Rasûlü (sas), risaletiyle bu imtihan âleminin açılmasının, yani kâinatın yaratılmasının, kulluğuyla da Âhiret âlemlerinin varlık sebebidir. Âlemlerin fahri, yani övüncü olan O Zât-ı muallâ hakkında meşhur Fransız tarihçisi Lamartine, Historie de la Turquie (Türklerin Tarihi) isimli eserinde şöyle yazar:
“Dünyada başka hiç kimse, gönüllü veya gönülsüz önüne O’nunkinden daha büyük bir hedef koymamıştır: ’la insan arasına sokulmuş bâtıl inançları ortadan kaldırmak; ’la insanı aracısız buluşturmak; putatapıcılığın her türlüsünün maddî ve çarpıtılmış ilâhlar kaosu arasında aklî ve kutsal ilâh kavramını yeniden yerleştirmek. Dünyada başka hiç kimse, bu kadar zayıf vasıtalarla insan gücünün bu kadar ötesinde bir işe girişmemiştir; böylesine büyük bir hedefin tasarlanmasında ve uygulamaya geçirilmesinde kendinden başka vasıtası ve çölde yaşayan bir avuç insandan başka yardımcısı yoktu O’nun. Ve, başka hiç kimse, dünya üzerinde böylesine büyük ve kalıcı bir ikinci inkılâbı gerçekleştirmiş değildir, çünkü çok kısa bir zamanda İslâm, inanç ve hakimiyet planında tüm Arabistan’a yayılmış ve adına (Filistin’i, Irak’ı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu), Suriye’yi, İran’ı, Horasan’ı, Mâverâünnehir’i, Batı Hindistan’ı (Pakistan), Habeşistan’ı, tüm Kuzey Afrika’yı, İspanya’yı, Akdeniz’de çok sayıda adayı ve Galya’nın bazı kısımlarını fethetmiştir.
Eğer gayenin büyüklüğü, vasıtaların azlığı ve neticenin şaşırtıcılığı insan dehasının üç ölçüsüyse, Muhammed’le karşılaştırılabilecek kim vardır? En meşhur insanlar, sadece ordular, kanunlar ve imparatorluklar meydana getirmişlerdir. Çoğu defa gözleri önünde dağılıp giden maddî iktidarlardan başka bir şey kurmamıştır onlar. Fakat bu insan, yalnızca orduları, kanunları, imparatorlukları, milletleri ve hanedanlıkları harekete geçirmekle kalmamış, ayrıca, o zamanki meskûn dünyanın üçte birinde milyonlarca insanı ve daha da ötesi mabetleri, ‘tanrı’ları, dinleri, fikirleri, inançları ve ruhları yerinden oynatmıştır. Her harfi kanun ve kaide olan bir Kitab’a dayanarak, her dil ve her ırktan insanlardan bir manâ ümmeti çıkarmıştır.
Bize, bu Müslüman ümmetin silinmez karakteri olarak sahte ilâhlardan nefreti ve bir ve gayri maddî tutkusunu bırakmıştır. Göğün kudsiyetinden uzaklaştırılmasına karşı yerleşen bu ulûhiyet tutkusu, Muhammed’in takipçilerinin en büyük faziletidir; arzın üçte birinin bu inanca teslim olması, O’nun bir mucizesidir. Uydurma ilâh zürriyetlerinin bıktırıcılığı altındaki bir dünyada ilân edilen ’ın birliği inancı, telâffuz edilir edilmez bütün eski putperest mabetlerini yerle bir eden ve dünyanın üçte birini harekete geçiren başlı başına bir mucizeydi.
Bu Zât’ın hayatı, tefekkürü, kendi memleketinin bâtıl inançlarını kahramanca inkârı, putatapıcılığın (her türlüsünün) öfkelerine meydan okumadaki cesareti, Mekke’de on üç yıl süreyle gösterdiği sabır ve tahammül, halkın ezasını ve hattâ hemşerilerinin kurbanı oluşunu kabulü; evet, bütün bunlar ve ilâveten kesintisiz tebliği, gayr-ı aklîliklere karşı koyuşu, başarıya inancı ve felâketler karşısındaki insan üstü güven duygusu, zafere götüren sabır ve azmi, yoluna ve inancına olan tutkulu bağlılığı ve asla dünyevî iktidar peşinde olmayışı, bitmez duası ve ibadeti, ’la olan manevî konuşmaları, vefatı ve vefatından sonraki muzafferiyeti… Bütün bunlar, bir yalana değil, sarsılmaz bir inanca şahitlik etmektedir. Esaslı bir akideyi yeniden yerleştirme hususunda O’na güç veren bu inançtı. Bu akide de, iki taraflıydı: ’ın birliği ve ’ın maddî olmayışı. Birinci taraf, ’ın ne olduğunu, ikinci taraf da ne olmadığını anlatıyordu. Fikirlerin filozofu, mütefekkiri, hatibi, elçisi, ortaya koyucusu, cenkçisi ve fatihi; aklî inançların, tasvir, timsal ve heykelleri olmayan bir Din’in ve yirmi dünyevî ve bir manevî devletin kurucusu Muhammed.
İnsan büyüklüğünün tespitinde kullanılan bütün ölçüler içinde soruyoruz: “O’ndan daha büyüğü var mıdır?”
ßæ
__________________ qüLün héP qüLDükLérime... sıkıySa öLün bakaLım... héR güN öLDükLérime...