Şükür… Ne zaman kaybettik seni biz?.. Ve ne zaman bu kadar sitemkar, bu kadar hoşnutsuz olduk.. Yediğimizin içtiğimizin, gördüğümüzün, gezdiğimizin, işittiğimizin, hissettiğimizin, tattığımızın, tuttuğumuzun, en mühimi, aklımızın ve sağlığımızın, şükrünü ne zaman kaybettik biz?..
Biz şükrü kaybettik, stresle sardık bedenimizi.. Sinir sistemine yüklendik farkında olmadan.. ve ince ince ağlarla tüm vücudu kaplayan sinirler, organları ve hatta zihinleri hasta etti, geri dönüşümsüz hasarlar verdi.. Cilt ile sinir sistemi aynı kökenden yaratılmıştı, ciltten çıktı hastalıkların kimileri.. Evet, sinirdi, stresti, mutsuzluktu, hoşnutsuzluktu, karamsarlıktı, tatminsizlikti ve şükürsüzlüktü hep şikayetlerimiz.. Dilimizden eksik etmediğimiz..
Ne ki, şikayetin ucu nereye gidiyordu, bilmediğimiz.. Şükrü bulsak yeniden, gelir mi mutluluğumuz, huzurumuz, kanaatkarlığımız, ruh ve beden sağlığımız??..
Neydi isteyip de alamadıklarımız?? Daha iyi bir ev mi, araba mı, giysiler mi, yiyecekler mi, turlar geziler mi?.. Başarı mı, övgü mü, itibar mı, kibir mi?.. Uğruna mesailerimizi, emeklerimizi, zihnimizi harcadıklarımız?.. Neydi sahi “aradığımız”..
Aradığımız, aslında kaybettiğimiz “şükrümüz”dü.. Başka hiçbir şeyle dolmazdı içimizdeki boşluk ve hoşnutsuzluk..
Ama şükür yoktu ortalıkta, ve içlerimiz bomboştu..
Hayatlarımız, bir ucundan delinmiş çuvaldaki tanelerin boşalması gibi boşalıyordu.. Boş bir çuvala dönüyordu..
Püff dese rüzgar; düşecek, yıkılacak bir çuval..
İman zedeleniyordu, hayat boşa sarf olunuyordu..
Her yerde bir kayıp esintisi, esip duruyordu…
Ama yaşlı bir teyze buldu onu.. Ekmek bulamadığı günlerde, onunla doydu.. Ölmekten değil, ölmemekten korktu.. Açlığa ve hastalığa sabretti.. İşte, tüm mesailerini dünyalık emeller, hırs ve ihtiyaçlar için sarf etmemişti, çuvalında bir tanecik buğday yoktu belki.. Ama hepimizden büyük bir serveti vardı..
Şükür..
O şükür dedikçe ışıldadı gözleri… O şükür dedikçe utandım gözlerimden..