Bir baba oğul gibiydik biz. Bir ana kız gibi. Ben senin çocuğun, sen benim annemdin. Sen benim çocuğum, ben senin babandım. Öyle şımarttık ki bizi, öyle yemedik yedirdik ki bizi, diğer herkesten farklı büyüdük. Öyle alıştık ki birbirimize, öyle alıştık ki kokumuza, ninnilerimize, masallarımıza öyle alıştık ki, geceleri yalnız yatamaz olduk. Geceleri dışarıda yağmurlar yağardı, sen kendi yatagına,ben kendi yatagımıza kaçışırdık.
Öyle korktuk ki yalnız kalmaktan, dışarıdaki sağanak değildi bizi korkutan, sensizlikti, bensizlikti, her gece kaçtım yatağıma, her soğuk gece girdin koynuma golgenle, ısıttın beni, ısıttım seni, yağmurun, fırtınanın bir anlamı kalmadı, toz pembeleşti her şey, aydınlandı bir anda, güneş açtı, kara bulutlar kaçtı…
Şehir şimdi sessiz, bir o kadar da ıslak. Esen rüzgarın bile hüznü var, yüzümüze vuruyor her şeyi. Sensizliği, yalnızlığı, çaresizliği… Dışarı çıkıyorum ama her şey içimde kalıyor. Evde duramıyorum, dışarıda duramıyorum, sen olmadıkça kanatlanıp uçamıyorum, güneş batıyor sonra, yine karanlık, yine soğuk bir yatak, yine aynı tavan, yine uykusuz bir gece, gece tek uykusuz değil oysa ki, benim gibi o da sensiz. Yatağımın halini sorma hiç, ne kadar düzeltsem bir şeyi eksik, ne kadar uğraşsam darmadağın benim gibi.
Hep soğuk, hep rahatsız. İçine girip uyuyamıyorum, bir yastık hep boş kalıyor, o yastığa sarılamıyorum, sen olmayınca, o yastık boş kaldıkça benim de bir yanım hep boş kalıyor, bir türlü dolduramıyorum.
Sıkıldım. Bir değişiklik olsun diye çıktım dışarı. İnsanların arasına karışmak istedim. Aynanın karşısına geçip bende seni görmekten bıkmış usanmıştım artık.
Farklı bir yüz, farklı bir mekan, kaldırımlar, telefon kulübeleri, hemen köşe başındaki seninle arada bir uğradığımız bir cafe Başiktaş'ta. portakallı kek istedim -tadı kaçmış o kekin, içine senden koymayı unutmuşlar. Dost canlısı cilveleşen kediler. Kalktım, biraz ilerde kitapçı var, yanına geliyorum, camekandaki tüm kitapların kapağında senin adın var, her kitabın üstünde senin resmin, içeri giriyorum, bir kitap alıp arkasını okuyorum, özgeçmişin yazıyor, içinde ben yokum, benden bahsetmemişler, kızıyorum, kızıyorum ama, kitabı satın almaktan da kendimi alamıyorum.
Cıkıyorum dışarı, tekrar cafeye dönüyorum, bir kahve istiyorum, her zamankinden olmasın, diyorum adama; artık portakallı kek istemiyorum. Başlıyorum okumaya seni, her sayfada senden bahsediyor, bahsedilen her şeyi önceden biliyorum, sanki binlerce kez bu kitabı okumuş gibiyim, ezberlemişim, bir sonraki sayfada ne olacağını tahmin edebiliyorum, ama okumaktan da kendimi alamıyorum, hava kararana kadar okuyup bitiriyorum seni, benim için eksilen bir şey yok, eklenen bir şey yok, eee, diyorum, sen olmadıkça, her kitap sana yazılacaksa, her kapı sana açılacaksa, her yol sana çıkacaksa, peki ben ne yapacağım?
Kitabı orada bırakıp çıkıyorum dışarı, her yüzde seni görmeye başlıyorum, kendimi caddeye atıyorum, dizlerimin üstüne çöküyorum, yol hala ıslak, bekliyorum sana gelmeyi, bekliyorum bekliyorum, geçmiyor hiç kimse üstümden, hiç kimse çarpıp kaçmıyor bana, sensizlikle her dakika eziliyorum ama, sana gelmek istediğim zaman kimse ezmiyor beni, bir türlü gelemiyorum.
Bir çaresizlik, bir yıkıntı var ki üstümde, sorma. Sana gelmeyi bile beceremiyorum ama, dönmeni isteyebiliyorum. Kızıyorum kendime, beceriksiz diye söyleniyorum. Şimdi aradan onca zaman geçmiş, takvimler eskimiş, çizilmedik gün, koparılmadık sayfa kalmamış, kolumda birkaç saat eskimiş ama hala sana yazıyorum, yazdığım her mektup bana geri dönüyor, sen okumuşsun varsayıyorum, çekmecemde duruyor hepsi, biriktiriyorum.
Her Gittiğin günde bir adresim yok .. Ben de seninle birlikte her gidişinde siliniyorum . Yokluğunun bir adı var şimdi, herkese ismini veriyorum. çünkü orada bir yerde sen de aynı şeyleri yaşıyorsun, hissedebiliyorum...