insan, annesi nerede doğurduysa orada hayata başlıyor. Ana babasını ve doğum zamanını seçmiş olan, elbette yok aramızda. Erkek veya kadın olmayı da seçebilmiş olan yok ve hatta insan olmayı bile!.. Soğuk yılanlar, ben kartal olmak istemiyorum, dememişti; yahut köpek doğmak istemeyenler değildir o şirin kedi yavruları.
Bizler, “insan” olarak doğduk; acaba bu minnet nasıl ödenir?
Her sağlam organımız için binlerce kere şükretsek azdır ve hele akıl sağlığımız için...
Dünyanın en güzel toprak parçasında yaşıyoruz; bir yanda dağlar denizler, bir yanda ovalar göller. Her iklim ve her mevsim bizim topraklarımızın ahbabıdır ve bütün nehirler, bütün meyveler topraklarımızın evladıdır. Doğru ekilip biçildiğinde, dünyanın bütün insanları bu topraklardan çıkan yiyeceklerle hayatta kalabilir.
Peki, başka bir şey düşünün şimdi: Yine aynı yaştasınız ve yine bu topraklardasınız ama tarih yüz sene öncesini gösteriyor! Anneler tezeklerin içinden birkaç sağlam buğday tanesi arıyor, henüz kopartılmamış bir yeşil ot gözlüyor; ağlayan çocuğuna yedirmek için!
Yaralarındaki sinekleri bile kovmaya mecali olmayan babalar ise; gölgesine sığındıkları, gövdesine sırtını dayadıkları ağaçların kabuklarını kemirmeye çalışırken ölüyor!
Bir Pigme kabilesinde veya Hinduların, hatta iğrenç farelere tapanların arasında ya da Cengiz’in zulüm ordusunda da dünyaya gelebilirdik...
Ya da, yine bugünü yaşıyor olabilirdik... Müslüman bir ana babadan doğmuş da olabilirdik, ama Somali’den Kenya’ya kadar aç karnına ve susuz olarak yürüyebilmek için, açlıktan ağlayan ve susuzluktan bitap düşmüş en hasta çocuğumuzu yolda ölüme terk etmek zorunda da kalabilirdik!
Örnekler elbette bitmez.
İşte biz “bu”yuz ve “burada”yız ve “bu zamanda”yız; bunun şükrü nasıl yapılabilir?..
.....