Ufuk çizgisinde biten bereketli toprakların karanlığında, upu*zun bir yoldaydık geçen hafta...ve dolunay, buğulu bir ki*tabe gibi gökte asılıydı.
Nur yüzlü bir yol arkadaşıydı gece boyunca... Duru ve sakin izledi bizi; daldıkça camı yalayan kirpiklerimiz*den öperek, şefkatle...
Yol boyu tenimizi parlatan ışık sa*ğanağı, nehir kenarlarında pul pul yakamozlanıyor, meltem estikçe kavak yapraklarında yanıp sönen bir ateşböceği kafilesine dönüşüyordu.
Ne zaman başımızı kaldırsak orada mağrur ve sessiz parıldıyordu; eteklerinden puslu haleler sa*çan sihirli bir gümüş lira gibi...
Arada eflatun bir bulutun arkasına çekilip gizleniyor ve orada birkaç dakikada bütün mahcubiyetinden soyunmuşcasına cüretkâr, bu kez çırılçıplak bir raksa başlıyordu semada...
Kutsal kitapların yazdığı gibi, tanrının geceye de hükmet*mek üzere yarattığı bir büyülü ışıktı o...
Çevresi yıldızlarca kuşatılmıştı, onun kadar parlayamadığına yanan... ve biz yol boyu, hüzünlü şiirler damıttık gözalıcı ışığından...
Gerçi Fuentes'in dediği gibi, üzerinde o adamlar gezindi*ğinden beridir bizim romantik hayallerimizin tanrıçası olma özelliğini yitirmişti kısmen, ama hâlâ öyle güzel, öyle baştan çıkarıcıydı ki...
Gece boyunca ilham verdi hepimize; bayram şekeri tadın*da, ilk öpücük heyecanında... ve eski bir şarkı olup yerleşti di*limize; "Dün gece mehtaba daldım hep, seni andım/öyle bir an geldi ki, mehtap... seni sandım".