Kadınların Çalışmasına Karşı Tutum ve Dini Yönelim Arasındaki İlişki
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, yıl: 2004, cilt: 37, sayı: 1, 14-27
Ankara University, Journal of Faculty of Educational Sciences, year: 2004, vol: 37, no: 1, 14-27
ÖZ: Kadınların çalışmasına ilişkin yapılmış araştırmaların çoğu, çalışan kadınların ev
ve işyerinde yaşadıkları zorlukları saptamaya yöneliktir. Bu araştırmada ise kadının
çalışmasına karşı tutumlarla dini yönelim arasındaki ilişki incelenmiştir. Araştırmaya
katılan bireylere Kuzgun tarafından geliştirilmiş Kadının Çalışmasına Karşı Tutum
Ölçeği (KÇKTÖ) ile Onay (1997) tarafından geliştirilmiş Dini Yönelim Envanteri
(DYE) uygulanmıştır. Verilerin analizinde Pearson korelasyon katsayısı ile iki faktörlü
varyans analizi yöntemi kullanılmıştır. Araştırmaya katılan bireylerin KÇKTÖ ve DYE
puanları arasındaki korelasyon katsayısı -0.35 olarak bulunmuştur. Yani, dini yönelim
düzeyi ile kadının çalışmasına karşı olumlu tutum arasında ters yönde ve zayıf bir ilişki
söz konusudur. Öte yandan, araştırmanın sonuçlarına dayanarak, eğitim düzeyi
yükseldikçe kadının çalışmasına karşı olumlu tutumların arttığını ve dini yönelim
düzeyinin azaldığını söylemek mümkündür.
GİRİŞ
Kadının toplumdaki yeri asırlardır ev ile sınırlandırılmış, işlevi ev işi ve çocuk
yetiştirme olarak belirlenmiştir. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren hızla gelişen
endüstrileşme, geleneksel tarım toplumlarında ailenin ücretsiz işçisi olarak ağır iş yükütaşıyan kadına, eğitim görme ve ev dışında ücretli çalışma olanakları sağlamıştır. Eğitim düzeyinin yükselmesi ve toplumdaki işlevinin çeşitlenmesi ile kadın sosyal haklarını genişletmek için mücadeleye başlamıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra gerçekleştirilen devrimler çerçevesinde Türk kadınına önemli toplumsal haklar verilmiştir. Seçme seçilme hakkı, yasa önünde erkekle eşit konumda olma gibi temel haklar yanında 1936 İş Kanunu ile çalışma hayatında da bazı düzenlemeler yapılmıştır. Türkiye’de 1950 yılından itibaren sanayileşme süreci geliştikçe çalışan kadınların oranı da artmıştır (Kırkpınar, 1998). Kadınların eğitimi ve çalışmasıyla ilgili son yıllarda olumlu gelişmeler gözlenmesine rağmen, bu gelişme istenen düzeyde değildir. Belli mesleklerde çalışan kadın sayısı (özellikle yöneticilik) hala düşüktür ve kadınlar genellikle düşük gelirli, yükselme şansı sınırlı olan ve ev kadınlığı ile uyuşabilen geleneksel mesleklerde çalışmayı tercih etmektedirler (Kuzgun, 2000). Türkiye’de kadın işgücü açısından en büyük gelişme kamu hizmet sektöründe alt ve orta kademelerde olması bunu doğrulamıştır. 1938’de 12.716 olan kadın memur sayısı 1978’de 277.622’ye yükselmiştir. Türk toplumunda kadınların iş hayatı açısından hala istenilen düzeye ulaşamamış olmasındaki önemli etkenlerden birisi, yapılan tümreformlara karşın toplumun geleneklerin baskısından kurtulamamış olmasıdır (Kırkpınar, 1998). Toplumumuzda egemen olan anlayışa göre, kadının yeri evidir ve asli görevi ev işi yaparak kocasına ve çocuklarına bakmaktır. Bu yüzden kadının “dışarıda çalışması” asli görevlerine aykırıdır. Kadının ev dışında ücretli olarak çalışması geleneksel ailelerde söz konusu değilken, 1950’lerden bu yana gelişen endüstrileşme ve bunun sonucu kentleşmenin gerektirdiği yaşam düzeyi sadece erkeğin kazancı ile karşılanamayacak derecede yükselmektedir. Bu durum kadının da gelir getirici bir işte çalışmasını zorunlu kılmaktadır (Ansal, 1996). Alt sosyo-ekonomik toplum kesiminde kadınların çalışmasını sadece ekonomik gerekçelerle açıklayan anlayışın son yıllarda değiştiğine ilişkin araştırma sonuçları da bulunmaktadır. Eraydın ve Erendil’in (1999) yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, konfeksiyon sektöründe çalışan kadınların % 19.9’u geçim zorlukları nedeniyle, % 46.9’u ise becerilerini kullanmak için çalışmaya başladıklarını ifade etmişlerdir.
Toplumun geniş kesiminde kadın işgücüne yönelik geleneksel bakış tarzının hala
sürdüğü gözlenmektedir. Toplumun ve kadının kendisine biçtiği öncelikli rol “eş ve
anne” ve bunun doğal sonucu olarak “ev kadını” olduğu sürece, kadın işgücünün “ucuz emek”, “yardımcı aile işçisi” ve benzeri şekillerde tanımlanması kaçınılmaz olmaktadır (Minibaş, 1998). Kadınların esas istihdam biçimi de bu tanımlarla uyumlu bir şekilde ücretsiz aile işçisi olarak çalışmak olmaktadır. Kadınların üçte ikisinin bulabildiği olanak budur. Bunun anlamı, bir iş akdine göre belirlenmiş hakları olmaksızın ve herhangi bir sosyal sigortalar kurumuna kayıtlı olmadan çalışmalarıdır. Yani, istihdam olanağı bulan kadınların sadece % 28’i sosyal sigorta kapsamına dahil olabilecek bir işte çalışmaktadır (Arın ve Ergin, 1998). Bu durumda toplumda kadının yerinin ev olduğu, eğitim görmüş kadınların bile güvenceyi evlilik ve ev kadını olarak yaşamakta gördükleri söylenebilir.
Türkiye’de tarım kesimi dışında ücretli olarak ev dışında çalışan kadın sayısı çok
azdır ve çalışan kadınlar da geleneksel rollerini sürdürebilecekleri, aile sorumluluklarıylabağdaşabilen meslekleri yeğlemektedirler. Balkır’ın (1989) kadının kendini algılaması ile ilgili yaptığı bir çalışmada, “başarılı kadın” deyince iyi eş ve iyi anne akla geldiği belirlenmiştir. Erkeklere göre de başarılı kadın olabilmek için önce ev işlerinin aksatılmaması gerekmektedir. Kadınlar iyi eş, iyi ev kadını ve iyi anne gibi geleneksel rol beklentileriyle toplumsallaştırılmaktadır.
Geleneksel cinsiyet rolleri aile, akranlar, okul ve kitle iletişimi yoluyla öğrenilir.
Hemen hemen her kültürde kız ve erkek çocuklara erken yaşlardan itibaren farklı davranılmaktadır. Sosyalleşme süreci boyunca kız çocukların uysal, yumuşak ve özverili; erkek çocukların ise yarışmacı, atak ve girişken olma davranışları pekiştirilmektedir. Muhtemelen bu eğitim farkı, kız ve erkek çocukların yöneldikleri serbest etkinlik türlerini ve dolayısıyla gizil güçlerini geliştirebilecekleri alanları, daha da ileride meslek seçimini ve meslek yaşamlarını etkilemektedir. Özellikle okullarda cinsiyet rollerine ilişkin kalıp
yargılar açık ya da örtülü iletilerle çocuğa aktarılır. Bu iletiler yoluyla çocuklar geleneksel cinsiyet rollerine uygun davranışlara yöneltilirken, kadına ve erkeğe uygun başarı ölçütlerini ve sınırlarını da tanımlamaktadır (Tan, 2000). Ayrıca, okullarda okutulan ders kitapları yoluyla da kadınlara ilişkin toplumsal kalıp yargıları gelecek kuşaklara aktarılmaktadır (Dökmen, 1995, Helvacıoğlu, 1996 ve Esen ve Bağlı, 2003). Yakın zamanda yapılan bir çalışmada bu görüşü doğrulayan bulular elde edilmiştir. Buna göre, İlköğretim 1.sınıf Abece ve Türkçe kitaplarında kadın figürler daha çok ev ve çevresinde, erkek figürler ise dış mekanlarda gösterilmektedir. Ayrıca, kadın figürler çocuğa yönelik,
erkek figürler ise kamu ve iş yaşamıyla ilgili etkinlikler içinde resmedilmektedir (Esen ve Bağlı, 2003).
Kadınların meslek ve yaşam rollerinin zaman içerisinde değişip değişmediğini
inceleyen bir araştırmada (Fiorentine, 1988), yeni kuşağın mesleki değerlerinin anlamlı ve olumlu yönde değiştiği, ancak ev içi rollerin değişmediği belirlenmiştir. Araştırmacıya göre, mesleklere yüklenen değerin artması kadınların meslek-ev ikileminde yaşadıkları çatışmayı arttırmaktadır. Bu görüş yapılan birçok araştırmanın verileriyle doğrulanmaktadır (Field ve Bramwell, 1998; Linda, 1995; Light, 1994). Japonya’da kadınların 30-34 yaşları arasında erken emekliliğe ayrılmasında en önemli nedenler doğum ve çocuk bakımıdır. Ev işleri ve çocuk bakımı kadının birincil görevleri arasındadır (Takahaski, 1994). Adler ve Brayfield (1997) tarafından yapılan Doğu Alman kadınları ile Batı Alman kadınlarının iş değerlerini karşılaştıran bir çalışmada ise Batı Alman kadınlarının iş değerlerinin çocuklarının varlığından daha çok etkilendiği ve
geleneksel cinsiyet rolleriyle tutarlı olduğu bulunmuştur. Eyüboğlu ve ark. (2000) tarafından yapılan bir çalışmada da, Türkiye’de kadınların çalışma hayatından uzak durmalarının ardında yatan temel nedenlerin çocuk bakımının aksaması, ev düzeninin bozulması ve işyerinde yabancı erkeklerle bir arada olmanın olumsuz algılanması olduğu belirlenmiştir.
Türkiye’de de kadınların çalışmasına ilişkin yapılmış çalışmaların çoğu, çalışan
kadınların ev ve iş yerinde yaşadıkları zorlukları saptamaya yöneliktir. Çalışan 38 kadınlaayrıntılı görüşmeler yoluyla yapılan bir araştırmada (Ansal, 1996), kadınların çoğu (27kadın) maddi zorunluluk olmasa çalışmaktan vazgeçebileceklerini, evdeki yüklerinin işyerinde sorumluluk alma ve yükselme konusunda isteksiz olmalarına neden olduğunu ifade etmişlerdir. Üst düzey yönetici olarak çalışan kadınlar ise iş hayatında ilerlemeyi istediklerini, ancak sorumluluklarının artmasıyla birlikte ev işlerinin aksadığını ve kocalarının bundan rahatsız olduğunu dile getirmişlerdir. Kadınlar bu nedenle çok sık bir şekilde, evlilikleri ile meslekleri arasında tercih yapma durumunda kalmaktadırlar. Nazlı
(1997) tarafından yapılan bir araştırmada ise, profesyonel meslek sahibi kadınlarla alt düzeyde eğitim almış, “masa başı iş” denilen belli bir görevi ücret karşılığı belli saatlerde yerine getiren kadınlar çeşitli açılardan karşılaştırılmıştır. Her iki gruptaki kadınlar çocuk bakımı ve anneliğin kendileri için önemli olduğunu ve çocuk bakımı ile ilgili tüm sorumlulukların kendilerin ait olduğunu belirtmişlerdir. Aynı tür bir tutum eve ait işlerin paylaşımında da geçerlidir. “Kadın işi, erkek işi” ayrımını kabul etmemelerine rağmen, her iki gruptaki kadınların çoğunluğunun ev işlerinin hepsini üstlendiği görülmektedir.
Profesyonel meslek sahibi kadınlar ise iş veya ev kadınlığının her ikisinin de önemli olduğunu ve her iki alandan yalnızca birisinde başarılı olmanın kendilerini mutsuzedeceğini belirtmişlerdir. Bu nedenle rol çatışmasını daha yoğun yaşamaktadırlar. Benzer bulgular Cindoğlu ve Muradoğlu’nun (1996) yaptığı araştırmada da elde edilmiştir. Bu çalışmada bilim kadınları eşlerinin kendilerine yardımcı olmaya istekli olduklarını ancak ev ile ilgili işlere çok az zaman harcadıklarını ifade etmektedirler. Kadın akademisyenler ev işleri ile baş etmede aile desteğini ve ücretli kadın emeğini kullanmaktadırlar. Evdeki
iş yükünün tamamen kadınının üzerinde olması kadının çalışma ve mesleğinde ilerleme isteğini olumsuz etkilemektedir. Sonuçta, toplumda hala geçerliğini sürdüren “kadının yerinin evi olduğu” değer yargısının kadının iş hayatına girmesini ve mesleğinde ilerlemesini olumsuz etkilediğini söylemek mümkündür (Kazgan, 1979).
Türkiye’de kadınların çalışmasına karşı tutumları konu edinen araştırmalarda elde
edilen bulgulara göz atıldığında genellikle kadının çalışmasına olumlu yaklaşıldığı
görülmektedir. Bununla birlikte, hala önemli sayıda kadının çalışmasının eşi, babası,
kardeşi gibi diğer aile üyelerince engellendiği de üzerinde önemle durulması gereken bir gerçektir. Bir araştırmada Manisa ilinde yaşayan köylü grubun %58’inin, işçilerin %48’inin ve kentli grubun %69’unun kadının ücretli bir işte çalışmasına karşı tutumlarının olumlu olduğunu saptanmıştır (Başaran, 1985). Kentlerde yaşayan kadınların çalışma hayatına katılmasını inceleyen bir araştırmada eşlerinin çalışmasını olumlu karşılayan erkeklerin oranının % 54.40, buna karşı olanların oranının ise % 44.68 olduğu; ancak, kadının çalışmasını engelleyen en önemli faktörün de eşin izin vermemesi ve çocukların bakımı olduğu belirlenmiştir (Tor, 1997). İstanbul’da Ümraniyeli kadınlarla
yapılan bir çalışmada, kadınların çoğunluğunun (% 52,8) ev dışında çalışmasının bunu uygun bulmayan diğer aile bireylerince engellendiği tespit edilmiştir (İlkkaracan, 1998). İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana’da yaşayan 1125 kadınla yapılan araştırmanın sonuçlarına göre; araştırmaya katılan kadınların % 95’i kadınların çalışma yaşamınakatılması gerektiğine inanmakta, ancak grubun % 74’ü koca veya babalarının kendilerinin çalışmasına gönüllü olmayacaklarını da belirtmektedirler (Eyüboğlu ve ark. 2000). Konfeksiyon sektöründe çalışan kadınlarla yapılan bir çalışmada ise evli kadınların kocalarının % 34.9’u eşlerinin çalışmasına olumlu bakmaktadırlar. Bekar kızların
ailelerinin ise % 83.7’si kızlarının çalışmasını uygun bulmakta ve desteklemektedirler (Eraydın ve Erendil, 1999). Ergüder ve ark. (1991) tarafından yapılan çalışmanın sonuçlarına göre ise araştırma grubunun % 80’i ev kadını olmanın dışarıda çalışmak kadar tatmin sağlayacağına inanmasına rağmen, ailede her iki eşin çalışmasını grubun % 86’sı kabullenmektedir. Sınırlı sayıda iş söz konusu olduğunda ise erkek adaylara öncelik verilmesine inananların oranı % 52’dir. Ayrımcı değerler varlığını sürdürmesine rağmen
kadınların ev dışında çalışmaları da kabul görmektedir, özellikle kadınların eğitim düzeyi yükseldikçe kadının çalışmasına yönelik olumlu değerlendirmeleri artmaktadır.
Ülkemizde kadının çalışmasına etki eden faktörleri inceleyen çalışmalar gözden
geçirildiğinde; eğitim eksikliği, kocanın yaklaşımı, çocuk bakımı ve ev işlerinin önemliolduğu gözlenmektedir. Demirel ve ark. (1999) yaptıkları araştırma sonucunda kadın işsizliğinin altında yatan nedenleri olgusal ve yargısal olarak gruplamışlardır. Olgusal nedenler altında ülkedeki işsizlik oranının yüksekliği, kadınların aldığı ücretlerin düşüklüğü, kadınların eğitim ve beceri eksikliği, kreş ve yuvaların yeterince yaygın olmayışı gösterilirken; yargısal nedenler olarak kadının, kendini ve erkeği aile içinde ve annelik/babalıkla tanımlaması, bu rol içinde çalışmayı ve ev dışındaki hayatı erkeğe ait bir alan olarak görmesi, kendi alanını ev içi olarak tanımlaması bu değerler sisteminin yapı taşlarını oluşturmaktadır.
Kadının çalışmasına ilişkin toplumsal değer yargıları yanında; din de toplumumuzdageleneksel kural ve uygulamaları, bireyleri etkileyen bir üst yapı kurumudur. Din, geçmiş ve günümüz toplumlarında önemli bir unsur olarak karşımıza çıkar. Bireyin bir dini, herhangi bir derecede benimseme veya benimsememe şeklindeki değerlendirmesinin ifadesi Onay (2002) tarafından “Dini Yönelim” olarak tanımlanmıştır.Yani dini yönelim, insanın dinle ilgili psikolojik yönelimi, onun inanç dünyasıdır. Bireyin dinle ilgili değerlendirme ifade eden her çeşit tepkileri ve bunların derecesi kişinin dini yöneliminin
göstergesidir. Dini yönelim dinlerdeki Tanrı ve ahret anlayışı ile birlikte ele alındığında üç önemli faktör öne çıkmaktadır: a) Dini düşünce ve inanç, b) Dini davranışlar-ibadet c) İlk iki faktörle ilişkili olarak kişinin duyguları ve ileriye yönelik karşılık beklentisi. Aslında kişinin dini yönelimi, yani dindarlığı bu temel faktörler üzerine kuruludur. Araştırmada kullanılan ölçme aracı yukarıda açıklanan dini yönelim anlayışına dayalı olarak geliştirilmiştir ve bu araştırmada “dini yönelimle kadınların çalışmasına yönelik tutumlar arasında bir ilişki var mıdır” sorusuna yanıt aranmıştır. Kadının çalışması hem kendi bireysel gelişimini, hem ekonomik bağımsızlığını, hem de ülke ekonomisini olumlu
yönde etkileyeceği için kadının çalışmasını etkileyebilecek değişkenlerin belirlenmesi önem kazanmaktadır.