Şiddet yerine sivil itaatsizlik, hissiyat yerine fikriyat, sembol siyaseti yerine reel politika çözüm getirir.
1990’da üniversite öğrencisiydim. Kürt demeden önce âşık olmuş ya da fırça yemiş gibi heyecana kapılırdık. Kalp güm güm atardı. Ertürk Yöndem’in röportajlarından fırlayan “Apocular geldiler, kulaklarımızı kestiler” yalanlarıyla büyüyen, liselerde Türk-İslam sentezci müdür yardımcılarından ayar yiyen, sınavda ‘yanıt’ yerine ‘cevap’ yazınca notların yükseldiğini fark eden bir kuşaktık.
2000’e geldik. Çok şey değişmedi. Ahmet Kaya, “Kürtçe klip çekeceğim” dedi ve uzaktan kumandalı çatallarla Paris’te öldürüldü.
On yıl önce komaya giren biri, bugün uyanıp “Ne olmuş memlekette” diye televizyonu açsa, kalp krizi geçirir. TRT Şeş’i gördüğüne, birçok belediyede Kürtçe-Türkçe tabela olmasına, kanallarda bolca Kürtçe klip yayımlandığına şaşırır.
Milli komadan uyanıyoruz
Toplumca uzun bir uykudan kalkan bir hastaya benziyoruz. Yer yer savruluyor, bir düşüyor bir kalkıyoruz. Aslında mesele o kadar zor değil. Kürtler bizim Türkler için Yunanistan’da, Almanya’da, Kıbrıs’ta istediklerimizin benzerini kendileri için Türkiye’de istiyor.
Düşünün. İstiklal Marşı’nın adı bile Türkçe değil. Her gün Arapça ezan dinliyoruz. Çocuklarımız “İngilizce sorununu halletsin” diye uğraşıyoruz. Didim Belediyesi iki dilli faturalar basınca, ‘Şehir Merkezi-Centrum’ yazılarını okuyunca, e-posta değil e-mail deyince neremizden bölünüyoruz?
Eğreti talepleri MHP de isterse?
Kürtler yalnızca kendileri için değil, hepimiz için biraz daha özerklik istiyor. BDP’nin özerklik bildirisini bu çerçevede değerlendirmek gerek. Bu ay itibariyle 40.000 can kaybettik. TÜSİAD’ın tahminine göre 100 milyar dolar harcadık. Yıllarımız gitti.
Bildiride garip yerler yok değil. Mesela yerel savunma gücü ya da Leninist temsil yapısını aslında onlar da istemiyor. Bence pek inanmadan koymuşlar dosyaya, zaten eğreti duruyor. Allah aşkına, MHP’nin güçlü olduğu yerlerde Kürtlerin istediği modelin başımıza neler açabileceğini hiç düşündünüz mü? Birkaç Kürt siyasetçisine sordum, güldüler. Sanki geri adım atmak için konulmuş maddeler gibi.
Hissiyat değil fikriyat
Artık celallenmeden Kürt sorununu tartışabilmeliyiz. Ortaya çıktı. Kürtler ayrılmak istemiyor. Yalnızca kendilerine değil, herkese demokratik özerklik istiyorlar. Yerele daha fazla güç ve kendi yağında kavrulma şansı talep ediyorlar.
Bunu yaparken de ‘Türkiye ulusu’ üzerinden bir üst kimlik kabulüne dayanıyorlar ki bildiride beni esas şaşırtan burası oldu. Türk milliyetçiliğinin babası Ziya Gökalp de Kürt’tü, bilirsiniz.
Hissiyatımızı biraz törpüleyip fikriyatımızı konuşturarak bu önemli virajda arabayı devirmeyelim. Sağdan soldan aklıselim sahibi çokça insan var. Zaman asgari müşterekte birleşme zamanı, elde cımbız köşelere, konuşmalara saldırma değil.
Hızla bir viraja yaklaşıyoruz, bir daha devirmeyelim arabayı. Şiddet yerine sivil itaatsizlik, hissiyat yerine fikriyat, sembol siyaseti yerine reel politika. Bu üç kuraldan vazgeçmezsek, çözülmeyecek sorun yok. Yeter ki “Yugoslavya’ya bakın ne oldu” gibi yanlış örneklerden örnek peydahlamayalım, ‘bölünürüz’ diye öcü siyaseti yapmayalım. Güç paylaştıkça artar, unutmayalım.