![]() |
Alıntı:
Evimizi hiç yalnız bırakma.. |
|
Zannediyor musunuz ki Mecnun için Leyla sadece bir sevgili idi... Zannediyor musunuz ki Bülbül için Gül sadece bir çiçekti... Eğer sadece Yakup için evlat.. Mecnun için sevgili.. Bülbül için çiçek olsaydı anlam Ne Yusuf için gözler kör edilirdi... ve gelene kadar dünyaya küsülürdü.. Ne Leyla için çöllere düşülür ölümü ile ölünürdü.. Ne de Gül için onca dikenine rağmen gözyaşı dökülür ve hala üzerine konulup kokusu koklanırdı... Bunu anlamak için Yakup olmak lazım.. sadece Yakup olmak değil Yusuf gibi evlat sahibi olmak lazım... bu da yetmez.. en önemlisi yakup gibi sevmek lazım.. ve Yusuf'un yokluğunda gözleri dünyaya körleştirecek sevgi lazım... Bunu anlamak için Mecnun olmak lazım.. sadece Mecnun olmak değil Leyla gibi bir sevgili lazım.. ve Mecnun gibi sevmek lazım.. Leyla'sı Mevla'ya ulaştığında onunla Mevla'ya gitmeye hazır olmak lazım.. bu sevgiyi yüreğine canına işlemek lazım ki sevgi ve sevgili gittiğinde canı da onunla gitsin ki sevgili olmadığında o da olmasın.. Bunu anlamak için Bülbül olmak lazım.. sadece bülbül olmak değil Gül gibi bir çiçek lazım.. ve Gül'e bülbül gibi özlem duymak lazım.. koklamaya geldiğinde batan dikenlere katlanmak ve akan kanı görmemek lazım... Yusuf gelmeden kim açabilirdi Yakub'un gözlerini.. Leyla ölünce kim yaşatabilirdi Mecnun'u.. Gül'ü koklarken akan kanın kan olmadığını kim anlatabilirdi Bülbül'e... |
H.Hatemi..
Keder Denizi.. Yürekler vardir ki Devran elinden, Onlara gam sunuldugunda, Iri güller gibi kan aglayip Sessiz, dünyayi seyrederler... Yürekler vardir ki onlar, Kirginlik ve yalnizligi tadinca; Sokak gösterilerinde yakilan, Taşit lastikleri gibi, Alevli ve gösterişli yanarlar... Yürekler vardir, gam denizi derinlerinde Mürekkep baliklaridir ki, Onlara sitem eriştiginde, Deniz içine aglarlar... Laciverd ve dilsiz. |
Uykusuzluğa çözüldü tüm rüyalarım, birbirine karışan cümlelerimizin sonsuz çığlığında… Orada mıydım? Hani yokuş yukarı yaşanan, nereden gelip nereye gittiğini bazen bilemediğim bakışların yol ağzında? Aşkı karaladığım defterinde büyük bir sarhoşluk hali.. Zaman zamana kilitleyince yazılarımı, aşk da kilitleniyor bu serzenişte… Başlıklara gizlediğim melodinin arkasında, aşka yol vermiş bütün notalar. Hani bazen kelimeler sıkışır ya, nereye atacağını bilemezsin o anda ansızın içinde beliren duygunun ayağına dolaşan sorgusunu… Umutlar apansız, işkence çeke çeke çöker. Sen öyle yılgın, öyle dalga dalga taşırsın üzerine yapışan ağırlığı.. Gün eksilir; gece yoksunlaşır ve karanlığın koynunda bir devir daha kapanır. Günlerdir içimde biriktirdiğim sessizlikle boğuşuyorum. Kapanan sayfalarını birer birer kanayarak açıyorum okuduğum kitapların. Düşlerimde isyan bayrakları.. Gecede yitirdiğim her gidişe yakın ses tonuna inat, savaşıyorum ‘sana dair’ kabullendiklerimle… Bedenimi uykusuz bırakmak da kar etmiyor; ve biliyor musun ölüm bir tek yoklukla gelmiyor… İstanbul… Kayıp dizelerimin şehri… Ben sen’de asılı kaldım benliğime. On gecenin ayarsız unutuşuna koydun beni. Gittin… Gelmek için… Hala neredesin? |
Yoksulsan Aşkta - Yeniksin Savaşta
Kaçtım yalnızlığıma.. Her zamanki kalabalıklar içindeki yalnızlığımın aksine, bu kez gerçekten yapayalnızım. Hiçbir ses, hiçbir soluk yok etrafımda. Çisil çisil yağmur damlaları var sadece içime yağan. Birkaç kuş cıvıldıyor, “biz yalnız değiliz” diye bana nispet yaparcasına… Niye yazıyorum ki şimdi bunları sana? Geceler bize ait biliyorum .Ama günışığı ve günü paylaşmak yasak bize.Güneş kaplamasa da göğü, saklı hala bulutların arasında. Ay ise soluk bir çizgi olarak bile yok gökyüzünde. İçmeye de yanlış zamanda başladım. İki şişeyi birden koydum önüme, biri öküzgözü boğazkere, diğerinin etiketine ise bakmadım bile. Karanlığı beklemeyeceğim yazmak için bugün. Karanlık tüm gerçekliğiyle içimde... Neden sen? Bunca acıyı içime salacağını bile bile, niye kattım ki seni içime? Hüzne bağımlı mıyım acaba ben? Kendimi bildim bileli tuhaf bir şekilde, her mutluluğun içinde bir parça keder ararım. Hanım hanımcık bir kız olamadım ben mesela. Kızlar uslu uslu bebekleriyle oynamalıydı. Ben ağaç tepelerinden inmezdim. Ellerim, dizlerim hep paramparçaydı. Hep mordu bir yerlerim. Tenimin beyazlığına inat nedense hep simsiyahtı yüzüm. Erkeklerle oynamayı severdim. Koşmak isterdim, sevmezdim yürümeyi. Tüm çocuklar “evli evine, köylü köyüne” diye evlerine dağılırken, evi ve köyü olmayan bir çocuk olmak isterdim ben. Gizemi neydi gecenin ki, tüm çocukları eve hapsediyordu? O merakım mıdır acaba bugün gecelerimi hep sokaklarda geçirme isteğimin sebebi? Hala doymadım geceye, hala merakım ayın emsalsiz ışığına. Ay burcuyum deyip geçebilir miyim ki acaba? Bir yanımı köstebek gibi oyan bu merak ve coşku mu kattı acaba seni bana? Üzerime sana ilk geldiğim gün giydiğim o elbiseyi giyip, aynı yere gitmek için delice bir arzu duyuyorum. O elbiseyi giyebilirim çünkü hala dolabımda, oraya da gidebilirim çünkü hala duruyor yerli yerinde. Ama beni bekleyen sen olmadan bir anlamı olur mu ki bu gidişin? Amaçları olmalı değil mi tüm gidişlerin? Sonu olmalı yolların. Bekleyenleri olmalı kavuşmak için yola çıkanların. Oysa bunların hiç birinin olmayacağı bir yolculuk benim bahsettiğim. Sen, artık dönüşü olmayan bir yerdesin. Cesaretimi ve özgürlüğümü koysam da sırt çantama, taşımamın anlamı olmaz artık. Gerçeği takıp koluma, yürüyemem hayal yolunda. Süslü soytarılarla dolu etrafım. Ah neden sevilmeye böylesi açım ki ben? Sevildiğim bir yuvada büyümenin getirdiği bir alışkanlık mı? Şımarıklık mı yoksa? Hep bir ten mi olmalı tenimde? Hep bir elin varlığını mı hissetmek zorundayım saçlarımda? Ama öyle olsa istediğim sen, illa sen olmazdın değil mi geçmişte kalan ama anılara gömemediğim adamım? Senin sırrın, senin farkın neydi? Niye böylesi vazgeçilmez oldun hayatımda? Binlerce kez sordum bu soruyu kendime. Yerine birilerini koymaya çalıştım nafile sevişlerle. Gelen hep gideni arattı. Her gelen senin boşluğunu daha da genişletti sanki. Sen iyice kazındın, onlar iyice silindi. Ne yaman bir çelişki bu sevdalım? Kaçmaya çalıştıkça senden ve sana dair hissettiklerimden; iyice yerleştin yüreğime sen… İnsan en çok neden kaçıyorsa, asıl kavuşmak istediği odur! Bakma senden bir zamanlar deli gibi kaçtığıma. Kaçıyordum, çünkü en çok istediğim sendin. Korkularımdan kaçıyordum ben dolu dizgin. Sana önce sahip olup sonra sensiz kalma düşüncesi beni deliye döndürdüğü içindi birbirine dolanan ayaklarımın telaşı. Her neyi sevdiysem, korkutucu bir tutkuyla sevdim ben. Aşkla sınırlı sanma bu tutkumu. Sahip olmanın soylu arzusunu öğrendiğim ilk günden beri böyleyim ben. Merdivenlerle dolu bir arena yaşam. Atladığım her basamak beni çoğaltmalı, eksiltmemeli. İşte bu yüzdendi belki esir olmam korkularıma. Bir alt basamakta bırakmazdım, bırakamazdım seni… Kaybetme korkusu mu acaba hep bu hazin sonları hazırlayan? Kaybetme düşüncesi mi çağırıyor bu kederli ayrılıkları? Hani diyorum ki acaba inansaydık ikimiz de bu aşkın gücüne, bitmeyeceğine dair inandırabilseydik kendimizi, acaba farklı mı olurdu? Çarpışan iki kocaman yalnızlıktan bir bütünlük doğar mıydı ki? İkimiz de korkaktık düşüncelerimizin gücü önünde. Bu yüzden ben kaçarken senden, sen vazgeçtin kovalamanın zahmetinden… Cebimizdeki para, kapımızın önündeki araba ya da tapuların üzerindeki isimler. Bunlar mı gerçek zenginlik? Eğer yoksulsan aşkta, yeniksin bu savaşta. Bencillik çoğaltırken sahip olduklarının maddesel değerini, nasıl da eksiltiyor aşkta sevgide var olan hazineni? Çok mu yoksulduk ve hala yoksuluz sevgili? Burnu delik bir ayakkabı mı, yoksa parça parça olmuş bir kalp mi yokluğun, yoksulluğun göstergesi? Yalnızlığıma kaçtığım bir gün daha ekledim aşk defterime. Usul usul uzaklaşıp kendimden, güne karışmaya çalışıyorum yeniden. Bir duman nasıl usulca uzaklaşırsa ateşin alev rengi çekiciliğinden, öylesi uzaklaşıyorum kendimden. Kaçarken yalnızlığıma seni bırakamadım sınırlarımın dışında… |
Cuma salâsı veriliyordu memlekette ve bir kadının “dudağı” kanıyordu… Bir kelimelik öpücüğündü tuzu… Esirgedin… Esirgedin çünkü kelimeden öpücük, öpücükten tuz olmazdı… Düş karası yollardasın artık… Yürüyebildiğin kadar… |
Yaşamak, yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?.. Yaşamak, her gittiğin yerde bıraktığın yüzlerini özlemek değil mi?.. Yaşamak, içinde o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini aramak değil mi?.. |
Can Dündar
O'nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain... sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa... dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse... hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar... her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O... her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa... bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa... iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa... eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız... kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü... özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu... hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız... O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse... gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine... uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa... dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız... kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa... Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla... ...o halde bugün sizin gününüz!.. ...."Çok yaşa" yın ve de "siz de görün"üz.... |
Ece Hanım'a .. O beni buldu. Bense sadece bulundum Adı Ece'ymiş öyle söyledi, Çok güzelmiş, çok alımlı, O beni buldu. Geldi... sadece... Geri koyacak sandım ama.. Beni aldı.. götürdü.. O beni buldu. Evinin en gizli köşesine koydu beni Kimsenin bilmediği en kuytu köşeye. Canım sıkılıyor.. yüreğim de.. Sanırım beni geri götürmeyecek. Ama kendi bilir Adı Ece'ymiş,Ece dedim ya Soyadı mı? Bilmiyorum... . Yılmaz Erdoğan |
|
I. Kurt
Şaşıyorum.. Dalgaların ortasında med-ceziri yaşıyorum.. Secdeye yükselmeyen akıl nasıl yükselir , şaşıyorum.. Bir yılan ezilse bir tankın paletlerinde.. Ayaklarım bağlansa da ızdırapla koşuyorum.. |
.. Asıl Gaye .. Ne gülün oyunları için yaratılmışım Ne de yüreğimi bakışlarla çizmek için Vuslata koşup kabre konacak bedenimi Kabrin sorularına göre yontmaktır derdim Asıl sanat bu, ruhun mimarı olmak gerçek Oyalanmak, tereddüt, oyunda deli fişek Öyle ulvî gayeye yöneldi ki arzum Bedenimin kefenini ellerim biçecek .. |
Sorular.. Sevdayı sahrayı neyleyim Bir nefeste çekilen umman kurur Denizler deryalar yıkayamaz Beni içimdeki çöller vurur. Arayış mı bilmem, koşuş mu Yoksa ayrılık, ya da kavuşuş mu Mürşid-i kamil mi, keşiş mi Sorularla beyin frenleri durur. İhsan Kurt |
" Hayatıma anlam katan yedi harften oluşan en değerli kelime, "
Uyan zenân masalından uyan.İçimde cam kenarı özlemlerim yürürken Eskişehir`e sen bana binlerce balon al. Hem de her renkten birer tane..Secdegahıma düşen yarım uykulu sesimi sen doğrult ve sonra içimdeki tüm gurbet kuşlarını sal gözlerime.Kursağıma bırakılmış uykulardan kaldır beni. Sal beni bir umut boşluğu kaldırımlara. Sonra da dünden kalma ayakkabıların yönünü bana çevirip yürü can`a, yürü bana. Gittiğim yer, sana ters istikamette olsa da, varışım sanadır..Biliyorum vardığım yerde beni sen bekliyor olacaksın. Hadi gülümse bana, cam kenarı özlemlerin kanadığı yerden..Sarıl bana içimdeki can`ımdan. Sonra da sabah bana aldığın tüm balonları sal gökyüzüne..Sal ki, Elif/imiz tutsun ellerimizden..Sonra da aldığın cikolota kutularını aç, dağıtalım teker teker kücücük cocuklara.Avuçlarında kalan cikolata kağıtlarından gemiler yapalım sevgi limanına sonra da dudaklarının kenarına sirayet etmiş sevinçleri, beyaz bir mendile silip bir gülüş bırakalım yanaklarına..Bil ki, gülüşlerini yaralarından tanıdığımız her cocuk, bizim geleceğimiz. Bize bırakılan her gülüş, Elif`e ulaştıralacak en büyük emanetimiz. Ey sevgili, hadi uyan.Bu sabah beni sen karşıla masalımdan..Sonra da cam kenarı bakışlarımdan Elif/miz ile sen uğurla beni... Ey düş`üne düştüğüm, Hangi şehrin sorularına cevap aramaktasın şu saatlerde ? Hangi düş`ün ortasına düştü adına münhasır yedi harfin ? Kalk ve doğrul.Kör bir sabahın buğulu camına yazılıp sana sorulan sorunun cevabını hatırla. Diril kuyularından..Şiirlerine bırak saçlarını, cevabına sal soruları..Azınlık düşen kefenini yırt, at üzerinden. Çalıştığın yerlerden çıkmasa da hayat defterin, sen inandığın kadar sevecek ve sevileceksin bunu unutmayasın..Örtme peçeni, yumma gözlerini..Dağıt saçlarını, toplayanı ben olacağım çünki..Doğrul şüphelerden, vesvese dehlizlerinden..Sokul imlasız cümlelerime..Sesinin tınısı bırakyürek kapımın kulak ardına..Tut ellerimden, sev beni en güzel yerimden. Uğraşma alfabeyle,süslü olmasın boşver.. En sade haliyle öpüver kirpiklerimi / dirilsin içimdeki yedi harf, bir kelimeden ibaret ismin.. Unutma ! Kuşandığın cesedi ancak kendine inandırabilirsin. Yüzünde birikmiş çiziklerin coğunluğuna kanıp umutsuzluğun " azgınlığına tahakküm ettirtme. Eğme başını. Susturma içindeki suretini. Unutma, her suret aslı`nda vücut bulacaktır. Dirinme uzaklığıma, siyahını çabalama dişlerinle en tuzsuz yamama yapmayı Unutma, sen aslına yani bana bir gün kavuşacaksın. Alfabeyi diz çöktürüp ale`nen olmasa da, adının yedi harfiyle susacağım sana.. Uyutma ! İçimdeki yarı uykulu sesimi uyutma..Sana akan her bir harf hayat olmuşken dudaklarımda, avutma sancılarımı..Kanayım olduğum yere / sızayım öylece..Dile gelmese de yüreğim bari en tuzlu halimle anlatayım sendeki beni..Haydi uyutma içimdeki cocuğu, bize okunan masallara benzemesin kavuşmamız. Yaşananlar, bir düş`ten ibaret olsaydı eğer çoktan düşerdi düş`ümüz Elif/imiz elinden..Kırıldı camdan kalelerimiz..Kaybolurdu mavi bilyelerim..Hadi toparlama saçlarını, sal omuzlarına..Sal ki uyumadığım her gece, kulağına masallarımı anlatayım... Kapatma ! Ardına kadar arala yürek kapını..Kapatma yüreğinin önsözünü..Daha yeni söktüm harflerini, daha hecelemedim yedi harfi..Kapatma kendine olan inancı..İnanmak, başarının yarısıdır..Yürüdüğün her yol banadır, koşma terlemesin gülüşlerin..İnandığın herşey sana hayattır, yorma zihnini solmasın Elif kokan filizlerin.. Satırlarıma son verirken, unutma bu dünyada inandığın kadar yaşarsın sevgili..Bak ben dizlerimin önüne çöktüm bir deniz kıyısında.Gökyüzüne açılmış avuçlarım, sırtıma vuran rüzgar/ eksiklerime kavuşma garındayım..Elimde biletim, sizi beklemekteyim..Bir elinde Elif olmalı bir elinde hayat miktarı umut.. Ve biz " bize " kavuştuğumuzda masal bitmeli.. Bir gül sağnağı başlamalı sonra.. Harf harf... Sonra deniz bizi içine çekmeli.. Sonra da dua`ya duran dizlerimin izi silinmeli.. ............. Unutma, her masalın sonu vardır.. Her hayat gibi.. Lakin unutma, Bizdeki bu hayat, Elif`teki bu umut varoldukça Gökyüzüne bırakılan her renkli balon Elif/imiz`e ulaşacaktır.. Sakın sen içindeki umutta kaybolma.. Yaşadığın kadar değil, İnandığın var et beni.. Ey renkli balonların düş`üne düştüğüm en güzel düş, Elifimize renkli balonlar almayı unutma sakın. |
|
|
Bir selam verdim.. aynalara gülümseyip yüreğinde.. hissedebildi mi.. beklediğimi.. çağırdığımı.. sesimi duyabildi mi kulaklarında ulaşabildi mi.. fısıldamak istediklerim gel..derim ki dileğim gelirsin de kaçar gideriz kırlara. bak güneş ısıttı toprağı çiçekler isyan edip başkaldırdılar bayrak açtı yürekleri evrenin gelirdin de dağların tepelerinde birlikte haykırırdık hani yankı yapar ya.. ben sana seslenirdim yüreğimle yankısını duy diye yüreğinde ve arada bir soluklanırdım.. nefesim tükense de.. senden gelen sesin yankısı duyulana dek yüreğimde çığlık çığlığa haykırırdım adını bulutlara bakardık birlikte gökyüzünde.. sonra uzatıp ellerimi ellerinden tutardım ve kanatlanırdık tepeden bakar küçümserdik insanları.. kar beyaz bir buluttan bir başkasına atlardık ve minik şimşekler bırakırdık ardımızda.. ürkütmezdi varlığımız hiç kimseyi ve bir yağmur damlası olup birlikte yağardık.. bir çiçek bahçesine el ele yapraklarından süzülürdük bir gonca gülün yüreğine o gülde gül gibi olurduk birlikte hayat verir büyütürdük ve güpegündüz bir rüyayı paylaşırdık tüm sevecenliğiyle biz diyebilir miydik kim bilir adı sevgi çiçeği mi olurdu o gülün dost yüreğimi adını söylemek istemezdik belki de belki de adı hiç olmazdı rüyadaki bu masalın adsız birer kahramanı olurduk belki de sonra ipeksi bir elin işaret parmağı uzanırdı ve ben susardım aslında hep susardım. mühürlenirdi kelimeler tutuklu kalırdım kendi bedenimde ve gözlerimi yumardım sadece beklerdim beklerdim pamuk prens değildim ama rüyadan uyanmak için değil uykudan bir sevince uyanabilmek için beklerdim.. bir hayalim olsun isterdim uzanıp dizlerinde gece karanlığında kimsesiz bir gecenin yalnızlığında yıldızları seyredebilmeyi ve şarkılardan fal tutar gibi bu yıldız senin.. o yıldız benim.. sayardık belki de sabaha kadar kollarımız iki yandan kuşatır geceyi kucak, kucak toplardık yıldızları bir ucundan sen alır gelirdin dünyanın öteki ucundan ben toplardım onları bir samanyolunda kavuşurdu bizler gibi onlarda birbirlerine ellerimizle.. bir düş bu bir hayal gözlerimi yumuyorum.. uyanmak mı.. bir gün evet.. ben uyandığımda daha güzel bir dünyaya doğabilmek istiyorum hayalse hayal masalsa masal bir tek bunu biliyorum... seviyorum... |
|
|
|
Ben aglarsam aglayip gulersem gulen.. butun dertlerim anlayip gonLumu bilen.. Sanki kalbimi bilerek yuzume gulen.. gonLum hep seni ariyor neredesin sen.. neredesin sen.. |
Bunalim Gunumun Mavisi.
|
Geceye kurban edilmiş bir karanlığa gözlerin miktarı bir umut yaktım. Sonra büyüdüm biraz. Sorma ne kadar büyüdün diye.. Sen kadar büyüdüm dün gece.. Ve bir türlü bitiremediğim önsözümü tamamlayıp, Lafzımdaki tüm alfabeyle söylüyorum; Seni bir Elif miktarı seviyorum... |
Beyaz Gemi..
|
|
Icin bana , icin doksun...
|
Yorgunum.. bunaldim.. biKtim.. - her bi seyden.. |
Haluk Levent - Gitme
|
Bakışlarındaki iksirlere nabzımı verdim, bedeli ölüm olsa da Göğsümün cenderesinde kurulmuş en yaşanası iklimimsin sen Düşlerimin gecelerinde en büyük duamsın, felaketim olsan da Sensizliği ihanet sayarım, sevdanın cürümüyle de yaşarım ben Bir duanın tam orta yerinde aşka açtım özlemli avuçlarımı, sen yoktun. En yüce dileklerime murat aradım gözlerince. Bir düşünüşün kıyılarına kurdum sevda çadırımı, rengârenk çiçekler ektim yıldızlar kayarken gökte. Ay sancılı bir ışıltıyla göz kırptı, uzaklardan bir ses özlem olup haykırdı, ansız bir yel esti geceme, sen yoktun, kandilimdeki yağ tükenişe yol alıyordu. Sessizliğimiz çarptı siyah duvarlara, gece yorgun bir mevsim gibi esniyordu. Her suskunluk kendi ruhundan taşan, köpüklü sularıyla er geç denizlere ulaşan bir hüzün yoludur. Kendi yatağını asırlardır arayan deli nehirlerin uzun yolculuklarında nice canlar aşka ulaşmış, niceleri de hüsrana uğramıştır. Yolcusuz kervanlar vardır aşkın çöllerinde. İpekten yürekler taşıyarak, susuz vahalarda umut arayarak ömürlerini tüketirler ve ulaşılmaz bir aşkın ebedi yolcuları olurlar. Yolumuz özlemse, yol hep hüzündür gül bakışlım. Sana gelmek en bıçkın hallerimin yaşanası kapsüllerinin renk cümbüşüdür unutma. Mor dağların eteklerinden uzanan bir yamaç gülünün güneşe göğsünü verişidir. Sana dökülüşüm, köpüklü bir düşün denizleri kıskandıran gökkuşağı renkleri gibi asil bir titremenin en duru halidir. Sana gelmek, senin kollarında sorgusuzca ölmek, seni ölesiye sevmektir sana birikmek. Sevdana dökülmek, seni düşünmenin büyüsüyle uğrunda geceleri inadına sana biriktirmektir. Karanlık bir yola düşünce ışığın dansı, gölge çekilir düşe. Samanı yel taşır, tozu su, gamlı duruşlarımız sevdayı iter, gecenin içinde yangın alevle dans eder. Göğüsteki yankımızla, yürekteki vakitsiz çırpınışlarımızla ve kendimizden kaçışlarımızla döneriz yüzümüzü gerçeğe. Sancıyı yel sarar, sevdayı hak eden okşar. Tükenir mum, kararır çehre ve ansız kaçışlarla hiddetle sevdanın ipini çeker öfke. Sevginin dalgaları göğsümüze vurunca dünümüzün asılsız sancılarıyla gecelerde anılarımıza sarılırız. Sevda küskün bıçaklarca doğramaz döşü, kanar içten içe sevginin göğsü. Her ağrı sarılıştandır gül yüreklim, her kavuşma sorgusuz ödenecek bir ödeşmedir. Söz biter, alev tersine döner, sarılışın iniltileri bir gece bakarsın bize de döner. Dün bitti, yaşandı, bu gün daha yaşanacak belki de çok şey var. Bütün bitkin hallerinin en yaşanası kareleriyle donatıyorum senin yerine yurdumun duvarlarını. Bakışlarından setler örerek, sabırsız öfkelerimin saçaklarıyla göklerdeki mutluluk düğünlerine tırmanıyorum. Sevdanı içimde taşıyarak, yüreğini herkeslerden saklayarak seni basıyorum ozan bağrıma. Sevda diyorlar sana olan aşkıma, senin sevdanla yaşadığımı, senin aşkınla yazdığımı hiç bilmiyorlar. Kadınımsın diyorum, inanmıyorlar, aşkım desem kıskanıyorlar. Uzak dağlara el açtım, kokunu getiren rüzgârı kesmesinler diye. Denizlerin en mavisini seçtim, dalgalarını göğsüme atmasınlar diye. Yeşil ormanların bekçisi oldum, eşsiz gözlerinin rengini kimselere vermesin diye. Leyla’yı aradım seni sevdikçe, mecnunu bulup sana olan sevdamı anlatmasın diye. Dağlar sustu, denizler küstü, ormanlar kurudu, Leyla üzüntüsünden kendini çöllere vurdu ve mecnunun sana olan aşkıyla gurur duydu. Sular taşan gönlümüzün özlem ırmaklarında, çaresiz düşünüşlerin kırık dal parçalarını süzeriz dalgın gözlerimizle. Sevdanın özgür duruşları olmayınca günler uzar, sözler azar, yürek içten içe kanar kadınım. Uzanınca düşlere süre başlamıştır, ağrılı bir yürek dünleri aramıştır, gün akşama yürürken gerçeğimizin vakti kısalmıştır. Şimdi yum gözlerini, düşün son sözlerimi ve yaşa anın en yaşanası gerçeğini. Bilmelisin ki, her sancı öfkeli bir dündür, öyleyse yudumla aşkın acımış bozasını. Sessizce akıp giden bir zamanın sırtına yokluğun yükünü yüklemişiz, yanağımıza vuran güz şarkılarıyla. Ertelenmiş buluşmaların saatleri sevişmelere kurulunca, vakit çıra gibi yanan bir kütüğün aleviyle göklere yükselir, siyah bir duman bulutunun sırtında. Her mevsimin atmaca şafaklarına gözyaşımız damlar, yeşil düşlerimizi ıslatarak. Her gözyaşı sessiz bir ayindir, önce yüreği ıslatır, ardından özlemi sarar ve akar gider çığ gibi, ağrılı bir bedenden kıvrılarak. Göğsümüzde yanan tutku ateşi sönmemiş bir yanardağ gibi beklerken bir dokunuşu, en zor anları yaşarız uzak düşünüşlerimizle. Susmaları öğreniriz zamanla, kendi dünyamıza sarılır, sevdayı iteleriz yarınlara. Gücümüz tükenir, bedenimizin terleri kesilir, duruşumuzun esmer gecelerinde her şey sıradan bir hale gelir. Özgür çağrılar bitince gül bakışlım, her sezgi gerçeğin aynasına kendi bakışıyla gülümser. Kısacık anların en koyu sohbetlerinde fırtınalı bir günün gül destelerini atardık takvim yapraklarıyla doldurulmuş denizlere. Kor yüreklerimizin rüzgârlarına isim arar, nedensiz restleşmelerin kulelerini yıkardık göğsümüzdeki sevgiyle. Biz birbirimize sokuldukça delirirdi zaman, kabuğuna çekilirdi gökteki hırçın bulut. Sözlerimizin kovanlarına güneş saklanırdı sonra, sevdanın balını sevginin ekmeğine sürüp yorgun ruhumuzu sevdayla beslerdik. Yaman bir özlemin gönlündeki solmuş çiçekleri okşamadan, durmak bilmeyen bir sarılışla sevgili gibi gerçeğimizi ayırmadan, bir şarkının en deli nakaratına gülüşlerimizi vermeden yaşanmaz tutku. Her sarılış aşktır, her kavruluş mecburi bir sırattır gül bakışlım, ruhunun depremlerine uykularda sarıl şimdi, yaşamak iki ayrı kazanda kaynayan, tarifi yürekten gelen bir düş lapasıdır. Biriken sarılışların bana yeter, sevdamız gelgitli denizlerin mağrur dalgalarıdır. Dayanılmaz anlar yazdım sana, sen uyuyordun, görmedin. En sevdalı haykırışlarla sana geldim, bir büyük düşün gemisiyle, görmedin. Islandım deli yağmurunda, üşüdüm karında, yandım alevinde hissetmedin. Sevdana kadeh kaldırdım, yokluğunu yudumladım, gözlerinin özlem ülkelerinde kayboldum bilmedin. Özlemin bütün yönleri bize çıkar gülüm. Sen Akdeniz kokan bir kentte, ben gözlerini saklayan bir kıyı şehrinde. Anla ki, özlem en koyu karanlık bile olsa bulurum seni, günün herhangi bir diliminde. Yeter ki hissedeyim, yeter ki dileklerin gelsin ruhumun seven tellerine. Yaşanmış mutlulukların geri dönülmez zaman aşımlarında en koyu düşünüş yarınlarımızın düş fermanında gizlidir. Her sarılış coşku vermez, her sancı ağrıyı içinde gizlemez. Bir gece düşle şimdi gül bakışlım, aynı gecenin yalnızlığıyla rüyalarında sarılışlarla benimle yıldız ülkelerine sıçra. Güneşli gözlerinin aydınlıklarına varayım, kutsal ve yaşanası topraklarında mevsimim ol, sevdanın sıcak elleriyle sensizlikten üşümüş ellerimi ov. Bu gece, şarkıların en sağrılı hüzünlerine yapışarak, saatlerin hüzün kümelerine yolculuk edeceğim. Ölümsüzlük yazıtlarının çağlarına geçecek, acılar kentinde yüreğini saklayacağım. Bu gece, kendime suçüstü yapacak, sevdanın duruşmasına sunacağım seven yüreğimi. Şiirden şiire atlayarak, sevincin ve coşkunun kelepçelerini karanlık dehlizlere itecek, umutsuz aşkların bulutlar ülkesinde lirik düşünüşlerle seni ve sevdanı sınırsız yalnızlığımın mezarlarına gömeceğim. |
Aklımda çekip gitmeler var şu günlerde... Tüm yolları tıkadığımı zannederken bir film afişinde gördüm gitmelerimi... Onları da yok edemem ki... Her şeyi silsem, yok saysam neye yarar? Çekip gitsem buralardan... Çekip gitsem her şey geride mi kalacak? Tüm yükümle gideceğim aslında farkındayım... Kendimle... Kişiye kendinden daha büyük yük yoktur sanırım... Kendimi bırakıp gitsem... Mümkünse gitsem... Kendimi cumbadaki masada, kahvemle ve Ahmet Altan'la bırakıp gidebilseydim, yanıma da sadece sigaramı ve özbenliğimi alabilseydim... İşte o zaman çekip gitmelerim ne güzel olurdu... Durağan bir otel odasında, hareket halinde bir sigaranın dumanıyla... İşte ilk nefes... Çok acı çekiyorum ben... Ardından ikinci nefes... Evetttt, çokkk acıyor içim... Üçüncü nefes... Ağlamak istiyorum... Dördüncü nefes... Ağlıyorum işte... Beşinci nefes... Gözlerimden acımla birlikte akıyor yaşlar... Altıncı nefes... Artık susmak istemiyorum... Yedinci nefes... Konuşmaya başladım bile... Sekizinci nefes... Git lütfen... Giderken sessiz ol ama... Dokuzuncu nefes... Yalnız kalmalıyım... Onuncu nefes... Problemler çözümü içinde taşır, hadi onu bulalım şimdi... On birinci nefes... Ama önce asıl problemi bulalım... On ikinci nefes... Hadi bul şu problemi... On üçüncü nefes... Buldum galiba... On dördüncü nefes... Hadi beni öldürsene... On beşinci nefes... Biraz daha yanayım... On altıncı nefes... Zerrem kalmamalı yanmayan.. Ve son nefes... Aman Allahım bu küller ben miyim? İşte böyle bitmeli o sigara... Ve ben yanıp küle dönmek istiyorum işte böyle... Hikayedeki gibi olmalı... Küllerimden yeniden doğmalı... Aklımda çekip gitmeler var şu günlerde... Tüm yolları tıkadığımı zannederken bir film afişinde gördüm gitmelerimi... Film gibi gerçek hayatlarda, masalsı küllerden yeniden doğmak isteğimi gördüm... Gitmelerim... Çekip gitmelerim... Yanmalarım... Tek zerrem kalmayana dek yanmalarım... Doğmalarım... Küllerimden masalsı doğmalarım... Gitmelerim... Ve güllerin içinden, ve küllerin içinden dönüp gelmelerim |
Alıntı:
|
Bir çivi basıncıyla işlemişsin içime
Kımıldattıkça ellerimi hissederim seni Karanlık gecelerde bile ışığını ararım Boynu kırılır kara düşen bir güvercinin. Sen ise yürürsün, izini belli etmeden Böylesi gecelerde, kör karanlıklarda Durmadan yürürsün, kısır döngülere Kim daha uyanık bu devranda, bilmeden. Hani, denizler vardı usunda, Pul içinde bir yaşam düşlerdin, hani? Türkülerin en içlisi, en delisi Dökülürdü dilinin tellerinden. Hani, gençliğin vardı, dağ gibi güvendiğin Çıkardın her an, en yüce dağların doruklarına Sevdaların vardı, tel kondurmadığın, Bu suskunluk neyin nesi, konuş haydi! Uyandır sönmüş ışıklarını evrenin, Gülkurusu aşklarla dürtüle yaşamı Gör bakalım mutlu kimmiş evrende Bir dizi yas incileri, hepsinin gözlerinde. Bu rüzgâr, bu yapraklar, bu akan su Uzayan saçlarının öpülesi kıvrımları Umut ararsın ya her gün, değişikliklerle Yüzümüzde yer açmalıyız ince çizgilere |
Dizlerindenmidir.. uyuttugun.. dertlerimdenmidir.. unuttugum.. |
|
|
Vaktim Yok.... Niye....
|
Önce düştüm dudaklardan el oldum tanıdık bildiğim duraklarda
Dilsizim ve bi o kadar adressiz. Gidiyorum karanlığın izdüşümüne saf tutarak. Hesabım bitti / şimdi infazımı beklemekteyim. Dudaklarımı ısırarak isyan ettiğim yetimliğime bir de öksüzlüğüm eklendi. Artık ayaklarım beni aynı yere götürmüyor. Sığındığım yerlerden tek tek kovulan ben, şimdi el oldum tanıdık bildiğim yerlerde. Gözlerimin nemi kurumadan yüreğimin adreslerine denk geliyor bulutlar. Soyadımı taşıyan cümlelerden kovulan yüzümü bulamıyorum eski yerinde. Ya ben uzaklardayım ya da biz “ biz “ olmaktan imtina etmekteyiz galiba. Susuyorum bilmediklerime susarak. Boyun büküyorum benden bihaber parçalara ağlamaklı gözyaşlarımı deste yaparak. Elimde dört kişilik bir fotoğraf ve düşündüklerim. En büyük parça babamdı; bizi ayakta tutan bizi biz yapan.. En büyük parçamızı, canımız kaybettik sonra da gayri ictimalarımız hep bir eksikti. Babamız olmadan sanki o varmışcasına yaşayacak, savaşacaktık..Ama olmadı..Bölündük ilk önce sonra da düştük..Eksildik birer birer. Tesbih tanelerine mi özendik yoksa..Biz bir hayattık dört parçaya ayrılmış..Şimdi el olduk birbirimize..Oysa biz hep bir’dik..Şimdi her birimiz ayrı saflara düştük. Bir kere düşmüşken içimizdeki canlar kırılmaz mı ? Kırıkları toplamaya çalıştım daha çok kırıldık kendi içimizde.. Ben bu savaşı kaybetmeyecektim. Düştük diye dağılmayacaktık. Kırıklarımızı sarıp yeniden ayağa kalkacaktık. Bensiz kurulan sofralara ses çıkarmadım. Bana biçilmiş tüm sıfatlara razı oldum. Susmam istendi sustum, konuş denildi bana verilen tüm sufleleri söyledim dilimi ısırarak. Bile bile gelen fırtınaya rağmen kırıklarımıza kendimi bastım. her şeyimi benden olmayanlara ayırdım kendimi / isteklerimi öteledim. Acaba sorunlar benden mi kaynaklanıyor diye eksik tuttum içimdekileri. Bilmediğim yüzlere selam vermeye başladım ilk önce. Yaralarımıza merhem diye kendimi basacakken, gölgesini bile hatırlamadığım yerlerden topladım parçalarımızı. Akşam üstleri yalnızlığa alıştım önce. Ve bir gece bensiz toplanan umutların yabancı gözlerde yeşerdiğini gördüm bir sokak bankında. Bir yanda canımın canı, bir yanda canımın diğer yarısı ve de yabancısı olduğum gözler..Bir ben eksiktim..Gözyaşıma tuz bastım o an..Tutuldum / uzadım eksikliğime..Ben kırıklarıma bir umut ararken, kırıklarım kırıklarına çoktan yamayı vurmuş..Meğer bir ben fazlaymış cümlelere..Ayıklandım biz’den / kırıklarımdan düştüm az önce..Dağılmayı bekliyorum aynalara gözlerimin nemi miras bırakarak… Düştük / Kırıldık / Dağıldık / Oysa biz hep bir’dik.. Şimdilerde evden işe giderken tertemiz bir yalnızlığını giyiniyorum üzerime. İki oda bir salona sığdırdığım bir umut gökyüzünün altında nüfussuzluğuma isyan ediyorum. Kirpiklerimden birikmiş bulutlara sırlarımı verdikçe eriyor içimdekiler. Yavaş yavaş bükülüyorum cocukluğuma. Yeni bir umut yolculuğuna hazır olmayan bu yüreğe yine kefen örmekte ellerim. Oysa ben sadece susmayı bilirim. Yapabildiğim en iyi şeyin gitmek olduğunun farkında olsam da kendi içimden kovulmak öyle ağır ki..Kanatlarım kırık / düşlerim ise düştü kollarımdan. Sevinebilirsin artık hüzün… Zafer senindir. Önce bizi bana düşürdün sonra da kırıldın bizi..Merak etme yakında da dağılırız biz. Sen kalbini ferah tut..Dudak payımda bir hayat vardı..Al o da sana feda olsun...Bana dair ne varsa ele geçir. Kazandıklarımdan da feragat ediyorum..Düştüğümü kabul ediyor, kırıklarımı sana bırakıyor ve dağınıklığımı ilan ediyorum. Ama tek bir şartım var.. Yüreğimdeki gül’e sakın dokunma… Gözlerimdeki yeşeren Elif’i dalından koparma.. Dudak kenarımdaki umuduma hüzün bulaştırma… Ne olur sevdama yalnızlığı yakıştırma.. Ey her nefesi ölüm kokan hüzün ; Beni sevdamdan ayırma…. Çünkü düştüğümde sadece “ o “ ellerimden tuttu.. Kırıklarıma sadece “ o “ dokundu… Dağınıklığımda bana sadece “ o “ umut oldu… Ey hayat… Bana ölümleri müjdele ama Sakın sevdama / Rüyama / umuduma dokunma…. Dokunma diyorum… Dokunma… |
Şehrimin üzerine perdelenirken akşam, Kapıda dibi tutmuş bir gece karşılıyor beni. Beni bekleyen dört duvar yalnızlığı… Ve kırık aynalarda, İpini çeken yarım cümlelik adam... Ve yüreğimde içten ice kanayan sensizlik… Gayri sen yoksun dudaklarımda… Yitip gidiyorum ucu ateşe verilmiş “ sel “ gibi.. Eksiliyorum ipi kopmuş bir “ gün “ gibi.. Gayri sen yoksun satırlarımda… Yusuf’un ayak dibinde, Dibi kör kuyulardayım sana geç kalmışlığımı vurmaktayım.. Gayri sen yoksun gözyaşlarımda.. Eyyub’un dilsiz yüreğinde, Tuz basılmış yaralarındayım dua dua “ sana “ kanamaktayım.. Yoksun be alnı öpülesi kadın… Acılarım kanarken yoksun… Adının yedi harfini mühürlediğin dudaklarımda, Sensizliğin kelimeleri yanmakta… Gayri sen yoksun ayak uçlarımda… Şakağındayım sensiz zamanlarımın.. İnfazındayım senli varlığımın.. Kiracısıyken dünyevi menzilin, Sensizliği dayayıp yüreğime Tek kurşunla kendimi vurmaktayım.. Sen yoksun tuza bandırılmış acılarımda… Sensizlikte bir yanımda, İçimde seni öldürmemin hükmü verilirken, Bir yanımda, Bensiz varlığında “sensiz “yaşamanın ödülü Yaralı göğsümde paslanmakta Gayri sen yoksun tozlu yollarımda… Ait olduğum karanlıklara gidiyorum Kenarı ateşe verilmiş bir mektup gibi. Ve sen yoksundur gayri. Baktığım her kadında, Kendimi “sana “ intihar ediyorum… Ve sensizliğin düğümü boynuma geçirirken Sen’li cümleleri şakağından vurup Sana yenilmişliğimi ilan ediyorum… |
Her RuYa'nın bir sonu varmış...
|
| Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 13:02 . |
Powered by vBulletin® Version 3.7.0
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.