(adımın çapraz yazılması kimin
umrunda...
denize düşen yılana öykünür
biraz da...)
bir aralık sızıverdin işte
ömrümüzün en gevrek zamanı...
çıt diyor kırılıyoruz,
öfke kadar saydamız o zamanlar
ve kırılgan
bıçak kadar!
kızım demeyi öğrettiğin için
o tanrısal kokun
ve gülüşündeki baban için
ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk
yarım yamalak aşk kırıntıları
tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda
haritası,
hatta el değmemiş delilikler istiyorduk...
çocuktuk daha
büyümeye direniyorduk,
iş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk
ama sızıverdin işte...
bir avuç yeşil gevrek rokaydık,
mayışmamıza bir limon yetecekti...
biz garsonu bekliyorduk,
sen çıkageldin...
Her nekadar da burda bulunmasan da ben yine de bir şiir yazayım dedim sayfana, özlettin kendini be yoldaş, nerdesin yahu..
ÖYLE YIKMA
öyle yıkma kendini
öyle mahsun, öyle garip...
nerede olursan ol
içerde, dışarda, derste, sırada,
yürü üstüne üstüne
tükür yüzüne celladın
fırsatçının, fesatçının, hayının...
dayan kitap ile
dayan iş ile
tırnak ile, diş ile
umut ile, sevda ile, düş ile
dayan rüsva etme beni!
Bu aralar yeni bir şaire rastgeldim, bir kaç güzel şiirini burda paylaşayım dedim, bir okuyan olur belki...
Dicle’nin Fırat’a Tutkunluğu
Kalbimde ki akışı durup hiç dinledin mi?
İçinde ki ahengi bakıp görebildin mi?
Nasıl bir akıştır bu yakıp yıkar bendimi
Aç bana kucağını farz et ki ben Dicleyim
Suyum engin ve derin Fıratım sensin dengim
Taşkın akan suyumu taşıyansın bilirim
Yüreğim sana vurgun engininde yüzerim
Aç bana kucağını farz et ki ben Dicleyim
Bağrı yanık çobanın kuzusuna dermansın
Anadolu halkımın mahsulüne şifasın
İçli, yanık türküler bilki senin eserin
Aç bana kucağını Farz et ki ben Dicleyim
Öyle çok kolların var benimki en taşkını
Engel olmam imkânsız aşar kendi bendini
En sonunda buldu bak gönül dengi dengini
Aç bana kucağını farz et ki ben Dicleyim
Kalbim hep sana akar yönüm şaşmaz bilirim
Nehir bakışlarını yatağıma sererim
Adım senle anılsın ömür boyu dilerim
Aç bana kucağını farz et ki ben Dicleyim