Selam tod__. Uzun süredir görüşemedik bir türlü... İyisin umarım.
Bir şiir paylaşmak isterim seninle, inşallah beğenirsin. (Biraz uzun ama okunmaya değer)
ŞEYH BEDREDDİN DESTANI'NDAN
1.
Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi, duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler, gümüş ibriklerde şarap, bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi. Öz kardeşi Musayı ok kirişiyle boğup yani bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak Çelebi Sultan Memet tahta çıkmış hünkâr idi. Çelebi hünkâr idi amma Âl Osman ülkesinde esen bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi. Köylünün göz nuru zeamet alın teri timar idi. Kırık testiler susuz su başlarında bıyık buran sipahiler var idi. Yolcu, yollarda topraksız insanın ve insansız toprağın feryadını duyar idi. Ve yolların sonu kale kapısında kılıçlar şakırdar köpüklü atlar kişner iken çarşıda her lonca kesmiş kendi pirinden ümidi tarumar idi. Velhasıl hünkâr idi, timar idi, rüzgâr idi, ahüzar idi.
2.
Bu göl İznik gölüdür. Durgundur. Karanlıktır. Derindir. Bir kuyu suyu gibi içindedir dağların.
Bizim burada göller dumanlıdırlar. Balıklarının eti yavan olur, sazlıklarından ısıtma gelir, ve göl insanı sakalına ak düşmeden ölür.
Bu göl İznik gölüdür. Yanında İznik kasabası. İznik kasabasında kırık bir yürek gibidir demircilerin örsü. Çocuklar açtır. Kurutulmuş balığa benzer kadınların memesi. Ve delikanlılar türkü söylemez.
Bu kasaba İznik kasabası. Bu ev esnaf mahallesinde bir ev. Bu evde bir ihtiyar vardır Bedreddin adında. Boyu küçük sakalı büyük sakalı ak. Çekik çocuk gözleri kurnaz ve sarı parmakları saz gibi.
Bedreddin ak bir koyun postu üstüne oturmuş. Hattı talik ile yazıyor "Teshil"i. Karşısında diz çökmüşler ve karşıdan bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona. Bakıyor : Başı tıraşlı kalın kaşlı ince uzun boylu Börklüce Mustafa. Bakıyor : Kartal gagalı Torlak Kemâl.. Bakmaktan bıkıp usanmayıp bakmağa doymıyarak İznik sürgünü Bedreddine bakıyorlar..
9.
(...) En yumuşak, en sert, en tutumlu, en cömert, en seven, en büyük, en güzel kadın : TOPRAK nerdeyse doğuracak doğuracaktı. Sıcaktı. Bulutlar doluydular. Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere. Birden- -bire kayalardan dökülür gökten yağar yerden biter gibi, bu toprağın verdiği en son eser gibi Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına çıktılar. Dikişsiz ak libaslı baş açık yalnayak ve yalın kılıçtılar.
Mübalâğa cenk olundu.
Aydının Türk köylüleri, Sakızlı Rum gemiciler, Yahudi esnafları, on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil, kalkanları kakma, tolgası tunç saflar pâre pâre edildi ama, boşanan yağmur içinde gün inerken akşama on binler iki bin kaldı.
Hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek ağı, demiri oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek toprağı, ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, yârin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber! diyebilmek için on binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.
Yenenler, yenilenlerin dikişsiz, ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını. Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak Edirne sarayında damızlanmış atların eşildi nallarıyla.
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zarurî neticesi bu! deme, bilirim! O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim. Ama bu yürek o, bu dilden anlamaz pek. O, "hey gidi kambur felek, hey gidi kahbe devran hey," der. Ve teker teker, bir an içinde, omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri, yüzleri kan içinde geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlûpları..
10.
Karanlıkta durdular. Sözü O aldı, dedi : "- Ayasluğ şehrinde pazar kurdular. Yine kimin dostlar yine kimin boynun vurdular?"
Yağmur yağıyordu boyuna. Sözü onlar alıp dediler ona : "- Daha pazar kurulmadı kurulacak. Esen rüzgâr durulmadı durulacak. Boynu daha vurulmadı vurulacak."
Karanlık ıslanırken perde perde belirdim onların olduğu yerde sözü ben aldım, dedim : "- Ayasluğ şehrinin kapısı nerde? Göster geçeyim! Kalesi var mı? Söyle yıkayım! Baç alırlar mı? De ki vermeyim!"
Sözü O aldı, dedi : "- Ayasluğ şehrinin kapısı dardır. Girip çıkılmaz. Kalesi vardır, kolay yıkılmaz. Var git al atlı yiğit var git işine!.."
Dedim : "- Girip çıkarım!" Dedim : "- Yakıp yıkarım!" Dedi : "- Yağış kesildi gün ağarıyor. Cellât Ali, Mustafayı çağırıyor! Var git al atlı yiğit var git işine!..."
(...)
14.
Yağmur çiseliyor, korkarak yavaş sesle bir ihanet konuşması gibi.
Yağmur çiseliyor, beyaz ve çıplak mürted ayaklarının ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
Yağmur çiseliyor, Serezin esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkânının karşısında Bedreddinim bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor. Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir. Ve yağmurda ıslanan yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor. Serez çarşısı dilsiz, Serez çarşısı kör. Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor.
Nazım Hikmet
__________________
YAŞAMAK GÜZEL ŞEYDİR,
HAYATA İNAT..!
Korktukça İnsan, Tutsak; Ümit Ettikçe Özgürdür...
Konu Arkeolog tarafından (19/01/09 Saat 21:17 ) değiştirilmiştir..
Hep geç kaldık
Ne zaman erken çıksak yola
Yolculuklar nankördü hiç bilmedik
Hep erkendi ne zaman varsak ölüme
En uzun ömür üç günde geldi geçti
Sonra baktım gözlerin ıslak
Ateş önce kendini yakar
İçim dışım ateş oldu
Sen ne uzak hayat ne uzak
Hadi gül ne kaldı ağlayacak
Bitirdik hepsini
Ne olur
Hep geç kaldık
Ne zaman erken çıksak yola
Yolculuklar nankördü hiç bilmedik
Hep erkendi ne zaman varsak ölüme
En uzun ömür üç günde geldi geçti
Sonra baktım gözlerin ıslak
Zaman önce kendini geçer
Aylar yıllar beni geçti
Sen ne uzak hayat ne uzak
Hadi gül ne kaldı ağlayacak
Bitirdik hepsini
Ne olur