Cumhurbaşkanı
Üyelik tarihi: Aug 2009
Bulunduğu yer: a$kistaN
Mesajlar: 7.752
|
Dayanışma-PayLaşma-YardımLaşma
İNSANI YARDIM ALMA GEREKSİNİMİNİN ÖTESİNE TAŞIMAK...”
“Paylaşma; yediğimiz her lokmada, cebimizdeki her kuruşta, giydiğimiz her giyside bir başkasının payının da olabileceğinin bilincinde olmaktır.” Hanri Benazus
Bugün, üzerinde yaşadığımız dünyada fiziksel, bedensel açlık çekenlerin, yoksulluk içinde kıvrananların sayısı, tüm insanları kara kara düşündürecek boyutlara ulaşmıştır.
“Gerçekler hiçbir zaman bir çatışma ve tartışma içine girmezler. Kendileri ile asla çelişmezler.” Halbuki bizlerin hayatı hep çelişkilerle doludur. Aslında tüm çelişkiler bir yerde sahteliğin ve sahteciliğin en belirgin özelliğidir. Kısacası, “Dayanışma, Paylaşma ve Yardımlaşma” konusunda egomuzun güdüleri her zaman ön planda yer alırlar. Bizler arkasından bin bir bahane üretir ve kendimize yeni yeni mazeretler yaratırız.
Unutmamak gerekir ki; “Takındığımız her tavır, doğru yanıtı bekleyen bir meydan okuyuştur.”
Dünya, her biri kendilerine has beklenti ve korkuları taşıyan sayısız insanlarla doludur. Bu insanların ister bireysel, ister sosyal açmazlarından kurtulmaları için aslında kendilerinden başka bir kurtarıcıları da yoktur.
Ne zaman ki akıl, sevecenlik ve iyi yüreklilik, acımasızlığa, nefrete, sevgisizliğe üstün çıkacak, işte o zaman bugün için bir ütopya olarak görülse de dünyayı müşterek bir değerli yaşam alanı haline getirebiliriz.
Ama unutmamak gerekir ki; “Görüntüyü yansıtan ayna olmak, yansıttığı görüntünün mükemmelliğinin gerekçesi değildir.”
Unutmamamız gerekir ki; “Güncel yaşamımız bir görme ve duyma olayından çok bir sezinlenme ve algılama olayıdır.”
Biz insanların hayatı her nedense hep çelişkilerle doludur. Bir insanı bir taraftan sever, diğer bir taraftan ondan nefret ederiz. Bir taraftan kavga eder, çatışır, savaşır, öldürür, hayatları söndürür, malı, mülkü mahveder, diğer taraftan sevecenliği ve özveriyi geri plana itmeyiz.
Bir insana, bir şeye bütün gücümüzle tutunur, ama bir süre sonra onu unutuveririz. Tüm açmazlarımız karşısında da içinde yaşadığımız kaosu aşmak için kılımızı bile kıpırdatmayız.
“Dünya, aç oldukları için uyuyamayanlarla açlardan korktukları için uyuyamayanlar arasında bölünmüş durumdadır.” Paulo Freire
“VERMEK, VEREBİLMEK BİR ÖZVERİ, BİR ERDEMDİR...”
“Hep alabileceklerimizi hesaplamaya uğraş veririz. Halbuki verebileceklerimizi hesaplamaya alışırsak mutlu bir dünya yaratabiliriz.” Hanri Benazus
“Dayanışma, bir topluluğu oluşturanların her türlü duygu, düşünce, anlayış ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanması demektir. Toplumsal dayanışma ise; toplumun kurum, kuruluşlarıyla ortak değerlerde birleşmesi ve birlikte hareket etmesidir.”
İnsan sosyal bir varlıktır. Çevresindeki tüm olaylardan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenir. Bu etkileşme, kimi insana zarar verdiği gibi, kimi insanın da maddesel, güçsel, moral yönden zirvelere çıkmaksına da yardımcı olur.
Hepimiz kabul ederiz ki, tüm insanların birbirlerine sunmak durumunda oldukları bir takım görevleri vardır. Bunları yerine getirmek bir zorunluluk değil, varoluşun bize bir yükümlülüğüdür.
Ancak, insanoğlunun yapısı gereği, yapmadığı, yapmak istemediği, yapmaktan sakındığı şeyler, başaramadığı işler için bin bir mazeret üretmekten yana çok büyük bir hünere sahip
Şunu unutmamak gerekir ki; “Birey kendini bilmedikçe, umduğu hep cennet de olsa, bulacağı hep cehennem olacaktır.”
İnsanın günlük yaşamı bir eylemler sürecidir. İnsan, hoşuna gitse de, gitmese de hep devamlı bir işlev sarmalı içindedir. Dünya üzerindeki farklı insanların, yaşadıkları sürece her zaman birbirlerine gereksinim duymaları çok doğaldır.
Zenginlerin bile yoksullara gereksinim duydukları çok olmuştur. Hiç bir zengin “Benim kimseye ihtiyacım yoktur...” diyemez. Unutmamak gerekir ki; “Her zengin insan servetini yanında çalıştırdığı insanların gücü ile edinir.”“Her kim ki, yanında birini çalıştırıyorsa ona gereksinimi vardır demektir.”
“Yardımlaşma” konusunun içine, paradan, maldan, güçten sevgiye kadar her şeyi katabiliriz.
“Vermek”; halk dilindeki gibi bir vazgeçme, bir şeyden yoksun kalma, bir yoksullaşma olayı değildir. Bizim anlatma çabası içine girdiğimiz, “Verme, verebilme; bir özveri, bir erdem ve bir üstünlülüktür.” “Vermek; aynı zamanda, alanın hoşnutluğunu ve hazzını kendi içimizde duymak ve yaşamaktır da...”
İnsan sevgisinin kaynağı nasıl sonsuz ise, onu algılayabilen ve hayata geçirebilenler için böyle insancıl bir sonuca ulaşma gücü de sonsuzdur. Onun için, gelin, o “İnsanlık Sevgisi” dolu küçücük, pırıl pırıl yüreğimize sığınalım. Emin olun bu yeter de artar bile.
Unutmayalım ki; “Her bir yürek, kendi coşkuları içinde bu güzel yolculuğu yapmak ister.”
“YARDIMLAŞMA; EGOSAL DOYUM ÖTESİ BİR DEĞERDİR...”
“Yardım bir gösteri malzemesi olarak kullanılamaz. Yardım, bireyin Tanrısı ile çok özel bir ortamda buluşmasıdır.” Hanri Benazus
Bir şeyi bilmemenin, cahilliğin bir başlangıcı yoktur ve olamaz. Ancak, istenirse bir sonu olabilir. Önemli olan bireyin kendini sorgulayabilme ve insan olma ayrıcalığını benimseme noktasına gelmiş olmasıdır.
Hepimiz biliriz ki, göz; insanın en fazla yanılan, en tutarsız ve hatta en önyargılı organıdır. Ona güvenerek ve bu güvenden doğan alışkanlıklar edinerek etrafımıza hep bakarız da, nedense ancak ara sıra görürüz?
Bakmak görmek değildir. Çoğu zaman gereğince görebilmek için, birçok engel ve etkeni dışlamak gerekir.
Bizlerin birer insan olarak bu dünyaya gelişimiz, Yaradan’ın bize bir armağanıdır. Ancak onu tüm insanlarla, tüm toplumla ve hatta tüm evrenle değerlendirmek, yorumlamak ve bir “Duyuş Mezhebi” haline getirmek de, bizim Yaradan’ımıza bir armağanımız olmalıdır.
Unutmayın ki, şefkatin kaynağında hep “Dayanışma”, “Paylaşma” ve “Yardımlaşma” duygusu vardır. Hem de alanı da vereni de güçlü kılan bir duygudur bu...
Yine unutmayalım ki; “Şefkati gözlemlemek için, ne göze, ne de ışığa gereksinim vardır. Ona gönül gözüyle bakmak, bakmasını bilmek yeterlidir.”
Bu duygular insanın içinden kendiliğinden doğup gelen bir duygu değil, bu bir hareket, bir kararlılık, bir eylem halidir.
Aslında bir insanı dinlerken ona anlayışla, şefkatle yaklaşmak çoğu zaman yapılacak fiziksel bir “Yardım”dan, vereceğimiz bir nasihatten, benimseteceğimiz bir öneriden çok daha yararlı olacaktır.
Burada bahse konu olan art düşüncesiz bir şekilde bir “Dayanışma” örnekliği sunuluşu ile “Bir” ve “Biz” olduğumuzun bilincine beraberce varmaktır.
Çoğu insanın eylemleriyle, iç dünyası farklı, farklıdır... nedense, karşımızdaki insanı bizden daha kusursuz, daha olumlu, daha dikkatli, daha çalışkan, daha itinalı olduğu için sevmeyiz. Daha başarılıdır diye sevmeyiz. Daha cesur, daha güçlüdür diye sevmeyiz.
Bunlar yetmez, saplantılarımızın, korkularımızın karanlıklarında saklanır ve yine de sevmeyiz.
Tüm bunların aksine bizden üstün görmediklerimizi, daha ılımlıları, daha kararsızları ve özellikle bizi beğenenleri, bize dalkavukluk yapanları, bağlılık gösterilerinde bulunanları daha yakın görür ve daha kolay severiz.
Kısacası karşımızdaki insanı, kendi üstünlüğümüzde, bize zorunlu bağımlı oluşunda, severiz.
“KENDİMİZİ BAŞKASININ YAŞAMINA KATMA ÜSTÜNLÜĞÜ...”
Hepimiz bilir ki; “Her insan ancak sahip olduğu bir şeyi verebilme gücündedir.”
Öncelikle; “Ben, bende olanları ayırımsız bir şekilde bir diğerine hatta herkese verirsem ve sen, sende olanları benimkilerin üzerine katarsan, emin olun ki ardından mutlaka mucizeler doğacaktır.” İşte o zaman böyle bir anlayış şekliyle, öyle bir yaşam tarzıyla, benzersiz bir “İnsanlık Tapınağı” oluşturmuş oluruz.
Acıların, ıstırapların, düş kırıklıklarının tepkileri ve ardından oluşturduğu etkiler, eninde sonunda insan üzerinde bir olgunlaşma süreci oluşturacaktır.
Evet, çoğumuza göre “Ego”muz diye bildiğimiz şey, hep kayırmalarla ve ona tanıdığımız önceliklerle ön planda tuttuğumuz “Ben”dir. Onunla öyle bir sarmaş dolaş ve halvet olmuşuz ki; esas “Kim”liğimizle sarmalanmış olan “Özben”imiz bir hayal olmaktan ileri gitmemektedir.
Burada önemli olan, içimizde puslar içinde kalmış olan esas insancıl duygularımızı büyük bir dikkat, sevgi ve özenle aramak, bulmak, araştırmak, incelemek ve yaşamımızın en özenli yerine yerleştirmektir.
Ne “Yardım” eden mağrur, ne “Paylaşan” ezik, ne de “Dayanışma” içinde olan üstünlük iddiasındadır. Bu sanki karşılıklı bir yarışmadır. Ancak en güzel tarafı asla kazananı ya da kaybedeni olmayan bir “İnsan gibi insan olma” yarışı olmasıdır...
Ayrıca büyük bir renklilik ve coşku dolu bir güzel ortam...
Etrafınıza şöyle bir göz attığımızda görürüz ki; “Ağaçlar meyvelerini, tarlalar ürünlerini hep hayatlarını devam ettirmek için vermektedirler. Peki ya biz insanlar ne yaparız?”
Bizlere düşen, kendimizi bir ağacın meyvesinden, bir tahılın başağından aşağı görmekten ya da umursamamaktan kaçmak ve yüce duygularımızı bir an evvel hayata geçirmektir.
Biz insanlar hep karşımızdakinin, o insanın, bu insanın, şu insanın bize hangi konularda ve hangi ortamlarda ne gibi çıkarlar sağlayacağı ya da yararlı olacağı ile ilgilenir dururuz.
İnsanoğlu, nedense hep madde dünyasına, zenginliğe, güce, hırsa, egosal dürtülere ve dünyevi değerlerle sahiplenmeye odaklanmıştır.
Kıskançlık, sırf “Neden bende yok” diye değil, “Başkasında neden var?” diye her türlü “Dayanışma”yı, her güzel şeyi, her olumluluğu, her faydalı girişimi, her varlığı, her gücü, her zenginliği, ona sahip olmayınca tahrip etme düşüncesinde ve girişiminde olmaktır.
Bizler bunu da o kadar büyük bir hırs ve hınç ile yaparız ki, ya hepsinin sahibi, ya yönlendiricisi olarak, ya da her yeri ve her şeyi yok etmedikçe huzura eremeyeceğimizin bilinciyle ısrarcı olmakta dayatırız.
O kadar ki, karşımızdakinin yüreğine elimizi daldırıp, orada bulunan bu duyguları söküp atmak için çareler bile ararız.
Her zaman ve her yerde başarılı insanları yerle bir etmeye çalışan, olumlu hizmetlerini baltalamaya kalkan, dürüst, saygın ve namuslu bireyleri çamurlara bulayanlar, hep bu açmazlarının tutsağı olmuş, egosal görüntüler sergileyen bu kıskanç insanlardır.
Zaman zaman o kadar ileri giderler ki, filiz vermiş bir ağacın yalnız filizini koparmanın değil, ağacın köküne kibrit suyu dökmenin peşinde koşmayı kendilerince bir rahatlama şartı olarak görürler.
Bu insanlar itiraf etmeseler dahi, kendilerini ya güçsüz, aldatılmış, haksızlıklara uğramış ve bir türlü anlaşılamayan bireyler olarak hissederler ya da en azından kendilerini içinde yaşadıkları topluma ve çevrelerine böyle sunarlar. Ancak bu arada, her vesile ile yapay insancıl duygular sergileme iddiasından da geri kalmazlar.
Halbuki, bu tip insanları iyi yönlendirmelerle, iyi örneklemelerle, bu olumsuz duygularından uzaklaştırmak mümkün olabilir. Tüm şiddet ve karşıtlık duygularını, bir insancıl “Dayanışma” ortamının huzuru ve yumuşaklığı içinde, yaşamlarından söküp atma şansını yakalayabilirler.
“ZENGİNLİKLERİNİ, GÜÇLERİNİ SERGİLEYİP ÜZERİMİZDE EGEMENLİK KURMAYA KALKANLAR...”
“Muhtaç birine yardım için, neden aranmaz.”Hanri Benazus
Hedef ile yol, ışık ile hayat, davranış ile inanç, sen ile ben duyguları, birer ayrıcalık oluşturmadıkları sürece, bir tohumun hayata geçişi gibi patır patır patlayacak ve çevresini iyimser bir ortama çevirecektir.
Bu insancıl duyguların belki bir görünür, sezinlenir bir maddi varlığı, gücü yoktur, ancak, kabul etmek durumundayız ki, aynı zamanda dünyanın en büyük hazinelerine sahiptirler.
Yaşamları boyunca hep, savaş peşinde koşanlar, barıştan yana tavır koymayanlar, anlaşmazlıklar, ayaklanmalar, isyanlar, çatışmalar çıkarmaya çalışanlar, düzene baş kaldıranlar, kavgadan yana taraf olanlar, etraflarına hep hınç, kin, nefret ve kötülük tohumları serpenler, sebepli, sebepsiz her türlü iğrençliği yapanlar; hayatın tutsaklığını yaşayanlar; insanlıktan, “Dayanışma”dan, insancıl ilişkilerden, yarınlarından ümidini tamamıyla kesmiş, sevgiyi hiç tanımamış, hiç kimseyi sevmemiş, kendini de sevdirememiş, “Yardımlaşma”, “Paylaşma” nedir bilmeyen zavallılardır.
İhtiras ve hınç duygusu birbirlerine sürten iki taş gibidirler. Eninde, sonunda hangisi daha sertçe, diğerini mutlaka aşındıracaktır.
Hiçbir şey beklemeyenin, alacağı sonuç da “Hiçbir şey” olur. Bugünün dünyasında bilinmeyen ve art düşünceli güçlerle mücadele edebilecek tek silah insan sevgisi ve karşılıklı “Dayanışma” gücüdür.
Şunu bilmek durumundayız ki, bugünlerinin üstünlüklerini, zenginliklerini, güçlerini sergileyip üzerimizde egemenlik kurmaya kalkanlar, yarın belki de bir diğerinin, ayakları altında ezilecek ve yok olabileceklerdir.
Siz siz olun, acılarınızı, huzurunuzu, sevinçlerinizi, başarılarınızı, yenilgilerinizi, hüznünüzü ve hatta hayallerinizi bile, bir “Dayanışma” duygusu içinde herkesle paylaşın. Böylece, mutluluğun sırrına ermiş olursunuz.
Aslında hepimiz birbirimizin öğretmeni, öğrencisi, eseri ve hatta yansıtıcısıyız. Aynı zamanda da birbirimize sınırlılıklar koyan, birbirimize yük olan hatta birbirimizin yükünü taşıyanız.
Bu sebepledir ki; çoğu zaman çıkmaza girer, günahlar işler, bazen de sebebini dahi anlamadan acılar çeker, çektiririz.
Bu sevgisizlik, iletişimsizlik, anlayışsızlık ortamında, bir yığın sınırlılıkla çevrilmiş, ne yapacağını bilemeyen, anlamayan bizler, aradan bir süre geçtikten sonra bunlardan aldığımız hazlar ya da acılardan bıkar, kaçar, yorumlar ve yavaş yavaş yeni arayışlara geçeriz.
“İnsan hayatında sözcükler, duyguları şekillendirmek için vardır. Ancak duygular olmadıkça, sözcüklerin hiçbir manası da kalmaz.”
İnsan yaşamının amacı, hayatı daha da kolaylaştırıcı olması yönüyle maddeyi, varlığı, gücü kullanmak olabilir. Ancak bu, hiçbir zaman, ayaklara zincir vuran bir tutsaklık haline dönüşmek değildir.
“Bizler bu dünyada hep maddi güçlerin yazdığı, yüzeysel bir masalın okuyucuları, dinleyicileri ve hatta kahramanlarıyız. Bunun dışında bir şey olmayı da, bir şey yapmayı da pek beceremiyoruz.”
Her türlü insancıl sevgiden ve ilişkilerinden yoksun bir ortamda, sıradan, basit bir konfor peşinde koşarak yüzeysel, maddesel ve yapay mutluluklar arasında avunmak, nefes tüketmek, son yüzyılın olağanüstü zaaflarından biri olsa gerek...
“Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla, ışığından bir şey kaybetmez.” Mevlana
“BİREYSEL BENCİLLİĞİN BASKILARINDAN ARINMIŞ BİR YAŞAM FELSEFESİ...”
“Nasıl olsa gün gelecek her şeyinizi vereceksiniz. İyisi mi bugünden vermeğe başlayın.” Hanri Benazus
Şunu unutmamamız gerekir ki; “Bu dünya üzerinde kazanılan paranın getirdiği korkulardan değil, paranın kazandığı, satın aldığı insanların korkusundan sakınmak gerekir.”
Bu dünya üzerinde, madde, para ve güç ısrarı, hep sevgisizlik sebebi olmuşlardır. İnsan bunların esareti altında, doğadan kaynaklanan özünü, insancıl duygularını, esas kimliğini yaşayamaz hale gelmiştir.
Ama dikkat edin, sakın ola ki; “Bu benimdir”, “Artık Buldum”, “Kimseye kaptırmam”, “O halde Doyuma Ulaşıyorum” dedikleriniz, gerçekte çevremizdekilerin, ezdiklerimizin, yoksulluğa ittiklerimizin, insan gibi yaşama hakkını elinden aldığımız bireylerin kaybettikleri ya da elinden zorla aldıklarımız olmasın...
“İnsanlar arasındaki dayanışma duygusu, bireysel bencilliğin baskılarından arınmış bir yaşam felsefesidir.”
Bizler hep, “ben” merkezli olarak bu dünyanın tam ortasındayız. Kimi zaman bir yoksulu savunurken ya da “Yardımlaşırken”, zenginlerin düşmanlığını üzerinize çekebiliriz.
Bilgisizliğimizden, kültürsüzlüğümüzden ve her türlü düşünce tutsaklıklarımızdan utanmamız gerekirken, sırf kendimizi tatmin etmek, kendi haklılığımızı göstermek için cehaleti körükleyip duruyoruz.
Sormak gerekir; bilginin, insan olma ayrıcalığının, olumlu düşüncenin yerine softalığı oturtanlar aynaya baktıklarında gördüklerinin sözde kendileri olduğundan emin olabiliyorlar mı?
Unutmamak gerekir ki; İnsanın esas kimliği düşüncelerin izdüşümünde değil, insanlar arasındaki “Dayanışma” ruhunun hamurunda şekillenmektedir.
Bizler, hep kötünün iyiyi yargıladığı, kendinde bu hakkı gördüğü bir ortamda, sözde tarafsız kalma iddiasıyla devamlı kaçağı oynama peşinde koşuşturuyoruz. Adeta gözlerimiz kapalı, karanlıklara kılıç sallamakla meşgulüz.
Neden her şeyi, herkesi, her olayı yorumlarken asla şaşmayan insan olma ayrıcalığının terazisini kullanmayı düşünmekten dahi kaçıyoruz? Gerçi, bizi büyütürlerken hep “Biz”e karşıt büyütmüşler. Kendimizi hep önümüze sürdükleri aynalarda görmek ve bellemek durumunda bırakıldık.
Halbuki, “Yaşamın en güzel aynası, insanın bir bütünleşme gereksinimi ve ‘Dayanışma’ duygusunu yansıtan içsel aynadır.”
Eğer; İnsanlar arasında, sevgi varsa, saygı varsa, bir insancıl duygu pırıltısı varsa, her zaman karşılıklı bir anlayış platformu var demektir.”
“İNSAN OLMANIN HUZURUNA ERMEK VE MÜKEMMELİ OLUŞTURMAK...”
Bu dünyada kısıtlı bir misafirlik, bir geçicilik içinde olduğumuzu neden anlamak istemiyoruz? Sanki öte aleme göçerken bu dünyayı beraberimizde sırtlayıp götürecekmişiz gibi, bu hırs, bu hınç, bu sahiplenme ısrarı, bu kıskançlık, bu üstünlük sağlama ısrarımız niye?
Bizim en büyük açmazımız olan “Egosal tutsaklık, hırs, hınç, hep zayıflıktan doğar ve sonucunda yine bu zayıflığını sergileyen bizleri boğar.”
Kimi zaman bazı insanların siyaset adına her türlü vurgunculuk, yolsuzluk, iğrençlik ve sömürücülük yapması yaşamımızın adeta bir parçası olmuş...
Dinler bile, sevgiden, anlayıştan, insanlar arası “Dayanışma” duygusundan yoksun, bir yığın kendini bilmezin, çıkarcının elinde Kutsal görüntülerinden uzaklaştırılarak, her türlü bağnazlığa, fanatizme, egosal tutsaklığa, çıkar ilişkilerine büyük bir süratle kaymakta...
Hatta hatta bu insanlar, Allah adına neredeyse Allah’ın yerine kendilerini koyarak varlıklarını sürdürme iddiasındalar...(haşa)
Savaşlar, insan kıyımları, korkular, hırslar, hınçlar, hep üstünlük iddiasıyla yapılan yarışmalar, saldırganlıklar, vahşet ve daha nice açmazlar, hep güzellikler, düzen, uyum, barış ve özellikle insanlar arası bir takım yapay, sahte “Dayanışma” maskeleri altında sunula gelmekte.
Kısacası, insanlar arası “Dayanışma”nın sözde haşmeti altında sahte cennet hayalleri ve cehennem ürküntülükleri ile insana hükmetme senaryoları her gün yeni baştan yazılıyor. Gerçekten hak ettiğiniz yeri almak istiyorsanız, acımasız değil, insancıl duygularla sarmalanmış bir birey olarak topluma yansıyın. İyisi mi, “Bırakın bu insancıl duyguların kasesi, hep sizden dolsun, sizden taşsın.”
“GERÇEK PAYLAŞIMCI DÜNYANIN TEMELLERİNİN ATILMASI...”
“İçinizdeki insancıl dünyanızın kandilini bir an önce yakın ki etrafınız iyice aydınlansın.” Hiçbir kimse, kendi başına tam ve mükemmel olamaz. Bu fiziksel beden dünyası için de böyledir, ruh dünyası için de...
Şunu asla unutmamak gerekir ki; “Her insan, kendi içinde tüm insanlığı yaşadığını duyumsadığı kadar insandır...”
“Vermek/Almak” ikilemi insanı en çok yanıltan saplantılardan biridir. Çoğu zaman alıyorum derken, neleri verdiğimizi, kaybettiğimizi; veriyorum derken de neleri aldığımızı, neleri kazandığımızı bilmeyiz bile...
Hepimiz kabul ederiz ki, hiçbir insan bu dünyaya, bir ceza ödemek üzere gönderilmiş olamaz. Bunun böyle olduğunu düşünmek bile, en azından, Yaradan’a karşı saygısızlık etmektir.
Muhakkaktır ki, yaşamdan zevk almak, arzular duymak, dengeli bir şekilde bunların keyfini sürmek, dolu dolu yaşamak, her insanın doğal hakkıdır.
Yaşamda; bize doğal bir coşku vermeyen duyguları törpülemek, söküp atmak ve yerine insancıl duygularla dolu bir yaşama sevinci verenlere öncelik tanımak, artık kaçınılmazdır.
“Cömertlik, istemeden önce vermektir. İstendikten sonra vermek utançtandır ve kötüdür.” Hz. Ali
__________________
"SeN" 0L da;
İster yar oL ister yara !!
Lütfun da ßaşım üstüne kahrın da...
Konu RoN@hi tarafından (21/02/11 Saat 10:32 ) değiştirilmiştir..
|