[Bu Adresi (link) Görme Yetkiniz Yok BEDAVA'ya Üye Ol Sitemizden Faydalan....]
Srebrenica Planned in Washington and Sarajevo
Excerpt from Dutch television documentary on Srebrenica. Features interview with Hakija Meholic the Muslim police chief of Srebrenica during the war.
İzzetbegoviç'in, uluslararası kamuoyunu harekete geçirecek, NATO müdahalesinin önünü açacak bir etnik temizliği öngördüğünü ve Srebrenitsa'yı kurban ettiğini iddia eden Boşnak yetkililer vardır ki olayların gelişimi de bunu doğruluyor (1993'teki bir görüşmede Bill Clinton'un Aliya İzzetbegoviç'e "Sırplar Srebrenitsa'da 5.000 kişiyi öldürürse askeri müdahale düşünülebilir" demesi)
Srebrenitsa'da kenti korumakla görevli bir diğer birlik ise Boşnaklara ait 28. Tümen idi ancak bu tümen saldırı başlamadan kısa bir süre önce kenti terk etmişti. Kentin güvenliğinin sağlanmaması nedeniyle Srebrenitsa'nın düşmesinden Bosna Hersek'in eski Devlet Başkanı Aliya İzzet Begoviç de sorumlu tutuluyor. Srebrenitsa eski polis şefi Hakija Meholiç'e göre İzzet Begoviç bilerek Boşnak sivilleri sürgüne terk etmişti.
[Bu Adresi (link) Görme Yetkiniz Yok BEDAVA'ya Üye Ol Sitemizden Faydalan....]
Yahudilerin öldürülmesini haklı göstermek.: Sanırım bunu detaylı olarak açıklamaya lüzum yok. Anadolu'da Vakit gazetesi yazarı Abdurrahim Karakoç'un 17 Ağustos 2004 tarihli yazısı açıkça Soykırımı övmektedir:
“Dünya kamuoyunda “ırkçı, sadist, canavar” olarak takdim edilen Adolf Hitler’in basiretine hayran olmamak elde değil. Hitler bugünleri görmüş ta o zaman. Dünyanın başına bela olacaklarını bildiği içindir ki, ırkçılığı din gibi algılayan, yeryüzünü kana bulamaktan zevk alan hokkabaz Yahudileri temizlemiş.” [11]
Soykırımın gerçekliğini, kapsamını, mekanizmalarını (örneğin gaz odaları) veya maksatlılığını inkar etmek. Özellikle milliyetçi ve İslami basında oldukça yaygın olarak dile getirilen ırkçı inkar, kurbanın olmayan bir mazlumluk üzerinden günahkar/haksız çıkar sağlamak peşinde olduğu argümanına dayanır. Örneğin, Millî Gazete yazarı Fatih Sertyüz'ün 24 Şubat 2009’deki yazısı, ulusal bir gazetede son 20 yılın en ağır Soykırım inkarı metnidir. O yazıdan küçük bir kesit sunalım: :
“Gaz odaları da kocaman bir yalandı. […] Başka bir dolma Zyklon-B gazı hakkında yutturulmak istenendi. Alman makamları bu gazı, savaş sırasında ortaya çıkan ve binlerce insanın ölmesine yol açan Tifüs mikrobunu kırmak için kullanmışlardı. Yani Yahudileri öldürmek değil, bilakis kurtarmak istiyorlardı.” [37]
Türkiye gazetesi yazarı M. Necati Özfatura’nın “Soykırımı Siyonistler planladı” formülüne dayanan 13 Nisan 2002 tarihli yazısı da, 1999 yılında bir tecavüz davasına bakan İtalyan Temyiz Mahkemesinin “Küçük bir aracın içinde, kendi isteği olmadan dar blucin giyen bir kadına, bir erkeğin sahip olması mümkün değildir.’” [38] kararıyla benzeşir: İlki antisemit, diğerleri cinsiyetçi (***ist) olan bu söylemler, “ezen ile —düşük karakterinden ötürü— ezilenin aslında günahkar bir işbirliği yaptıkları, ancak daha sonra kurbanın —yine düşük karakterinden ötürü— işine öyle geldiği için mazlum rolü oynadığı” argümanı üzerine kurulur:
“İkinci Dünya Savaşı esnasında Hitler'in kıyımı ile Siyonist medyaya malzeme oldu. Yahudileri mazlum millet gibi tanıttılar. Aslında Hitler'i iktidara getiren ABD'li Yahudi bankerler ve çok uluslu şirketler idi. Hitler Avrupa'daki Yahudilerin Filistin'e göç etmeleri için soykırım yaptı. Ama bu dev aynasında büyütüldü. Kaldı ki Hitler'in soyunda Yahudiler olduğu biliniyor. İsrail'in kurulması dünya Siyonist teşkilatınca yıllar önce planlanmıştı. Bunu 2. Dünya Savaşı'ndan sonra başardılar.”
Bir halk olarak Yahudileri, bir devlet olarak İsrail'i soykırımı icat etmek veya abartmakla suçlamak.: Özellikle milliyetçi ve İslami basında oldukça yaygın olarak dillendirilen bu teze göre Yahudiler, bir soykırım icat ederek kendi emellerini (İsrail'i kurmak) meşrulaştırmışlardır.
İşin ilginci, bu söylem Müslüman ve Türklere karşı da kullanılmaktadır: İsviçreli Alexander Dorin, 2009’da yayınlanan Die Geschichte eines Salonfahigen Rassismus [Salon Irkçılığının Tarihi] adlı kitabında, aslında Srebrenica'da ne Soykırım ne de katliam yapıldığını; bu yalanın kendi emellerini (Bosna-Hersek'i kurmak) meşrulaştırmak için Aliya İzzetbegoviç ve Bill Clinton tarafından uydurulduğunu, olaylarda ölenlerin sayısının 2-3 kat şişirildiğini, öldürülenlerin de aslında Bosna Hersek ordusuna mensup askerler olduğunu iddia etmektedir. [42, 43]
Noam Chomsky de NATO harekatı öncesi çoğu cinayeti Kosova Kurtuluş Ordusu’nun işlediğini, Sırpların NATO saldırılarından sonra silaha sarıldığını iddia eder ve bu yüzden ciddi şekilde eleştirilir. [44-48] Arada bir fark var mı?
Yunanistan'daki aşırı sağcı basın da, tezini güçlendirmek için Türklerin Ermenilere, Rumlara, Kürtlere uyguladıkları zulümleri sıralayıp; Nazilerin bile Türklerden esinlenerek ve Türklerin imha yöntemlerini kullanarak Yahudi Soykırımını yaptıklarını, Kıbrıs'ta da benzer bir etnik temizlik uyguladıklarını iddia edip, Türkiye'nin Barış Gücü çerçevesinde Kosova'ya asker göndermesini de “Balkanlara tekrar nüfuz etmek isteyen yayılmacı Türkiye Cumhuriyeti, Kosovalı Müslüman Arnavut azınlığı yıllardır silahlandırdı ve Sırplara karşı kışkırtarak bu isyana sebep oldu. Nitekim Prizren bölgesine Türk askeri yerleştirmeyi başardılar.” [49] diyerek, etnik temizlik sırasının Balkanlara geldiğini ima ediyordu. Bu yorumlarda Türklerin emellerini (Balkanlara geri dönmek) gerçekleştirmek için hem Kosovalı teröristleri yıllardır silahlandırdıkları, hem de Sırpların Kosova'da bir katliam yaptıkları hikayesini uydurdukları iddia ediliyordu. [50] Yine düşünelim, bir fark var mı?
Sırplara göre de dünyayı, petrol zengini Müslüman elitler ve petrol tröstleri beraberce yönetmektedir: Sırp basınında, Bosna vahşeti sırasında, petrol zengini Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE ve Katar gibi ülkelerin petrol gelirleriyle, Batı'da satın aldıkları şirketlerin listesini de ekleyerek, sık sık dile getirilen “Bazı nüfuzlu Müslüman ülkeler ve petrol endüstrisinde büyük çıkarları olan ABD ve NATO üyesi yardakçıları, önce Yugoslavya'yı parçalayarak zayıflattılar, sonra Bosnalılar eliyle Avrupa'nın göbeğinde bağımsız bir Müslüman devlet kurabilmek için, savaş sırasında ortaya çıkan ufak tefek bazı zorlukları abarttılar, gerçeği saptırarak Sırp askerlerini Srebrenica'da Soykırım yapmakla suçladılar ve bu yalanlarını petro-dolarları ile satın aldıkları uluslararası basını eliyle dünya kamuoyuna servis ettiler. Şimdi Kosova'da aynı oyun bir kez daha sahnelenmekte.” türü ırkçı savlardan pek farkı yoktur.
6 Nisan 1941'de Nazi Almanyası faşist İtalyası ile birlikte Yugoslavya Krallığı'na saldırıp ülkeyi parçaladı ve Hırvatistan Bağımsız Devleti'ni kurdu. Bu devletin sınırları içinde yaşayan Müslümanlar, o dönemin ırkçı politikaları gereği en saf ırklardan biri olarak tanımlandılar, hatta Ante Paveliç Balkan Müslümanlarını 'Müslüman Hırvatlar' (yani 'Müslüman olan Hırvatlar') olarak adlandırdı. Bu yüzden Katolikler ve Müslümanlar eşit koşullarla polis (Ustaška nadzorna služba) ve askeri (Hrvatsko domobranstvo) birliklerine alındılar. 1941-1945 yılları arasında Ustaşa birlikleri, Nazilerin 'Untermenschen' ('aşağı insanlar') dedikleri Sırplara karşı sistemli bir soykırım yürüttüler.
Tito'nun Yugoslavyası, Sırp soykırımını resmen hiç tanımadı. Zira Katolik olan Josip Broz Tito ve Edvard Kardelj, II. Dünya Savaşı sırasında işlenen Ustaşa suçlarını örtbas edip, unutmak ve unutturmak istediler. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sırp nüfus çoğunluğuna sahip toprakları yeni kurulan Hırvatistan Sosyalist Cumhuriyeti'ne, Bosna-Hersek Sosyalist Cumhuriyeti'ne, Voyvodina Sosyalist Özerk Bölgesi'ne ve Kosova-Metohiya Sosyalist Özerk Bölgesi'ne dahil edildi. Hırvat Josip Broz Tito, Sırp milletini yapmacık sınırlarıyla parçalayarak Sırplara karşı soykırım gerçekleştiren Hırvatlar'ı, Boşnaklar'ı ve Kosovalı Arnavutlar'ı âdeta ödüllendirdi. Katliamlarda öldürülen Sırpların gömüldüğü toplu mezarların beton ile kaplanmasıyla ve Ustaşa vahşetinin gizlenmesiyle komünistler de Ustaşalarla böylece suç ortaklığı yapmış oldular. Komünist rejimi, ****enli yılların ortasına kadar Ustaşa cinayetlerini örtbas etmekteydi.
Komünist işgaline rağmen, Sırplar Katolik-Müslüman ustaşaların vahşice öldürdüğü 50 bin Ortodoks çocuğunu unutmadılar.
COMMUNIST CRIMES OVER THE SERBIAN PEOPLE IN THE XX CENTURY
One of the last communist crimes against the Serbian people in the Second World War was the killing of 20.000 Serbs in Miljevina near Foca, at the beginning of August 1945. This group of Serbian young men from 16 to 20 years of age was moving from Bosnia towards Serbia, to their homes in Uzice, Cacak and Valjevo. The communists threw leaflets from air-planes at them to surrender, for they guaranteed them lives and promised to convey them in trucks to Serbia, which these naïve, exhausted and crazed young men believed. When the communists captured them, they tied them in ropes, 20 in each group, and thus, mostly alive, they flung them into the Ponor (abyss) pit in Miljevina, 10 km west of Srbinje.
They were killed by the Moslems who had only three months earlier been admitted into partisans from Pavelic's army, and who had, as Ustashas in 1941, taken part in mass murders of the Serbian people. So, the same people, in 1941 as Ustashas, and in 1945 as partisans, killed the Serbs in the most gruesome ways. Thus the communists here committed a crime in four ways: they killed prisoners, they killed minors, they killed after the end of the war and they killed with no trial and no law. But the western allies forgave all that to communists because they killed the Serbs, as they forgave in the period from 1991-1995 the former communist general Franjo Tudjman the mass murders and the banishment of Serbs in Krajina and Western Bosnia, for he was advised by the American ambassador in Zagreb, Peter Galbright, who on 8 August 1995 stuck the Ustashas' flag on the Tower of Knin at the head of the Ustashas' column.