DEDEM ADEM YILDIRIM'IN KURTULUŞ SAVAŞI ANILARI
Yıl 1921
Anadolu düşman kuvvetleri tarafından kuşatılınca, Mustafa Kemal, Türk Ordusu'nu, Sakarya Irmağı'nın doğusuna çekmiş. Burada 1.5 yıl genel bir taarruz için, hazırlık yapmış. Bu hazırlıklar sırasında şehirlerden, kasabalardan, köylerden, Mustafa Kemal'in çağrısına uyarak gelen binlerce genç varmış. Bunlardan birisi de, dedem Adem Yıldırım'mış. O zamanlar henüz 19 yaşında olan dedem 1.90' a yaklaşan boyu ve sırım gibi vücuduyla gözünü budaktan sakınmaz, korkusuz, mert, yiğit bir köy delikanlısıymış. Ordugahta geçen ilk günler, yürüyüş talimleri, silah tutuş, kullanış ve atış çalışmaları derken, günlerden bir gün Mustafa Kemal yanında kurmay subayları olduğu halde yenice oluşturmaya çalıştığı Türk Ordusu'nu denetime çıkmış.
Dilerseniz bundan sonrasını dedem anlatsın: O gün öğle vakitleriydi. Geniş ovada pek çok alay, tabur, bölük, Mustafa Kemal Paşa tarafından teftiş ediliyordu. Paşa, eseri olan Türk Askeri'ne sağ elini hiç indirmeden selam vererek geliyordu. Arada bir, Merhaba asker, diyor, biz de sağ ol diyorduk. Ben uzun boylu olduğum için, bölüğün başındaydım. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri geldi tam önümde durdu. Merhaba asker, dedi. Biz, sağ ol, dedik. Yüzünü bize döndü. Rahat, dedi. Biz de, tüfeklerimizi indirdik. Rahat pozisyonuna geçtik. Bir metre kadar önümdeydi. Bir an göz göze geldik. O deniz mavisi gözleri, inanılmaz etkileyici bakıyordu. Sanki her an insanın üstüne atılacakmış gibiydi. Gözlerim karardı, başım döndü. Rahat pozisyonunda olmam beni kurtardı. Kabzası yere dayalı tüfeği sıkı sıkı tuttum, dayandım ve yere düşmedim. Aradan bunca yıl geçmesine karşılık o çelik bakışları hiç unutmadım.
O yıllarda Yunan Ordusu Anadolu içlerine doğru ilerliyordu. Adem Yıldırım, Yunanlının geldiğini duyunca köydeki genç, çocuk, kadın, ihtiyar kim varsa toplayıp köyün ilerisindeki dağa götürmüştü. Orada köylüleri emin bir yere gizledikten sonra, elinde mavzeriyle geri dönerek, ağaçların arasına saklanıp, köyü seyre dalmıştı. Acaba Yunan askerleri köyde ne yapacaktı?
Adem Yıldırım az sonra kendi evinden feryatlar duymaya başlamıştı. Evde neler oluyordu?
Yunan askerleri, köyün zenginini yakalamışlar ve konuşturmak için, işkence ediyorlardı: Söyle Türko, altınlar nerede?
Yunan askerleri, acımadan elleri, ayakları bağlı adamı evdeki ocağın içinde yanan odun ateşine doğru sürüyordu: Konuş Türko, altınları nereye sakladın?
Zavallı adamın ayak parmakları ve bilekleri yanmıştı. Yunan askerleri, onu daha da ateşin içine itiyordu.
Bu arada Adem Yıldırım sesinden tanıdığı köyün zengininin yürek parçalayan feryatlarına dayanamamış ve evin yanındaki tarabalığa tüfeğiyle iki el ateş etmiş. Tüfekle ateş edildiğini duyan Yunan askerleri, Türk askerleri geliyor zannedip, kaçıp gitmişler. Bunun üzerine Adem Yıldırım eve gelmiş ve yarı beline kadar ateşte yanmış ve ölmüş olan adamı ateşin içinden çıkarmış. Daha sonra olayı öğrenen ve çok üzülen zengin adamın karısı evlerinin ahırına, toprak altına gizledikleri bir teneke altını, Ankara'daki Mustafa Kemal Paşa'ya ulaştırılmak üzere, Türk subaylarına teslim etmiş.
Ben çocukken, her yıl yaz tatilinde bir haftalığına köye giderdik. Dedem her gidişte gerçekten yaşadığı bu olayları bana anlatır ve Serdar, yaz bunları, derdi. Ben de, merak etme, dede, mutlaka yazarım, derdim. İşte, bu hikayeler, dedemin bana anlattığı hikayelerdir. Dedemi son olarak on üç yaşındayken görmüştüm. Otuz yedi yıl sonra bu anıları yazmak nasip oldu. Umarım okuyanlar, Mustafa Kemal Atatürk'ü ve Cumhuriyeti çok severler. Atatürk'ün devrimlerine sahip çıkarlar ve savaşın ne kadar acımasız olduğunu anlarlar. Kurtuluş Savaşı kolay kazanılmadı. Sevgiyle kalın.
BİR ÇANAKKALE SAVAŞI ANISI
Turhal'da babamın arkadaşının dedesi anısını anlatmıştı:
Çanakkale'de savaştan açlıktan ve susuzluktan bıkıp komutanlarını eğer engel olmaya kalkarsa vurmayı bile planlayarak firar etmeye karar vermişler. Firar edecekleri sabah gözcü iki atlı geliyor diye bağırmış. Baktık diyor, biri ışıl ışıl madalya ve apoletli diğeri daha sade iki kişi geliyor. Firarı unutuyorlar. Biri Atatürk.. Sonradan öğreniyorlar. Tabi içtima tekmil için sıraya giriyorlar, korkudan titriyorlar. Firar edeceğimizi mi öğrendiler, bizi hapse atmaya mı asmaya mı geldiler diye. Atatürk askerlere dönüyor gözleri dolu şekilde " biliyorum bir tarafta düşman bir tarafta açlık. Belki içinizde firar etmeyi düşünenler var. Ama bizden sonrası vatan, bizden sonrası namus, bizden sonrası çocuklarımız. Düşmanla aralarında sadece biz varız." demiş. Firar etmeyi düşündükleri için utanmışlar. Ondan sonra bize öyle bir güç geldi ki orada hem aç kaldık hem de Atatürk ile birlikte 2 gün düşmanla savaştık dediğini anlattı ve hüngür hüngür ağladı. 85 yaşındaki adam. Liderlik insanın yaratılışında olması gereken bir şey. Atatürk'ün nasıl büyük bir insan olduğunu o gün bir daha anladım.
Selamlar.
Anneannem Kurtuluş Savaşı zamanında 14 yaşında bir kız çocuğuymuş. İnegöl Cuma Mahallesi'nde - Yokuşta - yol kenarında evleri ve kocaman bir bahçesi varmış. Yunan askeri evin kapısını çalınca annesi onu evin yüklüğüne, yorganların arkasına saklarmış. Yunan askeri, on yumurta, iki tavuk. Haydi, çabuk çabuk dermiş. Annesi istediklerini verince giderlermiş. Anneannem bunları anlatırken, ben de çocuğum ya sorardım: Anneniz sizi neden dolaba saklıyor?
Anneannem: Öyle deme Serdar, beni alır giderler. Bir daha geri getirmezler. Bizim mahalleden kaç arkadaşımı götürdüler. Dönen olmadı.
O günlerin zorluğunu bilen ve yaşayan insanlar: Atatürk olmasaydı halimiz nice olurdu, der dururlardı. Atatürk'ü sevelim. Devrimlerine sahip çıkalım. Başka Türkiye yok.