Sayın İhsan Ata,
Her ne kadar başlıktaki “eleştirisinin eleştirisi” söylemi, “suyunun suyu” gibi bir anlamı çağrıştırsa da, öncelikle buna takılmamanızı rica ediyorum sizden. “Tiyatro eleştirisi eleştirilemez” gibi bir kural olmadığına göre, eleştirime gerekli özeni göstereceğinizden kuşku duymuyorum ve bu eleştirinin hasmane bir tutumdan değil, iyi niyetli bir duygudan kaynaklandığını bilmenizi istiyorum. Eleştirimi bire bir sizin cümleleriniz üzerine kurmanın daha açıklayıcı, daha aydınlatıcı olacağı kanısındayım. İtalik ve koyu yazılmış cümleler size ait, diğerleri bana.
Orhan Veli KANIK' ın şiirlerinden, Murathan MUNGAN' nın uyarladığı "Bir Garip Orhan Veli", bizleri bir şiir yolculuğuna çıkarıyor. Orhan Veli' nin aynı zamanda bir döneme tanıklık eden şiirleri, hüznün ve sevincin harmanlandığı, şiirinin aynasında kendimizi bulacağımız bir evren sunuyor bize.
Bu iki cümleyi niye tırnak içine almadığınızı merak ettim doğrusu. Zira bu iki cümle size aitmiş gibi algılanıyor, oysa size ait değil. İzmir Devlet Tiyatrosu’nda, Sanatsal İşlerden Sorumlu Müdür Yardımcılığı yaptığım ve web sitemizde yayımlanan tiyatromuz oyunlarının tanıtıcı yazıları benim sorumluluğumda olduğu için çok iyi biliyorum ki, bu cümleler bana ait.
Diğer taraftan Müşfik Kenter’le özdeşleşmiş bir oyunu farklı birinden uzun yıllar sonra izlemek tehlikeli. Seyirci on yargıyla yaklaşıyor. Sahnede farklı bir oyuncu tarafından izlenince gözler Müşfik Kenter’i aramıyor değil. Yıllarca Müşfik Kenter'in yorumundan büyük tat alarak izlediğimizden, Tayfun Eraslan’ın yorumu biraz yadırganıyor gibi. (Yazım yanlışları Sayın İhsan Ata’ya aittir)
Buradaki söyleminizin bulanık olduğu, meramını yeterince anlatmadığı kanısındayım. Yani siz, “Ey Tayfun Erarslan! Müşfik Kenter’den sonra bu işe kalkışmak senin ne haddine” mi diyorsunuz? Yoksa demiyor musunuz? “…tehlike” dediğiniz şey nasıl bir tehlikedir? Kuşkusuz Müşfik Kenter’in ustalığına diyecek yok. Ama söylediğiniz şey, “Orhan Veli’nin şiirleri, Müşfik Kenter’den sonra hiçbir sanatçı tarafından sahneye taşınmamalıydı” anlamına geliyor. Oysa ben, Tayfun Erarslan’ın, hem de Müşfik Kenter’den sonra bu şiirleri sahneye taşımasını takdirle karşılıyorum. İlk gençlik yıllarından bu yana Orhan Veli şiirlerine olan sevdasını bildiğim Tayfun Erarslan’ın bu şiirleri sahneye taşımasına büyük bir saygı duyuyorum. Sizin düşüncenize göre Lawrence Oliver’den sonra “Hamlet”in oynanmaması –ki kerelerce oynanmıştır-, Gerard Depardieu’dan sonra “Cryano de Bergerac”ın oynanmaması
-ki kerelerce oynanmıştır- gerekirdi. “Tehlike” ancak bu eserleri oynamayarak bertaraf edilebilinirdi.
Provalarımız sırasında yönetmenimiz Tayfun Erarslan’la paylaştığımız bir durumu anlatmama izin verin lütfen: Daha ilk provalardan bu yana, herkesin şiir algısının farklı olduğunu biliyorduk ve bazı seyircilerimizin bu gösteriyi beğenmeyebileceğinin farkındaydık. Bu anlamda, sayıları az da olsa gösteriyi beğenmeyenlere, “beni etkilemedi” diyenlere saygı duyageldik. Çünkü elimizde “dramatik” bir metin değil, “şiir” gibi sonsuzluğu içeren bir dünya var.
Ama birbirinden bağımsız olarak düşündüğümüzde Tayfun Eraslan'ın da son derece özgün ama bir o kadarda karakteri üzerine oturtamayışını görüyorum. (Cümledeki anlatım bozukluğu ve yazım yanlışları Sayın İhsan Ata’ya aittir)
Oturmayan karakter hangi karakter Sayın Ata? “Orhan Veli karakteri Tayfun Erarslan’a oturmamış” diyorsanız eğer, gösteriyi yanlış yorumluyorsunuz demektir: Murathan Mungan’ın uyarladığı metinde Orhan Veli diye bir karakter yok zaten! Müşfik Kenter de aynı uyarlamayı sahnelemişti ve benim de izlediğim o gösteride Müşfik Kenter, Orhan Veli olmuyordu; Orhan Veli’nin şiirlerini Müşfik Kenter olarak yorumluyordu. Tayfun Erarslan da kendi şiir algısınca bir Orhan Veli dünyası, bir Orhan Veli duygusu yaratmaya çalışıyor ve şiirleri Tayfun Erarslan olarak yorumluyor. Yok eğer böyle demiyorsanız, “Tayfun Erarslan, Tayfun Erarslan karakterini başarılı bir biçimde canlandıramıyor” anlamına gelir cümleniz.
Oyun değil şiir dinletisi. Öncelikle metinden uzak bir oyun izlediğimi söyleyebilirim. Yazarın metninde yer alan bir çok şey çıkartılmış, oyun oyun olmaktan çıkarak şiir dinletisine dönüşüvermiş. Herhangi bir olay örgüsü yada kurgu yok. Çok tanıdık bir şairin hayatı tam olarak kavranamamış, o yılların hissiyatı verilmemiş. (Yazım yanlışları Sayın İhsan Ata’ya aittir)
Öncelikle şuna karar vermeniz gerekiyor Sayın Ata: İzlediğiniz şey oyun mudur, şiir gösterisi midir? Her ne kadar siz eleştirmek için “oyun değil, şiir gösterisi” deseniz de, farkında olmadan doğruyu söylüyorsunuz aslında. Evet, bu bir “oyun” değil, bir “şiir gösterisi.” Siz bu gösterinin “oyun” olduğu konusunda ısrarlıysanız, Murathan Mungan’ın metnindeki “olay örgüsü”nün ne olduğunu anlatmanızı isteyeceğim sizden. (“Olay örgüsü” diye metindeki parantez içi anlatımları göstermeyeceksiniz değil mi?) Murathan Mungan’ın uyarlamasında temel olan şey şiirlerin sıralanışıdır. “Olay örgüsü” dediğiniz parantez içleriyse, “şiirler okunmasa da olur” o halde.
Sefalet içerisinde yaşamış usta şair nedense sahnede bir '' Şarlo '' ya dönüşüyor. (Benzetmedeki aşırılık Sayın İhsan Ata’ya aittir)
“Şarlo” benzetmenize bir şey söylemeyeceğim, sadece bu benzetmeyi yapabilme cesaretinize ve cehaletinize gülüp geçmekle yetineceğim. Ama sizi bu benzetmeyi yapmaya iten “gerekçe” konusunda külliyen yanılgı içinde olduğunuzu haykırarak söyleyeceğim! Orhan Veli’nin hayatının sefalet içinde geçtiğini hangi bilgiye, hangi kaynağa dayandırıyorsunuz? Orhan Veli’nin hayatının sefalet içinde geçtiğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Bu konuda hiçbir araştırma yapmadığınız halde, “Şarlo” gibi iddialı bir benzetme yaparak komik duruma düşebileceğinizi hiç mi düşünmüyorsunuz? Oysa bizdeki bilgiler, Orhan Veli’nin “zengin” olmadığını ama “sefalet içerisinde” yaşamadığını söylüyor. Ve biz bu bilgilerden eminiz. Anlaşılan siz de bazıları gibi, Orhan Veli’nin şiirlerinde anlattığı sefalet çeken küçük insanı, Orhan Veli’nin kendisi sanıyorsunuz. Bu nedenle yazınıza “Sefalet içerisinde geçen 36 yıl” başlığı atıp, daha en başta yanlış adım atıyorsunuz.
Yazınızın ikinci bölümünde belirttiğiniz gibi, Orhan Veli “…her şeyin şiire konu olabileceğini” savunmuş ve “sıradan yaşantıların şiirinin yazılabileceğini” de göstermiştir: Şiirimizdeki Divan Edebiyatı geleneğini yıkıp, “Süleyman Efendi’nin nasırı”nı şiire sokmuştur. Bunları, sefalet çeken bir adamın çaresizliğiyle değil, bilinçli bir anlayışla yapmıştır Orhan Veli. (Nitekim, bir ilaç firması “Kitabe-i Seng-i Mezar” şirini bir nasır ilacının kutusuna basmak için Orhan Veli’ye yüklü miktarda para teklif eder ama Orhan Veli, “bu şiir gelecekte Avrupa Şiir Antolojilerine girecek” diyerek teklifi reddeder.) Orhan Veli’nin “bohem” bir hayat sürmesi bile, sefalet içinde yaşamadığının en önemli göstergesidir!
Zamanla ilgili ciddi sıkıntılar var. Usta şairin 36 yıllık hayatı anlatılıyor. O donemle ilgili toplum ve iktidarla ilgili bilgi verilmemiş. (Cümlede aynı sözcüğü iki kere kullanmaktan kaynaklanan hata Sayın İhsan Ata’ya aittir)
Şimdi sizinle aynı metinden söz edip etmediğimiz konusunda kuşkuya düştüm. Evet, Murathan Mungan dönemin toplumu ve iktidarıyla ilgili bilgi vermemiş. Sahi siz teksti okudunuz mu gerçekten? Tekst dediğiniz şey Müşfik Kenter’den izlediğiniz gösteri olmasın? Kaldı ki o gösteride de ayrıcalıklı olarak toplumla ve iktidarla ilgili bilgi yoktu!
Yani bir ustaya tam anlamıyla saygıda kusur etmemek ve gerçek anlamda hayatını seyirciye sunmak istiyorsa, sefil bir karakter canlandırmalıydı. Ben bir seyirci olarak bu sefalete tanık olmak isterdim. Zira o zaman bunca sefalete rağmen edebiyattan hiç kopmamış olması, bunca olumsuzluklara rağmen hala tutunması bendeki coşkuyu daha da arttıracaktı. Oynadığı karakter Aristo mantığından öte gidemedi. (Eleştiri adı altında “sefalet” üzerine bu gereksiz anlatım Sayın İhsan Ata’ya aittir)
Yahu dostum, Orhan Veli “sefil” biri değil bunu anla lütfen! Durup dururken ve hiç hak etmediği halde Orhan Veli’ye niye acıyalım? Ayrıca son cümlede “Aristo mantığı” diyerek ne anlatmaya çalıştığınızı Aristo mantığıyla düşündüğüm halde bulamadım.
…oyunun başında gösterilen usta şairin resmi oyun sonunda koyulsaydı daha bir güzel dururdu. Seyirciyi asıl tetikleyen, merak duygusu oluşturan şairin resmi değil, sahnedeki oyuncunun canlandırdığı karakter olduğu kabullendirmeli. (Cümlelerdeki mantık hatası Sayın İhsan Ata’ya aittir)
“Seyirciyi asıl tetikleyen şey, merak duygusu oluşturan şey” şairin resmi değil ise, Orhan Veli’nin resminin başta ya da sonda gösterilmesi neyi değiştirecek ki? Ayrıca “kabullendirmeli” diye biten cümlenizi bir kez daha okumanızı tavsiye ediyorum.
Sahnede Orhan veliyi hissetmeliyim. (Yazım hatası Sayın İhsan Ata’ya aittir)
Bu koşullarda Orhan Veli’yi hissetmeniz pek mümkün görünmüyor.
Kostüm rezaleti.. Nalan Alaylı, oyundan hiçbir şey anlamamış. Donemin kostümlerini bulamamış, yaptığı tasarımlar o kadar göze batıyor ki, oyunculuğun bile önüne geçmiş. Oyunu mahvetmekle kalmamış, oyun sonunda seçtiği spor kıyafetle katliam yaratmış. (Yazım yanlışları Sayın İhsan Ata’ya aittir)
Nalan Alaylı’ya büyük haksızlık yapıyorsunuz. Nalan Alaylı ülkemizin en önemli ve en değerli tasarımcılarından biridir. Ama siz, olmayan “sefalet”e kafayı taktığınız için, kostümlerin şık olmasını anlamıyorsunuz. Aslında bu tavrınızla, oyunda gösterilen Orhan Veli’nin fotoğraftaki şıklığına da karşı çıkıyorsunuz. Sahi, Orhan Veli’nin o fotoğraftaki saçları briyantinli, şık giysili halini nasıl açıklıyorsunuz? Size dahasını söyleyeyim: “Google”a “Orhan Veli” yazın ve karşınıza gelecek sitelere girin. Orhan Veli’yi hepsi birbirinden farklı şık giysiler içinde göreceksiniz. Biraz ezberiniz bozulacak ama buna değer doğrusu. Yönetmenimiz Tayfun Erarslan’ın rejisi gereğince spor tarzdaki kıyafetle sahneye gelen kişinin günümüz insanı olduğunu anlamadığınız için eleştiri katliamı yaratmaya devam ediyorsunuz ne yazık ki. Diyelim ki Orhan veliyi tanımıyor,olur ya ! Keşke metni alıp okusaydı da , şairin hangi yıllar arasında yaşadığını öğrenip, ''Kiğılı'' markasını seyircinin gözüne sokarak dalga geçmeseydi.(Yazım hatalarını sürdürme inadı Sayın İhsan Ata’ya ait)
Bu oyunun kostümlerinin “Kiğılı” markasıyla hiçbir ilgisi yok. Ama siz öyle iddia ettiğinize göre, “Kiğılı” markasının oyunun neresinde seyircinin gözüne sokulduğunu kanıtlamak size düşüyor. Okuyucularınızın gözünde “yalancı” konumuna düşmek istemezsiniz sanırım. Elbette oyuncuya yakışmış olabilir. Ama ne canlandırdığı karakterle alakası var, nede kronolojiden bihaber. (Bu cümledeki katliam Sayın İhsan Ata’ya aittir)
Bu cümleniz var ya! Ah, ah! Bilindiği gibi “bihaber”, “habersiz” demek. Şimdi “bihaber” yerine “habersiz” yazalım ve cümleyi yeniden okuyalım: “…ne canlandırdığı karakterle alakası var, ne de kronolojiden habersiz.” Yani kronolojiden haberli!
Bak dostum, birincisi Nalan Alaylı karakteri canlandırmıyor, giydiriyor. İkincisi, diksiyon derslerinde öğrencilerime öğrettiğim bir imla kuralını sana da öğretmek durumundayım: “Cümlede ‘ne…ne de’ bağlacı varsa, cümlenin yüklemi olumlu olur. Bu basit kuralı ihlal edersen, ne dediği belli olmayan garip anlamlar çıkar ortaya. (Sayın Ata, sakın ola, dil hatalarından dem vurduğum için beni eleştirmeye kalkışmayın. “canım siz yazdıklarımın özüne bakın, –öz konusunda başarılı olmadığınız da ortada- biçime takılmayın beklentisinde olmayın. Dil ve yazım hatalarının sadece bu yazınıza ait olup olmadığını anlayabilmek için yirminin üzerindeki eleştirinizi okudum ve hepsinde aynı özensizliğe tanık oldum. Ayrıca ben, “dahianlamındakideayrıyazılır.com” adlı sitenin müdavimiyim ve bugün eşimden, facebook’ta, “Dahi anlamındaki “de”yi ayrı yazamayanlara uyuz olanlar topluluğu” diye bir grup olduğunu –size uyuz olduğumdan değil,grubun adı böyleymiş- bu grubun binlerce üyesi olduğunu öğrendim.
Bakın bir eleştirinizde şöyle diyorsunuz: “Yazılarımı takip edenler çok iyi bilir ki,bir oyun kötüyse, en ağır eleştiriyle notunu veririm.” Size, oyunumuzun eleştirisinden dolayı verdiğim notu söylemeyeceğim. Okurlarınız en doğru kararı vereceklerdir çünkü.
Sanıyorum Orhan veli hayatta olsaydı kendisi bile inanamazdı. '' Bir garip Orhan veli '' için biraz şık duruyor. (Yazım yanlışları İhsan Ata’ya aittir)
Bence Orhan Veli hayatta olsaydı öncelikle size itiraz ederdi! Dostum dikkat buyur, bu gösterinin adı “Bir Gariban Orhan Veli” değil! Buradaki “garip” kavramının garibanlıkla bir ilgisi yok! “Garip”, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat’ın kendi şiir anlayışlarına, şiirdeki yenileşme hareketlerine verdikleri addır. Işıkta İbrahim Karakan müthiş! İşine büyük özen gösterdiği açık. Ustaya saygıda kusur etmiyor. Oyunun kilit noktasındaki rolüyle vurucu hamleleri, ayakta alkışlatan bir performansla sunuyor. Zihninde oluşturduğu tasarımla günümüz teknolojisine göz dağı veriyor. Aynı özenle dekor tasarımında Behlül Tor’un çalışmaları başarılı.(Bu süslü cümledeki aymazlık Sayın İhsan Ata’ya aittir)
Yani oyunumuzun tasarımcıları, yönetmenimiz Tayfun Erarslan’a rağmen başarılı olmuşlar öyle mi? Tiyatro eleştirisi yapıyorsunuz ama tiyatroyu bilmiyorsunuz. Bu gösteride tasarımcılar başarılıysa, yönetmen de en az onlar kadar başarılı demektir. Hiçbir tasarımcı, yönetmene rağmen başarılı olamaz. Yanı sıra deneyimli bir oyuncu, hem oynayıp, hem de oynadığı oyunu yönetebilir. Tiyatrolarda bunun bir çok örneği var. Herkesin şiir algısının farklı olduğu göz önüne alınırsa, oyuncu Tayfun Erarslan’ın sergilediği bu gösterinin yönetmeni Tayfun Erarslan olmalıydı.
Son olarak size bir notum var Sayın Ata,
Not: Dil konusunda özensizsiniz ve çalakalem yazıyorsunuz ama isimler konusunda hassas davranın! “Tayfun Eraslan” değil, “Tayfun Erarslan”, “İbrahim Karakan” değil, “İbrahim Karahan”
İyi dileklerimle…
Yusuf Köksal
“Bir Garip Orhan Veli”-Yönetmen Yardımcısı