Tüm hüclerime sen yazılmıştın yar.. Çoğalıyordun.. Bu çoğalışı durdurmak için
yavaş yavaş öldürüyordum kendimi...
Sonra...
Sonrası mı? Aklıma her düşüşünde seninle birlikte yeni hücreler doğurdu bedenim.
Ölüm gecikti, sen çoğaldın, ben varoluşa tutundum... Yine, yeniden seni çizdim
vücudumun her karesine...
Yorgunum...
Sokakların ihmale uğramış köşelerine yasladım sırtımı. Önümden yaralanmış
yürekler geçiyor ağır ağır. Gözleri kanlı bakıyor sokak çocuklarının, sokak kan
kokuyor, ben içten içe kanıyorum...
Viran evlere sakladım ruhumu, beni vareden toprağa gömdüm aşkımı; yeşermesi
için baharı bekledim; gelmedi. Seni yeniden yaşamak için bahar oldum...
Yıllardır bu köhne yaşama hapsolmuş gibiyim, yıllardır bilmediğim suretinin hayalini
çiziyorum semaya. Bu labirentin çıkışları sana değil miydi sevdiğim?..
Gelmedin...
Gelmeyişlerin, gelişlerini anlamsız kıldı.. Ne büyük yanılgıymış meğer yıllarca seni
beklemek...
Ağlamaklı gülüşler gelip yerleşti dudağımın kenarına. Bir kahkaha atsam gözlerim
boşaltacak yüklerini biliyorum, bir yaş seli seni gözlerimden alıp tekrar tekrar
yüreğime taşıyacak...
Sensizliğe giden seferin son neferiyim, yangın yeri çöllere sürgünüm; açlığa,
sefalete mahkumum, sana susuzum...
Bir antik kent yanlızlığı benimkisi, bir ortaçağ haraplığı, bir karanlık dönem,
bir illet; gelip beynime yerleşmiş. Sensizliğe oynadığım tek kişilik bir oyun
hayatım, sana söylediğim makamsız bir şarkı aşkım, uyaksız şiirimsin sen,
parlak ciltli kitaplarım, kalemlerim, kağıtlarım...
Putlaşmış yazgılarını devirip hayatın sana koşuyorum. Ulaşılmazım oluyorsun;
sevgim isyana dönüşüyor. Çığlıklarım sardı bu kenti duyuyor musun?...