemen sonra size koruyucu antibiyotik yapılır. Bebeğin eşi (plasenta) çıkartıldıktan sonra rahimin içi temizlenir ve kapatma işlemine başlanır. Kesilen tabakalar tek tek dikilir. Önce uterus kası kapatılır. Ardından kanama kontrolü yapılır. Kanayan yerler varsa buralara ek dikişler atılır. Kanama olmadığından emin olunduktan sonra visseral periton dikilir (Bazı doktorlar bu tabakayı dikmeden bırakabilir.Yapılan çalışmalarda vissereal peritonun dikilmesi ile dikilmemesi arasında herhangi bir fark olmadığı bulunmuştur). Karın boşluğu temizlendikten sonra pariyeteal periton ve ardından kas tabakası dikilir (Bazı doktorlar bu tabakaları dikmeden bırakabilir. Yapılan çalışmalarda pariyetal peritonun ve kasın dikilmesi ile dikilmemesi arasında herhangi bir fark olmadığı bulunmuştur). Daha sonra kas kılıfı altındaki kanayan alanlar koterize edilerek kanama kontrolü sağlanır. Kas kılıfı dikilerek kapatılır. Kapatma işleminin en önemli aşaması budur. Bu tabaka karın içi organların fıtıklaşmasını engelleyen tabakadır. Ardından cilt altı kanamalar kontrol edilerek bu kat da dikilir ve sıra cilde gelir. Cilt boydan boya dışarıdan ve uçlarında hiçbir dikiş ipliği görülmeyecek şekilde estetik olarak kapatılır ve operasyon tamamlanır. Cilt dikişlerinin daha sonra alınması gerekmez. Bunlar siz fark etmeden kendiliğinden vücut tarafından eritilirler. Halk arasında bu dikiş türü hatalı olarak laser dikiş olarak bilinmektedir. Laser dikmeye ve birleştirmeye değil kesmeye yarayan bir tekniktir. Laser dikişi diye birşey yoktur. Yapılan estetik dikiştir. Uygulamalar arasında fark olmasa da kullanılan dikiş malzemesi arasında hekimler arasında ciddi farklar vardır. Bazı doktorlar fasya tabakası dışında tüm tabakalarda katgüt adı verilen organik bir materyal kullanmayı tercih ederler. Bu dikiş materyali koyun ve sığırların barsaklarından üretilmektedir. Organik olduğu için reaksiyon gelişme olasılığı bulunur. Gelişmiş ülkelerde yaygın kullanımı uzunca bir süre önce terk edilmiştir. Deli dana salgınından sonra ameliyatlarda kullanılmaması önerilmektedir. Önerilen materyal bizim de her tabakada tercih ettiğimiz sentetik materyallerdir. En sık vicryl adı verilen iplik kullanılır. Bu iplik hem katgüte göre daha güçlü hem de daha güvenlidir. Katgüt tercih eden doktorlar fasya tabakasını vicryl ile dikerler. Fasya katgüt ile dikildiğinde fıtık olma olasılığı çok yüksektir. Katgüt ile vicryl arasındaki en önemli belirleyici faktör maliyettir. Katgüt çok ucuz bir materyalken vicryl oldukça pahalıdır. Ameliyattan hemen sonra Cilt dikişi tamamlandıktan sonra hemşire yaranın üzerini antiseptik solüsyon ile temizler ve pansuman materyali ile kapatır. Ardından hastanın vücudunu steril su ile siler. Bu esnada eğer genel anesaaai uygulanmış ise hasta uyanmaya başlamıştır. Ameliyathaneden çıktıktan sonra ayılma odasında 30 dakika kadar gözlem altında bekletilip tüm bulguların dengede olduğu görülünce hasta odasına çıkartılır ve yatağına alınır. Odada Operasyonun olduğu gün ameliyat sonrası (postop) sıfırıncı gün olarak kabul edilir. Odanıza geldiğinizde eğer idrar sondası takılmış ise bu yerinde olacaktır. İdrarınız varmış gibi hissedebilirsiniz ancak bu yanılsamadır ve sonda mesanede biriken idrarı boşaltmaktadır. Bugünde damardan serum uygulaması devam eder. Postop dönemde yaklaşık 3 litre sıvı alırsınız. Kendinizi iyi hissettiğinizde azar azar su içebilirsiniz. Ameliyattan 6-8 saat sonra rejim 1 adı verilen komposto, hoşaf gibi sıvı maddeler verilecektir. Bu gün su ve size hastane tarafından verilenler dışında başka herhangi bir yiyecek maddesi almamalısınız (bazı doktorlar ameliyat sonrası 24 saat süreyle ağızdan hiçbir şey vermemeyi tercih ederler. Bazı doktorlar ise hasta gaz çıkarana kadar ağızdan beslemeyip damardan sıvı verirler). Ameliyattan 6-8 saat sonra sondanız çıkartılabilir ya da ertesi güne kadar yerinde tutulabilir. Ameliyattan 6-8 saat sonra hemşireler sizi ayağa kaldırıp oda içinde dolaştırırlar. Mobilizasyon adı verilen dolaşabilme izni son derece önemlidir. Ameliyat sırasında hem karın boşluğu açıldığı ve barsaklar havayla temas ettiği hem de ameliyatta kullanılan gaz gevşeticilerin etkisi ile barsak hareketleriniz durur. Ne kadar erken mobilize olursanız barsak hareketlerinin normale dönmesi o kadar kolay ve çabuk olmaktadır. İlk kez ayağa kalktığınızda baş dönmesi ve göz kararması yaşayabilirsiniz. Bu normal bir durumdur. Kendinizi ayağa kalkacak kadar güçlü hissetmiyorsanız zorlamayın. Yatak içinde bacaklarınızı hareket ettirmeniz de ilk gün için yeterli olabilir (bazı doktorlar hastayı 24 saat ayağa kaldırmamayı tercih edebilirler). Yatak içinde sağ ya da sol yanınıza dönmenizin herhangi bir sakıncası ya da riski yoktur. Ağrı ameliyat sonrası hasta ve hasta yakınlarının en çok çekindiği konudur. Eğer sezaryeniniz epidural anesaaai ile yapılmışsa bu konuda endişe yaşamanıza gerek yoktur. Epidural kataterden sürekli düşük miktarda ağrı kesici verilmektedir. Eğer verilen miktar yeterli gelmez ise epidural katatere ilaç gönderen cihazın düğmesine basarak kendiniz ek dozlar verebilirsiniz. Genel anesaaai ile yapılan ameliyatlar sonrasında hastaya PCA (patient controlled analgesia, Hasta kontrollü ağrı giderimi) uygulanır. Bu damar yoluna bağlanan ikinci bir boru yardımıyla ağrı kesici verilmesidir. Hortumun ucu PCA cihazına bağlıdır. Bu cihazdan çıkan bir düğme sizin elinize verilir. Ağrı hissettiğinizde bu düğmeye basarak PCA aletinin damar yolundan ağrı kesici ilaç göndermesini kendiniz sağlarsınız. Cihazın belirli aralıklarla ve toplamda gönderebileceği azami ilaç miktarı anesaaai doktoru tarafından önceden ayarlanmıştır. Bu nedenle siz düğmeye fazla da bassanız cihaz ayarlandığı dozdan fazlasını vermez (PCA maliyeti artıran bir unsur olduğundan her doktor ve hastane tarafından rutin olarak uygulanmaz. Bazı hastanelerde ek ücret karşılığı sunulur). Eğer PCA uygulanmamışsa belirli aralıklarla kalçadan size güçlü ağrı kesici iğneler yapılır. Odanıza geldikten sonra kendinizi iyi hissettiğinizde bebeğiniz yanınıza getirilir ve onu emzirmenize yardımcı olunur. Emzirirken karnınızda ağrı duyabilirsiniz. Sütün memeden dışarı atılmasını sağlayan hormon ile rahimin kasılmasını sağlayan hormon aynıdır. Bu nedenle emzirirken rahminiz de kasılır ve siz bunu ağrı olarak hissedebilirsiniz. Bu rahmin kendini toplamasını hızlandıran ve kanamayı azaltan bir özelliktir. Eğer isterseniz bebeğinizi hiç bebek odasına göndermeyip 24 saat kendi odanızda ve yanınızda tutabilirsiniz. Ameliyattan hemen sonra kesi hattı üzerine belirli bir süre kum torbası gibi ağrılıklar konulması sıkça yapılan bir uygulamadır ancak iyi kanama kontrolü yapıldığında hastaya gereksiz ağrı hissettirmesi dışında bir fonksiyonu yoktur. Ameliyattan sonraki ilk saatlerde sizinle ilgilenen hemşire sık aralıklarla odanıza gelerek nabzınızı sayar, tansiyonunuzu ölçer ve ters giden herhangi bir şey olup olmadığını kontrol eder. Postop 1. gün Ameliyatın ertesi günü sabah doktorunuz yara yeri üzerindeki flasteri çıkartır, antiseptik solüsyon ile siler ve üzerine koruyucu bir sprey sıkar. Yara yeriniz artık kapatılmaz, açık bırakılır (bazı doktorlar pansumanı 2-5. günde açmayı tercih ederler, ya da postop1. günde pansuman yapıp yeniden kapatırlar). Bu sabah sondanız ve epidural katateriniz çıkartılır. Damardan sıvı uygulamasına son verilir ve Rejim 2 adı verilen yumuşak gıdaları almaya başlarsınız. Hastabakıcılar sizi yatağınızda siler ve kendi gecelik ya da pijamanızı giydirir. Barsak hareketleriniz başlayıp gaz çıkardıktan sonra rejim 3 adı verilen normal gıdaları almaya başlayabilirsiniz. Rejim 3 almak için gaz çıkartılmasını beklemek şart değildir. Erken mobilize olan hastaların büyük bir kısmında gaz çıkartmakta sorun yaşanmamaktadır. Bu gün size düşen en önemli görev mümkün olduğunca çok yürümektir. Yataktan kendiniz tek başınıza kalkabilirsiniz. Bunu yapamadığınızda odadakilerden ya da hemşirelerden yardım isteyebilirsiniz. Gaz çıkışı olmayan hastalar karında şişlik ve ağrı sorunu yaşayabilirler. Kendiliğinizden gaz çıkartamazsanız bazı ilaçlar ve lavman uygulayarak süreç hızlandırılabilir. Postop 2. gün Bugün hızla iyileştiğinizi ve pek çok aktivteyi kendi başınıza gerçekleştirebildiğinizi fark edeceksiniz. Postop 2. günde ayakta duş şeklinde banyo yapabilirsiniz. Bunun hiçbir sakıncası yoktur. Duş yapmak kendinizi iyi hissetmenize yardımcı olur (bazı doktorlar 1 haftaya kadar duş yapmaya izin vermezler). Eğer genel durumunuz iyi ise ve ciddi bir problem yoksa bugün taburcu olup evinize gidebilirsiniz. Postop 3. gün Durumunuz artık çok iyidir. Her işinizi kendiniz yapabilirsiniz. İsterseniz her gün duş yapabilir, canınız ne isterse yiyebilirsiniz. Bebek doktorunuz bebeğinizin taburcu olmasına izin verirse taburcu olabilirsiniz. Eğer bebeğinizde yeni doğan fizyolojik sarılığı varsa doktorunuz bebeğinizi eve göndermeyebilir. Bu durumda eğer isterseniz siz de hastanede kalabilirsiniz. Eve gidince Eve gittikten sonra doktorunuzla olan ilk kontrolünüze kadar bazı noktalara özen göstermeniz gereklidir. Ağır fiziksel aktiviteden kaçının. Ancak bu yataktan ya da oturduğunuz yerden kalkmayın demek değildir. Kanamanız rengi giderek açılarak 2-3 hafta devamlı sürebilir, ara ara kesilip sonra tekrar başlayabilir. Bunlar tamamen normaldir. Hamilelik süresince kullandığınız demir ve vitamin ilalarını almaya devam edin. Ağrı kesici olarak doktorunuzun taburcu olurken verdiği ilaçları kullanabilirsiniz. Bebeğinizi düzenli olarak emzirin. Sütünüzün tam olarak gelmesi 2-3 gün alabilir endişelenmeyin. Dilediğiniz her şeyi yiyip içebilirsiniz ancak sizde gaz yaptığını bildiğiniz şeyleri yemekten kaçının. Bol bol su içmeye gayret gösterin Dilediğiniz kadar ayakta duş şeklinde banyo yapabilirsiniz. Kanamanız kesilinceye kadar oturarak banyo yapmak, küvet, jakuzi ve havuza girmek sakıncalıdır. 3-4 hafta sonunda kanamanız hala az da olsa devam ediyorsa doktorunuzun izniyle tampon kullanarak denize girebilirsiniz. Ne zaman endişelenmeliyim? Doktorunuz 6 hafta sonra sizi kontrole çağıracaktır (loğusalık dönemi 6 hafta (42 gün) olup hamilelikte ortaya çıkan değişikliklerin hamilelik öncesindeki haline dönmesi için geçen süredir. "Kırkı çıkmak" sözü buradan gelmektedir). Bu süre içinde aşağıdakilerden herhangi biri ortaya çıktığında doktorunuzu zaman kaybetmeden aramalısınız. Fazla miktarda olan kanama 38 derecenin üzerinde olan ateş Doktorunuzun verdiği ağrı kesici ile geçmeyen ve sizde tuhaf olduğu izlenimini uyandıran ağrılar Kötü kokulu vajinal akıntı Yara yerinde ve etrafında kızarıklık, şişlik ve ağrı Yara yerinden akıntı Solunum güçlüğü Bacaklarda kızarıklık, sıcaklık ve ağrı Size tuhaf gelen ve kendi kendinize açıklayamadığınız her türlü durum |
Sifiliz Frengi
1500'lü yıllardan 1900'lü yılların başına kadar batı dünyasını kasup kavuran ve dolaşım sistemi ile sinir siteminde kalıcı hrabiyetlere sebep olan frengi 2. Dünya savaşından sonra keşfedilen güçlü antibiyotikler sayesinde büyük ölçüde önemini yitirmişken, AIDS hastalığının yaygınlaşması ve frengi ile HIV enfeksiyonu arasında yakın ilişki olması nedeni ile yeniden ilgi odağı haline gelmiştir. Özellikle Kuzey Amerikada görülme sıklığı giderek artmaktadır. Hastalık Troponema Pallidum adı verilen bir bakteri tarafından yapılır. Yapılan onca araştırmaya rağmen hala daha bu mikroorganizmayı üretebilecek bir kültür ortamı bulunamamıştır. Görülme sıklığı konusunda çok değişken raporlar vardır. Sosyoekonomik düzeyi düşük topluluklarda daha sıık görülür. A.B.D.'de 100.000'de 16.8 ile 100 arasında görüldüğü bildirilmektedir. Vakaların büyük çoğunluğu 15-30 yaş arasında, birden fazla partneri olan kişilerdir. Bulaş yolları AIDS ile aynıdır. En sık heteroaaaaüel ya da homoaaaaüel cinsel ilişki ile bulaşır. Bir diğer bulaşma yolu ise enfekte kan ve kan ürünleri ile temasdır. Birden fazla kişinin kullandığı iğneler, uyuşturucu bağımlılarında hastalığın kolayca yayılmasına olanak sağlar. Plasentadan kolaylıkla geçtiği için hasta bir gebe mikrobu karnındaki bebeğe bulaştırabilir. Klinik Hastalık evreler halinde ilerler ve her evrede değişik bulgular verir. Primer sifiliz: Hastalık etkeni ile temastan sonra genital bölgede ağrısız bir ülser belirir. Bu lezyona şankr adı verilir. Yine kasık bölgesindeki lenf düğümlerinde büyüme olur ancak bu lezyonlarda da ağrı görülmez. Ciddi şiakyet yaratmadığı için hastaların çoğu bu belirtileri önemsemez. Lezyonlar tedavi edilmediği taktirde 6-8 haftada kendiliğinden gerileyerek kaybolur. Sekonder sifiliz: İlk lezyonun görülmesinden 6 hafta- 6 ay sonra mikroorganizmaların kan yolu ile yayılması sonucu eklemlerde enfeksiyon başlar. Ciltte döküntüler olur ve bu döküntüler 4-12 hafta içinde kaybolur. %1 civarında vakada karaciğer iltihabı, böbrek hastalıkları, menenjit görülebilir.Hastalarda ateş ve boğaz ağrısı olabilir.Genital bölge civarında nemli, düz condyloma lata adı verilen ve yüksek bulaştırıcılığa sahip lezyonlar ortaya çıkar. Kısmi saç dökülmesi nadiren görülebilir. Ağız, boğaz ve vajinada ülserler ortaya çıkabilir. Latent (sessiz) sifiliz: Tedavi edilmediği taktirde sekonder sifilizin belirtileri de kendiliğinden kaybolur ve sessiz enfeksiyon halini alır. Bu durumda hastalık sadece yapılan kan testlerinde saptanabilir. Bu süre zarfında mikroorganizmalar yavaş yavaş çoğalmaya devam etmektedir. Latent enfeksiyonun ilk yılı içinde hastaların %25'inde belirtiler zaman zaman alevlenebilir. Zamen geçtikçe kişinin hastalığı bulaştırıcılığı giderek azalır. Tersiyer sifiliz: İlk enfeksiyondan yaklaşık 10 yıl sonra ortaya çıkar. Hiçbir dönemde tedavi edilmeyen vakaların %35'inde tersiyer sifiliz ortaya çıkar.Bu 10 yıllık süre AIDS varlığında daha kısa olabilir. Terisyer bulgular 3 kategoride saptanır: Kardiyovasküler lezyonlar %10 vakada görülür. Aorta'da balonlaşma, kalp kapakçıklarında yetmezlik vb. gibi bulgular olur. Nörolojik lezyonlar Göz, beyin zarları gibi sinir sistemi organlarında hasarlar olur Diğer sistemik lezyonlar Dişler, dişetleri, kas iskelet sistemi, ve iç organlarda lezyonlar görülür. Tanı Sifiliz etkeni olan mikroorganizma kültürlerde üretilemediği için tanıda en yararlı yöntem kan testidir. Kanda yapılan serolojik testleri ile antijen ve antikorlar aranır. Taze lezyonlardan alınan örneklerin özel floresanlı mikroskoplar altında incelenmesi ile T.Pallidum görülebilir. Beyin-omurilik sıvısından örnek alınarak serolojik testler yapılabilir. Tedavi Hangi evrede olursa olsun sifilizin tedavisinde antibiyotikler kullanılır ve takipte antijen titreleri ölçülür. |
Sigara ve Gebelik
Günümüzde tüm dünyadaki kadınların yaklaşık %12'sinin sigara kullandığı tahmin edilmektedir. Bu oran gelişmiş ülkelerde çok daha fazladır.Tahminler sadece Amerika Birleşik Devletlerinde tüm kadınların %23'ünün sigara tiryakisi olduğu yönündedir.Bu tahminin en korkutucu yanı sigara kullanan kadınların büyük bir kısmının hamilelikleri süresince de bu alışkanlıklarından vaz geçmedikleri gerçeğidir. Hamilelikte sigara kullanımı tüm dünyada ciddi bir halk sağlığı problemidir. Sigara sadece kadının değil doğmamış bebeğin de sağlığını ciddi anlamda tehdit eden bir faktördür. Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan istatistikler kadınların hamilelikleri süresince sigara içmemeleri halinde yenidoğan ölümlerinin %10 oranında azalacağını göstermektedir. Her nefeste içinize çektiğiniz sigara dumanı yaklaşık 2500 değişik kimyasal madde içermektedir. Bu maddelerden hangilerinin bebeğiniz için zararlı olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte nikotin ve karbonmonoksitin kötü gebelik öyküsü için ana risk faktörü olduğu kabul edilmektedir.Karbonmonoksit araçların egzozundan çıkan gazın aynısısır. Sigara içindeki pekçok maddenin etkisi ile vücuta bazı değişikikler yaratır. Bu değişikliklerin en kısa vadede gerçekleşeni ve dikkat çekeni dolaşım sistemi üzerindeki etkisidir. İlk çekilen nefesle birlikte damarlarda ve bronşlarda bir büzüşme meydana gelir.Kan basıncında hafif bir artış ortaya çıkarken kanın oksijen taşıma kapasitesi belirgin derecede azalır. Bu durum ciddi problemlere neden olabilmekle birlikte çoğu zaman yetişkinler tarafından tolere edilebilir. Ancak hamile bir kadının ve karnındaki bebeğin tolere etmesi çok daha güçtür. Sigaranın hamilelikteki etkileri nelerdir? Hamilelik sırasında sigara içtiğinizde bebeğinize giden ve büyümesi için geresinim duyduğu kan, oksijen ve besin maddelerinde azalmaya neden olursunuz. Sigara içmeniz durumunda bebeğinizin düşük doğum ağırlığı ile doğma riskini yaklaşık 2 kat arttırırsınız. 1998 yılında ABD'de hamilelikleri süresince sigara kullanan annelerden doğan bebeklerin %12'si düşük doğum ağrılığı ile dünyaya gelmiştir. Yaşına göre düşük doğum ağrılıklı dünyaya gelen bebekler doğum sonrası bazı sağlık problemleri açısından yüksek risk taşırlar. Bunların en önemlileri serabral palsi (felç), zeka geriliği ve hatta ölüm riskidir. Öte yandan sigara içilmesi erken doğum riskini de %30 oranında arttırır. Bununla birlikte gebeliğin 16. haftasında sigarayı bırakan bir anne adayının bebeğinindüşük doğum ağrılıklı olma riski hiç sigara kullanmayan bir anne adayı ile aynı düzeye iner. Yani sigaray bırakmak için hiçbir zaman geç değildir. Erken doğum riskinin yanı sıra sigara bazı doğumsal anomalilerin görülme riskini de arttırmaktadır. Yeni yapılan bir çalışmada hamileliğin ilk 3 ayı boyunca sigara içen kadınların bebeklerinde daha fazla yarık damağa rastlandığı bildirilmiştir. Sigaranın hamilelikteki olumsuz etkileri bunlarla sınırlı değildir. Hamilelikte ortaya çıkabilen bazı problemler sigara içen kadınlarda daha fazla görülür. Örneğin sigara içen kadınların düşük yapma olasılığı içmeyenlere göre daha fazladır. Benzer şekilde plasenta previa ya da plasentanın erken ayrılması durumu da sigara kullanan kadınlarda 2 kat fazla karşılaşılan bir durumdur. Plasentanın erken ayrılması durumunda hem anne adayının hem de bebeğin hayatı ciddi oranda tehliaaae girer. Sigaranın gebelikteki belki de en korkutucu etkisi ölüm doğum riskinde yarattığı artıştır. Hamilelikleri süresince sigara içen kadınların bebeklerinin herhangi bir dönemde anne karnında hayatını kaybetme şansı sigara içmeyenlere göre çok daha fazladır. Doğum sonrası etkileri Sigara ve tütün ürünlerinin olumsuz etkileri sadece hamilelik ile sınırlı değildir. Hamileliğiniz boyunca sigara içmiş, ve herhangi bir sorun yaşamadan bebeğinizi dünyaya getirmiş olmanız bundan sonra sorun yaşamayacağınızın garantisi değildir çünkü hamileliği süresince sigara içen kadınlardan doğan bebeklerde "ani bebek ölümü sendromu" görülme riski yaklaşık 2 kat artmaktadır. Ani bebek ölümü sendromu bulunabilen herhangi bir neden olmaksızın bebeğin hayatını kaybetmesidir.Doğum sonrası bebeğin bulunduğu ortamda sigara içilmesi de ani bebek ölümü sendromu riskini arrtırmakla birlikte bebeğin sigara dumanına anne karnındayken maruz kalması daha büyük risk yaratmaktadır. Ani ölüm dışında bu bebeklerde doğum sonrası astım gibi bazı kronik sağlık problemlerine de daha fazla rastlanmaktadır. Anneleri hamilelikleri süresince sigara içen çocukların okul performansları da yaşıtlarına göre daha düşük olmaktadır. Bu çocuklarda matematik başta olmak üzere öğrenme bozuklukları izlenmektedir.Yine benzer şekilde bu çocuklarda davranış bozuklukları ve antisosyal davranışlara da daha sık rastlanmaktadır. Sigaranın etkilerini özetleyecek olursak Sigara düşük riskini arttırır Sigara yarık damak gibi bazı doğumsal anomalilerin görülme riskini arttırır. Sigara erken doğum riskini arttır Sigara plasenta previa ve abrubtio plasenta riskini arttırır. Sigara düşük doğum ağrılığı görülme oranlarını %30 arttırır Sigara anne karnında bebek ölüm riskini arttırır. Sigara çocukta ileri dönemlerde astım ve benzeri kronik hastalıkların görülme riskini arttırır Sigara çocuğun ileriki yaşamında öğrenme yeteneğinde azalmaya neden olur. Sigara çocuğun hiperaktif olmasına neden olabilir. Sigara çocukta davranış bozukluğu görülme riskini arttırır. Sigara çocuğunuzunda ileride sigara bağımlısı olma riskini arttırır. Yapılan çalışmalar günde içilen sigara sayısı ile risk arasında doğru bir ilişki olduğunu göstermektedir. Yani na kadar çok sigara içerseniz yukarıdaki problemlerle karşılaşma riskiniz o kadar artmaktadır. Ancak bir günde içtiğiniz sigara sayısını azaltmanız riski azaltmakla birlikte tamamen bırakmadığınız sürece sıfıra indirmez. Sigara kullanımının güvenli bir sayısı yoktur. Günde 3-5 tane sigaranın zararı olmaz demek mümkün değildir ancak doğal olarak karşı karşıya kalacağınız risk daha az olacaktır. İdeal olan hamile kalmadan önce sigaraya veda etmektir. İşte hamileyken sigarayı bırakmanız için 10 neden Sigarayı bıraktığınızda bebeğiniz de bırakmış olacaktır Bebeğiniz doğduğunda yaklaşık 200 gram daha ağır olacaktır Bebeğinizin doğum sonrası hastanede kalış süresi daha kısalacaktır Hamileliğiniz daha rahat geçecektir. Hamileliğiniz daha sağlıklı geçecektir. Bebeğinizin karnınızda ya da doğumdan sonra ölme riski azalacaktır Doğum sonrası bebeğinizde astım ve alerji gibi hastalıkların görülme riski azalacaktır. Sütünüz daha sağlıklı olacaktır Hastalık riskiniz azalacağından çocuğunuzun büyümesini daha aaaifli izleyebileceksiniz Sigaraya vereceğiniz parayı bebeğiniz için harcayabileceksiniz. Kaynaklar American College of Obstetricians and Gynecologists. Smoking and women's health. ACOG Educational Bulletin, number 240, September 1997. Ananth, Cande V., et al. Incidence of placental abruption in relation to cigarette smoking and hypertensive disorders during pregnancy: a aaaa-analysis of observational studies. Obstetrics & Gynecology, volume 93, number 4, April 1999, pages 622-628. Drews, Carolyn D., et al. The relationship between idiopathic mental retardation and maternal smoking during pregnancy. Pediatrics, volume 97, April 1996, pages 547-553. Hwang, Shih-Jen, et al. Association study of transforming growth factor alpha Taq1 polymorphism and oral clefts: indication of gene-environment interaction in a population-based sample of infants with birth defects. American Journal of Epidemiology, volume 141, number 7, 1995, pages 629-636. Moller, A.M., and Tonnesen, H. Smoking cessation and pregnancy. Ugeskr Laeger, volume 161, number 36, September 6, 1999, pages 4985-4986. Ness, Roberta B., et al. Cocaine and tobacco use and the risk of spontaneous abortion. The New England Journal of Medicine, volume 340, number 5, February 4, 1999, pages 333-339. R. Denson, M.D., J.L. Nanson, M.A.,  M. A. McWatters, R.N. The hyperkinetic syndrome is the result of several causes and the effect of any single agent is difficult to discern. Although the apparent association with heavy maternal smoking, in methylphenidate (Ritalin)-sensitive cases, does not predicate a causal connection, it does justify a careful assessment of the possible role of tobacco addiction in the etiology of this common disorder. Canadian Psychiatric Association Journal, Vol. 20:183-187, 1975 |
Sistoskopi
Sistoskopi nedir? Bu işlem elastik fiber optik bir borucuğun idrar kanalından sokularak Mesanenin (idrarkesesi ) görsel incelenmesidir. Bu işlem genellikle lokal anesaaai altında yapılmaktadır. Operasyonu takip eden ilk yıl içinde genellikle her üç veya dört ayda bir uygulanır. Daha sonra uygulama aralıkları uzatılabilir. Sistoskopi görülebilen tümörlerin belirlenmeside en geçerli yöntem olmasına rağmen bunların nükslerini önceden göremeyebilir. İşlem neden uygulanır? Bu işlem sıklıkla idrar yolları , idrar kesesi , prostat(erkeklerde) ve böbrek hastalıklarının tanısında kullanılır. Bunlar İdrarda kan bulunması İdrar yollarında yabancı cisim İdrar yolları ve kesesinin yaralanmaları Taş mevcudiyeti İdrar yolları ve böbrek kanserleri Prostat hastalıkları (erkek hastalarda) Üriner inkontinans (idrar tutamama) Boşaltım sisteminin doğumsal hastalıkları İdrar yolları darlıkları Nasıl uygulanır? İşlem uygulanmadan önce doktora daha önce geçirilmiş operasyonlar, ilaç alerjileri vs. gibi kişisel sağlık bilgileri verilmelidir. Aspirin , ağrı kesiciler ve başka ilaçlar kullanılıyorsa (ki bunlar kanın pıhtılaşmasını geciktirirler) doktor bilgilendirilmelidir. Doktorunuz gerekli ise bu ilaçların dozunu azaltabilir ya da tamamen kesebilir. İdrar yolları enfeksiyonu mevcut ise işlem öncesi tedavi edilmelidir. İşlem için bir giysi giyilir ve bir masanın üzerine sırt üstü uzanılır. Bu sırada her iki bacak yanlara açılır. Uygulamanın yapılacağı vücut bölgesi antiseptik bir sıvı ile temizlenir. Plastik bir şırınga ile üretraya (idrar kanalı girişi) jel kıvamında bir madde verilir. Böylece işlem sırasında rahatsızlık duymazsınız. Yaklaşık bir kalem genişliğinde bir tüp idrar kesesine kadar ilerletilir. Bu tüpe sistoskop denir. Sistoskop sayesinde idrar kesesi sıvı ile doldurulur. Böylece kese genişletilir ve uygulamayı yapan doktor daha net inceleme yapabilir. Bu işlem sırasında rahatsızlık duyulabilir ve acil idrar yapma hissi uyanabilir. Tüpün ucunda küçük bir ışık kaynağı ve kamera vardır; bu sayede mesane (idrar kesesi) bir monitör ekranından gözlenebilir. Sistoskopun ucu uzaktan kumanda ile hareket ettirilerek kesenin her köşesi değişik açılardan incelenebilir. Kamera yerleştirildikten sonra işlem yaklaşık 5-10 dk. kadar sürer. İşlem sırasında biopsi yapma ihtiyacı duyulursa ek olarak anesaaai verilebilir. İşlem öncesinde doktor gerekli bilgiyi verecektir. İşlem sonrası hastaya antibiyotik verilir ve hasta aynı gün evine gidebilir. Sıklıkla ertesi gün normal aktivitelere başlanabilir. Fakat yine de 1 hafta kadar ağır işlerden kaçınılmalıdır. İşlem sonrası riskler neler? İşlem sonrası işlemin uygulanmasından kaynaklanan bazı durumlarla karşılaşılabilir. Bu durumlar nelerdir: Ağrı Enfeksiyon (ateş ,akıntı vs.) Kanama (iç çamaşırda lekelenme tarzında) İdrar yapmada zolanma , yapamama Doktara ne zaman haber verilmeli? İdrar yapılamıyorsa İlaçlara cevap vermeyen ağrı varsa Ateş 38,5'in üzerinde ise Akıntı varsa Kanama devam edivorsa |
Sperm Allerjisi
1. Sperm alerjisi nedir? Spermin oluşturduğu immünolojik (bağışıklık sistemine özgü) problemlerin küçük bir bölümü sperm alerjisi olarak anılır. İçerdiği protein yapısındaki maddeler (antijenler) nedeniyle gerek sperm hücresi, gerekse içinde bulunduğu meni (seminal plazma) kadında alerjik reaksiyonlara yol açabilir. Bu tür immünolojik olaylar sadece kadında değil, erkekte de karşımıza çıkabilir. Erkek, kendi sperm hücresine karşı immünolojik yanıt oluşturabilir. Bu nedenle konuyu daha geniş anlamıyla yani sperm hücresi ve menideki antijenik özelliklerin bir çiftte oluşturduğu etkiler açısından ele almak gerekir. 2. Bu tür immünolojik olaylar hangi belirtilerle ortaya çıkar? İmmünolojik olaylar sonucunda kadında vajinal tahriş çok seyrek de olsa alerjik reaksiyonlar, ya da çiftte kısırlık sorunu ortaya çıkabilir. İmmünolojik problemler hayatın herhangi bir döneminde cinsel olarak aktif kadın ve erkekte görülebilir. 3. İmmünolojik problemler kısırlığa yol açar mı? Evet, immünolojik problemler düşük oranda da olsa kısırlığa yol açabilir. Özellikle erkekte, kendi sperm antijenlerine karşı oluşan antikorların yüksek oranda pozitif olması sperm hareketlerini olumsuz yönde etkileyerek, kadın üreme sistemine geçmesini engel olabilir. Ayrıca çok yüksek oranlarda antikor varlığı, spermin yumurtayı dölleyememesine neden olabilir. 4. Bu tür immünolojik problemleri hangi sıklıkta görüyorsunuz? Sperme karşı antikor varlığı toplumun yüzde 3-4’ünde görülüyor. Kısırlık problemi olan çiftlerin yaklaşık yüzde 5-10’unda ise erkek sperm hücrelerine bağlanmış antikorlar (antisperm antikorlar) bulunuyor. 5. Spermin içinde hangi maddeler bulunuyor ve bunlardan hangileri immünolojik problemlere yol açabiliyor? Gerek sperm hücresi, gerekse menide protein yapısında çeşitli maddeler (antijenler) bulunuyor. Menide bulunan ve spermi kaplayan antijenler daha çok kadında immünolojik yanıt oluşturur. Sperm hücresinin içindeki antijenler ise erkeklerde önem kazanmaktadır. Erkekte özellikle cerrahi girişimler, enfeksiyonlar, travma gibi kan ile testis dokusu arasındaki engelin yıkıldığı durumlarda immünolojik problemler ortaya çıkabilir. 6. Bu tür immünolojik problemi olan hastalara hangi tedavi yöntemlerini uyguluyorsunuz? Tedavi özellikle erkeğin sperm analizinde yüksek düzeyde antikor saptandığında uygulanır. Tedavilerden birisi uzun süreli kortizon tedavisidir. Diğer yöntemler ise suni döllenme ve tüp bebek gibi yardımla üreme teknikleridir. Tüp bebek yöntemi ancak, sperm tetkikinde çok yüksek oranda antikor varlığında ya da tekrarlayan suni döllenme tedavilerine yanıt alınamadığı durumlarda uygulanır. Uzun süreli kortizon tedavisinin yan etkilerinin yüksek olması nedeniyle yardımla üreme teknikleri immünolojik problemlerin çözümünde ön plana çıkmıştır. 7. Prezarvatif kullanımı immünolojik problemlerin giderilmesinde etkisi olabilir mi? Prezarvatif kullanımı kadında oluşabilecek alerjik reaksiyonları önleyebilir, ancak kısırlığa yol açabilen immünolojik problemleri çözmekte yetersiz kalır. Dolayısı ile immünolojik kısırlık tedavisinde terkedilmiş bir yöntemdir. |
Spiral (RİA)
Spiral (RİA) yada halk arasında yaygın şekilde kullanılan adıyla rahim içi araç tüm dünyada en fazla tercih edilen geri dönüşümlü doğum kontrol yöntemidir. Spiral ( RİA )'in bir başka özelliği de uzun süreli geri dönebilir yöntemler içinde maliyeti en düşük olan yöntem olmasıdır. Tüm dünyada yaklaşık 106 milyon kadının istenmeyen gebeliklerden korunmak için spiral yöntemini tercih ettiği tahmin edilmektedir. Bu kadınların %70'i sadece tek bir ülkede; Çin'de yaşamaktadır. Spiral kullanım alışkanlıkları incelendiğinde bazı coğrafi bölgelerde sıkça tercih edildiği, bazı bölgelerde ise neredeyse hiç kullanılmadığı görülür. Örneğin Çin'de her 3 evli kadından birisi spiral kullanırken, İskandinav ülkelerinde bu oran %18, Yakın doğu ve Afrika'da %12 iken Avrupa'da %7, Avustralya'da ise %5'dir. Kullanımın en düşük olduğu bölgelerden biri ise kuzey Amerika ve Sahra bölgesidir. Oranlardaki bu büyük dalgalanma yöntemin erişilebilirliği, uygulayacak eğitimli kişilerin varlığı ve kültürel farklılıklar ile açıklanabilir. Ancak gelişmişlik sıralamasında en başlarda yer alan kuzey Amerika'da tercih edilmemesinin nedeni farklıdır. Dalkon Shield adı verilen rahim içi aracın pelvik iltihabi hastalık görülme riskini belirgin derecede arttırdığının saptanması bu bölgede spiral kullanımının karşısındaki en önemli sorundur. Bu spesifik araç 25 yıl önce piyasadan çekilmesine karşın olumsuz etkileri ve önyargılar hala daha devam etmektedir. Günümüzde Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Amerikan Tıp Birliği (AMA) ve Amerikan Jinekolog ve Obstetrisyenler Birliği (ACOG) RİA'yı en güvenli ve etkili doğum kontrol yöntemlerinden biri olarak kabul etmektedir. SPİRAL RİA NEDİR? Rahim içi araç geri dönebilir doğum kontrolü sağlayan ve ana yapısı kıvrılabilir polietilen olan küçük bir araçtır. Yapısı T harfine benzer. Polietilen gövde üzerinde bakır tel sarılıdır. Bu bakır zaman içinde yavaş yavaş salınarak RİA'nın etki mekanizmalarından birini oluşturur. Günümüzde kullanılan modern spirallerlerin önerilen kullanım süreleri değişkendir. Üretici firmalar 3 yıl ile 8 yıl arasında değişen kullanım süreleri belirtmekle birlikte yapılan klinik deneysel çalışmalarda bunların hemen hepsinin 10 yıl süreyle sorunsuz kullanılabileceği gösterilmiştir. Temel yapı T şeklinde olmakla birlikte piyasada değişik marka ve yapılarda pek çok RİA bulunmaktadır. Bunların etkinlik açısından birbirlerine üstünlükleri yoktur. Toplumumuzda ithal spiral şeklinde bir tabir bulunmaktadır. Hastalar kendilerine ithal spiral takılmasını talep etmektedirler oysa Türk malı bir spiral zaten piyasada yoktur. Piyasada en sık bulunan RİA türleri Dünya üzerinde sıkça kullanılan RİA'ların hemen hepsinde polietilen gövde üzerinde baryum sülfat adı verilen bir madde kaplıdır. Baryum sülfatın amacı RİA'nın röntgen filmlerinde görülebilmesini sağlamaktır. Spiralin alt ucunda genellikle bir halkaya da topuz bulunur. Bu bölüme "spiralin ipi" bağlıdır. Bu ip bakterilerin yukarıya doğru tırmanmasına izin vermeyecek materyalden üretilmiştir. Bu ip pamuk ya da bazı doğal materyalden üretilmiş iplikler gibi sıvı çekerek şişmez. İpin görevi RİA çıkartılacağı zaman kolaylık sağlamaktır. Bunun yanısıra kontrollerde ipin uzunluk ve durumu RİA'nın yerinden kayıp kaymadığının anlaşılmasında yardımcı olur. RİA NASIL ETKİ EDER? Yüz yıla yakın bir zamandır istenmeyen gebeliklerin engellenmesinde güvenle ve yüksek etkinlikle kullanılmasına rağmen RİA'nın gebeliği nasıl engellediği hala daha tam anlamıyla anlaşılamamıştır. Yapılan biyokimyasal çalışmalar RİA kullanan kadınlarda döllenmenin hiç gerçekleşmediği gösterilmiştir. Ancak RİA'nın nasıl olup da fertilizayonu engellediği bilinmemektedir. Öne sürülen fikir sperm ve yumurtanın hareket yeteneğini etkilediği düşünülmektedir.RİA'dan salınan bakır sperm hareketliliğini engelliyor olabilir. Bir diğer olasılık da yumurtanın tüplerden geçişini hızlandırarak döllenmeye engel olmasıdır. RİA üzerinde bulunan bakır yavaş yavaş salgılanarak sistemin etkinliğini direkt olarak etkiler. Bu etki iki mekanizmayla ortaya çıkar. Birincisi bakır rahimin içini döşeyen endometrium tabakasında inflamasyon adı verilen bir reaksiyona neden olarak bu dokudan olan enzim üretimini değiştirir. Bu etki sonucu yumurta döllenmiş olsa bile rahim içinde tutunamaz. Öte yandan bakır prostoglandin adı verilen maddelerin üretimini etkileyerek gebeliği destekleyen hormonların üretimini bozar. Yani spiral hem döllenmeyi engeller hem de döllenme olsa bile bu embryonun rahim içinde tutunma ve canlılığını devam ettirme şansını azaltır. RİA'NIN ETKİNLİĞİ NE KADARDIR? RİA tüm doğum kontrol yöntemleri içinde etkinliği en yüksek olanlardan birisidir. Koruyuculuk araç takıldığı andan itibaren başlar. Kullanımın ilk yılı içinde 1.000 kadından sadece 6-8'i istenmeyen bir hamilelikle karşı karşıya kalır. Spiralin koruyuculuğu çıkarıldığı anda biter. Yumurtlama üzerinde bir etkisi olmadığından kişi aynı ay hamile kalabilir. RİA'nın cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı hiçbir koruyuculuğu yoktur. Bu nedenle bu hastalıklar açısından yüksek risk grubunda olan kadınlar (birden fazla partneri olan ya da, partneri birden fazla kişi ile ilişkisi olan kadınlar) mutlaka prezervatif kullanmalıdırlar. DOĞUM KONTROLÜ DIŞI YARARLARI NELERDİR? Doğum kontrol hapı ya da prezervatifin aksine RİA'nin istenmeyen gebelikleri önlemek dışında kadın sağlığı açısından herhangi bir yararı yoktur. Asherman sendromu açısından risk altında olanlarda ya da histeroskopi ile açılan rahim için yapışıklıklardan sonra yeniden yapışıklık olmasını engellemek amacıyla da kullanılabilir. RİA KİMLER İÇİN UYGUN BİR YÖNTEMDİR Aşağıdaki durumlar RİA için uygun adayları belirler: Yüksek etkili, uzun süreli ve geri dönebilen bir yöntem arayanlar Son 12 ay içinde pelvik iltihabi hastalık, gonore ve klamidya enfeksiyonu geçirmemiş olanlar Cinsel yolla bulaşan hastalıklar için yüksek risk grubunda olmayan kadınlar Emziren anneler Sigara kullanımı ya da başka nedenler ile doğum kontrol hapı veya diğer hormonal yöntemleri kullanamayanlar Doğum kontrol yöntemine fazla zaman ayırmak istemeyenler. (tak ve unut) RİA KİMLER İÇİN UYGUN DEĞİLDİR? Spiral kullanımının önündeki en büyük engel bilinen ya da şüphe edilen bir gebelik varlığıdır. Bunun dışında aşağıdaki durumların varlığında RİA takılması uygun değildir. Belsoğukluğu ya da klamidya gibi cinsel yolla bulaşan bir hastalık varlığı Son 3 ay içinde endometrium enfeksiyonu geçirmiiş olmak Son 3 ay içinde enfekte bir düşük olayı yaşamış olmak Kontrol altına alınmamış serviks ya da vajina enfeksiyonu olması Anormal vajinal kanama olması (nedeni açıklanamamış) Bilinen ya da şüphe edilen serviks veya endometrium kanseri olması Bağışıklık yetmezliği, AIDS, Lösemi gibi enfeksiyonlara duyarlılığa neden olan sistemik hastalıkların varlığı Serviks ve uterusda RİA'nın takılmasını olanaksız ya da tehlikeli hale getiren anatomik bozuklukların olması PAP smear sonucunun normal olmaması RİA'dan daha küçük ve kısa bir rahim olması Problem ortaya çıktığında tıbbi hizmet alma olanağının bulunmaması Yukarıdaki durumlara ek olarak bakıra alerjik olduğu bilinen kadınlara da RİA takılmaz. Diatermi adı verilen ısı tedavisi uygulanan kadınlarda RİA takılması doğru değildir. Tedavi sırasında ısınan bakır endometriumda kalıcı hasara neden olabilir. Vücutta tehlikeli miktarlarda bakır birikimi ile karakterize, nadir görülen genetik geçişli bir hastalık olan Wilson Sendromu varlığı da RİA uygulanmaması gereken bir durumdur. Bakteriyel endokardit adı verilen çok tehlikeli bir enfeksiyon açısından yüksek risk grubunda olan kalp kapakçık hastaları ise gerekli önlemler altında RİA kullanabilirler. RİA NASIL TAKILIR? RİA takılması zor bir işlem değildir. Genelde çok fazla ağrı olmaz ve kolaylıkla tolere edilebilir. RİA takılması ile ilgili detaylı bilgi için Spiral takılırken sizi neler bekler başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz. RİA takılmadan yarım saat kadar önce basit bir ağrı kesici alınması işlem sırasında ya da sonrasında yaşanabilecek krampları azaltacaktır. Bazı hekimler enfeksiyona karşı önlem olarak antibiyotik alınmasını önerebilirler. Bu şart olmayan bir uygulamadır. Jinekolojik muayenede olduğu gibi spekulum takılarak serviks görünür hale getirilir ve antiseptik solüsyon ile silinerek temizlik yapılır.Serviks tenekulum adı verilen bir alet ile tutularak çekilir ve uterus düz pozisyona gelir. Daha sonra histerometri adı verilen bir alet serviks ağzından rahim içine itilerek rahimin boyu ölçülür. Aplikatör tüp içinde bulunan spiral rahim ağzından geçirilerek rahim içine yerleştirilir ve rahimin tepe noktasına deyinceye kadar ittirilir.Bundan önce tüp üzerindeki işaret histerometri ile ölçülen mesafeye getirilerek tepe noktasından daha öne ya da arkaya ittirilmesi engellenmiş olur. Tüpün içindeki piston ileri doğru itilerek RİA'nın tüpün içinden çıkması sağlanır. Daha sonra tüp dikkatli bir şekilde uterus dışına alınır. Spiral artık tamamı ile içeridedir. Resimde doğru şekilde yerleştirilmiş bir spiral görülmektedir. RİA'nın ipi 0.5-1 cm dışarıda kalacak şekilde kesilir. RİA takıldıktan sonra doğru yerde olup olmadığı ultrason ile kontrol edilmelidir. RİA NE ZAMAN TAKILIR? En yaygın uygulama adet kanamasının ilk 3 günü içinde RİA takmaktır. Ancak bu şart olmayan bir uygulamadır. RİA doğum ya da sezaryen sonrası, veya kürtajdan hemen sonra takılabilir. Bu konu ile ilgili detaylı bilgi için Spiral ne zaman takılmalıdır başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz. RİA TAKILDIKTAN SONRA RİA takıldıktan hemen sonra yada takılması sırasında hafif kramp tarzında ağrılar olabilir. Bunlar normaldir ve geçicidir. Pek çok kadın takılan spirale çok çabuk uyum sağlar.İlk birkaç ay adet kanamaları fazla miktarda ve ağrılı olabilir ancak zaman içinde bu durum ortadan kalkacaktır. Kullanıcıların %95'i herhangi bir rahatsızlık yaşamazlar. İlk birkaç ay adet aralarında lekelenme tarzında kanamalar olabilir. Adet kanamalarının 10 güne kadar sürmesi normaldir. KONTROLLER RİA takılmasını takiben ilk adet kanamanızdan sonra mutlaka ilk kontrolünüze gitmelisiniz. Bu kontrolde spiralinizin yerinde olup olmadığına ve herhangi bir enfeksiyon bulunup bulunmadığına bakılacaktır. Her şey yolundaysa yılda bir kez kontrole gitmeniz yeterlidir. Bu kontrolde çok daha önemli bir test olan PAP smear testiniz de yapılabilir. KENDİ KENDİNE RİA KONTROLÜ Bazen rahim takılan spirali dışarıya atabilir. Bu durumla hiç doğum yapmamışlarda daha sık karşılaşılır. RİA en fazla kullanımın ilk 3 ayında görülür. Bu nedenle her zaman dikkatli olmalı her tuvalete gittiğinizde çamaşırınızı ve pedinizi kontrol etmelisiniz. UYARI İŞARETLERİ RİA kullanırken aşağıdaki durumlar ortaya çıkarsa zaman kaybetmeden doktorunuzu aramalısınız. Adet gecikmesi olması Şiddetli kasık ağrısı ya da kramplar Baygınlık Açıklanamayan ateş ve titreme Kötü kokulu akıntı Anormal vajinal kanama Normalde RİA ilişki sırasında hissedilemez. Eğer partneriniz hissettiğini söylüyorsa RİA yerinden kaymış olabilir. ÇIKARTILMASI RİA'nın çıkartılması son derece kolay ve ağrısız bir işlemdir. Doktorunuz spekulum taktıktan sonra spiralin ipini bir aletle tutarak çeker. Nadiren RİA uterus içine hafifçe gömülebilir ya da ipi içeriye kaçabilir. Böyle bir durumda bazı özel aletler yardımıyla çıkarılabilir. Eğer bu şekilde de çıkmaz ise histeroskopi altında çıkartılması gerekebilir. RİA'NIN AVANTAJLARI Uzun süreli, geri dönebilen bir yöntemdir Koruyuculuk oranı çok yüksektir Maliyeti çok düşüktür Acil korunma amaçlı kullanılabilir. Etkisi hemen başlar, çıkartılmasıyla birlikte sona erer RİA'NIN DEZAVANTAJLARI Sadece deneyimli bir uzman tarafından takılıp çıkartılabilir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı hiçbir koruma sağlamaz Kanama düzensizliklerine neden olabilir. Uygulanması diğer yöntemlere göre biraz daha ağrılıdır. |
Stress ve Gebelik
Hamilelik süreci hem kadın hem de ailesi için özel ve farklı bir dönemdir. Bu dönemde hamile kadının vücudunda, duygularında, ve yaşam tarzında değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler yaşam kavgası içinde iş ve aile yaşantısında pek çok zorluk yaşayan kadına yeni stressler ekler. Ancak stress her zaman sanıldığı kadar kötü değildir. Uygun şekilde üzerine gidildiği taktirde stress insanlara yaşam mücadelesinde heves ve güç verebilir. Stress kaynakları ile baş edebildiğini düşünen insan (buna hamile kadınlar da dahildir) kendini enerjik ve güçlü hisseder. Böyle bir kadın ev ve iş yaşantısında üzerine düşen görevleri daha kolaylıkla yerine getirebilir ve stress'ten kaynaklanan sağlık sorunlarına daha az maruz kalır. Buna karşılık stress rahatsız edici boyutlra ulaştığında bütün insanlar için olduğu gibi hamile bir kadın için de zararlı olabilir. Aşırı stress kısa dönemde halsizlik, yorgunluk, uykusuzluk, anksiyete, iştahta artma ya da azalma, baş ve sırt ağrılarına yol açabilir. Yüksek düzeyde stress uzun süre devam ettiğinde enfeksiyonlarla başa çıkma yeteneğinde azalma, yüksek tansiyon ve kalp hastalıkaları gibi problemleri beraberinde getirebilir. Yapılan çalışmalar uzun süreli yüksek stress'in hamilelik üzerinde olumsuz etkilerinin olabileceğini ve bazı özel riskleri beraberinde getirebileceğini düşündürmektedir. Hamile kadınlar ne tür stressler ile karşı karşıyadır? Hamileliğe bağlı ortaya çıkan bulantı, kusma, sık idrara çıkma, bel ağrısıi, ellerde ve ayaklarda şişlikler gibi belirtiler hamile kadın için stress kaynağı olabilir. Hamilelik sürecinde ortaya çıkan hormonal değişimler kadının psikolojik durumunda ve mizacında değişikliklere neden olabilir. Hamile kadın ve eşini stresse sokan önemli bir faktör de bebeklerinin sağlık durumudur. Bebeğin sağlıklı olup olmadığı hemen hemen tüm kadınlarının zihnini tüm hamilelik süreci boyunca meşgul eder. Bununla birlikte özellikle ilk hamileliğini yaşayanlar doğum süreci ve doğum şekli ile ilgili olarak da sıkıntılar yaşarlar. Kadınların pek çoğu doğum sancıları ile başa çıkamayacağını, rahat ve güzel bir doğum yapamayacağını ve bebeğine zarar verebileceğini düşünür. Anne-baba adaylarını endişelendiren bir başka konuda ekonomik faktörlerdir. Bebeğin doğumu ve sonrasındaki harcamalar sırasında sıkıntı yaşayacakları korkusu geleceğin ebeveynlerini huzursuz eder. Özellikle son yıllarda tüm dünyada yaşanan ekonomik krizler nedeniyle işsiz kalma korkusunun da eklenmesi yaşanan stressin artmasına neden olmuştur. Tüm bu stressler eğer riskli bir gebelik söz konusuysa kat be kat artar. Hamileliğin getirdiği yüksek risk nedeni ile işinden ayrılmak zorunda kalan, hele hele yataağa bağlanmak zorunda kalan kadın için önündeki dönem oldukça zor geçecektir. Yapılan bazı çalışmalar yüksek orandaki stressin erken doğum ve düşük doğum ağrılıklı bebek dünyaya getirme riskini arttırdığını göstermektedir. Son zamanlarda araştırmacılar stressin hangi mekanizmalar ile bu sonuca neden olduğunu araştırmaktadırlar. 1999 yılında Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles Tıp Fakültesinde yapılan bir araştırmada hamileliklerinin 18-20. haftasında yoğun stress yaşadıklarını ifade eden kadınların kan dolaşımında kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH) adı verilen bir hormonun yüsek oranda bulunduğu saptanmıştır. Aynı çalışmada yüksek miktarlardaki CRH'nin erken doğum ile ilişkisinin olabileceği gösterilmiştir. Aynı bulgular başka araştırmalar tarafından da desteklenmektedir. Beyin ve plasenta tarafından üretilen CRH doğum eylemi ile yakından ilgilidir. CRH vücutta prostoglandin adı verilen verahim kasılmalarına yol açan bazı maddelerin salınmasını tetikler. CRH stress ortaya çıktığında beyinden salgılanan ilk hormondur. Erken doğan bebeklerin kilolarının düşük olması normaldir. Ancak stress, zamanında doğan bebeklerin kilolarının da olması gerekenden daha düşük olmasına yol açmaktadır. CRH ve benzeri stress hormonları plasentaya giden damarlarda daralmaya neden olarak bebeğe daha az oksijen ve besin maddesi gitmesine neden olmaktadırlar. Bu durum bebeklerdeki gelişme geriliğinin sebebi olabilir. Öte yandan yaşanan stress anne adayının davranış ve alışkanlıklarının değişmesine neden olarak erken doğum ve düşük doğum kilosuna yol açabilir. Örneğin yüksek oranda stress yaşayan bir kadın sağlıklı yaşam koşullarına dikkat etmeyebilir, yeterli ve düzgün beslenmeyebilir ve hatta alkol ve sigara gibi hamilelik üzerinde olumsuz etkileri olduğu kanıtlanmış alışkanlıklar edinebilir. Bu alışkanlıklar sadece erken doğum ve düşük doğum ağırlığına değil bebekte bazı yapısal anomalilerede yol açabilir. Yapılan çalışmalar stressin bazı gebelik komplikasyonları ile de ilgisinin olabileceğini göstermektedir. Finlandiya'da yapılan bir araştırmada gebeliklerinin erken döneminde yoğun stress yaşyan kadınlarda gebeliğe bağlı yüksek tansiyon ve preeklempsinin yaklaşık 3 kat daha fazla görüldüğü saptanmıştır. 1995 yılında Kaliforniya'da yapılan bir başka çalışma ise yoğun stress'in düşük riskini 2-3 kat arttırdığını ve bu artışın 32 yaşından büyük kadınlarda daha belirgin olduğunu ortaya koymuştur. Her birey farklı durum ve davranışları stress kaynağı olarak görür. Birisi için eğlenceli olan bir durum diğeri için stress kaynağı olabilir. Benzer şekilde bireylerin strese verdiği cevap da farklıdır. Kentucky Üniversitesi Tıp Fakültesinde yapılan bir araştırmada kan basınçları normal olan hamile kadınlara bir matematik problemi sorulmuş ve daha sonra kan basınçları ölçülmüş.Kan basıncındaki artışın daha fazla olduğu kadınlarda hamileliğin ilerleyen dönemlerinde erken doğum ve fetal gelişim geriliğinin daha sık ortaya çıktığı saptanmış. Bu öncü çalışmanın sağladığı bulgular stress kaynakları ve bunlarla mücadele teknikleri konusunda yeni çalışmaların yapılmasına ön ayak olabilir. Hamile kadın yaşadığı stressi nasıl azaltabilir? Her hamile kadın özel ve iş yaşantısındaki stress kaynaklarını belirlemeli ve bunlarla mücadele yöntemleri geliştirmeye çalışmalıdır. Hamile olsun ya da olmasın her kadın eğer sağlıklı ve güçlü ise stress ile daha kolay mücadele edebilir. Bu nedenle hamile bir kadın sağlıklı beslenmeli, yeteri kadar uyumalı, alko ve sigaradan uzak durmalı ve egzersiz yapmalıdır. Egzersiz kadının güçlü olmasını sağlar ve yorgunluk, halsizlik ve bel ağrıları gibi hamilelik ile ilgili rahatsızlıkların görülme sıklığını azaltır. Kadının eşi, ailesi ve iş arkadaşlarının desteği de son derece önemlidir. Bu kişiler hamile kadına duygusal açıdan destek olabilecekleri gibi, işlerinde yardımcı olarak da kadının yaşadığı stressin azalmasına yardımcı olabilirler. Hamilelikte önerilen bazı stress ile mücadele teknikleri vardır. Özellikle gevşeme teknikleri doğum sırasında da kadına yadımcı olur. Hamilelik süresince stress ile başa çıkmak için: Bebeğinizin ve kendinizin sağlığı için gevşeyin. Dinlenmek için gün içinde kendinize zaman ayırın. Rahat bir pozisyon alın. Telefon ve televizyon gibi cihazların olmadığı bir odada uzanın. Zihinsel olarak kendinizi hazırlayın. Aklınızdan herşeyi çıkartarak gevşemeye çalışın. Soluk alıp verişiniz üzerine odaklanın. Karnınızdan (göğsünüzden değil) nefes alıp verin. Yavaş, derin ve ritmik bir şekilde soluk alıp verin. Kaslarınızı dinleyin ve onları gevşetmeye çalışın. Kendinizi huzur verici bir yerde düşleyin. Bebeğinize güzel süzler fısıldayın. Bunları hergün 20-30 dakika süreyle yapın. Referanslar Fenster, L., et al. Psychologic stress in the workplace and spontaneous abortion. American Journal of Epidemiology, volume 142, number 11, 1995, pages 1176-1183. Hobel, C.J., et al. Maternal plasma corticotropin-releasing hormone associated with stress at 20 weeks’ gestation in pregnancies ending in preterm delivery. American Journal of Obstetrics and Gynecology, volume 180, number 1, part 3, January 1999, pages S257-S263. Kurki, Tapio, et al. Depression and anxiety in early pregnancy and risk for preeclampsia. Obstetrics & Gynecology, volume 95, number 4, April 2000, pages 487-490. McCubbin, James A., et al. Prenatal maternal blood pressure response to stress predicts birthweight and gestational age: a preliminary study. American Journal of Obstetrics and Gynecology, volume 175, number 3, September 1996, pages 706-712. |
Su Çiçeği ve Gebelik
Herpes grubu viruslerin neden olduğu bir enfeksiyon olan su çiçeği ya da bilimsel adı ile varicella çocukluk çağı hastalıklarından birisidir. Herpes vürusler insanda temel olarak suçiçeği ve uçuğa neden olurlar. Çocukluk çağı hastalığı olmakla birlikte su çiçeği nadiren erişkinlerde de görülebilir. Erişkinlerde görülen hastalığın çocuklardakinden farkı çok dha ciddi seyretmesi, hatta ölümcül olabilmesidir. Erişkinler içinde hastalığı en ağır geçirenler hamilelerdir. Görülme sıklığı Elde kesin veriler olmamakla birlikte tüm dünyadaki kişilerin %80-85'inin çocukluk döneminde su çiçeği geçirdiği tahmin edilmektedir. Hastalık bir kere geçirildiğinde kalıcı bağışıklık sağlanır ve kişi daha sonraki yaşantısında yeniden su çiçeğine yakalanmaz. 15 yaşından büyük bireylerde ise görülme sıklığı %1-2 civarındadır. Hamile kadınların ise yaklşık 10.000'de 5'inde görülür. Diğer çocukluk çağı hastalıklarında olduğu gibi en sık kış ve bahar aylarında ortaya çıkar. Bulaşma şekli Su çiçeği havadaki virus parçacıklarının solunması ya da aktif enfeksiyon geçiren bir kişeye direkt temas yolu ile bulaşır. Aynı ev içinde bir bireyde suçiçeği olması durumunda eğer daha önceden geçirmemişseniz %90 olasılıkla hastalığa yakalanacaksınız demektir. Hastalığın seyri İlk temas ya da virusun solunum yoluna girmesinden sonra ağız ve burun içini döşeyen mukoza enfekte olur. Takip eden 1-4 günlerde virüs bölgesel lenf düğümlernde çoğalmaya başlar. Daha sonra buradan kan yolu ile diğer organlara (temel olarak karaciğer ve dalak) ulaşır ve burada da çoğalmaya devam eder. İlk temastan 10-14 gün sonra ikinci viremi adı verilen tablo ortaya çıkar ve vürus kan yolu ile cilde kadar ulaşır. İlk temastan 14-15 gün sonra ciltte tipik döküntü ortaya çıkar. Bir başka değişle hastalığın kuluçka süresi 14 gün kadardır ancak bu süre 10-21 gün arasında değişebilir. İkinci viremi başladığında hastalığın bulaşıcılığı da başlamış olur. Yani döküntüler ortaya çıkmadan 1-2 gün önce hastalık başkalarına bulaşabilir. Belirtileri Suçiçeğinin en önemli belirtisi vücutta yaygın şekilde görülen döküntülerdir. Döküntü ortaya çıkmadan önce erişkinlerde ateş, halsizlik, kas ve eklem ağrıları ile başağrısı görülebilir. İlk lezyonlar önce yüzde ortaya çıkar ve yavaş yavaş aşağılara doğru iner. İlkönceçıkan lezyonlar en önce olmak üzere 4-7 gün içinde tüm döküntüler iyileşir. Döküntüler tamamen iyleşene kadar bulaşıcılık devam eder. Su çiçeği enfeksiyonları zaman zaman komplikasyonlara neden olabilir. Erişkinlerde hastalığa bağlı ölüm oranının 100.000'de 50 olduğu tahmin edilmektedir. Erişkinlerde en sık karşılaşılan komplikasyon pnömoni yani zaatürredir. Zaatürre nedeni ile hastaneye yatırılarak tedavi gerektiren hastaların oranı %5-14 civarındadır. Ancak bu durum ortaya çıktığında ölüm riski %12'lere kadar artabilmektedir. Belirtiler genelde döküntüler görüldükten 1-6 gün sonra ortaya çıkar. Öksürük, solunum güçlüğü, ateş, göğüs ağrısı ve tükrükte kan olması tipik bulgulardır. Suçiçeğinin bir diğer ciddi komplikasyonu da beyin iltihabıdır ancak bu durum çok nadir görülür. Tanı Suçiçeği tanısı tipik döküntülerin görülmesi ile konur Hamilelik ve suçiçeği Hamilelikte su çiçeği geçirilmesi riskli bir durumdur. Bölye bir durumda pnömoni başta olmak üzere komplikasyonların görülme riski daha yüksek olduğu gibi hastalık çok daha ciddi seyreder. Günümüzün gelişmiş yoğun bakım şartlarının olmadığı günlerde su çiçeği pnömonisi nedeni ile hamile kadınlardaki ölüm oranlarının %35'e yakın olduğu bilinmektedir. Hamile kadınlarda su çiçeğine bağlı zaatürre görülmesi açısından bazı risk faktörleri vardır. Bunlar arasında sigara, kronik akciğer hastalıkları ve bağışıklık sistemi hastalıkları sayılabilir. Döküntülerin şiddeti ve sayısı ne kadar fazla ise komplikasyon görülme olasılığı da o derece yüksektir. Gebeliğin son dönemlerinde rahimin büyümesine ve yukarıya doğru baskı yapmasına bağlı olarak akciğer kapasitesinin azalması da pnömoni açısından risk faktörü olarak kabul edilir. Hamileliği sırasında su çiçeği geçiren bir kişi ile temas eden kadında zaman kaybetmeden bağışıklık olup olmadığı incelenmelidir. Bunun için basit bir kan testi yeterlidir. Üreme çğındaki kadınların neredeyse %90'ından fazlasının bağışık olduğu düşünüldüğünde bu incelemenin rutin gebelik incelemeleri arasında yer almaması normaldir. Kişinin su çiçeği geçirdiğini ya da aşı olduğunu bilmesi bağışık olduğu anlamına gelir. Böyle bir durumda dakanda inceleme yapmaya gerek yoktur. Bağışıklığı olmayan kişilerde ise temastan sonraki ilk 96 saatte koruyucu immunglobulin yapılabilir. Hamile bir kadın su çiçeğine yakalandığında yakın takip edilmesi şarttır. Gerekli görülen durumlarda (döküntünün şiddetine göre) hastayane yatırılarak damar yolu ile antiviral tedavi verilmesi gerekli olabilir. Hastalığa bağlı zaatürre genelde 4. günden sonra ortaya çıktığından döküntülerin görülmesnden sonraki ilk 3 günde böyle bir tedaviye gerek olup olmadığına karar verilmelidir. Hamilelikte su çiçeği görülmesi durumunda hastaneye yatırarak tedavi etme kriterleri şunlardır: Mutlaka hastaneye yatırılması gereken durumlar: Göğüs y ada karın ağrısı Başağrısı dışında nörolojik belirtiler Döküntülerde kanama Döküntünün çok şiddetli olması, ağız içinde vb döküntü olması Bağışıklık sistemi bozukluğu olması Şart olmamakla birlikte hastanede izlenmesi daha uygun olan durumlar: Gebeliğin son dönemleri Daha önceden ölü doğum ya da tekrarlayan düşük öyküsü Sigara kullanımı Kronik akciğer hastalığı Düşük sosyoekonomik düzey Hastayı evde takip etme olanaklarının kısıtlı olması Hastanın aşırı endişeli olması Hastanede yattığı sürece hastaya destek tedavisi uygulanır. Yeterli okijenizasyonu sağlamak için gerekirse hasta suni solunum makinesine bağlanabilir. Hastalığın üstüne ikincil bir bakteriyel enfeksiyon binmesini engellemek amacıyla antibiyotik koruması uygulanması yaygın bir yaklaşımdır. Tedavi edici etkisi tartışmalı olsa da immmunglobulin uygulaması yapılabilir. Sık kullanılan ajanlar oln kortikosteroidlerin yararı ise kanıtlanmamıştır. Asiklovir Asiklovir, uçuk başta olmak üzere herpes grubu virüslerin neden olduğu enfeksiyonlarda yıllardır kullanılan bir ajandır. Gebelikte C kategorisi ilaclar arasında yer alır. Yapılan geriye dönük incelemelrde gebelikte kullanımı ile ilgili herhangi bir olumsuz etkiye rastlanamıştır. Hamile bir kadında su çiçeği ortaya çıkması durumunda damardan asiklovir tedavisi uygulanır. Suçiçeğinin bebek üzerindeki etkileri Annede aktif enfeksiyon olması durumunda bebekte bazı olumsuz etkiler ortaya çıkabilir. Olası sekeller enfeksiyon ortaya çıktığındaki gebelik yaşına bağlıdır. Bu sekellerin görülme sıklığı son derece düşüktür. Bebeklerin %97'sinde herhangi bir etki ortaya çıkmaz. Intrauterin enfeksiyon olması 3 şekilde sonuçlanabilir: konjenital varisella sendromu, yenidoğanda su çiçeği, ya da belirtiler olmadan kan değerlerinin pozitif olması. Gebeliğin son dönemleri Gebeliğin son trimesterinde su çiçeğine yakalanan bir kadının bebeğinde de su çiçeği görülebilir. Eğer ilk viremi atağı sırasında virüsler plasentada bebeğe geçerse bebekteki hastalık annesinden 1-2 gün sonra ortaya çıkarken, ikinci viremi sırasında geçiş olursa anne ile bebkteki hastalık arasında 10 günlük bir fark olabilir. Böyle bir durumda bebekte organ oluşumu tamamlandığı için herhangi bir anomali görülmez ancak yenidoğanda suçiçeği aha şiddetli geçebilir ve hatta ölümcül olabilir. İlk ya da ikinci trimester'da su çiçeği Bu dönemlerde görülen su çiçeği fetal anomalillere neden olabileceğinden çok daha önemlidir. Konjenital varicella sendromu bebeğin kol ve bacaklarında, derisinde, göslerinde ve sinir sisteminde anomalilere neden olabilir. Hatta nadiren bebek anne karnında hayatını yitirebilir. Belirtiler en çok 20. gebelik haftasından önce hastalığı geçiren anne adaylarından doğan bebeklerde görülür. Görülebilecek olan bulgular şunlardır: Düşük doğum ağırlığı Ciltte lekelenmeler Ciltte zig-zag şeklinde nedbe dokusu Gözlerin normalden küçük olması Katarakt Göz enfeksiyonları Görme sinirinde küçülme Kollar ya da bacaklarda kısalık Parmaklarda anomali Kaslarda güç kaybı His kaybı Derin tendon reflekslerinde kaybolma ya da azalma İdrar ya da dışkı tutamama Beyin iltihabı Kafanın normalden küçük olması Kafa içinde su toplanması Beyin dokusunun gelişmemesi Sara nöbetleri Zeka geriliği Böbreklerde anomali Barsaklarda gelişme bozukluğu Ancak bu bulguların ortaya çıkma olasılığı son derece düşüktür. Almanya ve İngiltere'de yapılan ve hamileliklerinin 36 haftasından önce suçiçeği geçiren 1373 kadından doğan bebekler incelendiğinde sadece 7 bebekte konjenital varicella sendromuna rastlanmış. Haftalara göre bakıldığında ise ilk 12 haftada su çiçeği geçirenlerde risk %0.4 iken 13-20 haftalar arasında bu risk %2 olarak hesaplanmıştır. Gebelik sırasında su çiçeği geçirilirse ne yapmak gerekir? Bu son derece tartışmalı bir konudur. Bebekte anomali riski aslında son derece düşüktür ve bu risk hamileliğin 8-20 haftaları arasında su çiçeği geçirildiğinde en yüksektir. Bu nedenle gebelği sonlandırıp sonlandırmamaya kendiniz karar vermelisiniz. Öte yandan doğumdan 5 gün öncesi ile sonraki ilk 2 gün arasında su çiçeği ortaya çıkarsa yenidoğanda su çiçeği görülme olasılığı %20-25 civarındadır ve bebek doğduktan sonra immunglobulin yapılmalıdır. Yenidoğanda görülen su çiçeği %30 civarında ölüm riski taşır. Böyle bir durumda doğumun 5 gün geciktirilmesi yararlı olacaktır. Eğer doğumdan 6 gün ya da daha uzun bir süre önce hastalık geçirilirse böyle bir durumda bile bebekte suçiçeği görülem riski vardır ancak anneden geçen antikorlar nedeni ile bebekteki hastalık daha hafif seyreder. Bebekteki klinik etkisi Annede su çiçeği görülen dönem Risk Varisella sendromu İlk 20 hafta 13- 20 haftalar %1 %2 Yenidoğanda şiddetli suçiçeği Doğumdan 5 gün önce ile doğumdan sonraki ilk 2 günde % 20-25 Yenidoğanda hafif suçiçeği Doğumdan önceki ilk 5 günden daha önce ???? Suçiçeği aşısı ve gebelik Su çiçeği aşısı olduktan sonra 3 ay gebe kalınmaması önerilir anck bu önerinin rasyonel bir gerekçesi yoktur. Bu öneri sadece tüm diğer canlı virus aşıları ile aynı öneriler doğrultusunda verilmektedir. Öte yandan Amerikan Pediatri Akademisi suçiçeği aşısından sonra bir ay beklemenin yeterli olduğunu ileri sürmektedir. Aşıdan sonra ilk ayda ya da daha önce hamile kalan kadınlardan doğan normal bebeklerle ilgili pekçok rapor mevcuttur. Suçiçeği aşısı canlı ancak etkisi azaltılmış virusler kullanılarak hazırlanan bir aşıdır.Bu nedenle bazı bireylerde hafif bir enfeksiyon ve döküntüye neden olabilir. Döküntü varlığı durumunda bulaşıcılık olabileceği akılda tutulmalıdır. |
Tekrarlayan düşükler:Habitüel abortuslar
İlk gebeliği düşükle sonlanan kadınların en büyük korkularından biri bir daha hiç çocuğunun olmayacağı ya da sonraki gebeliklerinin de düşükle sonuçlanacağıdır. Bu gerçek değildir. Ancak düşük yapan kadınların daha sonraki gebeliklerinde düşük yapma ya da düşük tehditi yaşama olasılıkları hiç yapmamışlara göre biraz daha yüksektir.Arka arkaya 3 ya da daha fazla sayıda gebeliğin düşük ile sonuçlanmasına tekrarlayan düşük ya da habitüel abortus adı verilir. Burada önemli olan nokta düşüklerin birbirini takip eden gebeliklerde yani arka arkaya olmasıdır. Çok yakın bir geçmişe kadar altta yatan herhangi bir anomalinin bulunamadığı düşüklerde olay açıklanamayan düşük olarak adlandırılmaktaydı. Oysa bugun biliyoruz ki bu ve bunun gibi bazı açıklanamayan durumlarda altta yatan etken büyük olasılıkla kişinin bağışıklık sistemi yani immunolojik sistemdir. Bu sistemin desteklenmesine bağlı tedavi yaklaşımları tekrarlayan düşük yaşıyan kadınlarda oldukça fayda sağlamaktadır. Tekrarlayan düşük tanısı konulan kişilerde ikinci adım altta yatan belirli bir patolojinin olup olmadığının saptanmasıdır. Nedenleri Rahim'e ait anomaliler Habitüel abortusu olan kadınların yaklaşık %12-15'inde sorun rahimden kaynaklanmaktadır. Rahimde çift göz olması olarak bilinen durum ya da rahim ağzının gereğinden fazla açık olması tekrarlayan düşükler ile sonuçlanabilir. Bunun anlaşılması için rahim ağzı açıklığının değerlendirilmesi ve rahim filmi çekilmesi gereklidir. Eğer problem rahim ağzı yetmezliği ise gebeliğin erken dönemide konulacak bir dikiş ile (serklaj) gebelik miada kadar götürülebilir. Çift gözlü rahim ya da benzer bir şekil bozukluğu olanlarda ise bunu gidermeye yönelik operasyonlar planlanır. Hormonal Nedenler Tekrarlayan düşüklerde önemli bir sebepte hormonal bozukluklardır. Pekçok hormon bozukluğu düşüğe neden olabilir. Örneğin tiroid hormonlarındaki azalma ya da artışlar düşük nedeni olabilir. Bu durumun tedavi edilmesi genelde gebeliğin sorunsuz devam etmesini sağlar. Yine önce yumurtalıklardan daha sonrada plasentadan salgılanan ve görevi gebeliğin idamesi olan progesteron hormonunun yetersizliği de düşükle sonuçlanır. Luteal faz yetmezliği denen bu durumun tedavisi eksik olan hormonun dışarıdan verilmesidir. Günümüzde luteal faz yetmezliğinin olup olmadığı tartışmalıdır. Süt hormonu olarak da bilinen prolaktin hormonunun düzensizlikleri de önemli bir infertilite ve düşük nedenidir. En sık kanda fazla miktarda bulunması yani hiperprolaktinemi görülür. Tıbbi tedaviden fayda görür. Kromozomal nedenler Düşüklern en önemli nedenlerinden biri de kromozomal bozukluklardır. Eğer ailede sonraki bireylere aktarılabilecek genetik bozukluklar mevcut ise tekrarlayan düşüklerin nedeni bu olabilir. Böyle bir durumdan şüphelenildiğinde eşlerde kromozom analizi yapılır ve eğer patoloji saptanır ise genetik danışmanlık gerekli olur. Bağışıklık sistemi Son yıllarda giderek daha iyi anlaşılan ve bugüne kadar nedeni açıklanamayan pekçok hastalığın altında yatan sebep bağışıklık sistemidir.Bu sistem kabaca vücudun savunma mekanizmasıdır. Gerek dışarıdan gelen gerekse vücudun kendi içinde yer alan hastalık etkenlerine karşı koruma sağlar. Bu sitem kendisini aktive eden faktörleri (bunlara antijen adı verilir) kendinden ya da yabancı olarak algılar. Yabancı antijenlere karşı tepki yaratır. Bazen hatalı olarak kendine ait antijenleri de yabancı olarak algılar. Buna otoimmün antijen adı verilir. Bağışıklık sistemi hafızası olan bir mekanizmadır. Yani bir kez karşılaştığı ve mücadele ettiği etkeni unutmaz. Hastalık etkeni vücuda girdiğinde bağışıklık sitemi buna karşı bir antikor üretir. Bu antikorlar daha sonra ömür boyu vücutta kalır.Bu nedenle aynı etkenle yeniden karşılaşıldığında bu etken vücutta hastalık yaratmaz. Çocukluk çağında geçirilen bazı hastalıkların ikinci kez geçirilmemesinin nedeni budur. Otoimmün problemler Annenin kendine normalde bulunan bazı faktörleri yabancı kabul ederek antikor üretmesidir. Bu tablo bazen tekrarlayan düşüklere neden olabilir. En sık antifosfolipid antikor varlığında düşük olur. Fosfolipidler vücudun hücre sisteminin yapıtaşlarından birisidir. Özellikle hücre zarında bulunurlar. Antifosfolipid antikor varlığında plasentadaki kan akımları bozulur, bu dolaşımda pıhtılaşmalara neden olur ve sonuçta düşük görülür. Antifosfolipid antikorla dışında hücre çekirdeğine hatta tiroid bezine karşı gelişen antikorlar da düşük nedeni olabilir. Otoimmün nedenlere bağlı düşük yapan kadınlarda ilk tedavi yaklaşımı kanın pıhtılşaması önleyecek ilaçların verilmesidir. Bu amaçla en sık aspirin kullanılır. Mutlaka hekim kontrolünde verilmelidir. Ayrıca bağışıklık sistemini baskılayacak kortizon türü ilaçlar da kullanılabilir. Bu tür hastalarda çok yakın takip gereklidir. Bağışıklık sistemi ile ilgili dünyada heryıl pekçok çalışma yapılmakta ve bu sistem her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Bu konu ile ilgili bilgilerimiz arttıkça pekçok hastalığın sebebi açıklığa kavuşacak ve tedavileri mümkün olabilecektir |
Toksik şok
Çağdaşlaşma ile birlikte modern kadının yaşantısında da büyük ve köklü değişiklikler meydana geldi. Geçmişte evde oturup çocuk bakan kadınların yerini çalışan ve üreten kadınlar aldıkça bu kadınların menstrüasyon dönemlerindeki ihtiyaçları da değişikliğe uğradı. Eskiden her ay yaşadıkları dönemi bez, pamuk gibi emici maddeler ile geçiren kadınlar hijyenik pedlerin piyasaya sürülmesi ve yaygın olarak kullanılması ile büyük rahatlık yaşamaya başladılar. Çalışma ve yaşam şartlarındaki sürekli değişim hijyenik pedleri de bir süre sonra yetersiz kılmaya başladı ve kadınlar adet dönemlerini diğer günlerden farksız geçirme isteklerini vajinal tamponlar ile sağladılar. Gerçekten de vajinal tamponlar özellikle çalışan kadınlar için büyük bir konfor. Ancak herşeyin bir bedeli vardır deyişi bu alanda da kendini hissettiriyor. Çünkü vajinal tamponlar hayati olabilecek potansiyel bir tehliaaai de beraberlerinde taşıyorlar: Toksik Şok Sendromu (TSS) Toksik Şok Sendromu Stafilokokkus Aureus adı verilen bir bakterinin salgıladığı toksinler tarafından meydana getirilen, hayatı tehdit edebilecek boyutlara ulaşabilecek ciddi bir enfeksiyondur. Son derece nadir görülür. Bir çeşit kan zehirlenmesi olarak kabul edilebilir. S.Aureus pekçok insanın cilt, burun, dirsek, vajina gibi bölgelerinde normalde bulunan bir bakteridir. Özellikle cilt enfeksiyonlarındaki en önemli patojen olan bakteri, çok nadir durumlarda ürettiği toksin (zehir) ile TSS'na yol açabilir. Çok nadir görüldüğü için hekimlerin büyük bir kısmı meslek yaşamları boyunca bu hastalık ile karşılaşmazlar. Fikir vermesi açısından İngiltere'de yılda sadece 18-40 TSS vakası görüldüğünü söylemek sanırım yeterli olacaktır. İstatistiklere göre hastalardan 3-4'ü erken teşhis ve tedaviye rağmen yaşamlarını yitirmektedirler. Mekanizma S.Aureus birkaç çeşit toksin üretir.TSS vakalarının %75'inde etken toksik şok sendromu toksini-1 (TSST-1) iken %25 vakada ise stafilokokkal enterotoksin B (SEB) etken faktördür. TSS sistemik yani vücudun birden fazla sistemini etkileyen ancak bulaşıcı olmayan bir hastalıktır. Hastalığın ortaya çıkışında 4 aşama vardır. TSS toksini üretebilen bir S.aureus bakterisinin insanda çoğalması ya da enfeksiyon olması Toksin üretimi Toksinin emilimi İntoksikasyon (zehirlenme) Kadınların %5-20'sinde vajinada S.aureus bulunmasına rağmen neden bazen bunların toksin üretmeye başladığı bilinmemektedir. Kişi TSS toksinine maruz kaldığında hastalık ortaya çıkar. Bu durum mens zamanında görülürse "menstrüel" diğer zamanlarda görülürse "nonmenstrüel" TSS olarak isimlendirilir. TSS riski gençlerde yaşlılara göre daha fazladır. TSS sadece tampon kullanan kadınlarda görülmez. Erkekler ve çocuklar da risk taşırlar. Büyük yanıklar, cilt enfeksiyonları hatta böcek sokmaları sonrasında bile TSS ortaya çıkabilir. Klinik Hastalığın klinik gidişatı çok hızlıdır. Aniden ortaya çıkar ve hızla ilerler Aniden ortaya çıkan 38.9 derecenin üstünde ateş İshal Kusma Başdönmesi Kas ağrıları Baygınlık hissi Aniden ortaya çıkan soğuk algınlığına benzer kendini iyi hissetmeme duygusu Dikkat kaybı Özellikle el ayası ve ayak tabanında güneş yanığına benzer cilt lezyonları Ciltte soyulma Başağrısı Boğaz tıkanıklığı Gözlerde kanlanma Kan basıncında ani düşme Laboratuvar bulgusu olarak ise beyaz kan hücre sayısında artma, protrombin zamanında uzama, kan albumin seviyesinde düşme, kan kalsiyumunda düşme idrarda beyaz kan hücresi bulunması hastaların %70'inde görülür. Tedavi TSS tedavisi hızlı ve belirli bir prosedürü takip ederek yapılmalıdır. TSS tanısı konulduğunda ilk yapılması gereken toksin üretiminin merkezini saptamak ve temizlemeye çalışmaktır. Ciltte belirli bir lezyon varsa temizlenmeli ve drene edilmelidir. Cerrahi yaralar iyice gözden geçirilmeli ve bol serum fizyolojik ile yıkanmalıdır. Tampon varsa hemen çıkarılmalıdır. İkinci olarak ise hemen bir damar yolu açılarak agresif sıvı tedavisine başlanmalı ve vücudun sıvı açığı yerine konmalıdır. Organ hasarını önlemek için bu son derece önemlidir. TSS olan erişkin hastalarda sıvı açığını yerine koymak için 24 saatte 10 litre sıvı gerekeblir. Damar yolu açıldıktan ve sıvı tedavisi başlandıktan sonra stafilokoklara yönelik antibiyotik tedavisine vakit kaybetmeden başlanmalıdır. Bu amaçla değişik sentetik, yarısentetik ya da doğal antibiyotikler kullanılabilir. TSS'lu hastalarda genel destekleyici bakım önemlidir. Bu bakımı sağlamak amacı ile hastaların yoğun bakım servislerinde izlenmesi uygun olacaktır. Eğer toksin odağı saptanamıyorsa anti TSST-1 ve antiSEB immunglobinleri verilebilir. Risk altındakiler TSS açısından bazı grup kişiler yüksek risk taşırlar. Bunlar: Tampon kullananlar Doğum kontrolü için bariyer yöntemleri tercih edenler Jinekolojik operasyon geçirenler Kendi kendine düşük yapmaya çalışmış kadınlar Follikülit, selülit gibi cilt enfeksiyonu olanlar Kimyasal yanık vakaları Yanık vakaları Böcek sokması Stafilokokkal zaatürre vakaları Septik eklem iltihabı olanlar Ayırıcı tanı Bazı hastalıklar toksik şok sendromunu andırabilir. Bu nedenle TSS ayırıcı tanısında ciddi derecede grup A streptokok enfeksiyonları, Kawasaki sendromu, leptospiroz, meningokoksemi, gram negatif sepsis, döküntü ile giden viral hastalıklar ve allerjik reaksiyonlar ekarte edilmelidir. Dikkat edilmesi gereken noktalar Tampon kullanımı ile TSS arasındaki sebep-sonuç ilişkisi tam anlamı ile bilinmese de bu sendromun tampon kullanıcılarında daha fazla görüldüğü bilinen bir gerçektir. Tampon kullanırken dikkat edilecek birkaç basit kural riski azaltır. Adet kanamanız için yeterli olacak en küçük tamponu kullanın Tampon üretici firmasının önerilerine harfiyen uyun Tamponu yerleştirmeden önce ve yerleştirdikten sonra ellerinizi sabun ile iyice yıkayın Üretici firmanın önerileri doğrultusunda tamponu sık sık değiştirin. Aynı tamponu 4-8 saatten daha uzun bir süre tutmayın Asla aynı anda birden fazla tampon kullanmayın Gece yatarken tampon yerine pet kullanın Adet dönemi dışında akıntı nedeni ile asla tampon kullanmayın Sadece pamuk içeren tamponlar kullanın. Yapılan yeni bir çalışmada TSS toksininin yanlızca pamuk kullanılarak üretilmiş tamponlarda oluşmadığı saptanmıştır. Bileşiminde rayon fiberleri içeren tamponlarda bu toksin daha kolay üremektedir. Son derece nadir görülmekle birlikte ölümcül olabilen bu sendromdan korunmak için çok gerekli olmadıkça tampon kullanmayın |
Toksoplazma ve Gebelik
Gebelik ve Toksoplazma Pek çok kişi etraflarında bir kadının kediden bulaşan bir hastalık yüzünden düşük ya da ölü doğum yaptığı öykülerini duymuştur. Bu öyküler nedeni ile hamile kadınlar genelde kedi köpek gibi evcil hayvanlardan uzak durmaya çalışırlar. Hatta hamilelik öncesinde evlerinde bu tür evcil hayvan besleyenler ya bu dostlarını ebediyen terk ederler ya da bir tanıdıklarına vermeye çalışırlar. Hamilelikleri sırasında da kedi ya da köpek beslenen evlere pek uğramazlar. Kedilerden bulaştığı inancı yaygın olan bu hastalığın adı toksoplazmozis'dir. Gerçekçi olmak gerekirse insanlara bulaşan toksoplazma enfeksiyonlarında kediler en az suçlanması gereken faktördür. Toksoplazmozis nedir? Toksoplazmozis Toxoplasma gondii adı verilen parazitin neden olduğu bir enfeksiyondur. İlk kez 1908 yılında Afrikada gondi adı verilen bir tür kemirgende saptanmıştır. Tüm dünyada insanların da dahil olduğu pekçok tür omurgalı canlıda enfeksiyona neden olur. Buna karşılık sadece evcil kedilerin barsağında dişisi ve erkeği bir araya gelerek üreyebilir. Başka bir yerde üremesi mümkün değildir. Bu enfektif parazitler kedinin dışkısı ile dış dünyaya atılır ve buradan diğer canlılara sindirim sistemi yolu ile bulaşır. Bir başka değişle enfeskiyonun insan ya da diğer hayvanlara bulaşabilmesi için ağızlarından girmesi gerekir. Toksoplazmozis nasıl bulaşır? Kediler de bu paraziti enfekte bir hayvanı (fare gibi) çiğ olarak yediklerinde alırlar. Bundan sonta yaklaşık 2 hafta süreyle parazit kedinin barsağında çoğalır. Takip eden dönemde kedinin dışkısı ile dışarıya atılır. Atılan bu parazitlerin bulaşıcı olabilmesi için dış dünyada 24 saat geçirmeleri gerekir. Daha önce bulaşıcılıkları olmaz. Enfekte bir kedi yaklaşık 2-3 hafta süreyle dışkısı ile parazit atar. Bundan sonraki dönemde kedinin dışkısında parazit olmaz. Bir kere toksoplazma enfeksiyonu geçiren kedi bağışıklık kazanır ve daha sonra yeniden enfekte olmayacağı gibi bulaştırıcılık özelliği de taşımaz Benzer bir özellik insanlarda da vardır. Bir kere enfeksiyon geçiren bir kişi bağışıklık kazanır ve daha sonra yeniden hastalanmaz. Sokak kedileri genelde bu enfeksiyonu yaşamlarının çok erken döneminde geçirirler ve beğışıklık kazanırlar. Bu nedenle büyük sokak kedilerinden enfeksiyon bulaşması çok uzak bir olasılıktır.Benzer şekilde çiğ etle beslenmeyen sadece kuru mama yiyen ve sokağa çıkmayan ev kedilerinde ise hastalığın görülmesi olanaksızdır. Kedinin dışkısı ile toprağa atılan ve 24 saat içinde bulaşıcı özellik kazanan parazitler beslenme sırasında (örneğin otlaklarda) sığır, koyun, inek gibi hayvanların sindirim sitemine geçer. Daha sonra buradan kas dokusu içine geçerek hayvanı enfekte eder. Böyle bir hayvanın eti pişirilmeden ya da az pişirilerek bir insan tarafından yendiğinde direkt olarak o insanda da enfeksiyona neden olur. Bir başka bulaşma yolu da toksoplazma bulunan toprakla temas etmiş meyve ve sebzelerin uygun şekilde yıkanmadan yenmesidir. Görüldüğü gibi toksoplazma insana 3 temel şekilde bulaşabilir. Enfekte bir kedinin dışıkısı ile temas edip daha sonra bu temasın gerçekleştiği eli yıkamadan ağıza götürmek Enfekte bir hayvanın etini iyice pişirmeden yemek Paraziti barındıran bir besin maddesini iyice yıkamadan yemek İnsanlarda bir bulaşma yolu daha vardır: Enfekte bir anne adayından hamilelik sırasında bebeğine bulaşması Ne sıklıkta görülür Tüm dünyada toksoplazmozisin görülme sıklığı konusunda net bir istatistik yoktur. Ancak insanların yaklaşık %25-50'sinin yaşamlarının herhangi bir döneminde parazitle temas ettikleri ve enfekte oldukları tahmin edilmektedir. Ilıman iklimlerde daha fazla görülür. Hastalığın en fazla görüldüğü Fransa'da insanların %65'inin bu enfeksiyonu geçirdiği tahmin edilmektedir. Belirtileri nelerdir? Toksoplazma enfeksiyonları erişkinlerde genelde pek belirti vermez. Çoğu zaman doktora gitme gereksinimi doğurmayan hafif bir soğuk algınlığı şeklinde atlatılır. Hafif kas ve eklem ağrıları, halsizlik, yorgunluk, lenf düğümlerinde şişlik gibi belirtiler görülebilir. Belirtiler birkaç hafta ile birkaç ay içinde kendiliğinden geriler. Çok nadiren göz enfeksiyonlarına neden olabilir. Bağışıklık sistemi baskılanmış lösemi, lenfoma, AIDS hastaları ile organ nakli yapılan hastalarda çok daha ağır seyredebilir ve hatta ölümlere neden olabilir. Tanısı nasıl konur? Toksoplazmozis kanda bu parazite karşı vücudun bağışıklık sisteminin ürettiği antikorların varlığının saptanması ile konur. Yapılan incelemede toksoplazmaya karşı IgG pozitifliği hastalığın daha önceden geçirildiği ve bağışıklık olduğu anlamına gelir. Böyle bir durumda yeniden toksoplazmaya yakalanmak mümkün değildir. kanda IgM varlığı ise aktif yeni bir enfeksiyon varlığını gösterebilir. Böyle bir durumda tekrarlanan incelemelerde IgM düzeylerinde artış görülmesi ile tanı konur ve tedavi edilir. Hem IgG hem de IgM negatifliğinde hastalık yok ve kişi daha önce bu hastalık ile hiç karşılaşmamış demektir ve toksoplazmaya yakalanmamak için önlemlerin alınması gerekmektedir. Bebek için riskleri nelerdir? Hamilelikleri sırasında toksoplazma enfeksiyonuna yakalanan kadınların sadece %30-40'ı bu hastalığı bebeklerine geçirirler. Annedeki enfeksiyonun bebeği de etkileme riski gebelik yaşı ile direkt ilişkilidir. Bu risk gebeliğin son trimesterında daha yüksektir ve %70'le kadar ulaşabilirken bu oran ilk trimester enfeksiyonlarında %15'ler civarındadır. Ancak ilk trimesterda bebeğe enfeksiyon geçme olasılığı düşük olmasına rağmen bebekte yaratacağı zarar daha fazladır. Bir başka deyişle son 3 ayda bebeğe enfeksiyon geçmesi daha kolay ancak zarar yaratma olasılığı son derece düşükken, ilk 3 ayda çok zor geçen enfeksiyon daha ciddi sorunlara neden olmaktadır. Erken dönemde görülen toksoplazma düşük ya da ölü doğumlara neden olabilir. Toksoplazmanın diğer etkileri ise beyin hasarı, beyinde su toplanması (hidrosefali), görme ve işitme bozuklukları, gelişme geriliği, zeka geriliği ve epilepsi gibi sinir sistemi bozukluklarıdır. Hamilelikte toksoplazma enfeksiyonu saptanırsa ne yapılmalıdır? Hamilelikl sırasında anne adayında toksoplazma enfeskiyonu saptanması bebekte mutlaka bir sorun olacağı anlamına gelmez. Böyle bir durumda detaylı ultrasonografi ile enfeksiyonun bebekte zarar oluşturup oluşturmadığı aranır. 20. gebelik haftasından sonra ise bebeğin göbek kordonundan kan alınarak (kordosenaaa) kesin tanı konulabilir. Burada bebek kanında IgM varlığı bebekte enfeksiyon olduğunun kesin belirtisidir. Tedavi Hamile olmayan bir kadında toksoplazmanın tedavisi antibiyotik ile yapılır. Hamilelerde ise uygulanan antibiyotiğin bebekte oluşması muhtemel hasarı engelleyip engellemediği açık değildir. Eğer bebekte ciddi sekel saptanır ise tercih edilmesi gereken yöntem gebeliğin sonlandırılmasıdır. Hamilelikte toksoplazmaya bağışıklık olmadığı saptanırsa ne yapılmalıdır? Böyle bir durumda toksoplazmadan korunma önlemlerine dikkat edilmeli ve belirli aralıklarla kanda toksoplazmaya karşı antikor oluşup oluşmadığı araştırılmalıdır. Toksoplazmadan korunma yolları Toksoplazmadan korunmanın en etkili yolu hijyen kurallarına uymaktır Ellerinizi sık sık yıkayın. Eğer toprak ile uğraşıyorsanız mutlaka eldiven giyin Çiğ ya da az pişmiş et yemeyin (salam sucuk vb) Çiğ et ile temas ettikten sonra mutlaka ellerinizi yıkayın Çiğ et kesiiğiniz bıçak ile iyice yıkamadan başka bir madde kesmeyin Çiğ et kestiğiniz kesme tahtalarını iyice yıkamadan üzerinde başka bir işlem yapmayın Çiğ sebze ve meyveleri mutlaka çok iyi yıkayın Tercihan dışarıda yeşil yapraklı salataları yemeyin Pastörüze edilmemiş süt içmeyin bu tür sütlerden üretilmiş ürünleri kullanmayın Evde kedi varsa kumunu siz değiştirmeyin Kedinin kumunun 24 saat aralıklarla mutlaka değişmesini sağlayın Kedinizi dışarı bırakmayın Kedinize çiğ et yedirmeyin |
TORCH ve gebelik
TOKSOPLAZMOZİS Toxoplasma gondii parazitiyle temasa bağlı bir hastalıktır. Hastalık az pişmiş enfeksiyonlu et yenmesiyle ya da enfekte olmuş kedi dışkısıyla temas yoluyla alınır ya da enfekte olmuş hamile bir kadından bebeğine geçebilir. Hamileyseniz, tahlil edilmemiş kedileri okşamayın ve sepetlerini boşaltmayın. Üreme çağındaki Amerikalı kadınların yüzde 25 ila 45i semptomlar görülmediği halde bu organızmayı taşımaktadır. Her 800 ila 1400 gebelikte 1 ceninin toksoplazmozis taşıdığı tahmin edilmektedir. Toksoplazmozisin yolaçtığı şikayetler yorgunluk ve kas ağrısıdır. Kendinizi grip gibi hissedebilirsiniz. Bazı kadınlarda herhangi bir şikayet görülmez. Gebeliğin başlarında bir toksoplazmozis testi yapılıp antikorları taşıdığınız saptanmadıysa hastalığın olduğu söylenemez. Annedeki enfeksiyon ilaçla tedavi edilebilir. Enfeksiyonu gebeliğin başlarında alırsanız, düşük yapabilirsiniz. Toksoplazmozisle doğan bebeklerin çoğu, enfekte olmanın belirtilerini hemen göstermezler ama birçok doktor yine de tedavi önerir. Ayrıca, bebeklerin çoğu annenin enfeksiyonuna rağmen enfekte olmazlar. Enfekte olanlardan çoğunda önemsiz şikayetler vardır. Ancak bir kaçında sonunda nörolojik sorunlar ve kısmi körlük ortaya çıkar. Bu bebeklerin küçük bir yüzdesi bu hastalıktan ölür. KIZAMIKÇIK(RUBELLA.) Kızamıkçık, hafif bir çocukluk dönemi hastalıgıdır. Ancak, ergenlik çagındaki gençleri ve yetiskinleri de etkileyebilir. Hastalık lenf bezlerinde sisme, eklem agrısı ile yüzde ve boyunda iki üç gün süren döküntüye neden olur. Hasta her zaman hızla ve tam olarak iyilesir. Kızamıkçık, hasta olan kisinin öksürme ve aksırması sırasında çıkan tükürük damlacıkları aracılıgıyla geçebilir. Kızamıkçık, kadınların hamileliklerinin ilk 20 haftasında hastalıga yakalanmaları durumunda çok tehlikelidir. Bu, bebekte ciddi olusum bozukluklarına neden olabilir. Ísitme ve görme özürlülügü ile kalple ilgili olusum bozuklukları ve zihinsel özürlülüge yolaçabilir. Kızamıkçık çok bulasıcı bir hastalık olup, hamile kadınları ve bebeklerini korumanın en uygun yolu, kadınların hamile kalmadan önce ası olmalarını saglamak ve hastalıgın yayılmasını önlemek için tüm çocukları asılamaktır. Dogurganlık yasında olan ve özellikle hamile kalmayı düsünen kadınların doktora basvurmaları ve kızamıkçık kan testi yaptırmaları gerekir. Kan testi, baska bir MMR asısının gerekip gerekmedigini gösterecektir. Bir diger MMR asısı yapılmasının gerekmesi halinde, asının koruma sagladıgından emin olmak için, asının ardından bir kan testi daha yapılmalıdır. Hamile olan veya iki ay içinde hamile kalmayı planlayan kadınlara ası yapılmamalıdır. Kadınların her hamilelikten önce, koruma düzeyinin halen yeterli olup olmadıgının belirlenmesi için, kızamıkçık kan testi yaptırmaları önemlidir. MMR 'nin Olası Yan Etkileri MMR asısının yan etkileri, hastalıkların komplikasyonlarından çok daha az sıklıkta görülmektedir. En yaygın yan etkiler, kisinin kendisini iyi hissetmemesi, hafif ates ve muhtemelen asıdan sonra yaklasık altı ile onbir gün süren döküntülerdir. Bu süre içinde döküntüleri olan kisiler hastalıgı baskalarına bulastırmaz. Ası olan kisilerde bazen, asının bilesimindeki kabakulak virüsü nedeniyle, asıdan yaklasık üç hafta sonra tükürük bezlerinde hafif sisme görülebilir. Beyin iltihabı gibi, asının en önemli yan etkisi çok ender olarak görülmekte ve muhtemelen milyonda bir ya da daha az sıklıkta olusmaktadır. Yaygın Yan Etkiler asagıdaki uygulamalarla azaltılabilir: Fazla miktarda sıvı içilmesini saglama. Fazla kalın giyinmeme. Ası yapılan yere soguk, ıslak bir bez parçası koyma. Herhangi bir rahatsızlıgı azaltmak için parasetamol alma (ya da çocugunuza verme)(yasa göre uygun dozda vermeye dikkat ediniz). Yan etkilerin ciddi olması veya geçmemesi ya da kaygı duymanız halinde, doktorunuza ya da hastaneye gidiniz. Aşı Öncesi Kontrol Listesi Sizde ya da çocuğunuzda aşağıda belirtilen durumların olması halinde, aşı olmadan önce bunları doktor ya da hemşireye iletiniz: Son bir ay içinde başka bir aşı olunması. Aşı yapılacağı gün hasta olunması. Herhangi bir aşıya karşı ciddi yan etkilerin olması. Herhangi bir ciddi alerjinin olması. Herhangi bir tür steroid ilaç kullanılması (sözgelimi, kortizon gibi). Son üç ay içinde gamaglobulin a. ısı veya kan nakli yapılması. Bağışıklık sistemini zayıflatan bir hastalığın olması ya da tedavinin uygulanması (sözgelimi, kan kanseri, kanser, HIV/AIDS, radyoterapi ya da kemoterapi gibi). Halen ara. tırmaları süren merkezi sinir sistemiyle ilgili bir hastalığın olması. Hamile olmanız veya aşıdan sonra iki ay içinde hamile kalmayı planlamanız. Aşının farklı bir şekilde yapılması gerekebileceğinden, yukarıda belirtilen durumların doktor ya da hemşireye iletilmesi gerekir. |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 15:09 . |
Powered by vBulletin® Version 3.7.0
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.