Bu mektubu sana can sıkıntısından yazıyorum. Eğer bu satırlar sana ulaşırsa, bilmelisin ki yazdıklarım tamamen kendimle ilgili sebeplerin sonucudur; seni özlediğim, sevdiğim, düşündüğüm yalandır. Bu kadar dürüst davrandığım için üzgünüm; çünkü senin de bildiğin gibi dürüst olmak, çıplak olmaktır ve ben; örtünmeyi akıl edemeyecek kadar sarhoşum. Ayık dolaşabilecek kadar enerjim yok. Dumanlı, sisli belirsizliklerde yaşayabiliyorum artık... Kendimi farkettiğimde, dürüst olamadığım için beynimi uyuşturmam gerekiyor.
Seni istemiyorum. Bundan eminim. Çünkü sen, sana ait değilsin; herkesin gördüğü yüzünü değil, tersini istiyorum senin... Görüneni değil görünmeyeni, istediğini değil istemediğini, verdiğini değil vermediğini ver bana... Yaprakların güneşte parlayan cilalı tarafını değil, altındaki matlaşmış yüzeyi; ay çiçeklerinin hep güneşe dönen yüzünü değil, hep yere bakan tarafını; utancını, korkularını, çirkinliğini istiyorum senin... Vahşi, ilkel, karanlık, korkunç, kıskanç, bencil tarafını istiyorum; çünkü gerçek sen busun! Bunu asla anlamayacaksın biliyorum; çünkü ona dayanamazsın, gerçek seni görmeye dayanamazsın; soğan gibi kat kat kalın zırhların içine gömersin onu... Giyinirsin, kuşanırsın, boyanırsın ama gizlediğin, görmek istemediğin o hilkat garibesi, o -şey- hep oradadır.
Şimdi bana, sevgiden yoksun, yüreği katılaşmış, uyuz herifin teki olduğumu söyleyeceksin. “Sen pis bir domuzsun” da diyebilirsin. Bunu bildiğimi yadsıyamayacak kadar çok yaşadım; ve tamamını görebilecek kadar uzaklaştım indiğim dağdan... İçindeyken, yaşadığın dağı nasıl göreceksin?
Seni, bir domuz olmaktan alıkoyan şey nedir? Arada sırada da olsa; sevdiğini, aşık olduğunu, onu arzuladığını düşünmek ve üstelik bir de, bunu düşündüğünü biliyor olmak mı? Eğer böyleyse, -bu gerçekse- sana domuz demek, domuzlara hakaret olur; bir pisliksin demeliyim; çünkü domuzlar, aşkı-sevgiyi içgüdülerine uyarak yaşarlar ve senin gibi, “Sevgi istiyorum! Aaah! Seviyorum!” kalpazanlığını sonsuz kere tekrarlamazlar.
İstersen başından aşağı bir naylon poşet geçirip, boynundan sıkıca bağla... Biraz sonra, “Oksijen! Oksijen!” diye çırpınmaya başlayacaksın. Normalde hiç farketmediğin, sıradan bir şeymiş gibi nefes alıp verdiğin bir maddenin, bir anda “en önemli şey” olmasını nasıl açıklıyorsun peki? Veya medeniyetten uzak çam ormanları arasında, ciğerlerine derin bir nefes çekip, “oooh!” diye rahatlamanı? İşte sevgi de böyledir; onu farkettiğinde ya ortadan kaybolmuştur ya da zevk sarhoşu olduğun için adını söylemek aklına bile gelmez.
Bu yüzden seni sevmiyorum. Aynadaki görüntünü seviyorum. Tersimi istiyorum ben, yüzüm senin olsun. Böylesi daha iyi. Ben böyle daha mutluyum.