Kısa Keloğlan Masalları
KISA KELOĞLAN MASALLARI
KELOĞLANIN FÜZESİ Bir varmış, bir yokmuş. Ülkenin birinde Keloğlan yaşarmış. Uzaya meraklıymış. Bir gün bir füze bulmuş. Füzeyle Jüpiter'e gitmiş. Uzayda tur atmış. Sonra dünyaya dönmüş. Masalımız da burada bitmiş. KELOĞLAN VE KORSANLAR Bir Keloğlan varmış. Kayıkla denize açılmış. Korsanlar, kayığı almışlar. Keloğlan'ı denize atmışlar. Keloğlan yüzerek kıyıya çıkmış. Masalımız da burada bitmiş. KELOĞLANIN SARAYLARI Evvel zaman içinde bir Keloğlan yaşarmış. Rüyasında hazine üstünde yattığını görmüş. Evin altını kazıp, hazineyi bulmuş. 365 tane saray yaptırmış. Padişahın kızıyla evlenmiş. Masalımız da burada bitmiş. ------------------------------------------------ BANA KELOĞLAN DERLER Tarlaya biber ektim Bahçeye fidan diktim Şu masal dünyasında Keloğlan olarak tektim. Kimse beni geçemez Benimle yarışamaz Benim aştığım yüce Dağları onlar aşamaz. La Fonten saraylarda Fransa'da, İspanya'da Tatlı hayat yaşamış Kralların sofrasında. Andersen dersen İsveç'te Aklı fikri gelgeçte Masallar yazmış ama Beynimizde süzgeçte. Grimm Kardeşler vardır Onlar birer Alman'dır Almanlara sorarsan Dertlerine dermandır. Bana ne La Fonten'den Andersen'den, Grimm'den Avrupa'da masal kitaplarında Var mı hiç Keloğlan'dan? Ben bana benziyorum Anadolu çocuğuyum Beni sallamayanı Sallar söker atarım. Masal kitabı basanlar Yerli yazara kızanlar La Fonten, Grimm deyip Andersen'den çıkanlar. Ey yayınevleri Bilgi, kültür evleri Yerli yazar yok, Avrupa çok Avrupa kültür evleri. SON ------------------------------------------------ DEĞİRMENCİ KELOĞLAN İLE ARAP Eski zamanlarda bir Keloğlan yaşarmış. Bu Keloğlan tembellikten bıkmış. Arabın biriyle ortak olmuş ve bir değirmen satın almış. Keloğlan kısa zamanda değirmenciliğe alışmış. Gelen buğday, arpa ve mısırı değirmende öğütüp un yapıyor ve para kazanıyormuş. Bazı müşteriler para yerine öğütülen tahılın birazını değirmen hakkı olarak bırakırlarmış. Keloğlan'ın ortağı arap gün boyu geziyor ve akşamüstü gelip hasılatı alıyormuş. Öğütülen tahılı arabasına yükleyip kasabada satıyormuş. Arap giderek zenginleşmiş. Keloğlan ise, fakir kalmış. Aradan aylar geçmiş. Bakmış Keloğlan olacak gibi değil, arap kazancın hepsini alıyor. Araba oyun oynamaya karar vermiş. Arap geldiği zamanlar, bugün müşteri gelmedi, kazanç olmadı diyerek, hasılatı eve götürüp anasına vermiş. Öğütülen tahılı ambara saklamış. Bir yıl sonra arap değirmenden umudunu kesmiş ve Arabistan'a gitmiş. Keloğlan değirmende çok çalışarak zengin olmuş. Padişahın kızıyla evlenerek mutlu olmuş. SON ------------------------------------------------ KELOĞLAN İLE KELAYNAK KUŞU Vakti zamanında ülkenin birinde en güzel kel yarışması düzenlenmiş. Çok sayıda kelin katıldığı bu yarışmada Keloğlan ile Kelaynak finale kalmış. Keloğlan Kelaynak'ın güzel olduğuna inanıyormuş. Yarışmayı onun kazanacağını sanıyormuş ama buraya gelirken *n, birinci olmadan, ödülü almadan sakın gelme. Seni eve koymam bilmiş ol, demesini de hiç unutmamış. Ne yapıp edip yarışmayı kazanmalıymış. Keloğlan ile Kelaynak geceyi geçirecekleri handa odalarına çekilmişler. Daha sonra Keloğlan Kelaynak'ın odasına gitmiş. Bakmış Kelaynak aynanın karşısına geçmiş kel kafasını kaşıyor. Keloğlan, sen güzelsin, sen benden güzelsin, sen en güzelsin, diyerek Kelaynak'ı övmeye başlamış. Bunun üzerine Kelaynak şişinmiş, kabarmış. Sonunda ayna çatlamış, Kelaynak patlamış. Kelaynak'tan kurtulan Keloğlan gidip odasına yatmış. Ertesi gün rakibi gelmediği için birinci seçilen Keloğlan yüz akçe ödülü alıp evinin yolunu tutmuş. SON ------------------------------------------------ KELOĞLAN DAĞLAR PADİŞAHI Bir varmış, bir yokmuş. Bir Keloğlan varmış. Bu Keloğlan zamanla büyüyüp gelişmiş. 20 yaşına girmiş. Mert, yiğit biriymiş ama çalışmayı sevmez, boş gezenin boş kalfası misali koca boyuyla gezer dururmuş. Garip anacığı çalış, para kazan dedikçe, para benim neyime, deyme ana keyfime, yazık olur emeğime, et doldur tabağıma, dermiş. Günlerden bir gün Keloğlan iftiraya uğramış, kolculara yakalanmamak için, dağlara kaçmış. O yörenin beyi, Keloğlan'ı altınlarımı çaldı diye suçlarmış. Beyin baskısından yıllardır bıkıp usanan köylüler, Keloğlan'a ekmek, yemek götürerek onun dağları mesken tutmasını sağlamışlar. Bir iki derken, tarlalarda karın tokluğuna çalışmak istemeyen on köylü Keloğlan'ın çevresinde saf tutmuş. Keloğlan gücüne güç katmış ve bir gün adamlarıyla düze inerek beyi sindirip korkutmuş. Tarlalarda ırgatlık yapan köylüler, Keloğlan'ın yanına gelerek, sen çok yaşa emi Keloğlan diye bağırmışlar. Kolcular, Keloğlan'ın etrafını sarınca araya girerek Keloğlan'ı dağa kaçırmışlar. Olanlardan haberdar olan o ülkenin padişahı tebdil kıyafet gelerek köylülerle konuşmuş, Keloğlan'la tanışmış. Onun iftiraya uğradığını anlamış. Sonradan kimliğini açıklamış ve Keloğlan'ı sarayına davet etmiş. Sarayda padişahın dünya güzeli kızını gören Keloğlan kıza aşık olmuş. Kız da ününü duyduğu Keloğlan'ı görür görmez sevmiş. Sonraki bir gün Keloğlan anasıyla gelerek padişahtan kızını istemiş. Padişah kızını Keloğlan'a vermiş. Düğün günü bey bir kenarda eğlenceleri izlerken, onun baskısından kurtulmuş olan köylüler oynamışlar, eğlenmişler. Yıllar sonra bile çocuklarına, torunlarına Keloğlan Dağlar Padişahı diyerek anılarını anlatmışlar. SON Yazan: Serdar Yıldırım |
AVCI KELOĞLAN
Bir varmış, pir varmış, pir nereye varmış? Pir nereye varmışsa pire de oraya varmış. Daha sonra pir pireyi toprağa dikmiş. Pire toprakla birleşmiş. Pir kaçmış, pireyle toprak kovalamış. Toprak yaprağa dönüşünce pire yalnız kalmış. Bu sefer pireyle yaprak kaçmış, pir kovalamış. Tekerleme böyle uzar gider, bir değil bin sayfa yazsam da sonu gelmez. Biz yolu uzatmayalım, kestirmeden dönelim, şu yazdığım Keloğlan masalını övdükçe övelim. Kadim zamanlarda bir Keloğlan yaşarmış. Hey benim boyuna posuna kurban olduğum, güler yüzlü, temiz sözlü, can bülbülüm, huma kuşum. Sen olmasan ben derdimi, kederimi kimle, nasıl paylaşırım? Sen hep var ol, korkma, ben adını sonsuza dek yaşatırım. Benim adım da varsın Keloğlan adıyla kaynaşıversin, kim bunu fark eder ki? Keloğlan anasının zorlamasıyla eline ok ve yay alıp ava çıkmış. Keklik, tavşan, ceylan ne bulursa vurup getirecek ve evde anasıyla birlikte pişirip yiyecekmiş. Ok yaya takılmış, yay gerilmiş, Keloğlan'ın sağ kaşı kalkmış, nişanını almış ama av nerede? Av yokmuş. Ağaç tepelerindeki maymunlar, Keloğlan ormana girdiği andan itibaren seranat vermeye başlamış. Ormanda Keloğlan'ın avlanmaya geldiğini duymayan kalmamış. Orman sakinleri inlerine, kovuklarına saklanmış. Keloğlan okla yayı bıraksa onlar saklandıkları yerden çıkar mıymış? Tabi ki çıkarmış. Keloğlan okla yayı bırakınca keklik, tavşan, ceylan ortaya çıkmış ve Keloğlan hoş geldin deyip yanına gitmiş. Keloğlan bu duruma çok şaşırmış, aklını dağlardan, tepelerden aşırmış. Nereden aklıma esti de okla yayı bıraktım diyerek söylenmiş. Bu ekşi duruma dayanamayıp tatlı olmak isteyen kalem dillenmiş: " Ya bırak çaktırma Keloğlan, ne güzel yazıyordum. Sen bir fırtınasın esip geçersin, fırtınanın esmekten korktuğunu ilk kez görüyorum. " " Hadi oradan kalem çaktırdım, bu olaya fal baktırdım. Girit'e gitmek için, sal yaptırdım. Bu masalı yazmakta olan Serdar Yıldırım devreye girmiş. Anında sigorta atmış, ortalık aydınlanmış. Serdar Yıldırım dost elini Keloğlan'a uzatmış. Keloğlan dost eli sıkmakla kalmamış, Serdar'a sarılmış: " Kusura bakma Serdar, elime ok ve yay alıp ava çıktım. Çıktım da ava çıktığıma iki bin pişman oldum. Ya medet, beni bu çıkmazdan kurtarırsan sana bir gül demet. Ava çıktım, avcı olamadım ama avlarla arkadaş oldum. Bir koluma geyik diğer koluma ceylan girmiş, tepemde keklik, nereden geldi bilmem, bende kalıcı oldu bu ürkeklik. " Serdar: " Aman Keloğlan, yaman Keloğlan, dağlar başı, duman Keloğlan. Senin ürkeklik sandığın aslında cesaret, sen can alıcı olmayı bilerek terk et. Avcı can alırsa değildir cesur, onda vardır mutlaka bir kusur. Tavşan, ceylan, keklik senden korkmuyor, onlar iyiyi, kötüyü birbirinden ayırıyor. Sen avcı onlar av ama korkmuyorsa av avcıdan, bu senin büyüklüğündendir, erdemindendir. " Keloğlan: " İyi, güzel diyorsun da anam elime ok ve yay verdi, git bir av vur, getir, pişirip yiyelim, dedi. Şimdi eli boş dönersem, anam beni eve koymaz. " Bunun üzerine Serdar: " Sıkma canını Keloğlan. Annenle ben konuşurum. Bu iş için, sana kızmaz. " İkisi birlikte eve gitmişler. Serdar'ın sözleri üzerine anası Keloğlan'ı affetmiş. Onları tarhana çorbası içmek için, eve davet etmiş. Çorbalar içildikten sonra sohbet etmişler. Sonra yatıp uyumuşlar. Sabah olunca Serdar bana müsaade deyip aralarından ayrılmış. Masalımız da burada bitmiş. SON |
KELOĞLAN UÇAN HALI
Bir varmış, bir yokmuş. Keloğlan adında bir genç varmış. Çalışmayı sevmezmiş ama kızlar onun peşinden koşarmış. Kasaba yolunda önüne çıkarlar, beni al Keloğlan, beni al, derlermiş. Bunun üzerine Keloğlan: " Yoo, durun bakalım kızlar. Hepiniz çok güzelsiniz ama benim gözüm yükseklerde. Ben padişahın kızını almak isterim. " dermiş. Böyle dermiş ama, sen padişahın kızını gördün mü, onunla konuştun mu, diyenlere, ne gördüm, ne konuştum ama ben onu seviyorum, dermiş. Ee Keloğlan bu, görerek de sever, görmeden de sever, ona sadece başı kel diye Keloğlan dememişler. Mert, yiğit, cesur olmasa yüzyıllardır adı böyle saygıyla anılır mıymış? Keloğlan, Anadolu insanının ezilmişlikten kurtulmak isteyişinin canlı bir haykırışıymış. Her yiğit gencin içinde mutlaka bir Keloğlan varmış. Yürü Keloğlan yürü, Anadolu sana yetmezmiş, senin adın dünyada duyulmalıymış. Yürü Keloğlan yürü demiştik ya sonunda Keloğlan yürüye yürüye başkente varmış. Hayal gibiymiş ama başkentte herkes padişahın kaçırıldığından bahsediyormuş. Böyle bir olay dünya tarihinde olası değilmiş. Kim kaçırabilirmiş ki koskoca padişahı? Bir, iki derken duydukları, ee yeter artık deyip, Keloğlan saraya gitmiş. Keloğlan'ı padişahın kızının huzuruna çıkarmışlar. Padişahın kızı Ayla'nın iki gözü dört çeşmeymiş. O kadar çok ağlamış ki, sarayın salonu diz boyu gözyaşı dolmuş. Ayla biraz daha ağlasa sarayı gözyaşı basacakmış. Keloğlan Ayla'nın yanına gitmiş: " Sevgili sultanım, nedir bunca gam keder, babanızın kaçırılması mı etti sizi heder? " demiş. Ayla gözyaşlarını silmiş. Daha önceki gecelerde bu genç pek çok defa rüyalarına girmiş. Onun olmazı olduran, imkansızı gerçekleştiren biri olduğunu biliyormuş: " Aman Keloğlan, yaman Keloğlan, dağlar başı duman Keloğlan. Sen sen ol Keloğlan, odamdaki halı uçar Keloğlan. Sen halı uç de halı uçar, dünyayı dolaşır gelir Keloğlan. Ben sana aşığım Keloğlan, ne olur babamı kurtar Keloğlan. " Ayla'nın haykırışı üzerine Keloğlan harekete geçmiş. Odaya gidip halının üstüne oturmuş. Ayla ve baş vezir de halıya binmiş. Keloğlan, halı uç, demiş, halı uçmuş. Saray penceresinden çıkıp gökyüzüne yükselmiş. Ayla'nın söylediğine göre, babasını kaçıran amcasıymış. Amcası dedesinin bir cariyeden olma oğluymuş. Yıllar önce saray dışına çıkarılmış ama *n teşvikiyle şimdi padişahlıkta hak iddia ediyormuş. Uçan halı, Uludağ'ın sarp ve yalçın kayalıklarında kurulmuş olan kaleye varmış. Saray penceresinden içeri salona girmiş. Keloğlan, Ayla ve baş vezir uçan halıdan inmişler. Padişah salonun ortasındaki bir kafes içindeymiş. Ayla tahtında oturan amcasına doğru yürümüş: " Amca, amca, neden yaptın bunu böyle, derdin nedir, çabuk söyle? " demiş. Amcası ayağa kalkmış. O da yeğeni Ayla'ya doğru yürümüş: " Yeğen, yeğen, uçan halıya bindin geldin, neden beni payladın? " demiş. " Amca, amca, ben seni paylamadım. Sen neden babamı kaçırdın? " demiş. " Yeğen, yeğen, babanı kaçırdım ama o beni önemsemedi. Tahta bir oturdu, kalkmadı. O tahtta benim de hakkım var, dedim, bana dönüp bakmadı. Babanla ben kardeşiz. Baba bir ana ayrı, olur mu kardeşler arasında ayrı gayrı? Tahtın yarısı onunsa yarısı benim, halkımın mutluluğu için, çırpınır canım. " Ayla amcasına karşılık vermemiş ve Keloğlan'dan yana dönmüş. Keloğlan: " Şimdi madem ki siz eski padişahın evlatlarısınız. O zaman, şey canım, siz ikiniz de padişahsınız. Taht geniş, bir tahta iki padişah oturmaz diye bir kanun yok ya. Siz ikiniz tahta oturursunuz olur biter, yani ben çözüm yolunu böyle buldum. " Keloğlan'ın bu sözleri üzerine herkes birbirine bakınmış. Amca gidip kardeşini kafesten çıkarmış. Üç yolcuyla kederli gelen uçan halı, beş yolcuyla neşeli bir şekilde başkente yumuşak iniş yapmış. Daha sonra sarayda düzenlenen bir törenle tahta iki padişah oturmuş. Kişisel hırslara kapılmadan, halkın menfaatini düşünerek, sevgiyle, iyilikle ülkeyi yönetmişler. Böylesi daha iyi değil miymiş, ne demek tahtı ele geçiren şehzade padişah olurmuş ve kardeşlerini halledermiş? Keşke birlik olsaydınız ve güç birliği yapsaydınız. Biri padişah diğeri ordu komutanı olabilirdi. Devlet meseleleri üzerinde ortak kararlar alınabilirdi. Bu arada Keloğlan ile Ayla evlenmişler. Ayla saraydan ayrılmak istememiş, Keloğlan da onunla birlikte sarayda yaşamak zorunda kalmış. Keloğlan hep çarşıda, pazardaymış. Halktan kopmamış ve halkın sorunlarını padişahlara anlatmış. Kardeş padişahlar, hazinenin değil, halkın cebinin dolu olmasına özen göstermişler. Çarşıda, pazarda köylüler takılırmış Keloğlan'a, Keloğlan Sultan derlermiş ama Keloğlan bunları önemsemezmiş: " Benim sultanlığımdan ne olacak canım. Eskiden başım keldi, kafamda saç yoktu. Şimdi sultan olduysak ne değişti? Kafamda yine saç yok ve başım yine kel, deyince köylüler kahkahalarla gülermiş. SON |
YUMURTACI KELOĞLAN
Bir varmış, iki yokmuş. Eski zamanlarda bir Keloğlan varmış. Tembellikte, sakarlıkta üstüne yokmuş. Evlerinin bahçesindeki kümesin karşısında bütün gün yan gelir yatar, tavukları seyredermiş. Sadece seyretse iyi, tavuklara taş atar, onları korkutur, bağırmalarını, kaçışlarını görünce keyiflenir, gülermiş. Bazen hızını alamaz, kümese girer, tavukları kovalarmış. Bu arada sakarlığını gösterir, yumurtaları kırarmış. Gürültüyü duyan anası elinde sopasıyla koşup gelir, Keloğlan'ı kovalarmış. Günlerden bir gün sabah vakti anası bir sepet yumurtayı Keloğlan'ın koluna takmış ve şöyle demiş: " Bak oğlum, bu sepette yirmi yumurta var. Götür bunları kasabada sat. Tanesini on kuruştan verirsin. Kazandığın parayla nohut, mercimek al. Vur sırtına getir. Haydi bakalım, pazar ola. " Bunun üzerine Keloğlan anasına, olur ana, yumurtaları satar, nohut, mercimekle geri dönerim, demiş ve kasabaya doğru yola koyulmuş. Keloğlan öğle vakti kasabaya varmış. Pazar yerine gitmiş. Sepeti yere koymuş, duvar dibine çömelmiş ve müşteri beklemeye başlamış. Zaman geçtikçe Keloğlan'ın içi bayılmaya başlamış. Parası olsa şu ilerideki pideciden pide alır, yer, üstüne bir tas ayran içermiş ama satış yok, para yok. Çaresiz sepetten iki yumurta alarak üstünden biraz kırıp içmiş de açlığını yatıştırmış. Aradan saatler geçmiş, akşam olmuş ama Keloğlan bir tane yumurta satamamış. Pazar yerinde kimse kalmayınca yumurtaları alarak köyüne doğru yolu koyulmuş. Karanlıkta ormanda giderken, düşüp yumurtaları kırmış. Keloğlan'ın eli boş döndüğünü gören anası demediğini bırakmamış. Keloğlan'ın üstüne yürümüş. Keloğlan kaçmış, anası kovalamış. Keloğlan o geceyi ormanda geçirmiş. Ertesi gün evin kapısını çalmış, kapıyı anası açmış: " Ana, sana hoş çakal demeye geldim. Ben padişahın kızıyla evlenmeye gidiyorum. " Anası gözlerini sekiz açmış: " A oğlum, sende hiç akıl yok mudur? Tembelsin, sakarsın, bir sepet yumurtayı satamadan kırar gelirsin. Padişah, kızını sana verir mi? Hem o kız seninle evlenir mi? Çevresinde ne vezirler, paşalar, beyler vardır, sana dönüp bakar mı? Haydi, içeri gir de yemeğini ye, yat, uyu. " " Bilmez misin ana, ben olmazı oldurur, dönmezi döndürürüm. O senin yumurta falan dediğin küçük işler. Ben büyük işlerin adamıyım. " " İyi git o zaman, ne halin varsa gör. Sen önce küçük işleri hallet de sonra büyük işlere bakarsın. " Keloğlan anasının hazırladığı yiyecek torbasını aldıktan sonra başkente doğru yola çıkmış. Keloğlan günler sonra başkente varmış. Şehrin sokaklarında gezmiş, dolaşmış. Pazar yerine gitmiş. Saraya bahçıvan arandığını öğrenmiş. Tecrübe demişler, tecrübe bende demiş. Ustalık demişler, ustayım ben demiş. Hırs, azim, irade demişler, Hepsi bende mevcuttur demiş ve işe girmiş. Bir gün, iki gün derken, üçüncü gün saray balkonundan bahçedeki Keloğlan'ı gören padişahın kızı Ayşe Sultan merdivenlerden hızlı adımlarla inerek Keloğlan'ın yanına gelmiş: " Affedersiniz, siz Keloğlan değil misiniz? " diye sormuş. Keloğlan elindeki çapayı atmış. Ellerini beline dayamış: " Tabi canım, ben Keloğlanım. Siz de Ayşe Sultan olmalısınız. Beni tanımasaydınız şaşardım. " Ayşe Sultan Keloğlan'ın yanına gelmiş: " Keloğlanım, güzel adamım. Adını yıllardır duyarım. Hep seni tanımak isterdim. Bir yuva kurmak en büyük dileğim. " Bunun üzerine Keloğlan şöyle demiş: " Ayşe Sultanım, güzel hanımım. Hep sizi merak ederdim. Görür görmez aşık oldum. Evlenip mutlu olmaktır dileğim. " Daha sonra Ayşe Sultan Keloğlan 'ın elinden tuttuğu gibi padişahın huzuruna çıkarmış. Ayşe Sultan: " Baba, Keloğlan geldi. " demiş. Padişah sağa bakınmış, sola bakınmış, ak sakalını kaşımış ve kızına dönüp, Keloğlan bu mu? diye sormuş. Bunun üzerine Ayşe Sultan: " Evet baba, Keloğlan bu. Benimle evlenmek istedi, ben de kabul ettim. " demiş. Padişah: " Durun bakalım, kendi kendinize gelin güvey olmayın. Keloğlan'ın nice zorlukların üstesinden geldiğini çok duydum. Onun maceralarını duymayan, işitmeyen yoktur. Ey Keloğlan, duymadıysan duy, işitmediysen işit. Yıllardır bir hastalığın pençesinde kıvranmaktayım. Uludağ'ın güneyindeki sarp ve yalçın kayalıklarda yaşamakta olan altın kartalın yumurtası beni iyileştirirmiş. Yumurtayı çiğ olarak içmeliymişim. " Keloğlan: " Merak etmeyin padişahım. İki günde gider, dört günde dönerim. Altın kartal yumurtayı vermezse, tüylerini yolar alırım." Padişah:"Kulağına küpe olsun, altın kartal kanatlarını açtığında on metre oluyormuş. " Keloğlan: " Ne, on metre mi? O kadar büyük mü? " Padişah: " Evet, büyük Keloğlan hem de çok büyük. " Keloğlan'ın bir adım gerilediğini gören Ayşe Sultan Keloğlan'ın yanına gelmiş: " Ne o Keloğlan, yoksa korktun mu? " diye sormuş. Keloğlan: " Ne korkması? Korku da neymiş? Sultanım, sen benim bugünkü düşkünlüğüme bakma. Yiğidin harman olduğu yerden geldim ben buraya. Korku bir zamanlar benden korkardı. Sonradan korkuyu çöp sepetine attım. Açıl altın kartal, Keloğlan seni kucaklamaya geliyor. " Ertesi gün padişahla ve Ayşe Sultan'la vedalaşan Keloğlan yola çıkmış. İki günde Uludağ'ın zirvesine ulaşıp, güneydeki altın kartalın yuvasını bulmuş. İşte kocaman yumurta yuvada duruyormuş. Keloğlan yumurtanın yanına gelmiş: " Enayi altın kartal, yumurtasını korusa ya? Yumurta burada, altın kartal nerede? " diye söylenmiş. Söylenmiş söylenmesine de anında sert bir ses Keloğlan'ın kulaklarında yankılanmış: " Enayi altın kartal burada. Yumurtasını koruyor. " Keloğlan hızla geriye dönmüş. Burnunun dibinde koca bir kafa varmış. Bu, altın kartalın kafasıymış. Gözleri çakmak çakmakmış. Ama Keloğlan nereye kaçacakmış? Önünde altın kartal, arkasında uçurum varmış. Keloğlan üstten alsa olmaz, altın kartalla vuruşamaz. O zaman alttan almaya karar vermiş: " Sayın altın kartal, sizi saygıyla selamlarım. Bendeniz Keloğlan, kel kafalı bir oğlan. İsmim isminizin yanında sönük kalır. Güneşin yanında mum ışığının değeri olmaz. Kartallar dünyasında altın kartaldan değerlisi bulunmaz. Büyük, görkemli altın kartal. Dünyadaki kartalları toplasan bir altın kartal etmez. Yüz yıl, bin yıl, yüz bin yıl geçse bir altın kartal daha dünyaya gelmez. " " Sen neler diyorsun Keloğlan? Beni çok övüyorsun Keloğlan. Bu kadar büyük olduğumun farkında değildim. Sana yüz bin üstünden milyon verdim. " demiş altın kartal, kanatlarını çırpmış ve kendini uçurumdan aşağı bırakmış. Önce düşmüş, sonra yükselmiş. Çeşitli akrobasi hareketleri yapmış, taklalar atmış. İnanılmaz bir uçma yeteneğine sahip olduğunu ispatlamış. Altın kartal daha sonra Keloğlan'ın yanına yumuşak iniş yapmış. Keloğlan altın kartalı çılgınca alkışlamış. Bunun üzerine altın kartalın göğsü gururla kabarmış. Keloğlan: " Altın kartal artık bana müsaade, demiş, izin ver gideyim. " Altın kartal: " İzin senin Keloğlan. Git ve beni anlat, gördüklerini anlat. İnsanlar beni tanısın, altın kartal kimdir, bunu bilsin. Yıllardır insanlara görünmemeye çalıştım. Yabancı gözlerden uzak kalmayı diledim. Artık değiştim, bambaşka oldum. Buralarda sessizce yaşayıp yok olmak istemiyorum. Git ve beni dünyaya tanıt. " Keloğlan: " Seni herkese anlatırım, dünyaya tanıtırım ama şu yumurtayı bana vermelisin. Bir padişah var, senin yumurtanı çiğ olarak içerse sağlığına kavuşacak ve kızını bana verecek, evleneceğim. İnsanlar, bravo altın kartal diyecek, senin adını yüzyıllarca saygıyla anacak. " Altın kartal: " Yumurta senindir Keloğlan, al yumurtayı ve padişah sağlığına kavuşsun. " demiş. Keloğlan yumurtayı almış ve oradan ayrılmış. Padişah altın kartalın yumurtasını içmiş. Kısa zamanda iyileşmiş ve kızını Keloğlan'a vermiş. Düğün günü sarayın bahçesinde davetliler eğlenirken, gökyüzünde altın kartal belirmiş. Kanatlarıyla Keloğlan'ı, Ayşe Sultan'ı, padişahı ve davetlileri selamlayan altın kartal gökyüzünde inanılmaz motifler sergilemiş, davetliler kendisini çılgınca alkışlamış. Keloğlan ile Ayşe Sultan evlenmişler, mutlu olmuşlar. Kızı evlendi diye padişah mutlu olmuş. Meşhur oldum diye altın kartal mutlu olmuş. Serdar Yıldırım bu masalı yazdı diye mutlu olmuş. Sen sayın okuyucu bu masalı okudum diye mutlu ol, istersen. Belki de asıl mutlu olması gereken sensin. Okuyucu olmasa yazar ne yazmış kıymeti olmaz. Yazıyı burada kesmesem bu masal bitmez. Keloğlan ermiş muradına bu masal da burada bitmiş. SON |
BEBEK KELOĞLAN
Ye bakla at takla. Ye limon denizde somon. Ye kavun derdinle avun. Ye soğan gece yarısı Keloğlan'dır doğan. * * * * Ebe oğlan oldu der, sofada dokuz doğuran babaya. Baba koşar evinde on sekiz doğuran dedeye. Baba, oğlum oldu, baba oldum, der. Dede ayağa kalkar, gözün aydın, der. Sen baba oldun, ben dede, der. Sen baba, ben dede, diyerek oynamaya başlar. Bunun üzerine baba, sen dede, ben baba, diyerek oynar. Oynarlar da oynarlar. * * * * Sonradan baba geri gelir babası yanında. Babanın babası Keloğlan'ın dedesi, Tatlıya bağlandı torun hevesi. Bebek Keloğlan ağlar da ağlar. Ana, baba, dede kucağına alır, sorun yok. Keloğlan ağlıyor ama gözlerinde yaş yok. Onun amacı dünyaya geldiğini ilan etmektir. Daha doğar doğmaz hoş geldim demektir. Hoş geldin Keloğlan, yeni doğmuş bebek oğlan. Şimdi ağla büyüdüğünde ağlama, ağlatma. Sakın ola zalim olma Kılıcın değil, aklın keskin olsun. Geldiğini görenler korkmasın, gülümsesin Anlattıklarından ders çıkarıp hayatı özümsesin. SON Serdar Yıldırım ---------------------------------------------------------- KELOĞLAN DENİZLER PADİŞAHINA KARŞI Bir Keloğlan varmış. Bu Keloğlan'ın saçı yokmuş ama aklı çokmuş. Herkesle fikir yarıştırmayı sever, bunu bir oyun haline getirirmiş. Kendi köyü Alaca, komşu köyler Bulaca, Kulaca ve Suluca'da yapılan düğünlere davet edilir ve akıl-fikir yarışmalarında ilk sırayı kimselere bırakmazmış. Mümkün mü Keloğlan'la akıl-fikir yarıştırmak? Keloğlan sorusunu sordu muydu yarışmacılar dilsiz kesilirmiş. Bulutlar yere inse, yer göğe çıksa, insanlar hangi katta bulunurlar? Yanan bir ateşin dumanı görünmese bunu kim anlar? Eller ayaklarla yer değiştirse yürümek nasıl olurdu? Asıl adı İbrahim olan Keloğlan, zekasının çokluğuyla her zaman öğünen denizler padişahı ile akıl-fikir yarıştırmak için, yola çıkmış. Keloğlan yolda iki adama rastlamış. Adamlar, hararetli bir şekilde tartışmaktaymış. Keloğlan bir süre adamların tartışmasını izledikten sonra, araya girmiş: Durun ağalar, etmeyin, eylemeyin. Şu koca dünyada, bu dağ başında neyi paylaşamazsınız? Keloğlanın araya girmesiyle adamlar sakinleşmiş. Adamlardan biri, Keloğlana sormuş: Arkadaş, nerelisin, adın ne? Keloğlan: Şu dağın ardında kalan Alaca köyündenim. Herkes, bana Keloğlan der. Söyleyin bakalım ağalar, nereden gelir, nereye gidersiniz? Adınız nedir, bir öğrenelim. Adamlardan biri: Keloğlan adını duymuşluğum vardı. Benim adım Hacivat, kardeşliğimin adı Karagözdür. - Vay, Hacivat ve Karagöz!.. Ben de sizin adınızı duymuştum. Nükteli konuşmalarınızla etrafınızdakileri güldürürmüşsünüz, diyen Keloğlan, iki ayrılmaz dostla kucaklaşmış. Daha sonra Karagöz sormuş: - Keloğlan, sen köyünden çok uzaktasın. Nereye böyle? Bunun üzerine Keloğlan, olanı-biteni anlatmış ve sonunda, denizler padişahı ile akıl-fikir yarıştırmak için yola çıktığını söylemiş. Keloğlan sözlerini tamamladıktan sonra Hacivat karşısına dikilmiş: - Be Keloğlan, sende hiç akıl yok mudur? Denizler padişahını ben de bilirim. Akıl-fikir yarışında beni yeneni altına boğarım der ama kimseye beni yendin, al bir çuval altını demedi, kimseyi altına boğmadı. Onun boğdurması başka türlü. Cellâtlarının eline düşenin vay haline. Karagözün de kızgınlıkta Hacivat'tan aşağı kalır yanı yokmuş: - Bre kellerin padişahı.. Biz Hacivat'la ikimiz senin emrindeyiz. Yeter ki, o kötü fikrinden vazgeç. Bak yirminde varsın, yoksun. Hayatının baharındasın. Gel gitme. Karagöz ile Hacivat uzun süre dil dökmüşler fakat Keloğlanı vazgeçirmek ne mümkün? Rüzgâr diyormuş da fırtına demiyormuş. Hayalin gerçeğe, masalın efsaneye karıştığı bir anlık zaman diliminde aniden Hacivat'ın yüz hatları gerilmiş, kaşları çatılmış ve konuşmaya başlamış: - Bak Keloğlan, hiç kimse kazanma ihtimalinin sıfır olduğu bir şans oyununa parasını, bir ölüm oyununa hayatını koymaz. Karagözle beni az buçuk tanıdın. Yalan nedir bilmeyiz, doğruluktan şaşmayız, sırrını sırrımız bilir, kimselere açmayız. Hayatını ortaya koyduğuna göre, bu Denizler Padişahı senin tanıdık veya akrabana mı bir zarar verdi? Hacivat'ın kararlı konuşması üzerine, çocukluğundan beri beynini kemiren sırrı, Keloğlan gözyaşları içinde anlatmaya başlamış: - Anam anlattıydı. Babamın adı Mehmetmiş. Köylüymüş ama çok zekiymiş. Ben küçük bir çocukken, babamın çok zeki olduğunu duyan denizler padişahı babamı sarayına akıl fikir yarıştırmak için, davet etmiş. Gidiş o gidiş. Babamın kendinden daha akıllı olduğunu gören zalim, babamı boğdurtmuş. Ben şimdi gidip de, o zalimden babamın intikamını almaz mıyım? Bir de şöyle bir durum var. Dikkat ettim, halk arasındaki konuşmalarda padişah, kral, imparator, şah, sultan diyorlar, o kadar zalimler var ki aralarında. Zindanlar haksız yere işkence gören, karanlık ve nemli taş odalarda ömür törpüleyen insanlarla dolu. Olur mu böyle şey? Padişahın biri, ordusunu toplayıp, kendi halinde yaşayan, iyi insanlarla dolu bir ülkeye saldırıyor, yüzlerce, binlerce insanın ölümüne sebep oluyor. Sonra ne oluyor, ülkesine yeni topraklar kattı, topraklarını genişletti, fethetti, aldı. Böyleleri büyük padişah, büyük kral namıyla anılıyor. Kızıl saçlı, kızıl sakallı bir korsan olan denizler padişahı da gelecekte büyük padişah olarak anılacaksa yazıklar olsun. Bunun üzerine Hacivat: Dediğin doğru, Keloğlan. Benim de dikkatimi çeker bu durum. Şu el yazması kitaplar. Yüzyıllar öncesinden kalanlar var. Tarih kitaplarında hep savaşlar var. Tarih, savaş demek olmamalı. Tarih kitaplarından savaşı çıkarın, geriye Karagöz ile Hacivat kalır. Öyle değil mi Karagözüm? Karagöz: Sen ne diyorsun, Hacivat? Bir savaşı sevmeyiz. İnsanlar neden bizi tarih kitaplarına yazsınlar. Onların aralarındaki bu konuşma su gibi akıp gitmiş. Daha neler konuşmuşlar, neler. Özellikle babasından bahsederken, Keloğlanın, yıllardır için için yana bir volkanken aniden patlaması, yüzyıllardır süregelen bir yanlışı doğruluyor nitelikte miymiş? Düşüncede bütünlük sağlamak, aralarında fikir birlikteliği kurmalarına neden olacak, Keloğlanın yanına Karagöz ile Hacivatı katacak, yakındaki bir çiftlik sahibi onlara üç at satacak, fazla eğlenmeden yola çıkılacak, aradan günler, haftalar geçecek, denizler padişahının ülkesine giriş yapılacak, deniz kenarında, sarp kayalıklar üstündeki zalimin sarayına varılacak ve hoş geldin, beş gittin huzura çıkılacakmış. Artık Keloğlan, denizler padişahının huzurunda, Karagöz ile Hacivat salonun bir köşesinde seyirciler arasındaymış. Biraz sonra denizler padişahının davudi sesi salonda yankılanmaya başlamış: - Benimle akıl fikir yarıştırmak için, gelen sen misin? Adın Keloğlanmış. Saçı yok olanın aklı da yok derlerdi de inanmazdım. Aklın olsa, şu kadarcık halinle, benim gibi heybetli bir padişahın karşısına çıkar mıydın? Bu soruya Keloğlan şu cevabı vermiş: Padişahım, saçım yoktur ama aklım çoktur. Şu kadarcık değil de, bu kadarcık olsaydım, bu salona sığmaz, dışarı taşardım. Denizler padişahı, Keloğlandan böyle bir cevap beklemediği için, sağına, soluna bakınmış. Salondaki bütün başlar öne eğilmiş. Keloğlan ise, dimdik karşısında duruyormuş. Başı dik, alnı açıkmış. Cesurmuş. Sorulacak her soruya karşılık verebilecek gibi görünüyormuş. Denizler padişahı kaşlarını çatıp, Keloğlana doğru sert bir bakış fırlatmış. Keloğlan oralı olmamış. Bunun üzerine denizler padişahı ayağa fırlarken, bağırmış: Rezil herif, hemen diz çök karşımda. - Padişahım, olur mu? Bu bir yarışma. Benim işime karışma. Şartlar eşit olacak ki, tadı çıksın; Keloğlanın kel başında saç çıksın. Hem sen şimdi padişahlığı boş ver, bir soru sorayım da bana akıl ver. Bu elimde yok, bu elimde de yok. Ellerimde yok olan şeyin adı nedir? - Bre densiz, bu ne biçim sorudur? Cellâtlar, alın bunu başımdan, koparın gövdesini başından. İki cellât gelmiş ve Keloğlanı kaptıkları gibi sarayın yer altı katlarında bulunan zindana götürmüşler. Gece yarısı Karagöz ile Hacivat zindana inmiş ve Hacivat uzaktan akrabası zindancıbaşıyla görüşmüş. Keloğlan'ı salıvermesini, bu durumun kimse tarafından bilinmeyeceğini söylemiş. Hacivat'ın ricası ve verdiği on altın üzerine zindancıbaşı, Keloğlan ile Karagöz ve Hacivat'ı gizli bir geçitten saray dışına çıkarmış. Zindancıbaşı: " Bak Keloğlan, yirmi yıldır bu zindandayım. Padişahıma isyan eden, karşı çıkan, düşman olan, boyun eğmeyen yüzlerce insanın hayatına son verdim. Şimdiye kadar bir kişi bile, bu zindandan sağ kurtulamadı. Hacivat'ın hatırına seni bırakıyorum. Eğer ki, bir daha bu zindana gelirsen, vay haline! Bir Hacivat değil, bin Hacivat gelse seni kurtaramaz, dedikten sonra, Keloğlan'ın ensesine öyle sert bir tokat vurmuş ki, onu toza, toprağa bulamış. Zindancıbaşı gittikten sonra, Karagöz ile Hacivat, Keloğlan'ı kucakladıkları gibi oradan kaçırmışlar. Keloğlan günlerce ölümle cebelleşmiş. Gitmiş, gitmiş, gelmiş. Sonradan Keloğlan biraz kendine gelince sormuş: " Ne oldu? Neredeyim ben? " Bunun üzerine Hacivat: " Dağda, bayırdayız, Keloğlan. Tam altı gündür kendini bilmeden yattın. Terledin, durdun. Zindancıbaşı gitmene izin verdi. " Keloğlan: " Of, ensem! Ne biçim zindancıbaşıymış o. Enseme öyle bir tokat vurdu ki, tarifi imkansız. Sanki öldürmek için vurdu. " Hacivat: " Tabi öldürmek için vurdu. Seni bıraktığını denizler padişahı bir duyarsa, zindancıbaşını en yüksek direğe astırır. Artık akıllan Keloğlan, babanın intikamını aldın. Bunu böyle kabul et. Denizler padişahının ülkesini terk et. Var git köyüne, evine. Kur düzenini rahat et. " Daha sonra kendine gelen ve iyileşen Keloğlan'ı, Alaca Köyü'nün yakınlarına kadar getirmişler. Keloğlan'dan bir daha denizler padişahıyla uğraşmayacağı sözünü alan Karagöz ile Hacivat, Bursa'ya dönmüş. Keloğlan köyünde birkaç ay kalmış. Yemiş, içmiş, gezmiş. Aklında hep denizler padişahı varmış. Onun hayali gözlerinin önünden gitmiyormuş. Bu duruma daha fazla dayanamayacağını düşünen Keloğlan, anasıyla vedalaşıp, yola çıkmış. Atını dörtnala sürerek günler sonra denizler padişahının ülkesine ulaşmış. Bir han odası kiralayıp, orada yatıp, kalkmaya başlamış. Bir sabah Keloğlan, tellalın sesine uyanmış. Tellal: Padişahımız dünya güzeli kızı Ay Sultanı evlendirecek. Ay Sultanla evlenecek olan cengaverin okla hedefi 12 den vurması gerekiyor. Hedefi 12 den vuramayanın boynu vurulacak. Duyduk, duymadık demeyin. - Hah, diye düşünmüş, Keloğlan. Nihayet denizler padişahıyla karşılaşmak için bir fırsat doğdu. Böyle bir fırsat bir daha elime geçmeyebilir. O zaman bu fırsatı çok iyi değerlendirmeli ve denizler padişahından intikamımı almalıyım. Önce iyi bir yayla, bolca ok alıp, şehir dışında, açık bir alanda, çalışmaya başlamalıyım. Yüz adımdan yumruk kadar bir hedefi her atışta vurabilecek duruma gelmeliyim. Yarışmayı kazanıp, Ay Sultanla evlenirsem, işim kolaylaşacak. Bekle denizler padişahı yakında geliyorum. Keloğlan bir haftalık ok taliminden sonra istediği seviyeye gelmiş ve yarışma günü denizler padişahının sarayına gitmiş. Sarayın bahçesinde ok atışları başlamış. İlk iki yarışmacı hedefi 12 den vuramayınca boynu vurulmuş. Üçüncü yarışmacı ise, hedefi 12 den vurmasına karşın, askerlerce yakalanarak boynu vurulmuş. Bunun üzerine geride kalan yarışmacılar, kaçmaya çalıştılarsa da, yakalanarak zorla atış yapmışlar. Hedefi 12 den vursun vurmasın, yarışmacıların birer birer boynu vurulmuş. Nihayet on ikinci sırada bulunan Keloğlana sıra gelmiş. Yarışmacıları adını söyleyerek öne çıkaran asker, şimdi sıra Seloğlanda diye bağırmış. Keloğlan şapkasını çıkarıp selam verince, denizler padişahı ayağa kalkmış: - Dur bakalım, sen Keloğlan değil misin? Birkaç ay önce akıl-fikir yarıştırmak için, karşıma çıkmıştın. Zindanda senin kel başını, değersiz gövdenden ayırmadılar mı? Keloğlan: Hayır, padişahım !.. Benim adım Seloğlan. Keloğlan, benim üçüzümdür. Bir kardeşimiz daha var. Adı Yeloğlan. Adımızı babam koymuş. - Keloğlan, sivri zekalı olduğu için, baban adını Keloğlan koymuştur. Kardeşinin adını neden Yeloğlan koymuş? - Yeloğlan, yel gibidir. Çok hızlı koşar. Son günlerde atlarla yarışacak duruma gelmişti. - Peki, senin adını neden Seloğlan koymuş? - Şey, padişahım !.. Ben de sel gibi olduğum ve önümde engel tanımadığım, önüme çıkan en büyük sorunların üstesinden geldiğim için, babam bana bu adı koymuş. - En büyük sorunlar ha, işte sana büyük bir sorun. Kurtar bakalım kalın boynunu kesilmekten. Haydi bir an önce atışını yap. Keloğlan hedefe doğru dönmüş. Elindeki oku takıp, yayı germiş. Hedefi 12 den değil, 15 den vursa bile, boynunu vurulmaktan kurtaramayacağını biliyormuş. - Nereden nereye, diye düşünmüş. Sözde yarışmayı kazanıp, Ay Sultanla evlenecek ve denizler padişahını alaşağı edip, tahtı ele geçirecektim. Keloğlan aniden düşünmeyi bırakıp, hızla geriye dönmüş ve nişan alıp, oku fırlatmış. Ok, denizler padişahının göğsünün sol tarafına saplanmış. Keloğlan, Yeloğlan olup, yel gibi sarayın bahçesinden dışarı kaçmış. Peşinden koşan askerler, Keloğlanı ormanda boş yere aramışlar. Gizlendiği ağaç kovuğunda askerlerin konuşmalarını dinleyen Keloğlan, denizler padişahının kalbinin sağda olduğunu öğrenmiş. Askerler, denizler padişahının daha önceki suikastlar gibi, bunu da atlatacağına inanıyorlarmış çünkü, denizler padişahı kalbinden vurulmadıkça ölmezmiş. Bunları duyan Keloğlan için için gülmüş: Askerler, hedefi 12 den vuran ilk yarışmacının boynu vurulunca, o kargaşalıkta, benim okun ucuna birazcık zehir sürdüğümü nereden bilecekler? Zehir kana karışınca nasılsa denizler padişahının kalbinden geçecek. Bu zehir kalbi durdurur, onu öldürür. Gitti, gider. Keloğlan ormanda günlerce yol yürümüş ve saraydan iyice uzaklaşmış. Daha sonra at satın aldığı bir köylüden denizler padişahının öldüğünü öğrenmiş. Babasının intikamını almış olmanın gönül rahatlığı içinde atına binerek ülkesine doğru yola çıkmış. Keloğlan köyüne gelince olanları anasına anlatmış. Anası: Boyu devrilesi denizler padişahı, gencecik babanı bir hiç uğruna öldürdüydü. Alacağı vardı, onu da aldı. Belasını buldu. Aslan oğlum, benim!. Dur sana çok sevdiğin tarhana çorbası pişireyim. Anasının pişirdiği çorbayı içen Keloğlan daha sonra babasının mezarını ziyaret etmiş. Keloğlan, babasına şunları söylemiş: - Buba, ben geldim. Ben senin oğlun Keloğlanım. Seni boğduran denizler padişahını ben zehirli okla vurdum. Denizler padişahı yok artık, o öldü. Böylece intikamını almış oldum. Mezarında rahat uyu. SON Yazan: Serdar Yıldırım |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 22:21 . |
Powered by vBulletin® Version 3.7.0
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.