Doğumdan ölüme,hayat uzun ve yorucu bir yol...
Serin bir Mart sabahı,
uyku mahmurluğunda iken belki daha cılız ışıkları güneşin,
baharın kokusunu katıp önüne,
aheste gelip geçen bir yük katarı misali,
öyle nazlı, öyle sevilesi esintilerle, tebessümler saçan bir mahzun meltemin,
yüzleri, saçları, ya da ruhları, bir anne, bir sevgili sevecenliğinde okşadığı zaman dilimlerinde, sevinçle, ümitle, heyecanla hayata merhaba diyen bir gül tomurcuğu güzelliğinde başlıyor yolculuğumuz ağlamalarımızla bu zahmetli kader yolunda.
Zaman geçiyor, yaz mevsimine uzanıyor bu meşakkatli yürüyüşümüz, ısınıyor yüreğimiz, büyüyoruz, ağır aksak yaşamaya devam ediyoruz.
Bu devrede yakamozlar giriyor hayatımıza,
gönlümüzde değişik, deli dolu rüzgarlar esiyor,
renklerimiz değişiyor, şarkılarımız değişiyor, duygularımız değişiyor.
Sevgi dediğimiz sihirli kelime ile kesişiyor yolumuz,
deli akar oluyor kanımız damarlarımızda,
anlamı olmayan çok şey anlam kazanıyor.
Sonra,
hazan çalıyor kapımızı, usul usul hüzün sağanakları yağar oluyor, vuslatını yaşayan, kadersiz, zavallı ilk aşk hikayemizin son ve çaresiz çırpınışlar üzerine...
Sonbahardaki tükeniş oyununun baş aktörleridir ya kuruyan yapraklar,
işte onların,
yorgun ağaç dallarında, vedalaşma törenlerinin en dramatiğini sergileyip mahzun bakışlarımıza,
bir ufak ve çapkın esintinin cazibesine kapılıp,
sallana silkene,
belki bir Ekim kuşluğunun,
mevsimin tablosunu tamamlayan hafif çisesinin ıslattığı kaldırım taşları üzerine uzanıvermesi,
ardından da dalgın yürüyüşlerini yaşayan ayakların altında çatırtılarla, sevdalı bir yüreği korumak görevini üslenen bir vefakar göğüs kafesi fedakarlığı ile ezilmesi,
nihayetinde de,
ya bir çöpçünün süpürgesi eşliğinde,
ya da yağmur sularının sakin akışlarıyla sürüklenip,
karanlık mazgal deliklerinde kaybolması gibi,
sevgilerimizin, aşklarımızın, ümitlerimizin, hayallerimizin tükenişini yaşarız.
Ve
kış çalar kapımızı...
Karanlık, uzun ve yalnız gecelerin devranıdır şimdi...
Üşümeler,
ağlamalar,
çaresizlikler...
Özlemler bir de...
İşte o anlarda,
hatıraların sevimliliğine,
hayal kurmanın dayanılmaz hazzına,
yaşanılamamışlığın, yaşanılır kılınması senaryosuna aklımızda kurgulanmasına,
velhasıl bir mümkünsüzün mümküne çevrilmesine,
mutluluk dediğimiz sihirli olgunun, ruhumuzda esir edilişinin hazzına sığınıyoruz.
Geçmişi yeni den düzenliyor, geleceği yeniden yazıyoruz...
Şiir şiir...
Şarkı şarkı...
Tüm yaralara derman olduğu rivayet edilen, ümit dediğimiz iksiri içtiğimizde tabi ki...