Köprüleri yıkmak değil, iki kişiye bir köprü kurup, o köprüde konaklamaktır aşk. Vatansızlıktır. Bütün çadırları, kamp alanlarını ateşe verip, dünyaya ihanet edip, elele seyir dikilmektir bu ateşi, curcunayı. Aşk bir eğilimdir, uçurumun başına.
Yükseklikten korkuyor olsam da, ne zaman düşmüşsem bu aşka, bu kuşbakışına, içimde bir ırmak azizliği büyüyeduruyor günlerce. Bir kabile taşa tutuyor televizyonu, başkaldırıyor insanlık parçalanmış atoma. Bir mızrak oluyorsun elimde sen o anda ve seni sokuyorum bütün gücümle, bütün erkekliğimle bağrıma. Kan akışkandır, oysa aşk yoğundur alabildiğine.
Aşkı tanımlamak kadar bilinçsiz bir çaba da değil benimkisi, sadece bir yol birleşimini aşka benzetmek. Bir yol üstü lokantasında, farklı yolun yolcularının aynı çayı içmesi kadar olağan fakat birden bir kaçının güzergahını değiştirmesi gibi sıradışı bir şey.
Şimdiye kadar çok insan elele yürümüştür sokaklarda, çoğu sevişmiştir köşelerde, yataklarda uyumuştur bazısı. Yollarda asılı kalmıştır çok insan, çoğu köşebaşlarında dilenir o günden beri ve bazısı ölümsüzleşir bir nevresim takımı pahasına. Bir kesişimdir o. Bir yol tutuştur.
Diken diken tüylerin hazıroluşudur. Kan tutuşudur gözlerin, kalbin, dirseklerin, gövdenin, günlerin, ellerin. İnadına kanamaktır, inadına kanmaktır, inadına inanmaktır. Ve sonra... Ve sonra... İnanmaktan öte imandır.
-dır.
-dır.
-dır.
...
Ah sevgili...
Sen dinleme beni.
Ne söylerse bu şaşkın
Aşka benziyor şimdi...