Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21/09/08, 13:45   #160
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

Anne Adayıyla İlgili Risk Faktörler

Anne adayının yaşı

İdeal gebelik yaşı 18-35 yaş arasıdır. Bu yaş aralığı kadın fizyoloji ve anatomisinin gebeliği tolere edebilmesi açısından en uygun yaşlar olmakla beraber hem ülkemizde hem de dünya üzerinde bu yaş aralıklarının altında veya üstünde yer alan çok sayıda gebelik vardır. Hem çok erken yaşta yaşanan gebelikler, hem de ileri yaşlarda yaşanan gebelikler bazı normal dışı durumların ortaya çıkma riskini artırırlar.

Anne adayının gebelik öncesi kilosu

Gebeliğe özellikle "aşırı yüksek" bir kiloyla başlamak gebelikte çeşitli normal dışı durumların ortaya çıkmasına neden olabilir. Öncelikle bu durumların sık görülmediğini ve dış görünüşe bakarak kilo hakkında karar vermenin yanlış olacağı bilinmelidir.

Tıbben kilonun normal olup olmadığının değerlendirilmesi için vücut kitle indeksi (VKİ) hesaplanır ve VKİ'si 20'den düşük olanlar "zayıf", 30'dan yüksek olanlar "şişman" olarak değerlendirilir.

Vücut kitle indeksinizi hesaplayarak gebelik öncesi ağırlığınızın normal olup olmadığını öğrenmek için tıklayın

Gebeliğe düşük VKİ değeri ile başlayan anne adaylarının normal beslendikleri ve normal kilo aldıkları sürece gebeliklerinde ve bebeklerinde normal dışı bir durumun ortaya çıkma riskinin arttığına dair bir bulgu yoktur. Sorun, düşük kilolu olmanın beslenme bozukluğuna bağlı olduğu ve beslenme bozukluğunun gebelikte de devam ettiği durumlarda ortaya çıkabilir. Ancak aşağıdaki çalışma bunun da çok olağan bir durum olmadığını göstermektedir:

İkinci Dünya savaşında Almanlar Hollanda'yı işgal ettiklerinde yöre halkını 6 aylık bir sürede açlığa (günlük 450 kcal'dan oluşan tek öğün yemek) mahkum etmişler ve bu dönemde gebe olan anne adaylarının gebeliklerinin ne şekilde sonuçlandığını incelemişlerdir.

İnceleme sonuçları bu 6 aylık dönemde gebeliği devam eden anne adaylarından doğan bebeklerin ortalama olarak 250 gram daha düşük tartılı doğduklarını, ancak bebeklerde anomali riskinde artış olmadığını, yeni doğan ölümlerinde artış olmadığını, doğan bebeklerin yaşamlarını daha sonra normal olarak sürdürdüğünü göstermiştir. Bu konuda yapılmış ve başka örneği olmayan bu çalışmadan elde edilen bilgilere göre beslenme bozukluğunun bebek üzerinde ciddi bir sorun yaratabilmesi için açlığın çok daha şiddetli olması gerektiği sonucuna varılabilir. Bebek her durumda annesinin beslenme durumuna ve besin depolarına bakmadan ihtiyacı olanı almaktadır. Ancak yine de bu konuda daha fazla sayıda bilgi elde edilene kadar gebelikte beslenmenin önemi unutulmamalı ve gebelikte ilgili konuda anlatılanlara uygun bir beslenme alışkanlığı titiz bir şekilde sürdürülmelidir.

Anne adayının boyu

Eski tıp kitaplarında anne adayının boyunun 150 santimetreden düşük olması kesin bir sezaryen nedeni olarak gösterilmektedir. Gerçekten de boyu "kısa" olan anne adaylarında baş-pelvis uygunsuzluğu (annenin "çatısının" bebeğin başının geçmesine izin vermemesi) nispeten daha sık görülür. Ancak böyle katı bir kuralı benimsemek yerine her anne adayında pelvisin doktor tarafından değerlendirilmesi ve anne adayının taşımakta olduğu bebeğin doğum kanalından uygun bir şekilde geçip geçemeyeceğinin belirlenmesi daha uygun bir yaklaşımdır.

Anne adayının daha önce geçirdiği jinekolojik operasyonlar

Daha önceden geçirilmiş tüm jinekolojik operasyonlar (sezaryen burada jinekolojik operasyonlar arasında sayılmamaktadır) ne kadar iyi bir teknik uygulanırsa uygulansın, mutlaka pelviste (pelv genital organların bulunduğu anatomik bölge) yapışıklıkların oluşumuyla sonuçlanır. Bu yapışıklıklar sıklıkla mesane ile uterus arasında, uterus arka duvarıyla kalın barsak son kısmı arasında, yumurtalık ve tüpler etrafında oluşur, daha yaygın oldukları durumlarda ince barsakları da ilgilendirebilir.

Pelviste operasyonlara bağlı yapışıklıkların yaygınlık derecesi arttıkça yeni yaşanacak bir gebelikte bazı sorunların oluşma riski artar:


Pelvisteki yapışıklıklar yumurtalıktan salınan yumurta hücresinin fallop tüpüne ulaşmasını engellediğinde gebe kalamama sorunu ortaya çıkabilir.

Yine pelvisteki yapışıklıkların derecesiyle doğru orantılı olarak yeni oluşan gebeliğin dış gebelik olma riski hafifçe artar: Özellikle tüpler etrafında oluşan yapışıklıklar tüp etrafında yarattıkları bası nedeniyle kanal geçişini tıkadıklarında döllenmiş yumurta hücresinin uterus iç tabakasına ulaşmasına engel olabilirler. Böyle bir durumda implantasyon ("yerleşme") tüplerden birinin içinde ortaya çıkar ve dış gebelik başlar.

Pelvisteki yapışıklar yaygın olduklarında, doğumun sezaryenle gerçekleşmesinin gerekli olduğu durumlarda sezaryan teknik olarak daha zor seyreder ve operasyon esnasında başta mesane olmak üzere uterusun komşu organlarında zedelenmeler oluşabilir.

Sevindirici olanı, günümüzde uygulanan cerrahi yöntemlerde operatörün aldığı önlemlerle ve kullanılan nitelikli dikiş materyaliyle jinekolojik operasyonlara bağlı yapışıklıkların genellikle yaygın olmamasıdır. Özellikle son 10 yılda yaygınlaşan laparoskopik cerrahi, bu tür yapışıklıkların daha da az olmasını sağlar.

Doğurganlık çağındaki kadınlara en sık uygulanan cerrahi girişimler yumurtalık kisti operasyonları, myomektomi (myom çıkarılma) operasyonları, konizasyon ("rahim ağzındaki kanser öncüsü lezyonların tedavisinde hastalıklı bölgenin cerrahi olarak çıkarılması işlemi) ve dış gebelik operasyonlarıdır. Yine servikal erozyonlarda ("rahim ağzı yaraları) koter (yakma) ve kriyoterapi (dondurma) sıklıkla uygulanan ufak cerrahi girişimlerdir. Bazı durumlarda da ameliyatla "tüplerini bağlatmış" olan kadın yeni bir ameliyatla tüplerinin "tekrar açılmasını" isteyebilir.


Myomektomi esnasında uygulanan tekniğe göre myomektomi sonrası oluşan gebelikte doğumun sezaryanla gerçekleştirilmesi daha uygun olabilir.

Konizasyon ender durumlarda serviks (rahim ağzı) yetmezliği nedeni olabilir.

"Rahim ağzı yarasına" uygulanan koter ve kriyoterapinin yeni yaşanacak bir gebelik üzerinde olumsuz bir etki yaratması beklenmez.

Tüplerin "tekrar açılması" için yapılan operasyonlar başarısızlıkla sonuçlanabilir ve bu tür operasyonlar sonrasında oluşan gebeliklerin dış gebelik şeklinde olma riski belirgin olarak artar.

Anne adayının daha önce geçirdiği ya da şu anda varolan jinekolojik hastalıklar ve gebeliği sağlayıcı tedavi uygulamaları

Doğurganlık çağındaki kadınlarda vajinit, pelvik enfeksiyonlar ve idrar yolu enfeksiyonlarına oldukça sık rastlanır. Yine servikal erozyon ("rahim ağzı yarası"), hormonal dengesizlikler, adet düzensizlikleri bu yaş kadınların sık yaşadığı jinekolojik sorunlardandır.

Geçirilmiş ve tedavi edilmiş vajinitler ve/veya idrar yolu enfeksiyonları gebelik üzerinde olumsuz bir etki göstermezken, gebelikte devam eden aktif bir vajinit veya idrar yolu enfeksiyonu çeşitli sorunlara neden olabilir.

Geçirilmiş bir pelvik enfeksiyon tüplerin tıkanmasına neden olmuşsa gebe kalamama nedeni olabileceği gibi dış gebelik riskinde artışa da neden olabilir.

Servikal erozyon ("rahim ağzı yarası") nedeniyle uygulanan koter (yakma) ve kriyoterapi (dondurma) uygulamalarının gebelik üzerinde olumsuz bir etki yaratması beklenen bir durum değildir.

Hormonal dengesizlikler gebe kalamama sorununa yol açabilirler ve bunlar arasından polikistik over ek olarak tekrarlayan düşüklere neden olabilir.

Yine myomlar, over kistleri, endometriozis gibi hastalıklar da bu yaşlarda sık görülen hastalıklar arasında yer alırlar:

Myomlar sayıları ve büyüklüklerine göre gebelikte çeşitli sorunlara neden olabilirler.

Over (yumurtalık) kistleri özellikle büyük olduklarında gebelikte torsiyon ("boğulma") gibi sorunlara neden olabilirler ve gebelik esnasında operasyon gerektirebilirler.

Genital sistem gelişim kusurları tedavi edilmediklerinde düşük ve erken doğum riskinde artışa neden olabilirler.

Aktif bir endometriozis (endometriozis rahim iç tabakasının pelvisin çeşitli yerlerinde bulunması durumudur ve bu bölgelerde ciddi yapışıklıklara neden olur) gebe kalamama nedeni olabilir.

Anne adayına gebe kalamama nedeniyle uygulanan tedavilerin hemen tümü (ovulasyon induksiyonu ("yumurtlamayı sağlayıcı ilaç verilmesi") ve yardımcı üreme teknikleri (tüp bebek, mikroenjeksiyon gibi)) oluşan gebeliğin çoğul gebelik olma ihtimalini belirgin olarak artırır.

Anne adayının daha önceden geçirdiği operasyonlar ve geçirdiği ya da şu anda varolan hastalıklar ve bu nedenle kullanılan ilaçlar

Anne adayının daha önceden genel anesaaai altında geçirdiği operasyonlarda genel anesaaaiye bağlı oluşmuş sorunların, doğumun genel anesaaai altında uygulanacak bir sezaryenle gerçekleşmesi durumunda tekrarlama riski vardır. Bu nedenle anne adaylarının daha önceden yaşanmış olan "genel anesaaai sorunlarını" doktorlarına iletmeleri önemlidir.

Daha önceden geçirilmiş apandisit operasyonu:

Perforasyon (delinme) aşamasına gelmeden opere edilen bir apandisitin, gebeliğin seyrini değiştirmesi beklenmez. Ancak "komplike" bir apandisit operasyonu sonrasında pelviste yaygın yapışıklıklar oluşmuş olabilir ve bu da yukarıda anlatılan yapışıklığa bağlı sorunların ortaya çıkma riskini artırır.

Daha önceden "selim nedenlerle" geçirilmiş jinekolojik olmayan operasyonların gebeliğin seyrini değiştirmeleri beklenmez. Bu operasyonlara örnekler KBB (Kulak-burun-boğaz) operasyonları, "basit" mide operasyonları, kolesistektomi (safra kesesinin alınması) gibi operasyonlarıdır. Ancak "ciddi nedenlere bağlı" geçirilmiş operasyonlar (kalp, beyin hastalıkları gibi) operasyon sonrası iyileşme durumunun derecesine göre gebeliğin seyrini etkileyebilir.

Anne adayının daha önceden geçirdiği ya da şu anda varolan kronik sistemik hastalıkların hemen tümü gebeliğin seyrini değiştirebilir. Ancak bunlar arasında özellikle üzerinde durulması gerekenler kalp hastalıkları, kronik böbrek hastalıkları, kronik karaciğer hastalıkları, sistemik lupus gibi bağ dokusu hastalıkları, nörolojik hastalıklar (epilepsi), anemi (kansızlık), kanama-pıhtılaşma bozuklukları, astım ve diğer kronik akciğer hastalıkları, ciddi hormonal dengesizliklerle seyreden hastalıklar (böbreküstü ve tiroid bezi hastalıkları, diabet gibi), kanser gibi hastalıklardır.

Daha önceden geçirilmiş hastalıklar yanında, daha önceden geçirilmemiş hastalıklar da gebelikte önem kazanabilir: bunlar geçirilidiklerinde vücutta bağışıklık bırakan enfeksiyon hastalıklarıdır ve bazı enfeksiyonlara bağışık olmayan kişiler gebelikte bu enfeksiyonu geçirildiklerinde çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir. En önemli ve gebelikte ender de olsa görülebilen ve gebeliğin seyrini olumsuz etkileyebilecek iki enfeksiyon hastalığı rubella (kızamıkçık) ve toksoplazmadır.

Rubella (kızamıkçık), aşısı olan bir enfeksiyon hastalığıdır ve bu hastalığa karşı doğal ya da aşıyla oluşturulmuş bağışıklığı olmayan anne adaylarının gebelik öncesi dönemde aşılanmaları önemlidir.

Anne adayının kronik bir hastalığı nedeniyle kullanmakta olduğu ilaçlar (astım, epilepsi, kalp hastalığı gibi) arasından teratojen özelliği olanları gebeliğe başlar başlamaz bir başkasıyla değiştirilmeli ya da değiştirilmeyen ilaçların dozları gebelik fizyolojisine uygun olarak yeniden ayarlanmalıdır.

Anne adayının fiziksel durumu (beslenme, egzersiz, uyku düzeni):

Anne adayının fiziksel durumu gebelikte normal dışı durumların ortaya çıkma riskini direkt olarak etkilemez. Ancak düzenli egzersiz yapan, düzenli uyuyan, düzenli beslenen, "fit" yani "formda" olan) anne adaylarının gebelikte rastlanması muhtemel sorunları daha az yaşadıkları, doktorlarına gebelik seyrince daha az yakındıkları da bizim dikkatimizi çekmektedir. Aksine "düzensiz" bir hayat yaşayan anne adaylarında gebeliğe bağlı yakınmalar daha şiddetli yaşanmaktadır.

Anne adayının genel ruhsal durumu ve gebelik konusundaki duygu ve düşünceleri

Anne adayının gebeliğe hazır olmasının önemi büyüktür. Gebeliğin istekli bir şekilde sürdürülmesi bilimsel olarak kanıtlanmış olmasa da gebeliğin seyrini olumlu olarak etkiler. Kaliteli bir gebelik dönemi yaşamak için anne adayının tüm sorunlardan uzak olarak gebeliğine odaklanmış olması gerekir. Bu da kaliteli bir doğum ve aaaifli bir annelik dönemi ve "iyi yetiştirilmiş bir çocuk" anlamına gelir.

Günümüzde anne adayları tv, radyo, basılı yayın ve internet sayesinde adeta bir bilgi bombardımanına uğramaktadırlar. Nedense ülkemizde halen gebelik ve doğumla ilgili hazırlanan program ve yazılarda olayın daha çok olumsuz yönleri üzerinde durulmakta, bu da anne adayını ruhsal olarak olumsuz yönde etkilemektedir.

Yine anne adayının çevresinde yer alan arkadaş ve yakınları benzer bir şekilde olumsuz "öyküler" anlatmakta ve bu da anne adayını olumsuz olarak "şartlandırmaktadır". Özellikle ülkemizde anne adayları adeta bilinçli bir şekilde korkutulmaktadır. "?artlandırmalar" insanın davranışını yönlendiren en önemli etkenlerdir ve olumlu şartlanmış bir anne adayının olumlu sonuçlarla karşılaşma olasılığı bilimsel olarak kanıtlanmış olmasa da kanımca yüksektir.
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049