Van.GEN.TR Forum | Yerel Van Forumu

Van.GEN.TR Forum | Yerel Van Forumu (http://forum.van.gen.tr/index.php)
-   Eğitim & Öğretim (http://forum.van.gen.tr/forumdisplay.php?f=104)
-   -   Atatürk Devrimleri ve Türk Kadını Hakkında Detaylı Bilgi (http://forum.van.gen.tr/showthread.php?t=1748)

SeMaZeN 15/04/07 10:10

Atatürk Devrimleri ve Türk Kadını Hakkında Detaylı Bilgi
 
Ders : Sosyal Bilimler
Ödev: Atatürk Devrimleri ve Türk Kadını Hakkında Detaylı Bilgi


GİRİŞ

Kadınlar yüzyıllarca üretimin her aşamasına katkıda bulundukları halde kalkınmanın olanaklarından yeterli pay alamamışlardır. Bu durum 1970'lerden itibaren kalkınma programlarının, ülke politika ve uygulamalarının kadınlar açısından gözden geçirilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. Dünya Kadın Konferanslarının ardından birçok ülkede kadınla ilgili ulusal mekanizmalar kurulmaya başlamıştır. Buna paralel olarak dünyada ve ülkemizde giderek sesini duyuran kadın hareketinin bugünkü noktaya gelinmesinde büyük katkısı olmuştur.
Kadınlar en temel insan hakkı olan eğitim, sağlık ve istihdam olanaklarından yararlanma konusunda hemen hemen tüm ülkelerde erkeklerin gerisindedir. Yine Dünyanın her yerinde, sokakta, evde, işyerinde kadınlara yönelik taciz ve şiddet olayları yaşanmakta, ancak; bu konuda etkin önlemler alınamamaktadır.
Kadınlara yönelik politika ve uygulamalar açısından uluslararası alanda ülkemizi temsil etmek ve yurt içinde ilgili kuruluşların koordinasyondan sorumlu olmak üzere kurulmuş olan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü nüfusumuzun yarısının yaşamın her alanında yüz yüze olduğu sorunları dile getirmek ve ilgili tarafların katkıları ile çözüm önerileri geliştirmek için çalışmalarını sürdürmektedir. Genel Müdürlük bu yönde kadınların durumunu iyileştirecek yeni yasaların hazırlanması, var olanların gözden geçirilmesi, kadınla ilgili doğrudan veya dolaylı çalışmalar yapan kurum, kuruluş ve örgütler arasında koordinasyon sağlanarak ortak çalışmalar yürütülmesi ve bunların izlenmesi gibi bir çok görevi üstlenmiştir.
Kadınla ilgili temel göstergeler bölümünü somut ve karşılaştırabilir sayısal veriler elde edebildiğimiz eğitim, sağlık, istihdam ve sosyal güvenlik gibi alanlar oluşturmaktadır. En az bu alanlar kadar önemli olan ancak mevcut verilerle ülkemiz kadınlarının profilini net olarak çizemeyeceğimiz diğer sorun alanları da bulunmaktadır. Bu alanlarda da kaynak araştırmalar, gözlem ve değerlendirmeler ile sorunun boyutları tartışmalı da olsa, ortaya konmaya çalışılmaktadır. Nicel değerlendirmelerde kullanılacak verilerin cinsiyete dayalı olarak derlenmesi ve sınıflandırılmasının önemi vurgulanarak, bütün istatistiklerde kadın erkek ayırımının yapılacak araştırmalar bakımından ulaşılabilir olması gerektiği konusunda kamu kurum ve kuruluşlarına çağdılar yapılmıştır. Bu doğrultuda Devlet İstatistik Enstitüsü’nde kurulan Kadın İstatistikleri Şubesi’nin katkıları ile cinsiyete dayalı bir veri tabanı oluşturulmuştur.
Kadınların özel ve kamusal alanda karşılaştıkları ve yetersiz önlemler nedeniyle birlikte yaşamak zorunda kaldıkları bir başka sorunda kadınlara yönelik şiddet konusudur. Hiç kuşkusuz, kadına yönelik şiddet konusu tüm bu çabalara karşın acil önlem bekleyen öncelikli alanlar arasında yer almaya devam etmektedir.
Kadın statüsü Genel Müdürlük öncülüğünde 11 ilin valilikleri bünyesinde kurulan Kadının Statüsü Birimleri, bazı bakanlıklarda oluşturulan kadın birimleri, sendikalarda kadınları hedef kitle olarak alan çalışmalar, kadınların ilerlemesini destekleyen mekanizmalar arasında yer almaktadır. Bu yönde atılan iki önemli adıma, TBMM’de kurulan ve çalışmalarını Temmuz 1998’de tamamlayan Kadının Statüsünün araştırılması Komisyonu’na ve yine meclis çatısında kurulması için başvurulan kalıcı bir Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu kurulması çalışmalarına yer verilmiş ve bu mekanizmaların gelişimine dikkat çekilmiştir.
Sanat, edebiyat ve spor gibi alanlarda yetersiz destek mekanizmalarına karşın kadınlarımız bir varolma mücadelesi vermekte ve büyük başarılara imza atmaktadırlar. Ancak bu alanlar kadınlar açısından net bir profil çıkaramadığımız sorun alanları arasında bulunmaktadır. Yine kadına yönelik şiddete ilişkin hem mevcut durum hem de destek hizmetleri konusunda ülkemizde son derece kısıtlı koşullar ve sınırlı bilgi birikimi mevcuttur.


1. NEDEN “KADIN” SORUNU
"Erkek" sorunundan söz eden yok. "Kadın Yazarlar Bibliyografyası", “Kadın Şairler Antolojisi”, “Kadınlar Birliği”, "Kadının Sosyal Hayatını Tetkik Kurumu" gibi örneklerin sayısını çoğaltabiliriz de, karşı cins için ayni türde örnekler bulmakta güçlük çekeriz. Elbette bu erkek sorunu yoktur anlamına gelmiyor.
"Kadın sorunu" nün ele alınmasının ve "kadın hakları" için mücadelenin sanayi devrimimle birlikte kadınların iş alanına kitle halinde ücretli işçi olarak girmesiyle ayni zamanda başladığı göz ününde bulundurulursa, literatürde neden «erkek sorunu» diye bir deyim almadım daha kolay anlayabiliriz,
S. de Beauvoir'in "kadın, kadın olarak doğmaz, kadınlaşır" sözü erkekler için de doğrudur. Her erkek çocuk bir erkeklik imtina, her kız çocuk bir kadınlık imajına göre yetiştirilir. Biyoloji, bize kadın ve erkeğin psikolojik farkları üzerine hiçbir şey veremiyor.
Kadın hakkındaki “saçı uzun, aklı kısa”, “kaşık düşmanı”, “cins-i latif” gibi nitelemelere hiçbir biyoloji kitabında rastlayamayız. Buna rağmen, çağımızda içine alan çeşitli Kültürlerde insanın yeteneklerinin ve vaziyet alışlarının (attitude) bir kısmı cinsel farklılaşma ile açıklanmış.
Bir ülkenin kadınları loplum içinde kendilerine verilen yerden şikayetçi değillerse bu durumlarını değiştirmek için kendi aralarında örgütlenmiyorlar; ya da kurulu örgütlere karşı ilgisiz kalıyorlarsa, bu, hiçbir zaman o toplumda kadınların olumlu bir intibak gösterdiklerini kanıtlamaz. Hele statü farkları yalnız kadınla erkek arasında değil de ayrıca toplumdaki tabakalar arasında da onaya çıkarsa, o zaman intibak sadece koşullara boyun eğme demektir.
Türkiye bugün iktisadi bünyesi bakımından bir azgelişmiş ülke özelliğini gösteriyor. Türk toplumunun sorunları da az gelişmiş bir toplumun sorunlarıdır. Geçiş halindeki her toplum gibi ürk toplumunda da bir yandan gelişmiş ülkelerin sosyal sorunlarına benzer sorunlarla karşı karşıya gelinirken, bir yandan da yarı-feodal, heterogene sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Türk kadınının sorunları, azgelişmiş ülke kadınlarının sorunlarına göre büyük bir farklılık göstermez. Gerçi Türkiye anti-emperyalist davranışların öncüsü olmuş, politik bağımsızlığına bütün üçüncü dünya ülkelerinden önce kavuşmuş bir ülkedir; Kadına yepyeni bir statü kazandıran medeni Kanun hâlâ yürürlüktedir ve Atatürk devrimleri ile Türkiye'de pek çok kadın çalışma özgürlüğüne kavuşmuştur. bu bakımdan Türkiye'nin diğer azgelişmiş ülkelere göre şanslı bir durumu vardır. ama memleketin genel manzarası göz önünde bulundurulursa azgelişmişliğin özelliklerini taşıdığımız ortaya çıkar.
Çalışmak zorunda olmakları, çalışma hayalıyla ev işlerini yürütme güçlüğünden şikayetçi olan kadınlarımızın yanı sıra bir de çalışmak imledikleri halde aileleri ya da kocaları tarafından çalınmalarına izin verilmeyen kadınlarımız var. Mübeccel Kıray'ın Ereğli'de yaptığı arttırma sonuçlarına göre evli kadınların çalışmasını uygun bulanların oranı %16,5 olarak görünmektedir. Gene bu araştırmaya göre evli kadınların devamlı olarak ev dışında bir iş sahibi olmalarına en çok itiraz eden grup 25 - 34 yaş arasındaki gruptur. En az itiraz eden ise 34 - 44 ve 55 - 64 yaşlar arasındaki grup, 25 - 34 yaş grubu bekâr kadınların çalışmasına da 34-44 yapılarındakinden daha az hoşgörü ile bakmakladır.

Dr. Kıray bu iki yaş grubunun «Özellikle Türkiye'de sosyal değişmenin İki değişik tempoda geliştiği devrelerde yetişkin kimseler haline gelmiş» olmalarına dikkatimizi çekmekte "1930'ların sonunda yetişenlerle 1950'lerde yetişenlerin değerlerinde, değişme yönünden bir yavaşlama, hatta bir geriye dönme" görüldüğünden bahsetmektedir.
Aynı araştırmada kadının çalışmasına karşı olumsuz, tutum, meslek bakımından tüccar sınıflarda, çiftçi ve balıkçılarda görülmekte. Bu gruplar bekar kadınların çalınmasına da taraftar olmayan en büyük gruplar. Her ne kadar öğrenim derecesinin kadının çalışması karşısındaki davranışa etki yapabileceği düşünülürse de 25-34 yaş arasındaki grup tahsilli olduğu halde, yukarıda açıklandığı gibi, değişme eğiliminin tersi değerlere sahiptir.
Ereğli yüz yıldır değişme içinde olan bir kasabamız. Bu bölgeye ait gözlemlerimizi, araştırma sonuçlarını bütün kasabalar için geçerli sayamayız ama, ayni karakterdeki bölgelerde benzer sosyal ilintiler ve vaziyet alışla karşılaşma varsayımına dayanarak araştırmalara girişilebilir.
Çalışmak istediği halde çalıştırılmayan kadınlar arasında gönüllü sosyal hizmetlere katılanlar var. Ücret karşılığı çalışmaya izin vermeyen kocalar, babalar, ağabeyler gönüllü hizmetlere izin verdiklerine göre, burada artık taassuptan, kadına sadece bazı işleri yakıştırmaktan daha başka faktörlerin rolü açıkça görülür.
Kadınlara en çok yakıştırılan mesleklerden biri hastabakıcılıktır ama, belli bir zümrenin erkekleri kadınlarına gönüllü hastabakıcı olma İzni verirler de, ayni işi ücret kargılığında yapmalarını hoş karalamazlar. Bu zihniyet kadınlar tarafından da benimsendiği zaman karı - koca ilişkilerinde bir gerilim meydana getirmez. Aksi durumlarda ise kadın kişisel özgürlüğünü yitirmiş olmanın sıkıntısı içine düşer. Ama nasıl birçok sürtüşmelere, anlaşmazlıklara rağmen evlilik bağı kopmuyorsa bu konudaki anlaşmazlık da çoğu zaman aile*de büyük sarsıntılara yol açmadan giderilir. Daha doğrusu gi*derilmiş görünür. Çünkü sadece duruma katlanma söz konusu*dur burada. Ve bu susturulmuşumun tepkisinin kadınlarımızı ne yollara sürüklediği meydanda.


2. AİLE

2.1. Atatürk Devrimleri ve Türk Kadını

Atatürk devrimleri içinde en önemlisi sayılan Medenî Kâ*nunun kabulü ile kadınlarımıza birdenbire büyük bir özgürlük hakkı Tanınmıştır Evlenme akdi kadınla erkeğin serbest ira*delerine bırakılıyor, çocuklar üzerindeki velayet hakki babaya olduğu gibi,anaya da tanınıyordu. Mirasta, boşanmada ve diğer medeni hakların kullanılmasında kadınla erkeğe tam bir eşitlik sağlanıyor, poligami yasaklanıyor, dinî nikâhın yerini me*denî nikah alıyordu. Bu kanunlar arasında kadını gene de bazı durumlarda kocasına tabi kılan hükümler vardı, ama unut*mayalım ki bu kanuna esas teşkil eden İsviçre Medenî Kanunu, idi ve İsviçre de nihayet bir kapitalist toplumun özelliklerini taşıyordu.
1989 yılı 3 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle yapı*lan bir televizyon programında o zamanki Başbakanın eşi Semra Özal Türkiye'de kadının artık ezilmediğini, kocasının yanında toplumdaki yerini aldığını beyan öderken köylü ka*dının bu genellemenin dışında kaldığını üzülerek söylüyor*du. Buna rağmen, köylü kadın yine de güçlüydü çünkü da*yak yemiyordu, çünkü çalışıyordu ve ailesinden kopmamıştı.
Kırsal kesimde yalayan kadınlara ilişkin bu çelişkili yargılar Cumhuriyetsin ilk yıllarından beri düşünce hayatımızda yer etmiştir. Bir yanda emeğine, cinselliğine, çocuklarına el konurken sessizce boyun eğen Ezo gelinler, diğer yanda aşkı, ailesi ve vatanı için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan, hak*sızlıklara karşı koyan Zelişler, Irazcalar.., Türk kadını üzeri*ne geliştirilen bu yargılar 1970'lerden itibaren kırsal kökenli kadınların Avrupa'ya gitmeleriyle birlikte Batı söyleminde de önemli bir yer işgal etmeye başladı. Batı'nın, Doğu'nun gi*zemi çerçevesinde ele aldığı Türk kadını başörtüsü ile İs*lam'ın getirdiği görünmezliğin ve sessizliğin simgesi haline geldi, Türk köylü kadınının yurt dışına göçü ile birlikte “Yol”, “40m² Almanya” ve sessizliğin bir başkaldırı biçimi olarak resmedildiği “Sürü” gibi filmlerle Türk aydınının bakış açısı da Avrupa'ya ihraç edildi.
2.2. Evlilik Müessesesi ve Kadın

Evlilik, bir yandan yeni bir üretim/tüketim ünitesinin kurutması olarak görülebileceği gibi bir yandan da iki aile arasında kurulan bir eşitlik ilişkisinden kaynaklanan karmaşık bir işbirliği/rekabet çelişkiyi olarak da tanımlanabilir.
Evlenme akdinin eşlerin serbest irâdelerine bağlı olarak gelmesi de ancak kanunların fındığı bir hak olmaktan öteye gidememektedir. Şehirleşmenin, eğitimin, meslek sahibi olmanın sağladığı imkânlarla kişiliğini geliştirebilen kız ve erkekler arasında gerçeklen sadece kaildi iradeleri ile evlen*me kararı almış olanlar vardır. Çok küçük bir azınlığı teşkil edecek olan bu grubun dışında kalanlar türlü sosyal baskılarla istedikleri insanla değil kendileri için uygun görülenle evlenmektedirler. Başlık parası ayrı bir kanunla yasak edilmiş olduğu halde bugün hâlâ birçok gencin evlenmesi güçleşmekte devam ediyor.
Görücü usulü ile evlenme, "kız alma" zihniyeti ile, kız beğenme, kızları "başlık" yada başka isimler altında alınan para yada mal karşılığında "satma" adetleri, kadınlık haysiyeti bakımından ele alınır da doğrudan doğruya bu geleneklere karşı durulursa sonuç alınmaz. Medeni nikaha karşı ilgisizlik, birden fazla kadınla evlenme sorunlarına da aynı açıdan bakmak zorundayız. Bu gelenek neden yıkılmaz? Bu geleneği besleyen toplumsal koşullar, bu koşulların tarihsel kültürle bağlantıları bilinmedikçe toplumsal değişmeye gerekli yönü vererek kültürel gecikmeyi önlemek mümkün değildir.
Kentteki kadın ve erkeklerin ev içi ve ev dışı uğraşları ve Konumları arasındaki ilişkilerin irdelendiği araştırmaların sayısı azdır. Çalışmaların bir kısmında, icadının ücretli işi ile aile içinde yaşadıkları güç dinamikleri arasında kurallı ilişkiler bulma arayışı göze çarpmakta, araştırmacılar kadının ev dışında çalışmasının ev içi statüsünü belirleyiciliği konusunda farklı gözlemler yapmaktadırlar. Kentteki kadınların ve içinde yer aldıkları aile dinamiklerinin çeşitliliği genellemelere olanak vermemekte ve farklı toplumsal kesimlerle ilgili derinlemesine çalışmaların gerekliliğine işaret etmektedir.
Örneğin eşlerin ekonomik baskılarla başetme yolları farklı sosyo-psikolojik örüntüler yansıtmaktadır. Erkeğin sağlam bir işi olduğu ve nisbeten iyi gelir getirdiği ailelerde kadınlar bir ev sahibi olmak veya emeklilik hakkını elde etmek için çalışıyor gözükmekte, eşlerin ilişkileri çoğunlukla uyumlu olmakla birlikte kadınlar kocalarının "evdeki işlerini yetiştiremiyorsan çık" gibi sitemlerine maruz kalabilmektedirler. Kocalarının iş sorunları olmaması kadınların erkek otoritesini zorlamama eğilimlerine yol açmaktadır. Kararlar ortak veriliyor gibi gözükse bile, eşitlikçi ideolojinin maskelediği güç farkları erkeğin veto hakkını daha çok kullanabilmesi, kadın ikna yolunu kullanırken kocasının kestirip atma yoluna gitmesi şeklinde ortaya çıkabilmektedir.
Türkiye’de kadın haklarının yoğunun kâğıt üzerinde kafilinin bir örneği, miras hukuku uygulamasında görülür. Medenî Kanun mirasla kız evlat ile erkek evlâda eşit haklar tanır. Bir miras taksimi dâvâlı mahkemeye İntikal ettiği zaman kadın erkek farkı gözetilmez. Fakat hepimiz biliyoruz ki toprağın sahibi olan baba, çoğu zaman toprağından kız çocuğa hisse bırakmamak için tedbirini alır, oğluna ya da okullarına toprağı satmış görünerek ölümünden önce meselesini halleder. Kız çocuklar için bu haksız işleme karşı koymak söz konusu değildir, çünkü bu bir örf haline gelmiştir.
Köy topluluğu içinde örfün dışına çıkmayı kabullenmek kanuni hakları aramaktan zor olur. Miras hukukunun memleket gerçeklen ile çelişmesinin örneklerinden biri olan bu durumun şehirlere bakarak köylerde daha çok yaygın olması, yalnız örf ve âdet baskısına bağlanamaz. Kadastrosu yapılmamış topraklarda toprak mülkiyetinin nasıl türlü entrikalarla el değiştirebileceğini uzmanlarımız her zaman yazıyor, söylüyorlar. Şehirde ve kasabada bu gibi olaylara daha az rastlanıyorsa, bu, hem şehirli kadının veya kızın örf ve adet baskısından kurtulup hakkını arama imkanlarının fazlalığından hem de kadastrosu yapılmış toprakların satıp muamelesinin resmî bir nitelik kazanmasının sözde satış yapacaklar üzerinde nisbî bir çekingenlik yaratmasından olabilir.

2.3. Aile İçi Statü ve Sorumluluk Paylaşımı

Kadınların ücretli bir işte çalışsalar dahi, ücretsiz işlerin büyük çoğunluğunu da üstlenmiş olmaları, ülke ekonomisine sağladıkları katkının gözardı edilmesi ve istatistiklere tam olarak yansıtılamamasına sebep olmakladır. Sadece gelişmekte olan ülkelerde değil, sanayileşmiş ülkelerde de kadınlar ev işleri, çocuk ve diğer bakıma muhtaç aile fertleri için sorumlu görülmektedir. Zaman kullarımı araştırmalarına göre kadınlar aile içinde, hiç çocukları olmasa da bir veya daha fazla kişi ile yaşadıkları durumlarda erkeklere (eşlerine) göre iki veya üç kat daha fasla zamanlarını yeniden üretmeye harcamakladırlar.
Aile içi statünün belirlenmesindeki rol paylaşımının çocuk ve ev işi sorumluluklarının üstlenilmesine dayandığı düşünülmektedir. Konuya bu açıdan bakıldığında, ev işlerinin yapılması ve çocuk bakımını kadın çoğunlukla tek başına üstlenmekte, ancak ev ile ilgili parasal konular ve ev dışı süreçler gündeme geldiğinde karar alma yetkisinin neredeyse tamamıyla erkeğe ait olduğu görülmektedir.
Ev islerim eşiyle paylaşmak anlamında, yemek pişirme, temizlik yapına, bulaşık yıkama, ütü yapma gibi işlen daha çok kadın yapmakta, ancak erkek özel durumlarda bunları eşi ile paylaştığında ise “yardım etmek” adına yapmaktadır Geleneksel olarak toplumda 'kadın'a ait kabul edilen faaliyetlerde, çalışan ve çalışmayan kadınlar arasında önemli farklılıklar gözlenmemekledir. Kadının bu işleri tek başına yapma oranı, çalışan ve çalışmayan kadın arasında %10'luk bir fark göstermektedir. Bu farklılığın kaynağı kadının işleri eşi ile birlikle yapmasından değil aile leblerinden gördüğü destek olarak açıklanabilir Hem kırsal hem de kentsel yerleşim yerlerinde kadınların, bu işi tek başına yapma oranı çok yüksektir. Kırsal alanlarda kadınların ev işlerini tek başına yapma oranı daha düşük gözükmekle birlikte, farklılığın kaynağı çalışan kadında olduğu gibi eş ile paylaşmaktan değil diğer aile fertlerinin katkısıdır.
Alışveriş faaliyetinde durum tersine dönmeye başlamakla gelirin kor trol yetkisi hala kadını dışlamaktadır. Kırsal alanda bu durur. daha çarpıcı bir hale dönmekte ve kadının alışverişi kendisinin yapması oranı %17'de kal sn aktadır. Bu durum bir anlamda yapılan faaliyetin ev dışına çıkmasıyla ve geleneksel olarak ev dışının erkeğe ait olmasıyla ilgilidir.
Yine faaliyet konusu aile bütçesinin düzenlenmesi ve resmi kuramlarda iş izleme olduğunda yerleşim yerken ve kadının çalışıp çalışmaması önemli olmaksızın kadının bu faaliyeti tek basma gerçekleştirmesi %10'a ulaşmaz iken, erkeğin tek basına üstlenmesi %50'nin üzerindedir Bu durum ev içinde kadın aleyhindeki hiyerarşik yapının sürdüğünü. Karar alma yetkisini ortaya koyan faaliyetlerin kadını dışlayıcı bir biçimde 'erkek' özelliği tanıdığını gebermektedir.





3. ŞİDDET

3.1. Tanım

Kadına yönelik şiddet, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey Kadının Statüsü Komisyonu Kadına Yönelik Şiddet Çalışma Grubu’nun yapmış olduğu şiddet tanımında;
“Hırpalama, dayak, ailedeki kız çocuklarının cinsel istismarı, evlilik içinde tecavüz, kadınların cinsel organlarını sakatlamak ve kadına zarar veren diğer uygulamalar, evlilik dışı ilişkilerde şiddet ve istismara yönelik şiddet,
İşyerinde, eğitim kurumlarında ve başka yerlerde tecavüz, cinsel istismar, cinsel saldırı, gözdağı ve tehdit de dahil olmak üzere fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet, kadın ticareti ve fahişeliğe zorlamak,
Nerede olursa olsun devletle tarafından işlenen ya da görmezlikten gelinen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet,” biçiminde yer almaktadır.9
Şiddet, fiziksel veya fiziksel olmayan biçimlerde, fiziksel ve ruhsal acı ve zarar veren saldırgan davranıştır.
Bir bireyin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelendirilmesine ya da duygusal baskı altına alınmasına yol açan fiziksel ya da herhangi bir başka tutum, bir davranış, bir, bir muamele olarak tanımlanabilen şiddetin ihmal ve tacizi kapsayıp kapsamadığı tartışma konusudur.
3.2. Kadına Yönelik Şiddet ve Şiddetin Önemi

Kadınlar, bir cins olarak, ikinci cins olmaları nedeniyle sürekli, sistemli bir şiddetle karşı karşıyadır. Kadınlara ikincil cins olmayı öğretmek ve bunu içselleştirmelerini sağlamak açısından son derece önemli olan bu olgu, edilgenleştirici bir etki yapmaktadır. Şiddetin mağduru olan kadınlar, çoğu kez hor görülmekte ve suçlanmaktadırlar. Savaşlardaki tecavüzlerde dahil olmak üzere kadınlar şiddet karşısında yalnız ve toplumsal destekten yoksun bırakılmaktadırlar.

Kadına yönelik şiddet;
Özel alanda (ailede),
Toplumsal alanda olmak üzere ikiye ayırmak olanaklıdır. Yani, kadına yönelik şiddet, hayatın her iki alanında da vardır.
Özel alanda (ailede, özellikle eşler arasında): Kadının küçük görülmesi; saçma arzulara boyun eğmesinin, eleştiri getirilmemesinin istenmesi, arkadaşlık ilişkilerine sınır konması; istemediği cinsel davranışlara zorlanması; ev işlerini yapmaya-ev temizliğine zorlanması; hizmetçi gibi davranılması; çirkin olduğunun ve çekici olmadığının sık sık yinelenmesi; kendine bakmaktan aciz bulunması;başkalarının önünde hakarete uğraması, aşağılanması; farklı düşünmesine (kendi düşüncesini geliştirmesine) izin verilmemesi; parasız bırakılması; zekasının küçümsenmesi; azarlanması;çalışmasının-okumasının engellenmesi;bağırılması; duygularına saygı gösterilmemesi; tokatlanması; emir verilmesi; hastanelik edilmesi; aptal yerine konması; tehdit edilmesi; tekmelenmesi; saçının çekilmesi; yumruklanması; ateşli, delici yada kesici aletlerle yaralanması; kezzap ya da kaynar suyla yakılması; ailesi ve arkadaşlarıyla görüştürülmemesi; alay edilmesi; öldürülecekmiş gibi davranılması; mallarının elinden alınması ya da zarara uğratılması; bir başka kadınla karşılaştırılması; sünnet edilmesi; doğurganlığının kontrol altında tutulması vb., gibi çok çeşitli biçimlerde olabilmektir. Hafiften ağıra doğru bir sıralama ile, kadınlar aile içinde:
Yetersiz fiziksel ve duygusal ilgi demek olan ihmale,
Anlayış görmeme, sevgi sempati görmeme demek olan duygusal-psikolojik şiddete,
Tehdit, aşağılama, küçümseme, sindirme, bezdirme vb.nden oluşan sözel şiddete,
İtip kakma, tokatlama, yaralama, dövme, yakma vb. meydana gelen fiziksel şiddete,
Fiziksel şiddetin bir üst boyutu olan ensest, tecavüz, fahişeliğe zorlama gibi şiddeti bulunan cinsel şiddete uğramaktadırlar.
Kamusal(toplumsal) alanda: Kadının isteği ve oluru aranmaksızın bedenine ve cinselliğe yönelen her türlü davranış şiddetidir. Pornografik dille, sözlü sarkıntılık, elle sarkıntılık, laf atmak, anlamlı sözlerle şakalar, çift anlamlı sözcüklerle kadın cinselliğinden ya da cinsel ilişkiden söz etmek, ısrarlı komplimanlar, bakışlar, dostça görünümü altında rahatsız eden konuşma ve dokunmalar, dokunma konusunda fırsatçı tutumlar, sürtünmek, ısrarcı teklifler, cinsel küfürler, tecavüz, vurmak, yaralamak, yakmak, korkutmak, zorlamak, malına zarar vermek vb. olarak örneklenmesi olanaklıdır.
Kadına yönelik şiddet, temel özgürlüklerini ve insan haklarını ihlal edip engellediği gibi, kadınların haklarını kullanmalarını da olanaksızlaştırmaktadır. Şiddete uğrayan kadınların diğerleri, nitelikleri, kararları yok olmakta, “ben” duygusu yitirilmekte, kimlik kaybı görülmekte, sağlık sorunları artmakta, girişimciliği gelişmediği gibi tam tersine kaybolmaya başlamaktadır.
Medya, düşüncelerin, davranışların, değerlerin ve yaşam biçimlerinin oluşturulmasında yani sosyal kavramların ve yapının oluşturulmasında çok güçlü bir araçtır. İfade özgürlüğü ile temel insan hakları arasındaki dengenin kurulmasında çok önemli bir işleve sahip olan medyada, kadınların sunuluş biçimi toplumsal açıdan kadınlara verilen önem ve değeri etkilemektedir.

3.3. Kadına Karşı Şiddet ve Çatışmaların Etkisi

Günümüzde giderek artan bölgesel/yerel savaşlar, kadınlara yönelen özel bir cephe açmaktadır: tecavüz. Kazanan için bir ödül, kaybeden için ise bir aşağılama yolu olarak kullanılan şiddet araçlarından biri olan ve özellikle kadın ve çocukları hedef alan tecavüz, en yaygın savaş suçlarından biri olmasına karşın en az yargılanan savaş suçu olmaya devam etmektedir. Bu konuya 4. Uluslararası Kadın Konferansında Kadın On Yılı kapsamında dünyadaki son gelişmelere bağlı olarak dikkatle eğilinmesinin gereği ve anlamı açıktır.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de, kadına yönelik şiddet önemli bir sorundur. Konuyla ilgilenen kadın kuruluşları, resmi ve yarı resmi kuruluşlar bulunmasına karşın, ülkede kadına yönelik şiddetin gerçek boyutları bilinmektedir.
Kadına yönelik şiddet, 1980’lerde önce kadın hareketinin, daha sonrada bu sayede ülkenin gene gündemine girmiştir. Bu, toplum açısından, önemli bir gelişmedir. 1988 ve sonrası açık oturumlar, konferanslar vb. çalışmalarla konuya ilgi artmıştır. Çeşitli kuruluşların konuyla ilgili kitap, broşür, dergi, afiş vb. yayınları vardır. Ayrıca televizyon-radyo kanallarında şiddet ve kadın konusunda bilgi veren, şiddete uğramış kadınların başvurabilecekleri kurumları tanıtan yayınlar yer almaktadır.
Türk toplumunda kadına karşı şiddeti meşru kabul etme eğilimi, gerek kadınlar gerekse erkekler arasında, yüksek olmakla birlikte, 1987’de feminist kadınların dayağa karşı başlattıkları kampanya ile birlikte bir konuda bir duyarlılık oluşmuştur. Bu kampanya bağlamında İstanbul’da düzenlenen mitinge 3.000 kadın katılmış, kampanyanın basındaki olumlu-olumsuz yankılarıyla birlikte etkileri tüm ülkeye yayılarak Cumhuriyet tarihinde ilk kez şiddete karşı kadın bilinçlenmesinde önemli bir dönüm noktası sağlamıştır.
Bu konuda gelişmekte olan duyarlılığa paralel olarak kadına yönelik şiddete karşı Mor Çatı Sığınma Vakfı (1990) ve Kadın Dayanışma Vakfı (1993) kurulmuştur. Bu örgütler açtıkları merkezlerde, başvuran kadınlara, psikolojik ve hukuki danışmanlık, iş bulma, rehberlik, beceri ve meslek eğitimi için desteğin yanı sıra şiddete karşı eğitimde vermektir.
1989 seçimlerinden sonra, genellikle sosyal demokrat partilerin büyük kentlerde yerel yönetim seçimlerini kazanmalarından sonra, belediyeler şiddete uğrayan kadınların başvurabileceği merkezler ve sığınma evleri açılmasına destek vermiştir.
Devlet düzeyinde de Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü kadına yönelik şiddet konusuna ilişkin araştırmalar destek vermekte ve seminer, eğitim programları gibi faaliyetlerde bulunmaktadır.
Bunun yanı sıra, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Genel Müdürlüğünün Ankara, Antalya, Bursa, Eskişehir ve İzmir illerinde, çoğu 1991’de açılmış bulunan, Kadın Misafirhaneleri bulunmaktadır.
Bunların yanı sıra, SHÇEK huzurevleri ve yetiştirme yurtlarında sunduğu hizmet ile şiddet ve baskıya özellikle konu olabilecek durumda olan yaşlı ve genç kadın gruplarına kısmen de olsa ulaşabilmektedir.
Bir diğer özel kadın grubu ise zorunlu göçe uğramış olan kadınlardır. Türkiye’ye son yıllarda İran, Irak, Bulgaristan ve Bosna-Hersek’te yaşamları tehdit altına giren ve şiddete uğramış olan kadınlar göç etmişlerdir.
“Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhine Cürümler” (Genel Adaba ve Aile Düzenine Karşı Suçlar) başlığını taşıyan 8.bölüm cinsel saldırı suçlarını düzenlemektedir.
Kişiye karşı işlenen bu suçların genel adabı ön plana çıkaran bir biçimde değerlendirilmesi, korunan hukuki yararın kime ait olduğunda “kişi”yi geriye itmektedir. Bu hükümlerden 414. ve 415. maddelerde ırza geçme ile ırza tasaddi suçları arsında ayrım yapılmıştır. 423/1’de “kızlık bozma” koşul olarak konmuş olduğundan olayın kendisi değil mağdurun bakire olup olmamasına göre suç oluşturup oluşturmaması söz konusudur.11
Türk ceza kanunun 478.nci dayak vb. kötü muameleyi karı-koca arasında olduğunda takibi icrayı zarar görenin şikayetine bırakılmaktadır. Şiddet uygulayan fertlere cezai yaptırım uygulanması amacıyla çıkarılan 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” ile ABD, Avustralya, Yeni Zelanda, İngiltere, İrlanda ve Norveç gibi ülkelerde uygulanan, şiddete uğrama ihtimali bulunan kadınların mahkemeler başvurarak koruma emri alabilmelerini sağlayacak hükümler Türk Hukuk sistemine dahil edilmeye çalışılmıştır. Aile içindeki şiddeti önlemek amacıyla hazırlanan Kanun, aile içinde şiddete maruz kalan kadın veya çocukların şahsen başvuruları veya Cumhuriyet Başsavcısının bildirmesi üzerine Sulh Hukuk Hakimi tarafından, mağdur tarafı korumak amacıyla verilecek tedbirleri içeren koruma kararını ve karar uyulmaması halinde verilecek kararı düzenlemektedir.
Kadına yönelik mücadelede en önemli unsur şüphesiz şiddetin ortadan kaldırılmasıdır.
IV. Dünya Kadın Konferansında hazırlanan ve Türkiye tarafından da kabul edilen Pekin Deklarasyonu Eylem Platformu, Stratejik Hedefler125 (i) maddesinde hükümetlere ve konuyla ilgili tüm sivil toplum kuruluşlarına şiddetin ortadan kaldırılması ve bu türden bir şiddetin bir daha meydana gelmesini önlemek üzere şiddete başvuranlar için rehabilitasyon ve danışmanlık programları sağlanması, finanse edilmesi ve desteklenmesi yönünde çağrıda bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu 42. Dönem toplantısı raporu 36. maddesinde de yer alan bu konuyla ilgili olarak ülkemizde henüz herhangi bir çalışma başlatılamamıştır.12
Kadın bedenine eşi veya ailesinin diğer erkekleri tarafından fiziki baskının uygulanmasına tarih boyunca rastlanmaktadır. “kızını dövmeyen dizini döver”, “tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” deyişlerinin geçerli olduğu bir toplumda yaşıyoruz.
Türk toplumunda dayak çok yerleşmiş ama üstü örtülü bir konu yeni olan, kadınların dayağa karşı yürüyüş yapmaları, dayağa karşı farklı çevrelerden kadınların bir araya gelip salt kendileri için, kadınlık durumundan kaynaklanan bir sorun için uzun zamandır bir kampanya yürütmeleri.
4 Nisan 1987’de alınan bir mahkeme kararı kampanyanın başlangıcı için tetik çekici oldu. Karar şöyle idi: “Kadının sırtından sopa, karnından da sıpa eksik edilmez.”
“Bağır, Herkes Duysun” başlıklı kitap 3 Mart 1988’de kampanyanın bir başka dizisinde çıkarıldı.
Kampanyanın en somut kazanımı, farklı kadınların ve kadın gruplarının somut bir sorun çevresinde, tek bir merkezi yapıya sahip olmadan ortak bir dizi faaliyeti sürdürmesi deneyiminin yaşanması olmuştur. Bu deneyim bizi daha sonra başka kadınlık meseleleri ile bir araya gelmemizde önemli olan yapıcı ve öğretici bir deneyimdir.

3.4. Aile İçi Şiddet

Genel olarak, geleneksel aile birimi içinde şiddet olgusu ortaya çıksa buna aile içi şiddet denir. Aile içi şiddet olgusunda faillerin ve mağdurların hepsi doğum veya evlilik sonucu oluşan bir akrabalık ilişkilerini paylaşırlar.
Fail ve mağdur arasında bu üç unsurun mevcut olmadığı başka tür ilişkilerde söz konusu olabilir. Örneğin, ayrı yaşayan kardeşler, eski eşler, kuzenler, ailesini terk etmiş babalar vb. buna geniş aile şiddeti (extended family violence) denir.
Wodarski (1987), eşe yönelik saldırgan davranışlar konusunda gerçekleştirdiği çalışmasında, sorunu önce mağdur açısından incelemektedir. Bu çevrede mağdurun (kadının) ve saldırgan davranışta bulunan kişinin (erkeğin) sosyal, ekonomik ve psikolojik özelliklerini incelemektedir. Ayrıca, kadının saldırgan davranışlara maruz kaldığı bir ilişkiyi sürdürme nedenlerini ve saldırgan davranışların alkol, hamilelik ve stresle ilişkisini ortaya koymaya çalışmaktadır.
Setzer ve Kalmuss (1988)’a göre, aile ilişkileri çerçevesinde saldırgan davranışların üç kaynağı vardır. Çocukluk döneminde yaşanılan sosyalizasyon, gençlik ile yetişkinlik dönemlerinde edinilen deneyimler ve bireyin yaşamında var olan gerilimlerin düzeyi.
Bireyler, fiziksel saldırganlığın kabul gören bir davranış biçimi olabileceğini, öncelikle aile üyeleriyle yaşadıkları deneyimler aracılığı ile öğrenirler. Daha sonraki yaşamlarında, öğrendikleri bu saldırgan davranış ve tutumları, kendi özel ilişkilerinde de sürdürme eğilimi geliştirebilirler.
Aile içi şiddetin nedeninin genetik faktörler olduğu, en azından bu faktörlerle ilişkili olduğu konusunda bazı kanıtlar vardır. Örneğin, hiddet duygusunun nörolojik ve metabolik temelleri olduğunu gösteren bulgular vardır. Fakat, bu kızgınlığın neden eş ve çocuğa yöneldiği açıklanamamıştır. Aile içi şiddetin psikolojik nedenlerden kaynaklandığı hususu da bir dereceye kadar geçerli görülebilir. Örneğin, şiddet kullananın saldırganlığı önemli bir faktördür.
Wiggins, ailede şiddete yol açan durumsal faktörleri analiz eder. Ona göre, erkeğin karısına saldırıda bulunmasına üç durum yol açar:
Kadının erkeğin isteklerini yerine getirmemesi, (çocuk doğurma, cinsel ilişki gibi)
Kadının kocasından çok şey istemesi,
Erkeğin kadına saldırısına, dışarıdan müdahale olması.14

4. EĞİTİM

Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu 1923 yılını takip eden ilk on yılda Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen devrimlerle bir yandan modern bir devlet örgütünün kurulması diğer yandan Türk toplumunun yeniden yapılandırılması sağlanarak büyük bir toplumsal değişim gerçekleştirilmiştir. Türk kadınını doğrudan etkileyen en önemli değişim 1924 yılında çıkarılan ve eğitimi tek sistem ve çatı altında toplayan Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabulüdür. Böylece kadınlar en temel vatandaşlık hakkı olan eğitim görme haklarına kavuşmuştur.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana temel eğitimin zorunlu olduğu ülkemizde, 1928 yılında Türk alfabesinin kabulü ile yok denecek kadar az olan okuma-yazma oranı 1935 yılında kadınlarda %9.8'e erkeklerde ise, %29.4'e yükselmiştir. Okuma-yazma bilen kadın ve erkek nüfus oranı 1935 yılından günümüze kadar sürekli artmakla birlikte 1960 yılından sonra özellikle kadın nüfusta daha fazla bir artış gözlenmektedir.
1980’li yıllarda gerçekleştirilen okuma-yazma kurslarına kadınların daha fazla katılımı sonucu, kadınlardaki okur-yazarlık oranı günümüze kadar ger*çekleşen en yüksek artışı göstererek 1980-1985 döneminde %54.7'den %68.2'ye yükselmiştir. 1990 yılında uygulanan son Genel Nüfus Sayımı*na göre okur-yazarlık oranı kadında daha fazla artış göstererek %72.0'i ulaşırken erkeklerde de %88.8'e yükselmiştir.
Ancak, okur-yazar olmayanların yaş grubuna göre dağılımına bakıldığında ileri yaşlara doğru okur-yazar olmayanların oranının oldukça yüksek olduğu ve erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların aleyhine olan durumun halen devam etmekle olduğu gözlenmektedir.
Yüksek öğrenime kız öğrencilerin katılımı, yıllar içinde artış göstermekle birlikte, durum halen erkeklerle eşitlikten uzak oranları yansıtmaktadır. I982-1963 öğretim yılında yüksek öğrenimde kız öğrenci oranı %31.3 iken, 1996-1997 öğretim yılında %39.4'tür. Buna koşut bir biçim de yüksek öğrenimden mezun olan kız öğrenci oranlarında da artış vardır (%43.2).
Ayrıca lisansüstü öğrenim ve tıpta ihtisas yapan kız öğrenci oranlarında da artış vardır. Sırasıyla yüksek lisans (master) %34.7, doktora %35.2. tıpta ihtisas %33.5 oranla kız öğrencilerden oluşmaktadır. Ancak rakamlara genelde bakıldığında kız öğrencilerin yüksek Öğrenimdeki paylarının, toplamın 1/3'ü civarında olduğu görülmektedir. Üniversitelerimizde görev alan kadın öğretim elemanı sayısı ise yükselmeye devam etmektedir.
Ülkemizde yüksek öğrenimin bütün dallarına kız öğrencilerin katılımı vardır. Ancak, bilim dallarına göre dağılıma bakıldığında eşitlikten uzak bir dağılımın söz konusu olduğu görülmektedir. 1996-1997 öğretim yılı verilerine göre kız öğrencilerin yüksek öğrenim kurumlarına katılım oranları, ev ekonomisinde %95, tıpta %41, iletişimde %55,6, eğitim fakültelerinde %44,7, insani bilimler ve edebiyat fakültelerinde %7,07, güzel sanatlarda %58,3, mühendislikte %23’tür.
Kız çocuklarının işgücünden daha fazla yararlanılması, erken evlilikler, okula geç başlama, kızların eğitimine ilişkin güdülenme eksikliği, eğitim maliyetinin yüksekliği, ataerkil değer yargıları ve bunlara bağlı olarak eğitimin geleceğe yönelik bir katkısının olmayacağı düşüncesi özellikle kız çocuklarının eğitimini olumsuz yönde etkilemeye devam etmektedir.
Okur yazarlıkta olduğu gibi bir üst eğitim kurumuna devam edilen ve mezun olunan eğitim kurumu açısından da bölgelerarası dengesizlik belirgindir. Ülkenin az gelişmiş yörelerinde kadın-erkek eğitim farkları çok açılmaktadır. Bu bağlamda, son yıllarda silahlı çatışmaların ağırlık kazandığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ekonomik olanaksızlık, kırsallık ve geleneksel değerlerden kaynaklanan sorunlara ek olarak bir de güvenlik nedeni ile pek çok okulun kapatılması ve öğrencilerin yakın yerleşmelerdeki okullara taşınması uygulamasından kaynaklanan sorunlar çıkmıştır. Fiziki hareketlilikler kısıtlı olan kız öğrenciler bu durumdan olumsuz etkilenmekte ve çoğu kez eğitimlerini yarıda bırakma durumunda kalmaktadırlar.
Kız çocuklarının başlıca okula gitmeme nedenleri; okula ilgi duymama (%24,7), okul masraflarının yüksek olması (%17,2), ailenin izin vermemesi (%14,0), ev işlerinde aileye yardım etmek zorunda olmak (%11,3) ve hane halkının ekonomik faaliyetlerine yardım etmek zorunda olmak (%7,5) olarak sıralanmaktadır
1997 yılına kadar zorunlu eğitimin 5 yıl olduğu ülkemizde zorunlu eğitim bu tarihten itibaren 8 yıla çıkarılmıştır. İlköğretim ve Eğitim Kanununda yapılan bir değişiklikle ilköğretim kurumlarının 8 yıllık okullardan oluşacağı ve kesintisiz eğilim yapılacağı kararı kabul edilmiştir Söz konusu Kanun 18 Ağustos 1997 tarih ve 23084 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş olup, 1997-1998 öğretim yılından itibaren uygulamaya konulmuştur. 8 yıllık eğitim kız çocuklarının okullaşması açısından önemli bir artış sağlayacak ve orta düzey okullara devam etmeyi kolaylaştıracaktır.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uygulamaya konulan "Genç Kız ve Kadınların Eğitimini Geliştirme Projesi”, yetişkin okumaz-yazmazlığı sorununun çözümünde önemli bir araç olacaktır Proje ile 7-14 yaş grubunda okuma-yazma bilmeyenlere okuma-yazma kursu açılmaktadır.
Mesleki ve Teknik eğitim kurumlarında yeni bir yapılanmayı öngören Mesleki ve Teknik Eğitimi Geliştirme Projesi (METGE) kapsamında, örgün ve yaygın eğitim müfredat programları modüler eğitim sistemine göre bir bütünlük içinde uygulanmaktadır. Bu eğitim modeli; örgün eğitime devam eden kız çocuklarının okuldan erken ayrılması durumunda devam ettiği modüllere uygun meslek sertifikasını alarak istihdam olanağı sağlamaktadır.
Ayrıca, örgün eğitime devam etme şartlarını taşımayan kadınlar da, istedikleri modülleri seçerek meslekte bir düzeye uygun sertifika kazanmaktadırlar. Yine Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1994-1995 öğretim yılından başlayarak okuldan erken ayrılan kız çocuklarına ve her yaştan kadınla*ra önemli bir eğitim olanağı hazırlayan açık lise uygulaması başlatılmıştır.

Kadın Eğitiminin Yöneleceği Temel İlkeler

1. Kızların ve kadınların her düzeyde çağdaş, laik, karma eğitime ulaşmalarının ve eğitimden tam olarak yararlanmalarının sağlanması,
2. Kadın eğitimine salt toplumsal kalkınma ve batılaşma, gibi sosyo-politik amaçlar doğrultusunda araçsal olarak değil, doğrudan doğruya insan, birey ve kadın açısından yaklaşılması.
3. olumlu ayırımcılık ilkesinin benimsenmesi,
4. Örgün ve örgün olmayan eğitim biçimlerine yönelik yasaların uyum ve bütünlüğünün sağlanması.
5. Kızların herhangi bir eğitim kurumunu bitirmeden okuldan ayrılmalarını veya bir üst eğitim kurumuna devamlarını engelleyici durumların saptanarak giderilmesi.

Öneriler
1. Kadınların eğitime etkin katılımını önleyen ekonomik, kültürel, dinsel, bölgesel vb. engellerin kaldırılması.
2. Kadınlar arası okumaz-yazmalığın tümüyle yok edilmesine yönelik proje ve uygulamaların güçlendirilmesi.
3. Kadın eğitimi konusunda aile ve kamuoyu desteği sağlamaya yönelik kampanyaların gerçekleştirilmesi,
4. Kadınları yalnızca eş-anne-ev kadını-nesne olarak belirleyen medya iletilerinin ayıklanarak, birey ve insan olarak gereksinimlerinin, gelişme gizli güçlerinin ve olanaklarının yaygın eğitimin içeriğine alınması,
5. Kadın sorunlarına duyarlı ve kadın bakış açısından konulara yaklaşan materyalin eğitim programlarına özümsenmesi, bu doğrultudaki hizmetiçi eğitime ve özellikle öğretmenlik formasyonu programlarına ağırlık verilmesi.

5. İSTİHDAM

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana geçen süreç ülkeyi tarımsal üretim yapısından sanayi ve hizmetlere, geleneksel toplum yapısından modern topluma doğru dönüştürme çabalarının tarihidir. Bu dönüşüm sırasında yaşanan sorunların çoğunluğu kaynakların verimli kullanılmamasına dayanmaktadır. 19
Geleneksel kırsal ekonomide kadınların çalışması ücretsizdir ve “çalışma” olarak düşünülmez; çünkü bu, bütünüyle bir hayat tarzıdır. Yerine ve zamanına göre farklı farklı algılanmaz (aynı yerde ve aynı zamanda, örneğin yemek hazırlama ve çocuk bakma gibi iki yada üç fraklı çalışma yapılabilir); herhangi bir uzmanlaşmayı veya biçimsel eğitimi de içermez. Bunun sonucu olarak nüfus sayımlarında ve yerinde yapılan anketlerde kadınlara çalışıp çalışmadıkları sorulduğunda genellikle “hayır” derler. Kadınların çalışmasının göz ardı edilmesi, erkeğe “ekmek parası kazanan”, “geçimi sağlayan” rolünü biçen toplumsal değerlerden de kaynaklanmaktadır. Bu şekilde, idealize edilmiş varlıklı aile mefhumunda kadın çalışmak zorunda değildir. Bu mefhum, özellikle kent ve kasaba kültüründe, Gecekondu sakinleri ve kasabalılara özenen köylüler arasında yaygındır.20 Çalışmayan kadın için kullanılan “evde oturur” deyimi bu durumun ifadesidir. Bu mefhum, gerçekte uzak bir idealdir.
Kadınların öğrenim düzeyi arttıkça, özellikle maaşlı istihdama katılımları artmaktadır. Kadınların kentsel istihdama katılımlarındaki düşüklüğün daha kurnazca bir başka nedeni de kadınların, nüfus sayımı araştırmalarında çalışmalarından fazla söz etmemeleridir. Evde parça başı iş yapanlar, ev hizmetlerinde veya buna benzer düzensiz işlerde çalışanlar genellikle bunları belirtmeyip kendilerini ev kadını olarak belirlerler. Çünkü bu gibi işler, yapan insana prestij getirmez, ayrıca güvenli istihdam sağlamadıkları düşünülür. 21
Türkiye’de de kadınların işgücüne katılımlarının, gerek kadınlar gerekse aile ve ulusal ekonomi için önemi kalkınma planlarında yer almakla birlikte, kadınların işgücüne katılımı konusunda istenilen düzeye ulaşılamamıştır.
Türkiye’de kadınların işgücüne katılımları sadece düşük değildir. Aynı zamanda bu katılımda, yıllara göre sürekli azalma söz konusudur. 1990’da 12 ve yukarı yaştaki kadın nüfusun %34.0’ı işgücüne dahil iken bu oran 1997 yılında %25.2’ye kadar inmiştir.
Bu azalmanın nedenlerinin başında iç göç gelirken, Türkiye’de 1955 yılından itibaren yaşanan kentleşme, tarımsal faaliyetlerden çekilme, tarımdaki makineleşme ve artan okullaşma azalmanın diğer nedenleridir. Ancak özellikle kadın nüfusun iş gücüne katılım oranındaki düşme, kadın istihdamının tarım ağırlıklı kırsal kesimde üretim faaliyetlerinde faal bir role sahip yapısının yaşanan iç göçle beraber değişmesine bağlıdır.
İç göçle beraber kadın iktisaden faal nüfusun dışına çıkmakta, bir kısmı ev kadını konumuna girerken bazıları da kent İşsizlerini oluştur*makta ya da marjinal işlerde çalışmaktadır. Çünkü kadın, yeterli donanı*ma sahip olmaması nedeniyle başka sektörlerde istihdam olanağı bula*mamaktadır. Kırda ise tarımda yaşanan makineleşme ile birlikte erkek, iktisadi faaliyeti yürüttüğü için kendini istihdam içinde sayarken evine çe*kilen kadın kendini ev kadını olarak değerlendirmektedir.
Şehirlerde yaşayan nüfusun 1955'de %28.8 den 1990'da %59.0'a, 1997'de ise %65.1'e yükseldiği göz önüne alındığında, kadınların kentsel işgücüne Katılım oranlarında bir artma olması gerektiği düşünülmektedir. Oysa kente göç, erkekler için işgücüne katılımda küçük bir düşüşle so*nuçlanırken kadınların neredeyse tamamının işgücü dışında kalması so*nucunu doğurmuştur.
Kadınların işgücüne katılımı açısından kırsal ve kentsel alanlar arasın*da ciddi farklılıklar vardır. 1997 yılı itibariyle kırsal alanlarda kadınlar için iş gücüne katılım oranı %36.9, erkekler için %73.9 iken kentsel alanlarda kadınlar için bu oran %16.1 e, erkekler için %G6.8 e düşmektedir.
Kadın ve erkek işgücünün eğitim düzeyleri arasındaki fark son yıllarda azalmakla birlikle kadınlar hala okuma yazma bilmeyen işgücünün (%57.1) yarısından fazlası oluşturmaktadır. Bu yüksek oran, kadın işgücünün ağırlıklı olarak tarımsal faaliyetlerde çalışmasından ve bu grubun çok küçük bir kısmının ilkokul veya ilkokul üstü eğitime sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Kentlerde ise aktif kadın işgücünün % 61.2 sı ilkokul sonrası eğitim görmüştür. Aynı oran erkekler için % 433 olarak gerçekleşmektedir. Eğitim. Kadınların istihdamında çok önemli bir unsurdur. Çünkü eğitimsiz Kadın istihdama katılımda zorluklarla karşılaşmaktadır. Bir öğretim kurumuna devam etmek genellikle aile içi karar mekanizmalarının iznine bağlı olduğundan kadının ekonomideki yeri ve verimliliği küçük yaştan itibaren belirlenmektedir.
Aynı şey erkekler için de geçerli olmakla birlikte aileler imkanlarını daha çak erkek çocuğunun eğitiminden yana kullanmaktadır. Tablodan den da anlaşıldığı gibi kadınların eğitim seviyesi arttıkça işgücüne katılım oranları artmaktadır. 1997 Ekim ayı hane halkı işgücü Anketi sonuçlarına göre kentlerde yaşayan kadınların iş-gücüne katılma oranlarının ilkokul mezunları için %10.6, ortaokul mezunları için %13.8; orta ve dengi meslek okulları için %11.0; lise için %31.5 lise dengi meslek okulları için %47.3 ve üniversite mezunları için %72 olması bunun en iyi göstergesidir Aynı oranlar erkekler için sırasıyla % 697, % 55.4P % 34,1, % 65.6, % 79.9 ve % 86.0'dir.22

SONUÇ

Anayasamızın öngördüğü sosyal haklar ve bireylere tanıdığı özgürlükler ırk, dil, din, felsefi inanç, siyasi kanaat farkı gözetmediği gibi cinsiyet farkı da gözetmeksizin bütün vatandaşlarımız için söz konusudur. Bu haklara ve özgürlüklere gerçekten sahip olabilmenin yolu Türk toplumunun yapısını iyi tanımaktan ve bu yapı ile anayasa ilkeleri arasındaki çelişmeyi görebilmekten geçer.
Her konuda olduğu gibi kadınların çalışması, eğitimi, sağlığı vb. konularında da sosyalistlere düşen görev büyüktür, ağırdır. Madem ki kadın sorununun çözümü düzen değişikliğini gerektiriyor, öyleyse hem mevcut düzeni iyi tanımamız, hem sosyalist düzenin neler getirebileceğini düşünmemiz, hem de bunları o düzenden yararlanacak kadınlara, dolayısıyla erkeklere anlatma yeteneğine sahip olmamız gerekir.
Hazır reçeteleri bir yana bırakıp gerçeklerden kopmadan düşünmeye çalışalım. "Emekçi sınıfın kurtuluşu, ayni zamanda kadınların da kurtuluşu atacaktır» gibi hükümlerin doğru yanı olsa da sosyalist uygulamada kandil iğinden çözülecek bir sorun değildir kadın sorunu. Ayni zamanda bir zihniyet meselesi olarak da ele alınması gerekir. Etnik farklar, şehir ve kırsal bölge farkları, mezhepler, sosyal tabakalar sosyalist uygulamada bizi çeşitli tözüm yollan aramaya yöneltecektir,
Bugüne kadar genel görünüp üzerinde durduk. Oysa artık ayrıntılı bilgilere ve inceltmelere ihtiyacımız var. Bir köyde kadının miras hakkı tanınır da ötekinde neden tanınmaz? Kız. kaçırma neden bazı köylerde vardır da bazı lamda yoktur? Baba otoritesi hangi ailelerde, hangi nedenlerle sarsılır ve bu sarsıntı her zaman bir evrimi mi ifade eder? Büyük aile gerçeklen kaybolmakta mıdır, yoksa "konuk" dağılmış olmakla beraber "konuya" hakim olan zihniyet ve büyük aile içindeki dayanışma ailenin bölünmüşlüğüne rağmen devanı etmekte midir? Bazı köylerde kadın neden tarlada çalıştırılmaz? Kız çocukların okula gönderilmesi bölgelere, mezheplere, etnik gruplara göre ne gibi derişiklikler göstermekledir? poligam aile sayısı no kadardır, hangi bölgelerde hangi nedenlerle devam çimekledir? Bu sorulara daha pek çoğu eklenebilir ve cevapları verilmedikçe kime ne vaad edeceğimizi, nerede, nasıl bir değişme bekleyeceğimizi bilemeyiz. Gelinmiş kapitalist ülke olan Amerika'da kadınların bakımsızlık kazanmaları ile boşanmalarda artış eğiliminin bir arada görünmesinin nedenlerini öğrenmek, üretim araçlarının özel mülkiyetten kamu mülkiyetine geçtiği, kadınların hemen hemen erkeklerle eşit koşullar allında öğrenim görüp iş alanına girdiği Sovyetler Birliği'nde, niçin hala erkeklerin kadınlara karşı davranışlarında geçmiş çağların alışkanlıklarının devam ettiğini incelemek, "ülkenin doğu bölgelerinde bazı yerlerde bugün kadını küçük düşürücü saydığımız eski adetlerin (başlık, poligami vb) tamamen ortadan kalkmadığını” göz önünde bulundurmak zorundayız. Aksi halde hedeflerimizi yanlış seçmiş oluruz; metot uygulamasında karşılaşacağımız güçlükler bizi umutsuzluğa düşürür ve eylem için zorunlu olan iradede çözülme başlar.
Sosyal değişme süresi içinde bir önceki düzenin değerleri ile yeni değerler iç içe bir arada yaşarlar. Yeni değerler belirirken ve topluma damgasını vururken eskiler kalıntı halinde devam ederler. Kadınlar hakkındaki önyargıların uzun süre devam etmesi ihtimali bizi umutsuzluğa düşürmemelidir. Yalnız kadınlar hakkındaki değil, insanın doğayla ve insanın insanla ilişkilerinde ortaya çıkan önyargıların her çeşidi sosyal yap-değişmelerini çok ağır bir tempoyla izleyerek değişirler. Ama bir gün gelecek bugün “Barbar Türk” sözü bizi nasıl rahatsız etmiyorsa, “eksik etek”, “saçı uzun, aklı kısa” deyimlerine de gülüp geçeceğiz.
“Kadın sorunu” gibi “Kadınların sorunları” da daha köklü toplum sorunlarına bağlıdır; çözümleri de ancak genel çözüme bağlı olarak düşünülmelidir. Köklü dönüşümler her şeyi birden değiştirmez, değiştiremez. Ancak temel ilişkilerdeki değişmelerin zamanla değerler sistemini de değiştireceğine inanıyoruz.

Satan22 15/04/07 15:16

emeğine sağlık süpersin...


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 20:59 .

Powered by vBulletin® Version 3.7.0
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.