Ey mübarek kardeşlerim!
O Medine ne mübarektir ki, her karış toprağında mübarek ayakları Arş-ı Ala’ya değen Resuller sultanının ayak izleri vardır.
Ah Medine! Asrı saadette Bilal'in (ra) bülbüllerden güzel ezanlarıyla çınlayan şehir. Ve Bilal (ra) rengi siyah ama gönlü dolunay gibi berrak. Allah Resulu'ne aşık müezzinler efendisi Bilal (ra)…
İki cihan Güneşi, bu alemden beka alemine göçünce, deli divane olmuş, artık Medine'de duramaz olmuştu. Diyar diyar dolaşıyor bütün cihatlarda savaşıyor, bir an önce güllerden güzel Nebi (sav)e kavuşmak için can atıyordu.
Sonra Şam'a gitti. Orada veba salgını olmuş, tam 70 bin mümin o vebadan vefat etmişti. Bilal gene korundu. Bir an önce Resulullah’a kavuşmak arzusu ile yanıp tutuşuyor, fakat nasip olmuyordu. İki cihan Güneşi, bir gece rüyasına teşrif etti, "Bizi ziyaret etme zamanın gelmedi mi?” buyurdu.
Ertesi gün yollara düştü Bilal (ra). Günlerce yol aldıktan sonra Medine’ye vardı. Doğru Alemlerin Efendisinin huzuruna koştu, Kabr-i Şerifine kapandı. Ağladı, ağladı… göz yaşları sel oldu…
"İşte geldim Ya Resulallah!..." diyordu. Uzun bir zaman ağladı. Resuller Sultanına içini döktü... Sonra bir baktı, Hasan’la Hüseyin Efendilerimizi (r.anhum) yanında buldu. Onları öptü kokladı.
Hz. Hasan (ra): "Ya Bilal! Senden bir şey rica etsek yapar mısın? Resulüllah’a Mescid-i Nebevi’de okuduğun ezana hasretiz, onu dinlemek istiyoruz, okur musun?..” dedi.
Bilal Mescid-i Nebevi’de, eskiden ezan okuduğu yere çıktı. Dertli ve yanık bağrından öyle bir "Allahu Ekber, Allahu Ekber!" dedi ki, Medineliler, "Acaba Allah Resulü geri mi döndü aramıza!" diye heyecanlanmaktan alamadılar kendilerini…
“Eşhedu en la ilahe illallah” dediğinde, bütün Medine çalkalandı. Bilal "Eşhedu enne Muhammeden Resulullah" dediğinde bütün halk sokaklara dökülmüştü…
Halk, “Galiba Resulullah bize geri döndü” diye birbirlerine haykırıyor, hıçkırarak ağlıyorlardı. Hazreti Bilal ise boğazına saplanan hıçkırıkları zaptetmeye çalışıyor, Ezan-ı Muhammedi’yi tamamlamak istiyordu... Ama ne mümkün! Neredeyse hıçkırıktan boğulacaktı. Gözyaşları sanki bir ırmak olmuştu. Ve olduğu yerde yığıldı kaldı. Bayılmıştı...
Ertesi gün, bu ayrılığa dayanamayıp Medine'yi terk etti Bilal (ra). Şam'a giderek nice savaşlara katıldı. Şehadete ulaşmak arzusuyla yandı tutuştu. Ne zamanki vefat etti. Gül yüzlü Nebiye kavuştu, işte o zaman rahata ulaştı Bilal. Vuslatı gerçekleşti…
Ta o zamandan günümüze kadar, müminler de Medine hasreti, Medine'de yatan Resulullah hasreti, devam edip durdu. Aşk-ı Muhammediyle (sallallahu aleyhi vesellem) yanıp tutuşan mümin gönüller Ravza’sına vardı... O cennet bahçesinde saatlerce secdede kaldı…
Şiir Ahmet Efe bu sevdayla yanıp tutuşmasını şöyle dile getiriyor:
O (sav)
Gülşene gülü Ranâ
Bağı bende candır o
Misilsiz bir ziyadır
Ufuksuz ummandır o
Cenab-ı kibriyanın
Katında sultandır o
O ebed sevgilisiz
Mana bulur mu cihan
Ona benzer can kadar
Cana bulur mu cihan
Gül yüzü bin Yusuf'un
Hüsnünü hayran eder.
Biz sözü bin yarenin
Derdine derman eder
Yüce Rabbim "Habibim"
Diyerek ferman eder.
Ravzasıyla Medine
Bir nadide çiçektir
Mekke mahzun haşre dek
Onu bekleyecektir, O yetimdir,
Habib'dir, O keremdir, o tektir
Toprağı misk-ü amber
Kabri atlastan otağ
Aşkı eflake sığmaz
Küçücük kalbimde dağ
Seneler var hasreti
Bağrımda yanan çerağ
O sudur susuz bağda
Çiçekler biter mi hiç?
Ahmed'in anlatmaya
Takati yeter mi hiç?
O Allah’ın Habibi’dir. Onu anlatmaya kim güç yetirebilir. Güneşe bakmaya güç yeter mi? İki Cihan Güneşini anlatmaya kim takat getirebilir…