Yasaklı kullanıcı
Üyelik tarihi: Jul 2007
Bulunduğu yer: İstanbul
Yaş: 98
Mesajlar: 536
|
Pozitif Düşünme
Çoğu öğrenci yeterince ders çalıştığını, ancak yine de başarılı olamadığını söyler. Peki bu başarısızlığın nedeni ne? Acaba çalışmak için gerekli olan zamanı ayırmamıza rağmen hala neden istediğimizi elde edemiyoruz? Çalıştığımız konuyu anlayabilmek için neler yapabiliriz? Başarılı olan diğer insanlardan farkımız ne?
İnsanların birçoğu yapmak istediği iş için gerekli olan ilk adımları atmadan, zihnen yenilgiye hazır bir psikoloji taşıyor. Yenilgiye hazır bir insanın başarısı mucizelere kalmıştır. Fransız kahramanı Jean Dark'ın güzel bir sözü var "Bütün savaşlar ilk önce insanın zihninde kazanılır." Beyninde başaracağına inanmayan insanlar zaten uygulamada da gerekli olan enerjiyi kendinde bulamayacaklardır. Size Roger Bannister'in hikayesini anlatmak istiyorum. Roger Bannister bir atlet. Yüzlerce yıl olimpiyatlar düzenlenmiş, yarışmalar yapılmış ancak hiçbir zaman bir mil, dört dakikanın altında koşulamamış. İnsanların kafasında, bir milin dört dakikanın altında koşulması mümkün değil yargısı (engeli) güçlenmeye başlamış. Ta ki 1954 yılına gelinceye kadar. 1954'de kahramanımız Roger Bannister, bir mili dört dakikanın altında koşarak zihinlerde bir beton gibi engel oluşturan bu düşünceyi paramparça etmiş. Peki her şey bununla bitmiş mi? Kesinlikle hayır. O yıl içerisinde enteresan bir iş daha olmuş... Tam 37 kişi Roger Bannister'den sonra dört dakikanın altına inmiş. Ne oldu da bu insanlar, yüzlerce yıl başarılamayan işin üstesinden geldiler. Yeni bir ayakkabımı icat edildi, yoksa hızlarını artıran bir motor mu bulundu? Yoksa bir kişinin imkansız denilen bir olayı başarması, diğer insanların pozitif düşünmesine mi neden oldu?
Bir işi başarmanın en önemli motoru insan beynidir, zihnidir. Eğer beyninizdeki engelleri orta-dan kaldırabilirseniz başaramayacağınız hiçbir iş yoktur. Örneğin bir sözel öğrencisi matematik dersinin başına oturduğunda, kafasında “Ben bu dersi anlayamam, başaramam” düşüncesini taşıyorsa kendisi için en büyük engeli oluşturuyor demektir.
Hayatta başarıyı yakalayabilmiş ya da yakalayacak olanlar, her zaman pozitif düşünceyi taşımış olan insanlar arasından çıkmıştır ve çıkacaktır. Her olumsuzluğu ve yanlışlığı, hedefe atılan bir adım olarak gören Edison, bu olumlu düşüncesinin karşılığını fazlasıyla almıştır. O nedenle şimdiden kafanızda ki bu tip olumsuz düşünceleri öldürün. Hem de bir daha dirilmeyecek şekilde.
Hedefe Varma
Bir işi başarmanın temel unsurlarından birisi de sabırdır. Öne çıkan bütün engelleri yok etme veya aşma düşüncesini taşıyarak sabırlı olmak, başarının olmazsa olmaz koşullarındandır. Birçok öğrenci sene başında çok istekli bir şekilde masasının başına geçer, ancak aradan belli bir süre geçtikten sonra bu özelliğini kaybetmeye başlar. Acaba bunun nedenleri nelerdir ve bu olumsuz davranış nasıl yok edilebilir?
İnsanoğlunun yapısında emeğinin karşılığını hemen elde etme düşüncesi vardır. Dolayısıyla ulaşmak istenilen hedef ne kadar kısa vadeli olursa, sonuca ulaşma olasılığı o kadar kolay olacaktır. Bunu şu örnekle açıklayabiliriz: Yüz metre koşularında hedefe ulaşamayan atlet yok gibidir (sakatlıklar dışında), ancak maraton koşuları için aynı yargıda bulunmak yanlış olur. Çünkü hedefin uzak olması yarışmacılarda gerekli olan en önemli unsurun, yani sabrın gücünü azaltmaktadır.
Uzun vadeli planların gerçekleşmesini sağlamak için o hedefe ulaştırıcı adımları teker teker hedef haline getirmek gerekir. Nasıl mı? Siz yaklaşık 10 ay uzaktaki bir hedefe ulaşmak için yola çıktınız. Ulaşmak için, sabır gerektiren bir hedef denilebilir. Hedefin uzak olması ders çalışma isteğinizi her za-man için kamçılamayabilir. O nedenle kendinize daha kısa vadede sonucunu alabileceğiniz hedefler tespit etmelisiniz. Örneğin aylık ulaşmak istediğiniz belli bir soru miktarı belirleyebilirsiniz. Hangi dersten ne kadar soru çözeceğinizi, hangi konuya geleceğinizi bir plan dahilinde belirlerseniz çalışma isteğiniz daha diri kalacaktır. Bu hedefleri haftalık ve günlük olarak tespit ederseniz akıllıca davranmış olursunuz. Attığınız bu küçük adımlar (küçük hedefler), sizi büyük hedefe ulaştırıcı bir fonksiyonu yerine getireceklerdir.
Öğrenciyi hedeften kopartan ve uzaklaştıran bir başka faktör de hedefin öğrenciyi yeterince motive etmekten aciz kalmasıdır. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan bir öğrencinin hedefini yeniden gözden geçirmesinde fayda var. Çünkü hedefe ulaştırıcı gücü, enerjiyi, hedefin büyüklüğü ve hedefin öğrencide meydana getireceği motivasyon sağlamaktadır. Eğer hedef tek başına bunu sağlayamazsa yardımcı motive unsurlara başvurmak gerekir. Örneğin bu, bir ödül olabilir. Bu noktada ailelerinizin tavrı belirleyici bir faktör olarak sizi hedefe bağlayıcı bir rol oynayabilir.
Ulaşamayacağınız hedefleri belirlemeniz sizi ders çalışmaktan soğutabilir. Lise son sınıfa gelinceye kadar çalışmamış bir öğrencinin (yeterli potansiyeli de yoksa) çok yüksek hedefler belirlemesi, deneme sonuçlarının ortaya çıkmasıyla birlikte hayal kırıklığına sebep olabilir. Kazanmak istediğiniz bölüm, çalışma temponuza, çalışma alışkanlıklarınıza, potansiyelinize uygun puanlarda olmalı. Örneğin denemelerden sayısal ham puan olarak 110 puana dahi ulaşamayan bir öğrencinin Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği'ni hedef olarak seçmesi doğru değildir. Çünkü zamanla öğrenci hedefe ulaşamayacağının farkına varır ve bu nedenle kendine olan güvenini yitirir. Bu durum da ister istemez her türlü işte "başaramayacağım" düşüncesinin yerleşmesine zemin hazırlar. O nedenle hedef-potansiyel uyumunu yeniden gözden geçirmek şarttır. Hedefleri realize etmek, motivasyonun yeniden sağlanmasında önemli bir rol oynayacaktır.
Konsantrasyon
Öğrencilerin yaşadığı en temel sorunlardan birisi de çalışılacak konu üzerinde dikkati uzun süre koruyamama, bir başka ifadeyle konsantrasyonu sağlayamamadır. Acaba konsantrasyonun bozulma biçimleri nelerdir, konsantrasyon eşiği nedir, konsantrasyonu uzun süre nasıl koruyabiliriz?
İnsan zihni, genelde bir anda çok şey düşünmekten hoşlanır. O nedenle hayalden hayale geçmek beyin açısından lezzetli bir iştir. Beyin her an bir şeyi düşünmekten, onun üzerinde yoğunlaşmaktan daha çok, bir anda çok şeyi düşünmeyi ister. Dikkatimizin yoğun olduğu zamanlar, dikkatimizin dağınık olduğu zamanlara göre oldukça azdır.
İnsan beyninin iki türlü kayıt mekanizması vardır. Bunlardan birisi bilinç düzeyinde kayıt, diğeri ise bilinçaltı kaydıdır.
Bilinçaltı, insan hayatındaki her türlü ayrıntının kaydedildiği bir alandır. Her insanın biyografisi, bilinçaltında mevcuttur. Kişi bir konuyu öğrenirken konsantrasyon düşüklüğü varsa o anda bilinç düzeyinde kayıt yapmıyor demektir. O bilgi tamamen boşa mı gidiyor? Tabi ki hayır. O anda bu bilgilerin kaydedildiği bölüm bilinçaltı. Ancak bilinçaltındaki bu bilgileri, bilinç düzeyine çıkarmak kolay bir iş değildir. O halde yapılması gereken şey nedir? Yapılması gereken şey, bilgileri bilinç düzeyinde beyne kaydetmektir. Bir bilgiyi bilinç düzeyinde beyne kaydedebilmenin temel koşulu da konsantrasyonu sağlamak veya konsantrasyon süresini uzatabilmektir. Acaba konsantrasyonun bozulma nedenleri nelerdir? Bir başka ifadeyle ders çalışırken konudan zihnin uzaklaşmasının nedenleri nelerdir? Buna biz kopma nedenleri de diyoruz.
Kopma çeşitlerini 4 ana başlık halinde toplayabiliriz. Bunlar: Görsel kopma, sözel kopma, kinestetik kopma ve formüler kopmadır.
Görsel kopmada, kişi bir konuyu okurken bir anda o konunun kahramanı haline gelir. Kafasında bir senaryo oluşturur ve o senaryonun baş rol oyuncusu da kendi olur. Okuduğu konuyu unutup kendi hayallerine dalar. Nasıl mı? Diyelim ki tarih dersi çalışırken İstanbul'un fethini okuyorsunuz. Fatih'in gemileri karadan yürütüşünü, Ulubatlı'nın burçlara sancağı dikişini okurken hayali olarak kendinizi o şahısların yerlerine koymaya başlarsınız. Bu noktada artık dikkat dağılmıştır. Çünkü kontrol, bilinç düzeyinden çıkmış, hayal dünyasının eline geçmiştir. Konsantrasyonunuz bozulduğu, bir başka deyişle konudan koptuğunuz için gözünüz konu üzerinde ilerlese dahi konuyu algılama şansınız olmayacaktır. Aradan belli bir süre geçtikten sonra konudan kopmuş olduğunuzun farkına varacaksınız, ancak yeniden konuya döndüğünüzde sizin için bayağı bir zaman kaybı söz konusu olacak. Görsel kopma özellikle bilgileri görsel yolla elde eden kişilerde gözlenmektedir. Bu tür öğrenmeye yatkın olan insanların görsel malzemeyle desteklenmiş anlatımdan daha fazla verim elde ettikleri görülmüştür. Görsel öğrenme yeteneği daha fazla olanlar genelde seri konuşurlar, kelimeleri tam ve düzgün telaffuz edemezler. M. Ali Bırand gibi...
Zihinsel Hazırlık
Bir konuyu verimli bir şekilde öğrenebilmenin temel koşullarından birisi, o konu için gerekli olan zihinsel hazırlığı yapmış olmaktır. Zihinsel hazırlığın sağlanmış olması için, çalışacağınız konuyu öğrenmeniz gerektiğine beyninizi inandırmış olmanız en önemli adımdır. Bazı öğrencilerde her sene sorulmayan veya az soru gelen konulara karşı ilgi eksikliği görülüyor. Bu ilgi eksikliğinin temel nedeni o konunun öğrenilmesi gerektiğine yeterince inanılmamasıdır.
Bir konunun önemli olduğuna, beyni tatmin edecek düzeyde inanılmamışsa çalışacak gücü ve motivasyonu sağlamak imkansız gibidir. Bu problem, özellikle sözelden hazırlanan öğrenciler için sayısal derslerde(bilhassa fen bilimleri), sayısal alandan hazırlanan öğrenciler için sözel derslerde(sosyal bilimler gibi) karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bunların yanında bazı puan aralıklarında bir puanın 20 000 - 25 000 öğrencinin önüne geçmeyi sağladığını belirtmem gerekiyor. Dolayısıyla hiçbir soruyu basit ve değersiz görmeyin. Zaten değersiz gördüğünüz bir konuya zihinsel olarak hazırlanmanız ve motive olmanız olanaksızdır.
Gazetecilikte 5N +1K kuralı vardır. 5N + 1K, bir haber hazırlanırken içinde mutlaka cevap verilmesi gereken sorulardır. 5N + 1K : Ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçin, kim sorularının ilk harflerinden oluşan bir akrostiş. Özellikle sözel dersleri, bu soruların yanıtını arayacak şekilde çalışırsanız, hem bilinçli bir öğrenme gerçekleştirmiş hem de konunun akılda kalıcılığını sağlamış olursunuz. O nedenle konuya çalışmadan önce bu soruların cevabını arayacak şekilde okuma yaparsanız, beyin okunan metinde ne arayacağını bilir. Okunan metin üzerinde konsantrasyonun sağlanmasında bu tür bir uygulama önemli rol oynayacaktır.
Bir konuya çalışmaya veya konuyu okumaya başlamadan önce bu çalışmanın ne kadar vakit alacağını belirlerseniz, beyin konuyu daha verimli bir şekilde algılayacaktır. Çünkü beyin, bir işi ne kadar sürede yapacağını bilmek ister. Bu, hem konsantrasyon hem de planlı çalışabilmek için önemli bir unsurdur.
Yapılacak zihinsel hazırlıklardan birisi de konuyu görsel malzemelerle zenginleştirmektir. Bilginin en yoğun (%84) olarak alındığı kanalın göz olduğunu daha önce ifade etmiştim (en verimli öğrenme bütün duyu organlarını kullanarak yapılan öğrenmedir). Çünkü insan beyni resimleri, şemaları, nesneleri görerek veya hayal ederek öğrenmekten daha çok hoşlanır.
Burada kısaca insan beyninin özelliklerinden de bahsetmek istiyorum. İnsan beyni sağ ve sol lob olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Bu iki lobun görevleri ve özellikleri birbirinden farklılık göstermektedir. Sağ lob, vücudun sol tarafını kontrol ederken sol lob, bedenin sağ tarafını kumanda eder. Bu iki lobun bir başka farklılığı da düşünme ve algılama biçimlerindeki zıtlıktır. Beynin sol lobu daha çok muhakemeyle ilgili işlerle (bilgileri tek tek işleme, dili kullanma, analiz etme, değerlendirme sağduyu gibi) uğraşırken, sağ lob daha renkli işlerle ilgilenir. Sağ lob, resimlerle düşünür, hayaller kurar, ayrıntılardan daha çok bütünle ilgilenir, çizim, resim ve müzik yapma yeteneğinin aynı zamanda merkezi durumundadır.
Bütün bunları anlatmamın nedeni yukarıda da belirttiğim gibi öğrenmeyi daha zevkli ve kalıcı kılmak. Görsel malzemelerle öğrenme, beynin sağ lobunu devreye soktuğu için her iki lobun dengeli bir şekilde öğrenme etkinliğine katılmasını sağlamaktadır. Leonardo da Vinci ve Einstein'ı büyük yapan, beynin her iki kısmını da dengeli bir şekilde kullanmalarıdır.
Zihninizin verimli bir şekilde çalışabilmesi için yapılacak önemli işlerden birisi de çalışma saatlerinin en verimli dönemlere denk getirilmesidir. İnsan beyninin belli dönemlerde çalışma ve anlama potansiyeli düşer. Bu dönemlere, beyin açısından ölü dönemler diyebiliriz. Öğle vakti bu dönemlerden birisidir. Yine beynin çalışma ve odaklanma potansiyelinin azaldığı bir diğer zaman dilimi de yemeklerden sonraki ilk 45 dakikadır. Bu sürede kan, beyinden daha çok mide bölgesinde dolaştığından beyin yeterince bu sıvıdan nasiplenememektedir. Kan, beynin temel gıdaları olan oksijen ve glikozu taşıma görevini tam olarak yerine getiremediği için beyin, besin noktasında gerekli olan maddeleri alamaz. Bu nedenle yemeklerin ardından hemen dersin başına oturmayın.
İnsan beyni yöneldiği konuyu tam ve bütün olarak kavramak ve bilmek ister. O nedenle konuyu tamamen çalıştıktan sonra genel ve yan başlıkları çıkartarak konunun bütününü görmenizi sağlayan bir şablon çıkarın. Böylece beyin konunun tamamını net bir şekilde algılamış olur.
Zihinsel hazırlık konusunda yapılacak önemli işlerden birisi de planlı ve programlı hareket etmektir. Yatmadan önce mutlaka bir sonraki günün planını kafanızda biçimlendirin. Eğer unutkan bir insansanız hatırlama ve planlama defteriniz olabilir. Bu planlamayı haftalık ve aylık düzeyde de yapabilirsiniz.
Bedensel Hazırlık
Bedensel açıdan kendini yorgun hisseden bir öğrencinin derse konsantre olması mümkün değildir. Çünkü bedensel problemler, zihnin odaklanma gücünü ve potansiyelini azaltacaktır. Zihindeki dağınıklık, beraberinde dikkat dağılmasına neden olacağından öğrenciden verimli ders çalışması beklenemez. Bedene, dayanabileceği sınırın ötesinde yüklenilmesi, bedeni yoran önemli unsurlardan birisidir. Nasıl mı? Örneğin ders çalışmak için gece uykusunu üç saate indirmek gibi. İnsan vücudu üç saatlik bir uykuyla kendini toparlayamaz. Bu durum insan bedeninin yorgunluğunu atamaması anlamına geldiği gibi, üç saatin dışında devamlı aktif olan bir beden potansiyel olarak çökmeye hazırdır. Kendine bu şekilde eziyet eden bir öğrencinin çalıştığı konuları doğru algılaması mümkün değildir. Bunun tersi için de aynı şey söz konusudur. Gününün büyük bir bölümünü yatakta uyuyarak ya da uyuklayarak geçiren bir öğrenci, devamlı yorgunluk ve bitkinlik hisseder; tıpkı koalalar gibi. Koalaları herhalde birçoğunuz duymuştur. Avustralya'da yaşayan, kangurularla akrabalığı olan bir canlı türü. Genelde ağaç üzerinde yaşıyorlar. Ağaçtan indikleri pek görülmüyor. Koalaların ilginç olan yönleri uykuya ve yemeğe olan düşkünlükleri. Günlük ortalama uyku süreleri on dokuz saat olan bu hayvanlar uyumadan önce yaklaşık bir kilo yaprağı afiyetle mideye indiriyorlar. Hayatları, yemekle uyku arasında sürüp gidiyor. Umarım ki içinizde aynı nitelikleri taşıyan öğrenci sayısı azdır (!).
Bedende yorgunluğa sebep olan bir diğer faktör de ders çalışırken uygun beden duruşuyla çalışmamadır. Masaya oturduğunuzda kendinden bezmiş, bitmiş, tükenmiş bir öğrenci portresi çizmeyin. Çünkü beyin bu duruşu algılar ve ona göre pozisyon belirler. Göğüsleri içe çökmüş, omuzları aşağıda, yüz hatlarından bezmişlik ve tükenmişlik okunan bir öğrencinin çalışacak mecali olmadığını, onu o halde gören herkes anlar. O nedenle beyne doğru mesajları ileten beden duruşuyla masanızın başına oturun. Bunun için düzgün bir soluk alıp, göğüslerinizi ve omuzlarınızı dik konuma getirin. Gözlerinize bakan, kendinize olan inancınızı ve güveninizi bakışlarınızda yakalasın. Gözler kalbin aynasıdır demişler. Biz de bu söze gözler beynin de aynasıdır diye yeni bir ekleme yapalım. Ders çalışacak öğrenci masaya oturuşundan, beden duruşundan anlaşılır. Çevrenizdekilere, size baktıklarında ne gördüklerini sorun. İnşallah doğru şeyler görüyorlardır.
Organizmayı rahatsız eden bir diğer unsur, göz mesafesinin yanlış ayarlanmasıdır. Daha önce de belirttiğim gibi bilgile-rin büyük bir kısmı göz yoluyla elde edildiği için, gözümüzün okunan ya da seyredilen materyale sağlık açısından ideal bir mesafede olması gereklidir. Çünkü gözümüz bize sadece bu sene lazım değil. Özellikle bazı meslekleri düşünen arkadaşlar (harp okulları, pilotluk gibi) için göz sağlığını koruma çok daha önemlidir.
Göz sağlığı için ne gibi tedbirler alınmalı? Öncelikle okuduğunuz materyale olan uzaklığınızı ideal mesafeye ayarlayın. Uzmanlar bunun otuz santim civarında olması gerektiğini ifade ediyorlar. Bu rakam, okunan metindeki yazı karakterine, sayfanın niteliğine de bağlı. Ayrıca gözle kitap arasındaki açının 43° civarında olması gerektiğini söylüyorlar. Bir diğer dikkat edilecek nokta, daha önce çalışılacak mekanın düzenlenmesinde de işlediğim, ışığın konumu. Tekrar hatırlatmak için söylüyorum; ışık ne doğrudan göze gelmeli ne de gölgeniz okuduğunuz metnin üzerine düşmeli. Çalışma sırasında ister istemez gözde yorgunluk emareleri belirebilir. Bu emareleri yok edip gözü dinlendirebilmek için palming yöntemini kullanın. Yani avuçlarınızı birbirine sürtüp ısıttıktan sonra avuç içlerinizi belli bir süre göz kapaklarınızın üzerine hafifçe dokundurun. Aralıklarla yapılan bu masaj gözünüzü rahatlatacaktır.
Derse başlamadan önce yapılacak bir diğer şey de yemek vakitlerinin ve çeşitlerinin ayarlanmasıdır. Derse başlamadan en az 40-45 dakika önce yemeğinizi yemiş olmanız şart. Bunu daha önce de belirtmiştim; yemekten hemen sonra kanın büyük bir kısmı mide bölgesinde dolaştığından, beynin en önemli gıdası olan kan beyne yeterli düzeyde gitmez. Ayrıca yemek, bedeninizi hantallaştırıp, uyuşturur. Bir de yenilen yemek çeşitlerine dikkat edilmesi gerekiyor. Güne başlarken mutlaka güzel bir kahvaltı yapın. Sabah kahvaltınızı tost, simit ve benzeri yiyeceklerle geçiştirmeyin. Günlük olarak dört grup besinden de (meyve-sebze, tahıldan elde edilen ekmek gibi yiyecekler, süt ve türevleri, et ve türevleri) yemeye çalışın. Aşırı yağlı ve şekerli besinler organizmayı ağırlaştırır ve olumsuz etkiler. Özellikle akşamları bu tür yiyeceklerden uzak durun. Beslenmenizde sebze ve meyvelere ağırlık verin.
Bir de zayıflamayı takıntı haline getiren gençlerimiz var. Özellikle bayanlar biraz daha önem veriyor diyet programlarına. Bu sene yeni şeyler denemeye, bedensel dengenizi bozacak türde yenilikler yapmaya çalışmayın. Biraz toplu da olsanız bünyeniz bu duruma adapte olmuştur. Bedeninizin kurmuş olduğu düzeni bozmanız, sizi hem zihinsel hem de organik açıdan belli problemlerle karşı karşıya getirecektir.
Burada şunu da belirtmek istiyorum; zihinsel ve bedensel değişikliğin yanısıra, aşırı psikolojik değişikliklere de müsaade etmeyin. Mesela bu sene duygusal yönden etkileyecek, çalışma düzeninizi ve konsantrasyonunuzu bozacak ilişkilerden (aşık olma)kaçının. Her ne kadar gönül ferman dinlemez derler ama sizin gibi öğrencilerin başarılı olabilmesi için dinlemesi gerekiyor (!).
İnsan beyni ayaktayken, oturmasına göre daha iyi performans gösteriyor. Konuları daha iyi algılayabiliyor. Peki ayakta mı ders dinleyelim diye bir soru aklınıza geliyor olabilir. Özellikle sözel dersleri tekrar ederken ya da arkadaşlarınıza anlatırken bu yolu tercih edebilirsiniz. Milattan önceki yıllarda yaşayan, hepinizin tanıdığı ünlü bir filozof öğrencileriyle gezerek ders işliyormuş. Aristo, gezerek felsefi konuları öğrencilerine aktardığı için onun okuluna peripatos (gezinenler) okulu adı verilmiş. Bunu da bir not olarak düşeyim.
Gelelim ders çalışırken görülen ve esneme belirtileriyle geliyorum diyen uyku problemine. Ders çalışırken uykunun gelmesinin belli başlı nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: Bir önceki gün yetersiz uyumayla karşımıza çıkan bedensel yorgunluk, konuya karşı duyulan ilgisizlik, ders çalışılan odanın havalandırmaya müsait olmaması veya aşırı sıcak olması, doğru nefes almayı bilmeme.
Şimdi teker teker bu problemleri ele alalım. Bedenin ve insan beyninin dinlenebilmesi için günlük gerekli olan uyku süresi 6 ila 8 saat arasın-da değişmekte. Burada farklılık bünyeden ve alışkanlıklardan kaynaklanıyor. Dolayısıyla, verilen bu rakamların altında uyku uyuyorsanız ders çalışırken uykunuzun gelmesi son derece normaldir. Elinizden geldiğince günlük düzenli bir uyku periyodu izleyin. Aynı saatlerde yatıp, aynı saatlerde kalkmaya çalışın. Bedeninizi sık sık yaptığınız değişiklerle sıkıntıya sokmayın.
Konuya karşı ilgi duymaya, konuyu ilgi çeker hale getirmeye gayret edin. Bunun yollarını daha önce ele almıştım (görsel malzemeler kullanma, senaryolaştırma vb.). Ayrıca şunu da aklınızdan çıkarmayın ki, hoşlanmadığınız konuyu çalışmama gibi bir lükse sahip değilsiniz. Uyuklamaya ya da uykunun gelmesine sebep olan bir diğer faktör de çalışılan odanın havalandırmaya elverişli olmaması. Odanın havalandırılması beyne yeterli seviyede oksijenin ulaşması için önemli bir faktör. Çalışılan ortamın, ideal bir sıcaklıkta olmaması da uykuya sebep olabilir.
Uykuya veya uyuklamaya sebep olan bir başka faktör ise doğru nefes almayı bilmeme. Doğru nefes alma, hem beyni oksijen açısından besler hem de stresin bedende oluşturduğu olumsuz etkileri azaltır. Peki doğru nefes nasıl alınır? Aslında hepimiz doğduğumuzda doğru nefes alıyor idik ancak büyüdükçe ne yazık ki, işleyen bu mekanizmayı bozduk. Bebeklere dikkat edin, nefes alırken ilk önce göğüsleri değil diyafram bölgeleri şişer. Yine uyuyan insanlara dikkat ettiğinizde de aynı şeyi görürsünüz. Bedenin otomatik düzeni ne zaman devreden çıkıp bizim irademize geçiyor, işte problemler o zaman başlıyor. Doğru nefeste ilk önce diyafram dediğimiz bölge yani karın bölgesinde şişme olur. Eğer ilk önce ciğer bölgeniz şişiyorsa doğru nefes almıyorsunuz demektir. İdeal bir nefes, alındığı sürenin iki katı içeride tutulur ve alındığı süreye eşit sürede dışarıya verilir. Yani 2 sn'de alınıyorsa nefes 4 sn içeride tutulmalı, 2 sn'de dışarı verilmelidir.
Soruların Yanlış Yapılma Sebepleri
Şimdi gelelim sıkça muhatap olduğum sorulardan biri olan "Çalıştığım halde netlerimde neden artış yok?" sorusuna. Bir sorunun yanlış cevaplanmasının nedenlerini üç ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar: Bilgi eksikliği, dikkatsizlik ve muhakeme gücünün yetersizliği.
Teker teker bu problemleri ve çözüm yollarını irdeleyelim. Eğer yanlış yaptığınız sorular henüz o konuyu çalışmadığınızdan dolayıysa, bir diğer ifadeyle bilgi eksikliğinden kaynaklanıyorsa, ileride eğer bu konulara çalışırsanız netlerinizde artış olacağına şüphe yoktur. Ancak çalıştığınız konularla ilgili sorularda çok fazla hata yapıyorsanız, size tavsiyem işlediğiniz konuları sorularla yeniden tekrarlamanızdır.
Soruları yanlış cevaplamaya neden olan bir diğer faktör de dikkat eksikliğidir.
Bu problemi çözmek için ilk olarak dikkatsizliğinizin nedenlerini ortaya çıkarmaya çalışın. Çalıştığınız ortamdaki dikkat dağıtan unsurlar, bedensel rahatsızlıklar, zihni dağınıklık, acelecilikten kaynaklanan yanlış algılamalar dikkatsizliği doğuran temel faktörlerdir. Bu faktörlerin nasıl ortadan kaldırılacağını, bedensel ve zihinsel hazırlıkta ele almıştım. Bütün bunların yanında eğer soru metnindeki olumsuz ifadelerden, altı çizili sözcüklerden kaynaklanan hatalar var ise, tamamı bu nitelikte sorulardan oluşan testlerle dikkatinizi bu tip sorularda yoğunlaştırabilirsiniz. Elinizdeki dökümanlardan bu tip sorular bulup, onları fotokopiyle çoğaltarak kesip, testler oluşturabilirsiniz. Böylece yapacağınız egzersizlerle yanlış algılamayı ortadan kaldırma şansınız olur.
Soruların yanlış yanıtlanmasına neden olan bir diğer faktör de muhakeme gücünün yetersizliğidir. ÖSS sorularının büyük bir kısmı (özellikle sözel sorular) bilgiden daha çok muhakeme gücüyle çözülebilecek niteliktedir. Sakına bu cümleden hareketle, konu çalışmanın bir faydası yoktur gibi yanlış bir genellemeye gitmeyin. Öğrendiğiniz bilgiler okuduğunuz metindeki ilişkiyi, istenilen şeyi daha hızlı ve doğru algılayabilmeniz için şarttır. Bunun yanında, bu tip soruların doğru olarak yanıtlanabilmesi, bol soru çözmeye bağlıdır. Çünkü bol soru çözerek zamanla sorunun hazırlanma biçimini, soru hazırlayanın mantığını, neyi istediğini sezmeye ve anlamaya başlarsınız. Bu tip problem yaşayan öğrencilere tavsiyem bol soru çözerek bu yeteneklerini geliştirmeleri. Ayrıca kitap okumak da bu türdeki soruları doğru anlayıp doğru yorumlamada yardımcı bir unsur olacaktır. Kitap okuma alışkanlığı kazanmış olanlar diğer öğrencilere göre biraz daha avantajlı diyebiliriz. Şu ana kadar böyle bir alışkanlığı kazanamamış olanlar için de tavsiyem, zaman kaybetmeden, az da olsa kitap okumaya başlamalarıdır.
Kaygı Stres
Kaygı tamamen de kötü bir psikolojik durum değildir. Çünkü yapılan araştırmalarda belli bir düzeyde olan kaygının, bir başka ifadeyle fiziksel ve psikolojik dengesizlik meydana getirmeyen kaygının, öğrenme aktivitesini olumlu etkilediği görülmüştür. O nedenle tamamen kaygısız, dertsiz olmanız da sizin faydanıza olmasa gerek. Burada şu soru karşımıza çıkıyor; kaygımızın normal düzeyde olup olmadığını nasıl anlayacağız? Normal düzeyde kaygı taşıyan bir bireyin çalışma aktivitesi bu kaygıdan olumsuz etkilenmez. Tersten ele alıp söyleyecek olursak, aşırı düzeyde kaygı duyan bir kişinin çalışma düzeni, panikten ve "kazanamazsam aileme, çevreme ne derim" düşüncesinden bozulacaktır. Aşırı kaygısı olan bir öğrenci çalışma isteği duyar fakat dersin başına oturduğunda "başaramazsam" kelimesiyle boğuşmaktan derse konsantre olamaz, saatlerin ışık hızıyla ilerlediğinin farkına çok sonra varır.
Hiç kaygı taşımayan öğrencilerin olduğunu da belirteyim. Bu tip öğrencilerin genel niteliği ya ailesinin ekonomik durumunu göz önünde tutarak geleceğini garanti altında görmesi ya da "Bu zamana kadar çalışmadığım için benden ne köy olur ne de kasaba." anlayışıdır. Bunun yanında hedefini çok rahat kazanabileceğini düşünen öğrencileri de bu gruba dahil edebiliriz, ancak bunların sayısı oldukça az denebilir. Hiçbir kaygı taşımayan bu tip öğrencilere tavsiyem, Türkiye gibi istikrarsız bir ülkede yaşıyor olduklarını düşünüp, geleceklerini şekillendirmede zamana ve hale ayak uydurmaktan daha çok istikbali düşünüp hareket etmeleridir. Hızla değişen ve farklılaşan bir dünyada geleceğe oynamayan, kendini yenilemeye kapalı olan insanların yığından öteye geçemeyeceğini söylemem herhalde kahinlik olmaz.
Şimdi gelelim kaygıya, dolayısıyla strese neden olan faktörlere. Bu faktörlerden birisi belirlenen hedef ile potansiyel ve çalışma aktivitesi arasındaki uyumsuzluktur. Yani bir öğrencinin potansiyelinin üzerinde bir bölümü hedeflemesidir. Çünkü uzmanlar başarıda %50-60 civarında potansiyele pay vermekteler. Dolayısıyla potansiyeli gözardı ederek çok yüksek hedeflere talip olma, belli bir süre sonra alınan deneme sonuçlarıyla "eyvah ben istediğim bölümü kazanamayacağım" düşüncesinin yerleşmesine neden olmaktadır. Bu durum zamanla panik haline dönüşerek strese zemin hazırlar. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan bir öğrencinin ya hedefine varma süresini yeniden gözden geçirmesi (gelecek sene ki ÖSS'yi hedef alması) ya da bu sene kesin olarak kazanmayı düşünüyorsa tercihlerini ve hedeflerini realize etmesi gerekir. Aksi taktirde deneme sınavlarında, testlerde ve kitaplardaki soru çözümlerinde ortaya çıkan her başarısız sonuç, kaygı ve stres düzeyini artıran birer faktör olacaktır. Özellikle birden fazla ÖSS tecrübesi olan, bir daha ders çalışmayı göze alamam diyen öğrencilere tavsiyem, tek bir hedefe saplanıp kalmamaları ve alternatifli bir tercih listesi oluşturmalarıdır.
Strese neden olan bir diğer faktör de öğrencinin kendine duyduğu güvensizliktir. Kendine güven duymayan bir insanda her işe başlarken "başaramayacağım" düşüncesi bir ön kabul olarak vardır. Peki, kendine bu kadar güvensizliğin nedenlerini nerede aramalıyız? Ben bu konuda ailelerimizi suçluyorum, çünkü Türk aile yapısının karakteristik özelliği aşırı korumacı oluşu. "Aman m sen yapma.", "Sen beceremezsin." türü ifadeler, n sorumluluk alma duygusundan yoksun bir birey olarak yetişmesine neden olmaktadır. Yani bizim geleneksel aile yapımız, anne-babamız sorumluluğu ve iş becerme yetisini na ne yazık ki kazandıramamıştır. Bu şekilde davranış gösteren ebeveynlerimizin sakına kötü niyetli olduğunu düşünmeyin. Hepsi çocuklarını koruma mantığıyla böyle bir yanlışın içerisine düşüyorlar. Peki sonra ne oluyor? Hayatında ciddi bir sorumluluk almamış, bu nedenle ciddi bir iş başaramamış gençler yetişiyor. Böyle yetişen bir gencin kaygı ve stres yüklü olmasını garipsememek gerekir. Bu olumsuz durumdan gençler nasıl kurtulabilir? Bu tip yetiştirilen gençlere tavsiyem, aileleriyle konuşmaları ve onları bu konuda tatlı bir dille uyarmalarıdır. Eğer bunu tek başlarına yapmaları mümkün değilse bir uzmandan yardım almaları doğru bir yol olacaktır. Bir diğer yol da, belli işlerde sorumluluk alarak kendine güvenlerini sağlamalarıdır. Mutlaka başarısızlıklar olacaktır bu işlerde; ama unutmayın ki çoğu büyük insanın hayatı başarısızlıklarla doludur. Mühim olan her başarısızlığı birer tecrübe gibi algılayıp, başarıya doğru atılan bir adım biçiminde düşünmektir. Tıpkı A.Lincoln gibi.
Öğrencide kaygı ve strese sebep olan bir diğer faktör de ailenin ve yakın çevrenin beklentileridir. Bu beklentiler öğrencinin omuzlarında ister istemez ağır bir yük meydana getirmektedir. Ailenin yapmış olduğu maddi ve manevi fedakarlık altında eziklik duymamak oldukça zordur. İşte bu noktada sizi rahatlatacak olan ailelerinizin tavrıdır. Yeterli bir kültüre sahip olmayan ya da kendi hayatında gerçekleştiremediklerini, üzerinde gerçekleştirmek isteyen aileler beklentilerini, yaptıkları fedakarlıkları birer baskı unsuru olarak kullanabiliyorlar. Bu tip aileleri olan arkadaşlarımıza tavsiyem ailelerine, çalıştıklarını, emeklerinin karşılığını verebilmek için çaba sarfettiklerini göstermeleridir (Bunu gerçekten çalışarak yapmalılar). Bunun yanında dershanedeki ya da okuldaki öğretmenlerini aileleriyle görüştürerek bu sıkıntılarını en alt düzeye indirebilirler.
Tercihler döneminde de aileyle öğrenci arasında büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Ailenin na uygun gördüğü meslekle gencin istediği meslek çoğu zaman uyumsuzluk gösterebilmektedir. Bunun sıkıntısını ve stresini çeken öğrenciler de içinizde vardır. Onlara tavsiyem bu konuda da öğretmenlerini devreye sokmaları. Unutmayın ki kazanacağınız meslekle bir ömür boyu hayat sürecek olan sizlersiniz, aileleriniz değil. Onları kırmadan, güzel bir dille bunu anlatmak gerekir.
Kaygı ve stresin bir diğer nedeni, başarının tek adresi olarak ÖSS'yi görmektir. Bir sınava, gerektiğinden çok daha büyük anlamlar yüklemek, yanlış bir bakış açısını doğurmaktadır. Mutlaka bu sınav herkes için çok şey ifade ediyor ve etmeli; ancak bu sınavı kazanamamış insanların da başka alanlarda başarılı olduğunu ve olabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Hayata daha bütün, uzaktan ve kuşatıcı bakın. Çünkü ÖSS’yi tek çıkış yolu olarak görme, strese ve paniğe neden olacağından telafi edilemeyecek yanlışlara itebilir.
Kaygı ve stresin çözüm yollarından birisi sıkıntıları, problemleri paylaşacak insanlarla bir arada olmaktır. Çünkü dertler paylaşıldıkça azalır. En azından kişide psikolojik bir rahatlama söz konusu olur. Paylaştığınız insan size çözüm yolları gösteremeyebilir. Ancak kimi zaman birisi tarafından değer verilip dinlenmek bile tek başına çözüm olabilmektedir. Bu nedenle arkadaş grubunuzu aynı zamanda birer sırdaş grup haline getirebilirsiniz. Bunu yaparken güvenilir insanlardan bir grup oluşturmaya çalışın. Arkadaş grubunuzun yanısıra rehber öğretmenlerinizle sorunlarınızı konuşmaya gayret edin. Onlar bu konuda belki de en iyi çözüm üretecek mercidir.
Kaygı ve stres sonucu beden de bir kısım değişiklikler olmaktadır. Bir başka ifadeyle kaygılı bir insanın beden kimyası büyük ölçüde değişmektedir. Kaygılı insanda solunumun hızlandığı, kalp atış hızının arttığı, damarların daralıp kanın içeri çekildiği, bundan dolayı yüzey sıcaklığının düştüğü ve kasların gerildiği gözlenmiştir. Bunun yanında, beden elektrik yüklü bir yapı haline gelmektedir. Bunun zıddı olan gevşemenin kimyasını ise şöyle tanımlayabiliriz; solunum derinleşir, kalp vurum sayısı azalır, el ve ayaklara giden kan miktarı artar, dolayısıyla el ve ayaklar ısınır ve kaslar gevşer. Peki kaygının kimyasını yaşayan bir bedene gevşemenin kimyası nasıl hakim kılınabilir? Bunun en temel yolu doğru nefes almayı bilmektir.
Yapılan araştırmalar, vücut ağırlığının %2'si olan beynin, vücuda giren oksijenin yaklaşık %20'sini kullandığını göstermiştir. Buna karşılık şehirde yaşayan ve doğru nefes almayı bilmeyen kişilerin ciğer kapasitelerinin dörtte birini ancak kullanabildikleri bir başka araştırma sonucudur. Burada doğru nefes almanın önemi karşımıza çıkmaktadır. Nasıl doğru nefes alındığını daha önce işlemiştim. Kendinizi kaygılı, stresli ve heyecanlı hissettiğiniz zamanlar, nefes egzersizi yaparak beden kimyanızı yeniden düzenli hale getirebilirsiniz. Doğru nefes egzersizleri bedende kaygı ve stres sonucu ortaya çıkan adrenalin, noradrenalin, nöropinefrin gibi maddeleri azaltır ve yok eder.
Kaygı ve stresin bedende meydana getirdiği olumsuzluklardan birisi negatif elektrik ile bedenin yüklenmesidir. Negatif elektriği bedenden uzaklaştırmanın yolu suyla ya da toprakla temastır. O nedenle stresli olduğunuzu hissettiğiniz zamanlar ılık bir banyo yaparak ya da elinizi yüzünüzü yıkayarak bedeninizi rahatlatabilirsiniz. Eğer mümkünse çıplak ayakla toprak üzerinde yürüyerek de bu elektriği vücudunuzdan uzaklaştırabilirsiniz.
Bedendeki olumsuz etkileri ortadan kaldırmanın bir diğer yolu da fiziksel egzersizlerdir. Her gün, belli saat dilimlerinde 15-20 dakikanızı fiziksel egzersizlere ayırın. Bu egzersizler sayesinde kaygının etkisiyle salgılanan adrenalin gibi maddeler tüketilir. Egzersizler, serotonin denilen ve bedende sükuneti, rahatlığı ve gevşemeyi sağlayan maddenin salgılanmasını da sağlar. Ayrıca kaygı düzeyini ideal seviyeye çeker, öğrenme verimini artırır, düzenli bir uyku periyodu oluşturur ve insanın kendini zinde hissetmesine yardımcı olur. Bu egzersizleri yaparken bedeninizi çok fazla zorlamamaya, ders çalışma düzeninizi aksatmamaya gayret edin.
Bütün bunların yanında sizi zihnen ve bedenen dinlendirecek, rahatlatacak, stresin kollarından çekip kurtaracak sosyal aktivitelere zaman ayırmaya çalışın. Bu aktiviteler kimi zaman arkadaşlarınızla gezmek, kimi zaman müzik dinlemek, kimi zaman bir enstrüman çalmak ya da resim yapmak olabilir. Günleri yoğun geçen insanların birer sığınağıdır bu tür aktiviteler. Büyük devlet adamlarından bilim adamlarına kadar çoğu ünlü kişi bu şekilde kendini rahatlatma yolunu seçmiştir. Örneğin Churchill resim yaparak, Einstein ise keman çalarak bunu sağlıyordu.
Yenilen-içilen besinler, uyku düzeni, fiziksel koşullar da stres düzeyini önemli ölçüde etkilemektedir. Bedeni ağırlaştıran yiyecekler, kafein içeren içeceklerin çok fazla alınması, insanı olduğundan daha sinirli ve sabırsız yaptığından psikolojik dengeyi zaman zaman bozabilmektedir. Uykunun düzensiz oluşu, yeterli seviyede bedene dinlenme fırsatı vermeme gibi durumlar da stresi artırıcı rol oynayabilmektedir. Elinizden geldiğince aynı saatte uyuyup aynı saatte kalkmaya gayret edin. Çünkü insan bedeni, devamlı değişiklik yaşamayı istemez. Bedenin kendine göre bir iç ahengi vardır. Düzensiz yaşayarak bedenin bu ahengi kurmasını engellemiş olursunuz. Uyku düzeninize göre beden, bir biyolojik saat oluşturmaktadır. Bu biyolojik saat dışarıdan bir müdahaleye gerek olmadan işlevini yerine getirir. Düzensiz bir hayatı yaşattığınız bedeniniz, bu biyolojik saati oluşturmada güçlük çekecektir.
Son olarak kaygı ve stresle baş edebilmek için zihinsel gücün öneminden bahsetmek istiyorum. İnsan zihninin veya beyninin insanın psikolojik yapısını anlık olarak değiştirebileceğini kendi hayatınızda çok defa görmüşsünüzdür. Zihnin bedene verdiği olumlu telkinler onu rahatlatır ve stresin bedeni yıpratan etkisini yok eder. Bu nedenle beyninizi sizi güçlendirecek telkinlerle meşgul etmeye çalışın. Bu telkinleri çalışma masanızın bir kenarına koyacağınız spot cümlelerle, vecizelerle sağlayabilirsiniz.
Kendinizi kaygılı hissettiğiniz anlarda olumlu duyguları kopyalama yolunu kullanabilirsiniz. Geçmişte mutlu olduğunuz bir anı hatırlayıp, o anda tattığınız duyguların aynısını kaygılı anınıza aktarmaya çalışın. Eminim faydasını göreceksiniz.
Meslek Seçimi
Sınava az bir zaman kala artık hedefin ya da hedeflerin belirgin bir şekilde ortaya konması gerekir. Bu aşamadan sonra hedeflerinizde yapacağınız değişiklikler sizin zihninizi allak bullak edeceğinden çalışmak için gerekli olan konsantrasyonunuzu bozabilir. Meslek seçimi yaparken belli kıstasları göz önünde tutmanız, gelecek adına atılacak en önemli adım olsa gerek. Çünkü insan hayatının yarısı işinde yarısı evinde geçiyor. O nedenle doğru iş ve doğru eşin önemi aşikar.
Bir mesleği seçerken nelere dikkat etmeliyiz? Belki de seçeceğiniz mesleği belirlemede en can alıcı soru bu. Meslekten ne gibi beklentileriniz var? Sizin ilgileriniz, bedensel ve zihinsel yapınız seçeceğiniz meslekle ne derece örtüşüyor? Meslekler hakkında en doğru bilgiyi nasıl elde edebilirsiniz? İşte bütün bu sorulara vereceğiniz doğru yanıtlar, doğru mesleği seçmenizde baş rolü oynayacaktır.
İlk başta bir meslek sahibi olmaktan beklentilerinizin ne olduğunu ortaya koymanız gerekiyor. Sizin için önemli olan statü mü, elde edeceğiniz maddi gelir mi, çalışma koşullarındaki rahatlık mı, çalışma ortamının uygunluğu mu, manevi açıdan tatmin etmesi mi, iş bulmada yaşayacağınız kolaylık mı? Bütün bu soruları göz önünde tutarak kendinizi çok iyi etüt edip, meslekler hakkında en doğru bilgilere ulaşarak bir kesişme noktası bulmalısınız. Bunun için atılacak en önemli adım ilgilerinizi, yeteneklerinizi, kişiliğinizi, bedensel-zihinsel artı ve eksilerinizi ortaya çıkarmaktır.
Peki, bir insan kendini nasıl tanıyabilir? Bu konuda dört farklı insan grubunun düşüncelerini ölçü olarak kabul etmek en doğru yol olacaktır. Çünkü insanın sadece kendisi objektif değerlendirme yapamayabilir. Dört farklı kanattan yapılan değerlendirmeler daha doğru sonuçlara götürecektir. Bu dört farklı kanadı şöyle sayabiliriz: Siz, aileniz, arkadaşlarınız ve öğretmenleriniz. Bunların değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkan kesişim, yetenekleriniz, ilgileriniz, kişiliğiniz hakkında genel bir şablon ortaya koyacaktır. İşte bu şablonla paralellik gösteren meslek, sizin için en ideal meslektir denebilir. Kişiyi etüt ederken kullanılacak kıstaslar nelerdir? Bunlar: Okulda başarılı olunan ve hoşlanılan dersler, yetenekler (sözel-sayısal yetenekler, şekil algısı, uzay ilişkileri, renk algısı, bellek, ayrıntıya dikkat, mekanik yetenek, bir işi planlayabilme, el-parmak becerisi, el-göz işbirliği), ilgiler (matematik ilgisi, temel bilim ilgisi, sosyal bilim ilgisi, insan bilimleri ilgisi, ziraat ilgisi, mekanik ilgi, ikna ilgisi, ticaret ilgisi, iş ayrıntıları ilgisi, edebiyat ilgisi, güzel sanatlar ilgisi, müzik ilgisi, sosyal yardım ilgisi), kişilik (heyecanlı-sakin, içine kapanık-dışa dönük, yönetme-yönetilme, güler yüzlü-ciddi, duygusal-mantıklı).
İlk olarak okul başarınızı değerlendirmeniz gerekiyor. Lisede okutulmakta olan derslerin hangilerinden başarılısınız ve hoşlanıyorsunuz? Örneğin matematikten hoşlanmayan bir öğrencinin tutup da inşaat mühendisliği yazması akıllıca olmasa gerek. Ya da biyoloji dersinden başarısız olan ve bu dersten hoşlanmayan bir öğrencinin tıp ya da genetik mühendisliğine yönelmesi ileride sıkıntılara yol açacaktır.
Çok önemli olan bir diğer faktör de yeteneklerdir. Bu yetenekleri sözel-sayısal akıl yürütme, şekilleri algılayabilme, uzay ilişkilerini görebilme, renkleri algılayabilme, ayrıntıları görebilme, mekanik yetenek, el-parmak becerisine sahip olma, el-göz işbirliği olması şeklinde sayabiliriz. Şimdi sırasıyla bu yeteneklere uygun olan mesleklerin ne olduğu sorusunu yanıtlayalım.
Sözel akılcılık ve sözel akıl yürütme yeteneği, sözcükleri ustalıkla kullanmayı, zengin bir sözcük dağarcığına sahip olmayı ifade eder. Bu yeteneğe sahip olanların arşivcilik, felsefe, gazetecilik, halkla ilişkiler, hukuk, psikoloji, radyo-televizyon, rehberlik ve psikolojik danışmanlık, ilahiyat, sosyoloji ve öğretmenlik türü meslekleri tercih etmeleri mantıklı olacaktır. Sayısal akıl yürütme ve hesap yapabilme yeteneklerine sahip olanların mühendislikleri, matematik, fizik, istatistik bölümlerini, işletme, iktisat türü eşit ağırlıktan öğrenci alan programları tercih etmeleri uygun olur.
Şekilleri algılayabilme özelliğini taşıyan öğrencilerin mimarlık, peyzaj mimarlığı, gemi inşaatı, seramik ve inşaat mühendislikleri, güzel sanatların bölümleri, endüstri ürünleri tasarımı, şehir planlama türü bölümlere yönelmeleri gerekir. Uzay ilişkilerini görebilme yeteneğini taşıyanların mimarlık ve çeşitleri, diş hekimliği ve ilgili bölümleri, tekstil, makine, taş, takı ve bununla ilgili bölümleri hedeflemeleri doğru olacaktır. Renkleri algılayabilme özelliğine sahip olanların biyokimya, kimya, grafik, güzel sanatların bölümleri, tekstil, dişçilik, sinema-tv; ayrıntıları görebilenlerin, istatistik, astronomi, sinema-tv, diş hekimliği, gazetecilik, iktisat, işletme, maliye, bilgisayarla ilgili bölümlere yönelmeleri onlar adına isabetli olacaktır.
Mekanik yetenek, bir makinenin işleyişi, parçaları arasındaki ilişkiyi, makine tamiri ve yapımı konusunda yeteneği ifade eder. Bu yeteneği taşıyanların, makine, gemi, uçak, tekstil türü mühendisliklere, otomotiv, tarım makineleri, diş hekimliği bölümlerine yönelmelerini öneririm. El-parmak becerisi, eller ve parmakları ustalıkla kullanabilmeyi dile getirir. Kuyumculuk, cerrahlık gibi küçük objelerle uğraşmayı gerektiren mesleklerde (diş hekimliği, mimarlık, güzel sanatların bölümleri, konfeksiyon, seramik, aşçılık vb.) çalışanların bu yeteneklerinin gelişmiş olması önemlidir. El-göz işbirliği, düz çizgi çizebilme, bir hedefi uzaktan vurabilme gibi becerilerde ifadesini bulur. Bu yetenek mimarlıkta, sanatta, kaynakçılıkta, marangozlukta ve cerrahi alanda başarı sağlayabilmek için gerekli olan bir yetenektir.
Meslek tercihi yaparken, bir diğer dikkat etmeniz gereken nokta ilgilerinizle seçeceğiniz mesleğin uygun olmasıdır. Matematiğe ilgi duyuyorsanız, matematik, matematik mühendisliği, istatistik gibi bölümleri; temel bilimlere ilgiliyseniz fizik, kimya, biyoloji derslerinin yoğun olduğu programları; sosyal bilimleri seviyorsanız, psikoloji, sosyoloji, tarih, felsefe türü derslerin yoğun olarak gösterildiği bölümleri (gazetecilik, sosyal bilgiler öğretmenliği, antropoloji, halkla ilişkiler vb) tercih etmeniz başarınızı artıracaktır. Hayvanlara ve bitkilere ilgi duyuyor, doğayla başbaşa olmaktan hoşlanıyorsanız, veterinerlik, bitkisel üretim, su ürünleri, seracılık gibi bölümlere yönelmeniz doğru bir yol olacaktır. Ticarete ilgiliyseniz, işletme, sermaye piyasası, sigortacılık, sağlık kurumları işletmeciliği gibi bölümlere tercihlerinizde yer vermenizi öneririm. Edebiyatla haşir-neşir olmaktan, eleştirmek ve yazmaktan hoşlananlara, gazetecilik, Türk dili ve edebiyatı, felsefe, halkla ilişkiler, kütüphanecilik, iletişim sanatları, sinema-tv; sosyal yardımdan ve insanlara ilgi göstermekten hoşlananlara, tıp, hemşirelik, rehberlik ve psikolojik danışmanlık, psikoloji, sosyal hizmetler bölümlerini tavsiye ediyorum. Biyoloji ve kimyaya ilgili olanların biyokimya, eczacılık, moleküler biyoloji ve genetik mühendisliği, biyoloji ve kimya öğretmenliklerine yönelmeleri başarılarını artıracaktır.
Araştırmacı, meraklı, sabırlı ve kararlı olan öğrencilere, astronomi, biyoloji, fizik, gazetecilik, arşivcilik, bilgisayar programcılığı gibi meslekleri yazmalarını öneriyorum. Başkaları ile birlikte çalışabilen, uyumlu olan, başkalarını organize edebilenlere daha çok grup çalışmasını gerektiren meslekleri (bankacılık, gazetecilik, halkla ilişkiler, işletme, kamu yönetimi, yöneticilik pozisyonuna gelebilecek mühendislikler vb) tavsiye ediyorum. Dışa dönük, güler yüzlü, hoşgörülü olan gençlerin insanlarla bire bir ilişki kurmaları gereken mesleklerde (öğretmenlikler, diş hekimliği, doktorluk, halkla ilişkiler, bankacılık vb) daha başarılı olacaklarını söyleyebilirim. Bazı meslekler vardır ki soğukkanlılık ister. Hemşirelik, tıp, gazetecilik, rehberlik ve psikolojik danışmanlık bu mesleklere örnek verilebilir. Bazı mesleklerde başkalarını dinleyebilen, kendisi ile barışık olan kişiler daha başarılı olurlar. Bu yapıda olanlara tıp, diş hekimliği, psikoloji, rehberlik ve psikolojik danışmanlık, hemşirelik gibi bölümlere yönelmelerini tavsiye ediyorum. Bazı öğrenciler titiz, tertipli ve düzenlidirler. Bu yapıdakilere uygun meslekler olarak eczacılık, maliye, peyzaj mimarlığı, arşivcilik, kütüphanecilik türü meslekler sayılabilir. Girişken ve ısrarcı olan gençler, gazetecilik, hukuk, sigortacılık, pazarlamacılık, turizm işletmeciliği, seyahat işletmeciliği gibi bölümlere yönelebilirler.
Şunu tekrar hatırlatmak istiyorum ki, bu sınav başarıya giden yollardan sadece biri. Bu yol, bu yıl için kapalı olsa da,daha sonraki senelerde bu yolu tekrar deneme şansına sahipsiniz. O nedenle illa ki kazanayım düşüncesiyle okumayacağınız bölümlere tercihlerinizde yer vermemeye çalışın. Şunu hiçbir zaman unutmayın ki, yanlış bir bölümü tercih edip o mesleğe mahkum olma ileride mutsuzluğunuza sebep olacaktır. Eğer imkanınız ve sabrınız varsa, bir sonraki sene tekrar hazırlanmayı göze alabiliyorsanız, sırf üniversiteli olma amacıyla tercih yapmayın. Çünkü şu an uygulanan sistemde açık öğretim haricinde bir bölümü kazandığınızda (kayıt yaptırıp yaptırmamanız önemli değil), bir sonraki sene ağırlıklı orta öğretim başarı puanınızın (AOBP) katkısı yarı yarıya azalacaktır. Bundan dolayı bir sonraki sene, istediğiniz bölümü kazanma şansınız düşecektir. Özellikle meslek liseli öğrencilere bir tavsiyem olacak; mutlaka bir bölümü kazanıp okumak istiyorsanız, kendi alanınızla ilgili bir bölüme tercihlerinizde yer verin. Eğer kendi alanınızla ilgili bir mesleği istemiyorsanız, dört ve daha fazla yıllık lisans düzeyinde düşük puanlı bölümlere girme şansınız olabilir. Daha iyi bir bölüme girmek isteyen meslek liseli öğrencilere, maddi olanakları elverişliyse vakıf üniversitelerini yazmalarını tavsiye ediyorum. Hem iyi bir eğitim almış hem de büyük illerde okumuş olurlar. Meslek liselilerin sınavsız üniversiteye alınması ile ilgili kanun mecliste kabul edildi, ama nasıl yapılacağı konusu netleşmedi. Şu an alt yapısı oluşturulmaya çalışılıyor.
Tercihlerde bir diğer dikkat edilecek nokta sıralamanın istek sırasına göre yapılmasıdır. Bir bölümün puanı yüksek diye o bölüme öncelik tanınmamalıdır. Tercih listenizi mutlaka uzman bir kişiyle oluşturmaya çalışın. Ve her tercihinize "Bir alttaki bölüme girsem daha mı mutlu olurum?" sorusunu yönelterek karar verin. Eğer cevabınız olumluysa sıralamanızda bir problem var demektir.
Son olarak, iki yıllık (ön lisans) bir bölüm kazanıp dört ya da daha fazla yıllık bir bölüme geçmeyi planlayan arkadaşlara tavsiyelerim olacak. Eskiden iki yıllık bir bölümde belli bir başarıyı elde eden öğrenci, o bölümün devamı niteliğinde olan dört ve daha fazla yıllık (lisans) bir bölüme geçebiliyordu. Bu uygulama, yakın bir zamanda kaldırıldı. Artık DGS (Dikey Geçiş Sınavı) denilen bir sınav göz önünde tutularak bu geçiş yapılabiliyor. Kontenjanların az olması nedeniyle bu geçişin oldukça zor olduğunu belirtmemde fayda var.
Sınav Öncesi Ve Sınav Anı
Sınav öncesi dikkat edilmesi gerekli olan noktalar;
8 Sınava bir hafta kala vücudunuza sürpriz yaşatmamaya çalışın. Aynı saatlerde yatıp aynı saatlerde kalkmaya (sınava gireceğiniz saati göz önünde tutarak), benzer yiyecekleri yemeye özen gösterin. Sınav sabahı midenizin alışık olmadığı yiyeceklere çok fazla yüklenmeyin.
8 Sınavdan birkaç gün önce sınav, olacağınız okulu ve sınıfı mutlaka görün. Hatta mümkünse gireceğiniz sınıfta ve sırada birkaç deneme çözmeye çalışın. Sınav günü yabancılık çekmemiş olursunuz.
8 Sınavdan birkaç gün öncesinde zihninizi ve bedeninizi yoracak faaliyetlerde bulunmayın. Zihinsel yorgunluk, son günlerde yeni konular öğrenmeye çalışarak, beyne yeni yüklemeler yapma sonucu ortaya çıkar. Özellikle son gün, ders çalışmayın. Bu çalışma sırasında bazı bilgileri unuttuğunuzu görüp panik yaşayabilirsiniz.
8 Sınavdan bir gün önce ailenizle ve arkadaşlarınızla sınav konusunda konuşmamaya özen gösterin. Sevdiğiniz, sizi rahatlatacak insanlarla bir arada olmaya gayret edin. Bazı insanlar çevrelerine pozitif enerji verirler. O insanı gördüğünüzde bütün dertlerinizi unuttuğunuzu farkedersiniz. Son gün, bu tip arkadaşlarla gününüzü geçirin.
8 Sınavdan önce, sınava gireceğiniz okula ne kadar sürede varabileceğinizi, büyük şehirde yaşıyorsanız trafik olma ihtimalini de düşünerek hesap edin. Mutlaka belli bir süreyi opsiyon olarak bırakın.
8 Son geceden sınava götüreceğiniz belgeleri ve malzemeleri hazırlayın.
8 Sınav sabahı pozitif enerji verecek, sizin motivasyonunuzu artıracak müzikleri dinleyin.
8 Sınava giderken su, kesme şeker(kan şekerinin düşme ihtimaline karşıkana en çabuk karışacak yiyecek), kolonya, saat ve kağıt mendil bulundurun. Bütün bu malzemelerin yanı sıra sınavda size güç verdiğine inandığınız şeyleri (kolye, yüzük, fotoğraf vb) yanınızda götürebilirsiniz.
8 Sınavda rahat edebileceğiniz bir kıyafeti tercih edin. Bol giysiler (eşofman gibi), sizi terletmeyecek elbiseler bu açıdan daha uygun olacaktır. Güzel ya da yakışıklı görüneceğim düşüncesiyle kendinizi rahatsız edecek giyeceklere yönelmeniz sıkıntı oluşturabilir.
Alıntıdır
|