Affetmek, bağışlamak, sözcük anlamıyla bile olsa, görkemli, sıcak, insani, kendine güven ve güçlülük ifadesidir. Yazının başında özellikle şunu söylemek istiyorum: "Unutmayın ki, mutlaka unutmalısınız."
Gerek affetme, gerekse af dileme, insanlık, sevgi, saygı, akıl, duygu paylaşımı ve anlayışı için, çok insani ve fakat o derecede karmaşık bir mantık-duygu çatışmasının yansımasıdır.
Affetmeme nefret, kin, katılık, duygusal tükeniş, yıkıcılık ve insanı kahreden, kendi kendini bozguna uğratan bir inatlaşmadır.
Bağışlamak ise, bir hissediş değil, bir düşünce ürünüdür. Ancak, bağışlamak, ölçülü bir davranış olmalı, suça teşvik edici ve suçu tekrarlatıcı rahatlığı vermemelidir.
Affetme, suçu noktalamayla sonuçlanmalıdır. Aksi halde nasıl olsa affedilirim felsefesi, hep yeni suçların anası olacaktır. Bağışlayabilmek üstünlüğü, gün gelir bağışlanmak hakkını da bize kazandırabilir.
Her yapılan olayın, her takınılan tavrın ardından, kendimizi masum, incitilmiş, tavır konulmuş kişi durumunda görme basitliğine ve alışkanlığına girersek, alıngan, kolay gücenir hale gelirsek, affetme de, affedilme de anlamını yitirir.
Affetme, affedilme olayı seyrek olarak oluşan, seyrek olarak gereksinim duyulan duygulardır. En yüce affetme olayı, güçlüyken affetmesini bilmektir. İnsan o zaman daha da büyür.
Affetmek, af dilemek; tüm dinlerin başlıca temel ilkelerinden biridir. Bir ilahi emir durumundaki affetme olgusu, kişiliği zayıf insanların bir türlü kabullenmek istemedikleri, hazmedemedikleri bir yücelik olayını kavrayamayışlarıdır.
Sınırsız affedici Tanrı'dır. Kullar ancak ondan alabildikleri huyun derecesine göre affetme büyüklüğüne ve af dileme yüceliğine erişebilir. Affeden büyüktür, ancak af dilemesini bilen en büyüktür.
Sık sık ve olur olmaz her olayda ve ortamda bağışlamak, bağışlanan kişiyi ahlaksız yapar.
Zalimlerin, acımasızların her yaptıklarını affetmeye kalkmak, öteki yönüyle masum kişilere acı çektirmektir.
Ancak, şunu unutmamak gerekir ki: Af, yerine göre görev, yerine göre zorunluluk, yerine göre zaaftır.
"Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır…
Düşünmeye zaman ayırın, başarının bedeli budur…
Sevmeye zaman ayırın, güçlü olmanın kaynağı budur…
Etrafınıza bakmaya zaman ayırın,günler bencilliğinize yetmeyecek kadar kısadır…
Terbiyeli olmaya zaman ayırın, insan olabilmenin sembolü budur"…
"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."
sende aradıgım neydi bilmiyorum belki gönlüne sıgdıramadıgın büyük sevdamın izlerini görmek istedim sende belkide en az benim kadar sevmeni bekledim yapamadın her yürek taşıyamazdı bunu sende taşıyamadın oysa hayatıma zorla girdin ufacık yüregime aşk acısı düştügünde ise kurtulmak çok zordu bu acıdan ben senin kadar asla güçlü olamadım çekip gidemedim bıktım diyemedim
Bazen sıradan yaşamlarımızda olmadık telaşlarla karşılaşır, olmadık insanlara gereksiz kızgınlıklar hisseder ve sadece kendimizi yıpratırız. Bazen, aslında hiç de ummadığımız, hiç düşlemediğimiz sahte oyunlarda rol aldığımızı görür, kendimize sitem eder dururuz akıp giden zaman boyunca. Bazen yalnızlığımıza ağlar, ağlarken sadece aynalarla paylaşırız o hiç kimsenin duymadığı yüreğimizin sessiz yakarışlarını.
Hüzün çöker üzerimize. Hani durup dururken ağlamak ister ya insan, işte öyle. Çocukluğumuza dönmek isteriz. Şımarık, sorunsuz ve sorumsuz yıllarımıza. Kardan adam yapmayı isteriz lapa lapa yağan karın altında. Yağmurda çamurlara basarak koşmak, bir ağacın altına sığınmak sonra. Çocukluğumuza dönmek isteriz. Çelik çomak oynadığımız zamanlarımıza. Sorunsuz, sorumsuz zamanlara. Sokak kavgalarında elimiz yüzümüz kir pas içinde, annemizden yediğimiz azara aldırış etmeksizin kirli ayaklarımızla mutfaktan reçelli ekmek aşırdığımız zamanlara. Çabucak büyümek istediğimiz zamanlarımıza. Ağladığımızda kimsenin bizi kınamadığı zamanlara. Sadece basit yalanlarla, ama çok küçük yalanlarla kandırdığımızı sandığımız sevdiklerimizin, aslında bizi kandırıp oyaladıkları yıllara. Utanmadan ağladığımız, ağladığımızda teselli edildiğimiz ve gözyaşımızı sildirdiğimiz o sıcacık yıllara. Bazen, büyümeseydim keşke dediğimiz zamanlarımız olur. Biliriz, yarın güneş doğduğunda, olağan yaşamlarımıza geri döneceğiz. Günlük kaygılarımıza, telaşlarımıza yeniden başlayacağız. Ve akşam gün battığında karşıki dağlar ardından, çoğu zaman olduğu gibi yenibaştan yaşayacağız kendi hüznümüzü. Bu döngü hep böyle sürüp gidecek. Fakat en azından dostlarla paylaşmanın buruk sevinci olacak yüreklerde. Ne kadar hüzün yaşarsak yaşayalım, hoş tatlarda olacak yaşamlarımızda elbette. Bir ağacın üzerinde, masum gelin duvağını anımsatırcasına bize göz kırpan çiçeklere bakarken umutlanacağız hayata dair. Uzak diyarlardan alacağımız bir dost sesi ferahlatacak kalbimizdeki sızıyı. Ve anılar defterinde gizli kalmış bir ses bölecek yaşamımızdaki hüznü coşkuyla. Siz hangi anıda unutulmuş bir sessiniz? Hangi tozlu rafta kaldı bir zamanlar yüreğiniz düşünün. Cevabı bulabilirseniz eğer, bilmelisiniz ki o anı hatırlanmak istiyordur. Hadi hatırlatın, hatta daha fazlasını bile yapın. Bir zamanlar sığındığınız limanları düşünüp o limanlara kısa yolculuklar yapın. Göreceksiniz ki o limanlarda sizi asla unutmayan sıcak bir yürek mutlaka bekliyor. İnsanın her zaman sığınacak liman bulması biraz şansa bağlı. Peki siz hiç, bir limana sığınmadınız mı? Yüreğinizdeki tüm güzellikler, gözlerinize yansısın dost ve sevgiyle kalın…
Aşka gönül ile düşersen yanarsın.
Zekâ ile düşersen kavrulursun.
Akıl ile düşersen çıldırırsın.
Duygu ile düşersen gülünç olursun.
Aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin.
Sersem sersem bakınıp durma bir yol seç.