Geri git   Van.GEN.TR Forum | Yerel Van Forumu > Dini Konular > Dini Hikayeler

Dini Hikayeler Kişilerin başından geçen dini olaylar burda

Cevapla
 
Konu Araçları Stil
Alt 20/09/08, 11:54   #51
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

PANENTEİZM

(Çift kutuplu Kamu-Tanrıcılık ya da Diyalektik Tanrıcılık)

Spinoza ağırlıklı Panteizm algılayışına göre, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı 'dır. Tanrı-Evren-İnsan ayırımı yoktur, böyle bir ayrım aklın yanılsamasıdır. tanrıbilimsel olarak Tanrı, Evren, İnsan bir ve aynıdır. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, her hangi bir yaratmadan da söz edilemez. Spinoza 'nın bu görüşü, ailesinin göç ederek ayrıldığı Endülüs İspanya 'sındaki ünlü mutasavvıf Muhiddin-i Arabî 'nin etkisiyle oluşmuştur. Bilindiği gibi Arabî 'nin görüşü "Vahdet-i Vücut" olarak ileri sürülmüştü. Ancak bir çoklarının sandığının aksine, Spinoza 'nın Panteizmi ile Arabî 'nin Vahdet-i Vücut anlayışı birbirinin aynı değildir. Spinoza 'da Tanrı evrendedir ve evren kadardır. Arabî 'de ise Evren Tanrı 'dadır ve bu durum Tanrı 'yı sınırlamamaktadır.

İngiliz düşünürü White Head 'e göre, Tanrı 'nın her türlü değişmenin ötesinde değişmez bir niteliği ve bunun yanında bir de değişen ve oluşan bir niteliği vardır. Tanrı değişmeyen yanıyla devinimi başlatmıştır ve Evrenin bilincindedir. Ancak Tanrı bu konumda kalmış olsaydı, ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin olarak kalacak ama varoluşa katılmamış olacaktı. Diğer niteliği ile ise Tanrı, değişme ve oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu nedenle Tanrı 'nın evrende içkin (evrenin maddesine karışmış-içinde bulunan) olduğunu söylemek de doğrudur. Evrenin Tanrı 'da içkin olduğunu söylemek, Tanrı-Evren ilişkisinin karşılıklı olduğunun farkına varışın göstergesidir.

Süreç felsefesi olarak da ifade edilen ve White Head 'le başlayan bu akıma Pan-enteizm ya da Diyalektik teizm denir. Pan-enteizme göre Tanrı, hem değişmeyen (mutlak), hem de değişen (göreli) dir. Hem zamanın içinde, hem dışında, hem sonlu, hem de sonsuzdur. Aynı zamanda hem tikel hem tümel, hem neden hem sonuçtur.

Hartshorne Tanrı 'nın bir soyut bir de somut iki yüzü olduğunu söyler. Soyut niteliğiyle Tanrı, mutlak, etkilenmez, erişilmez ve değişmezdir. Somut yanıyla ise etkilenir ve değişir. Tanrı bu iki niteliğinde de yetkindir. Ancak bu yetkinlik klâsik Teizmdeki gibi değildir. Oradaki yetkinlik değişmeyen donmuş bir yetkinliktir. Buradaki yetkinlik değişir, ancak bu değişme tanrısal bir değişmedir. Yani yetkinliğe doğru değil, yetkinlik içinde bir değişmedir. Bu tanımla Pan-enteizm, hem Deizmden hem de Panteizmden ayrılır.

Özet olarak; Panteizm ile Pan-enteizm arasında önemli bir fark vardır. Panteizmde her şey tanrıdır. Pan-entezimde ise, her şey Tanrı 'dan sudur etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı 'ya dönmektir. Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrim/tekamül den geçmektir.
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 20/09/08, 11:54   #52
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

AGNOSTİSİZM

Agnostisizm resmi olarak ilk defa 1800'lü yılların sonunda ünlü biyolog T. H. Huxley tarafından ortaya atılmıştır. Bilinmezcilik olarak da tanımlanır. Agnostisizm, tanrının varlığının "bilinemez" olduğunu savunur. Dinlerin tanrıdan gelmediğini söyler ve dinlerin tanrısını da reddeder ancak başka bir tanrının, bir yaratıcının varolup olmadığının hiçbir zaman bilinemeyeceğini söyler. Bu bakımdan agnostisizm kendini, "kesinliklinle tanrı vardır" diyen teizmden de "kesinlikle tanrı yoktur" diyen ateizmden de ayrı tutar.

Agnostiklere göre tanrının varlığı meselesi insan aklının ötesinde bir konudur. O halde böyle bir varlık hakkında konuşmak ve hüküm vermek de imkansızdır Dolayısıyla agnostikler Tanrı inancı konusunda tarafsız kalmayı tercih etmişlerdir ancak onların bu tarafsızlığı bazen ateizm olacakta değerlendirilmiştir. Her ne kadar bazı agnostikler tavırları ve yaşamları onların ateist olduğu izlenimini vermekteyse de bir kısmı kendilerinin felsefi açıdan ateist olmadığını ifade etmiştir. Mesela ateist olarak bilinen ünlü düşünürlerden Bertrand Russell (1872-1970) felsefi açıdan kendisini agnostik olarak tanımlamıştır .Çünkü ona göre her şeye rağmen tanrının yokluğunu kanıtlayacak bir delil mevcut değildir.

Huxley agnostik sözcüğünü hem geleneksel Yahudi-Hıristiyan tanrıcılığını, hem de tanrıtanımazlık öğretisini reddederek Tanrının varlığı sorununu ortada bırakan düşünürler için kullandı. Terim daha sonra geriye götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır. Agnostisizm, tarihsel olarak bilimin denetiminden yoksun insan düşüncesinin düştüğü büyük yanılgılara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. İlk tepkiyi Yunan antikçağ bilgicilerinden duyumcu sofistler vermiştir. Onlara göre bilgi duyuların sonucudur ve duyular dışında bilgi edinemez ve herkes için geçerli bilgi olamaz.İnsanin, kendi deneyimleriyle elde ettiği olguların ötesinde hiçbir şeyin varlığını bilemeyeceğini ileri süren bu öğreti Tanrı kavramına getirilen yorum bakımından tüm zamanların en mantıcı düşüncesidir .
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 20/09/08, 11:54   #53
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

PANTEİZM

Tanrı ile evreni bir, aynı ve özdeş kabul eden görüştür. Panteizm, anlam olarak tümtanrıcılık - kamutanrıcılık- demektir.

Panteizme göre Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Her şey Tanrı'dır.

Bu algılamada Tanrı'nın, evrenin kendisi olduğunu savunulur. Panteistler evrende varolan her şeyin (atom, hareket, insan, doğa, fizik kanunları, yıldızlar... ) aslında bir bütün olarak Tanrı'yı oluşturduğunu söylerler. Bu bakımdan evrende vuku bulan her olay, her hareket aslında doğrudan Tanrı'nın hareketidir. Bu görüşün ilginç ve çarpıcı bir sonucu, insanın da Tanrı 'nın bir parçası olduğudur.

Panteizme göre; Tanrı her şeydir ve her şey Tanrıdır. Tanrı Evren - İnsan ayırımı yoktur. Böyle bir ayrım aklın yanılsamasıdır. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, her hangi bir yaratmadan da söz edilemez.

Evreni algılayış biçimi olarak Panteizm, Hindu, Buda dinlerinde hayal gücü geleneğine uygun bir anlayıştır. Felsefî bir tasarım olarak Panteizm ise, eski Yunan felsefesinde Plotinos (205-270), Rönesans'tan sonra Giordano Bruno (1548-1600) ve Spinoza (1632-1677) tarafından temsil edilmiştir. Düşünsel kökü Antik Çağ Yunan Stoacılığına dayanan Panteizmin ileri sürdüğü Evrenin Ruhu Anlayışı , Hegelciliği ve Spinozacılığı doğurmuştur.

Tek Tanrı'lı Dinlerdeki Tanrı-Alem ayrılığı, Yaratan-Yaratılan diye bir ikilem, Panteizmde yoktur. Doğayla Tanrı bir ve aynı şeydir. Tanrı yaradan değil, varolandır ve evrenin tümüdür. Evrende görülen şeylerden gayri bir Tanrı yoktur. Tanrı, evrendeki bütün varlıkların toplamıdır. Evrenin başlangıcı ve sonu yoktur. Evrendeki mevcut canlı cansız her şeyin bütünlüğü Tanrı 'dır. Önsüz ve sonsuz olan Tanrı, hem makro kozmosta (evrende), hem de mikro kozmosta (insanda) bulunur.

Antikçağ Grek Stoacıları, Yeni Platoncular ve Doğunun Vahdet-i vücut anlayışı, Yahudilerin Kabalası gibi çeşitli felsefî biçimlere bürünen bu inanç, çağımıza kadar süregelmiştir. Panteist olarak adlandırılan bazı Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman düşünürler vardır. Ancak, Panteizmi üç semavi din genelde reddetmektedir.

Panteizm, Arapça 'da karşılığı Vücudiyye sözcüğüdür. Tanrı anlayışı olarak her şeyi Tanrı tanımak, varlığı, ancak ona vermek olarak özetlenebilir. Bunu, sonsuzluk, sonsuz olan varlık; Tanrı, tabiat olarak tarif edenler de olmuştur. Bu, Vahdet-i Vücut, yani varlığın değil, Vahdet-i Mevcut, yani fiziki evrenin, tabiatın birliği inancına varır ve tabiatın Tanrı oluşuna, tabiattan başka bir varlık, bir Tanrı, bir gerçek bulunmayışına inanmaktır. Özetle, Vahdet-i Mevcut, son tahlilde Ateizmden, Tanrı tanımamaktan başka bir şey değildir. Vahdet-i Vücut yaklaşımında, Tanrı yaratılmışların hiçbirine benzemez ve bu inanç eşyanın hakikatini Tanrı 'da görür oysa, Panteizmde fiziki evrenin kendisi Tanrı 'dır.

Panteizme göre evrenin toplamı Tanrı 'dır ve evrenin dışında gizemcilerin savundukları gibi bir Tanrı yoktur. Açıkçası her zerre onun kendisidir. Gizemciliğe göre de, her zerreİlahi güzelliği yansıtan bir ayna ve araçtır. Evrenin yaratılış nedeni, Tanrı 'nın güzelliğini yansıtmak ve göstermek içindir.

Panteizm'in Türleri

1. Tabiatçı Panteizm: Tek realite tabiattır. Tanrı da tabiatın içinde var olandır. (Dideron, Boron d 'Holbach)

2. İdealist Panteizm: Tek realite ruhtur. Tanrı da ruhun özünde var olandır. (Hegel, Fichte, Brunschvicg)

3. Teolojik Panteizm: Felsefî anlamda asıl Panteizm budur. Evrende tek realite Tanrı 'dır. Diğer bütün varlıklar, evren, dünya, tabiat, insan, ruhlar vs. her şey Tanrı 'nın varlığında oluşmuştur. Hiçbir şey onun dışında değildir, her şey odur.

Bruno, Boehme, Spinoza gibi filozofların ileri sürdüğü Tek-ilkeci (monist) Panteist görüş, giderek Tasavvuf içinde de benimsenmiştir. Tasavvuf düşüncesi de özünde bir panteist anlam taşımaktadır. Anadolu mutasavvıflarından Hallac-ı Mansur ve Mevlâna bu düşüncededir.
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 20/09/08, 11:55   #54
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

Scientologistler (Bilim Kilisesi)

Batı dünyasının en büyük kültlerinden (ki artık yeni bir din olma aşamasına geçmiş bulunuyor)birisi olan Scientologistler, 1954 Şubat’ında, Los Angeles’te, 1911 Tilden, Nebraska doğumlu, Lafayette Ronald Hubbard ve on sekiz havarisi tarafından kuruldu. Hubbard, iki yüzden fazla bilim–kurgu, gerilim, polisiye, macera romanı ve bir o kadar da makalesi olan bir yazar. “Dianetics” ve “Scientology” araştırmalarının temelini 1938’de kaleme aldığı “Excalibur” başlıklı makalesi teşkil etmektedir. “Excalibur,” efsanevi Britanya Kralı, Yuvarlak Masa şövalyelerinin başı King Arthur’un kayadan çekip çıkarttığı güç sembolü bir kılıcın adı. Bizim kültürümüzdeki, örneğin, “zülfikâr” olarak düşünülebilir.

Akımın Kurucusu L.Ronald Hubbard


Scientologistler, “Zihin Kontrolü”nü “Auditor” dedikleri “Denetçi”ler aracılığı ile uyguluyorlar. Denetçiler, külte katılmak isteyenlere kişiye–özel istişare programları hazırlıyorlar. İstişarenin amacı, taliplinin hayatını gözden geçirmesi, kendisiyle yüzleşme yeteneği kazanması. Üye adayı, böylece hayatına damgasını vurmuş olan enigmaların/olayların etkisinden kurtuluyor ve “Clear” yani “Berrak” oluyor. ‘Berraklık’ mertebesine erişen talibin bir sonraki aşaması müridlik. Buradan “OT” dedikleri mertebeye geçiliyor. “OT” bedenini ve zihnini terk edebilen “Thetan,” yani ruh. Thetan, “bakmadan görebiliyor, işitmeden duyabiliyor,” vs. Bu çerçevede, Scientology’de kitaplı dinlerin İsa dahil tüm peygamberleri ve Buda gibi diğer büyük dinî liderler, “Berraklık” mertebesinin biraz üstüne çıkmış insanlar olarak kabul görüyorlar. Allah’ın varlığına inandıklarını ifade ediyorlar, ancak sıfatlarını belirtmiyorlar. Cennet, cehennem yok. Reenkarnasyon var. “Berraklık” mertebesine ulaşan kişinin doğum–ölüm silsilesinden kurtulacağı telkin ediliyor. Denetçi’nin uyguladığı program, ayrıntılı ve ödünsüz. Seanslarda “Elektro–psikometre” denilen bir özel bir aygıt kullanılıyor. “Elektro–psikometre”nin patenti Volny Mathieson isimli bir kült üyesi tarafından 1966 yılında alınmış. “Aygıt,” denetçiler tarafından üyelerin “ruhsal sıkıntı merkezlerini saptamak için kullanıyor.”

Hubbard, 2. Dünya Savaşı’nda Deniz Kuvvetleri’nde görev yaptı ve hemen ardından Gönüllüler İdaresi’ne “intihar eğiliminden” ve “ciddi olarak zarar görmüş” hafızasından yakındı. Bununla birlikte, Hubbard orta derecede başarılı ikinci sınıf bir bilim kurgu yazarıydı. Yıllar sonra, kilisesinin broşürleri onu yanlış olarak savaşta harekatlar sırasında sakatlanmış ve kör olmuş, iki kez öldüğü duyurulmuş ve mucize sonucu Scientology sayesinde şifa bulmuş “aşırı başarılı” bir 2. Dünya Savaşı kahramanı olarak tanımlıyordu.

Hubbard, 1950’de, tarikatın kutsal metinlerinden biri olan Dianetics: Modern Akıl Sağlığı Bilimi’ni yazdı. İçinde “dinleme” dediği kaba psikoterapatik bir tekniği tanıtıyordu. Ayrıca konuşulan konular geçmişlerini çağrıştırırken deride oluşan elektriksel değişimleri ölçmek için dizayn edilmiş (“E–metre” denilen) basitleştirilmiş bir yalan makinesi icat etti. Hubbard mutsuzluğun eski travmaların neden olduğu zihinsel aberasyonlardan (ya da “engramlar”dan) türediğini iddia ediyordu. E–metreyle yapılan danışmanlık seanslarının engramları ortadan kaldıracağını, körlüğü tedavi edeceğini, hatta kişinin zekasını ve görüntüsünü de geliştirebileceğini iddia ediyordu. Hubbard takipçileri için her biri daha da pahalı olan yeni basamaklar üretmeyi sürdürdü. 1960’larda insanların 75 milyon yıl kadar önce Xenu adlı zalim bir galaktik hükümdar tarafından dünyaya sürülen ruh kümelerinden (ya da “tetanlardan”) yapıldığı kararını yayımladı. 1967’de çalışan bir Dahili Gelir Servisi, tarikatın ana kilisesinin vergi muafiyetini ortaya çıkardı. 1971’de bir federal mahkeme Hubbard’ın tıbbi tezlerinin uydurma olduğuna ve E–metre dinlemenin artık bilimsel bir müdahale olarak adlandırılamayacağına hüküm verdi. Hubbard buna tümüyle dine yönelerek, tarikatın ilginç ayinlerine ilk düzenleme koruması arayarak karşılık verdi. Kiliseler inşa edildi, ayrıcalıklar “misyon”, bağışlar “sabit bağış” ve Hubbard’ın karikatür kitabındaki kozmolojisi “kutsal metinler” oldular.

Günümüzde Scientologistler

“Scientologistler”in sekiz milyon üyesi olduğu hesaplanıyor. Üç bin kiliseleri, yüz yirmi ülkede misyoner irtibat ofisleri var. Grubun beyanına göre Scientology’nin 50.000 aktif üyesi bulunuyor. Scientology, bugün 40 yaşındaki, liseden terk ve ikinci kuşak bir kilise üyesi olan David Miscavige tarafından yönetiliyor.

Scientology Kilisesi takipçilerinden bir kısmı Hollywood’da da güçlü bir ekip kurdu. Taraftarlar arasında ; Tom Cruise ve John Travolta, aktrisler Kirstie Alley, Mimi Rogers ve Anne Archer, Palm Springs işletmecisi ve göstericisi olan Sonny Bono, jazzcı Chick Corea ve hatta çizgi karakter Bart Simpson’ın sesi Nancy Cartwright gibi ünlülerde bulunmaktadır.

Yakın zamanlarda uzun yıllar tarikat yandaşı olan yüzlercesi – pek çoğu ruhen ve bedenen kötüye kullanıldıklarından şikâyet ettiler – kiliseden ayrıldılar eleştirilerini dile getirdiler. Bazıları Scientology kilisesini dava etti ve kazandı; diğerleri 500.000 $’lık kefaletlerle davadan vazgeçtiler. Pek çok davada yargıçlar kiliseyi “şizofren ve paranoyak” ve “ahlaksız, fesat ve tehlikeli” olarak etiketlediler. Günümüzde halen akımın bir çok üyesi finansal yolsuzluk yapmakla (bu yolsuzlukların miktarı bazen 500 milyon $ civarındadır) yargılanırken bir yandan da akım gittikçe güç kazanmakta taraftar sayısını arttırmaktadır.

MELAMİYYE

Bir İslamiyet dini hareketidir. Melâmet, sözlükte kınamak, ayıplamak ve sitem etmek manalarına gelir. Melâmîlik yoluna bağlanan kimseye de "Melâmî" denir.

Melâmîliğin bir tarikat olduğunu söyleyenler yanında; kuralları belli bir tarikat olmadığını, her türlü gösterişten ve dünya kaygısından uzak kalmayı benimseyenlerin genel adı olduğunu ileri sürenler de vardır. Melâmîliğin bir tarikat olmadığı düşüncesi, kurucusunun ve kuruluş tarihinin bilinmediğinden dolayıdır. Birinci dönem Melâmîlik, Melâmetiye adıyla tanınır. İlk defa Nişabur'da hicrî III. asrın başlarında Ebu Salih Hamdun b. Ahmet b. Ammâr el-Kassâr, Melâmîliğin yayılmasında büyük rol oynamıştır. Melâmîlik, Hamdun Kassar'dan önce varsa da, bir tarikat haline onun zamanında gelmiştir.

Melâmîlikte Muhyiddin İbnü-l Arabî'nin Vahdet-i Vücud görüşünün derin etkisi vardır. Melâmîler kaçınılması mümkün olmayan cemaatle namaz dışındaki ibadetlerini ve Allah'a yakınlıkla ilgili hallerini halktan gizlerler. Bunları açığa çıkarırlarsa kendilerini kınarlar. Gerçek durumlarını sezdirmemek için halk içinde sıradan bir insan gibi giyinip kendilerini belli etmeden yaşamaya çalışırlar. Görünüş ve gösterişe değer vermezler. İnsanlara yalnız kötü taraflarını gösterip iyiliklerini gizlemede çok ileri gittiklerinden, çevresindekiler onları kusurlu kimseler sanarak ayıplar ve kınarlar. En hoşlanmadıkları şey, kibir ve gösteriştir. Bu kötü huylardan korunmak, Melâmîlikte bir kuraldır. Özel giysileri ve tekkeleri yoktur. Melâmîler kimseye dertlerini açmazlar.

Çünkü kula ihtiyacı bildirmek, muhtaçtan yardım istemektir. Bu sebeple ihtiyacı Allah'tan dilemek ve Peygamber'in yolundan gitmek, kulluğun iki esasıdır. Birbirlerinin yardımına koşarlar. Bu konuda Hamdun Kassar; "Mümin, kardeşi için gece kandil, gündüz asa olmalıdır" der.

Melâmîlik başta Mevlevîlik olmak üzere IV. asrın sonlarında oluşmaya başlayan, V. ve VI. asırlarda gelişen tarikatları etkilemiştir.

Melâmîlik tarihi bakımından üç devreye ayrılır.

1. Devre: Kassariye Melâmîliği. Hamdun Kassar'a ait olan ve Melâmetiyye denen ilk devre melâmîliği. Hicri III. yüzyılda Nişabur'da ortaya çıkmıştır.

2. Devre: Bayramiyye Melâmîliği. İlk devre melâmîliği zamanla bâtınî grupların Melâmîliğe girmesiyle asıl sağlığını kaybetmiştir. Bunun yerini, hicri IX. asırda Bolu Göynük'de Hacı Bayram Veli ile ortaya çıkan ve ilk Melâmîlerin bütün özelliklerini taşıyan Bayramî Melâmîliği almıştır. Anadolu'da Melâmîliğin yayılması, Hacı Bayram Velî vasıtasıyla olmuştur.

3. Devre: Nuriyye Melâmîliği. Seyyid Muhammed Nur el-Arabî'ye ait olan bu kol, hicri XIII. asırda Üsküp'te ortaya çıkmıştır.

Bu sayfanın hazırlanmasında A. ARI 'nın “Sevde” sitesindeki Melamiyye adlı yazısından yararlanılmıştır.


MÜŞEBBiHE


Allah'ı yarattıklarına benzeten İslamiyet dini hareketidir.. Cehm b. Safvan (öl. 128/746) Allah'ın sıfatlarını inkâr edip tatile saptıktan sonra buna bir tepki olarak Allah'ı insanlara benzetme hareketi başlamıştır.

Abdu'l-Kahir el-Bağdadî (öl. 429/1037). Müşebbihe'yi iki kısma ayırır. Biri; Allah'ın zatını O'nun dışındakilere benzetmiştir. Öteki ise; O'nun sıfatlarını, O'nun dışındakilerinin sıfatlarına benzetmiştir (el-Bağdadî, el-Farku Beyne'l-Fırak, Beyrut (t.y.), s. 225). Allah'ın zatını insanlara benzetenlerden, Abdullah b. Sebe' Ali'yi ilâh olarak vasıflandırmıştır. Müşebbihe'nin bir çok fırkaları vardır. En meşhurları ise, Hişâmiyye fırkasıdır. Müşebbihe denildiğinde ilk akla gelen bu fırkadır. Bu fırkanın ilk kurucusu Hişâm b. el-Hakem'dir. Daha sonra gelen Hişâm b. Sâlim el-Cevâlikî de aynı yolu izlemiştir.

Hişâm b. el-Hakem, Mutezilî Ebu'l-Hüzeyl ile aralarında geçen bir tartışmada Allah'ın cisim olup boyutlarının bulunduğunu, boyunun kendi karışıyla yedi karış olduğunu iddia etmiştir (Şehristânî, a.g.e., II, 21).

Hişâm; İslam Peygamberinin "Kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır" "Senin benim yanımda durumun, Hârun'un Mûsâ'nın yanındaki durumu gibidir. Ne var ki benden sonra peygamber yoktur". "Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısıdır" gibi sözleriyle Ali'yi kendisinden sonra halife tayin ettiğini iddia etmiştir. Ayrıca Ali'nin masum olduğunu, yanılma ve bilgisizlikten, gafletten tamamen uzak bulunduğunu ileri sürmüştür (el-Malatî, Ebu'l-Huseyn Muhammed b. Ahmed, et-Tenbih ve'r-Redd alâ Ehli'l-Ehvâi ve'l-Bida ; Beyrut 1968, s. 25).

Allah'ın sıfatlarını insanların sıfatlarına benzetenler ise, Mutezile'den Basralı ekolden bazı kimselerdir ki bunlar, Allah'ın iradesinin insanların iradesi gibi olduğunu, Allah'ın konuşmasının da insanların konuşması gibi ve aynı nitelikleri taşıdığını söylemişlerdir (el-Bağdâdî, a.g.e., s, 229-230).

Gerçek Müşebbihe Allah'ın zat ya da sıfatlarını yaratıkların zat ve sıfatlarına benzetip bunların aynı niteliklere sahip olduğunu söyleyen fırka olmakla birlikte; bir takım mütâlaalarla ban fırkalar diğerlerini Müşebbihe olmakla şuçlamışlardır. Meselâ, Mutezile, Ehl-; Sünnet mensuplarını âhirette Allah'ın görüleceğini söylemeleri ve Allah'ın sıfatlarını kabul etmeleri sebebiyle Müşebbihe olmakla suçlamışlardır. Onlara göre Allah'ın görüleceğini söylemek, aynı zamanda Allah'ın cisim olduğunu, belli bir mekânda ve belli bir yönde olduğunu söylemekle eş anlamlıdır ve bu sebeple de Allah'ın görüleceğini söyleyenler
Müşebbihedir. (İbnu Ebi'l-Hadîd, Şerhu Nehci'l-Belağe, Beyrut (t.y.), I, 19)

Müşebbihe mezhebi taraftarları İslam dinine mensup bazı kişiler tarafından sapkınlıkla
suçlanmaktadırlar..

Bu sayfanın hazırlanmasında M.S.ŞİMŞEK 'in “Sevde” sitesindeki Müşebbihe adlı yazısından
yararlanılmıştır.


Şeyhilik


Kurucusu Şeyh Ahmed Ahsa (öl.1827) olan İslami tarikat. Onun inancına gör imamlar tanrısal kimselerdir, onların gövdeleri ölümlü, tinleri ölümsüzdür.Gövdenin ölümü yokluk değil dağılmadır, tinde dağılma yoktur. Tanrısal bir töz olduğundan bütündür. Bütün bilgiler İmam’ın gönlündedir, İslam dininin benimsediği önsüz yazgı, levh-i mahfuz denen saklı belge İmamın gönlüdür, orada tüm nesneler önceden kurulmuş düzen gereği vardır.

Bu düzen Kuran, imama tanrısallık kazandıran tözdür, açıkçası tanrı’dır. Tin ölümle daha iyi, daha yetkin bir gövdeye geçer, orada sonsuzca kalır. Bu dünyanın dışında başka bir dünya, ahiret yoktur. İnsanlar bu konuda imama uymadığından yanılmıştır.



VEHHABILIK

Es-Seyhu'n-Necdî lakabıyla bilinen Muhammed bin Abdülvehhab'in (d. 1703 Uyeyne - ö.1787 Deriye, Riyad) düşünceleri çevresinde oluşan dinî, siyasî hareket. Harekete Vehhabilik adi karşıtlarınca yakıştırıldı. Hareket içinde yer alanlar, kendilerine Muvahhidun (tevhidciler) derler ve Hanbelî mezhebini Ibn Teymiye yorumuna uygun biçimde sürdürdüklerini söylerler. Vehhabilik bir inanç hareketi olarak başlamakla birlikte, kısa zamanda siyasî bir nitelik kazandı. Arap yarımadasında etkinlik kurarak devlet durumuna geldi. Günümüzde, Suudi Arabistan’ın resmî mezhebi durumundadır.

Muhammed Ibn Abdülvehhab'in düşünceleri, Deriye Emiri olan Muhammed bin Suud ile tanışmasıyla (1744) siyasi bir hareket niteliği kazandı. Ibn Abdülvehhab, Deriye'de düşüncelerini Emir Muhammed'in gücü ile yayarken, Emir Muhammed bu düşüncelerle Arabistan'a hakim olma imkânını kazanıyordu. Çünkü Ibn Abdülvehhab, insanların şirk içinde bulunduğunu, bunların mal ve canlarının kendisine inanan kişilere helal olduğunu söylüyor, Emir Muhammed bu fetvanın getirdiği ganimet olgusuyla yandaşlarını çoğaltıyor, gücünü artırıyordu. Ibn Abdülvehhab'in ölümünden sonra hareketin siyasî niteliyi daha da ağırlık kazandı. Muhammed bin Suud döneminde başlayan toprak kazanma faaliyetleri, ölümünden (1766) sonra oğlu Abdülaziz zamanında da sürdürüldü.19. yüzyılın baslarına gelindiğinde (1811) Vehhabilik adına hareket eden Suud Emirliği Halep’ten Hind Okyanusuna, Basra Körfezi ve Irak sınırından Kızıl Deniz'e kadar yayılmış bulunuyordu.

Vehhabilik hareketinin Osmanlılar için önemli bir sorun durumuna gelmesi üzerine II. Mahmut, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşayı sorunu çözmekle görevlendirdi. Mehmet Ali Pasa, oglu Tosun komutasındaki orduyla Mekke, Medine ve Taif'i Vehhabilerin elinden kurtardı (181213). Daha sonra bizzat Emir Abdülaziz’in üzerine yürüdü. Emir Abdülaziz’in ölümü (1814) üzerine Vehhabiler ağır bir yenilgiye uğradı. Nihayet Mehmet Afi Pasa'nin kumandanı İbrahim pasa, Abdülaziz’in yerine geçen oğlu Abdullah ve çocuklarını esir ederek İstanbul’a gönderdi. Bunların İstanbul’da asılarak öldürülmeleri (17.12.1819) ile Vehhabilik hareketinin ilk dönemi kapandı.

Savaş sırasında kaçarak kurtulmayı başaran Suud hanedanından Türki bin Abdullah, Necd bölgesinde yeniden faaliyete girişerek 1821'den 1891'e kadar sürecek ikinci Vehhabi devletini kurmayı başardı. Daha sonraları bir takım çekişmeler olmuşsa da Suud hanedanından Abdülaziz bin Suud, Vehhabi devletini yeniden kurdu (1901). Hindistan İngiliz yönetiminin de desteğini sağlayan Abdülaziz bin Suud 26 Aralık 1916 tarihli anlaşma ile İngilizlerce Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bağlı diğer bölgelerin hükümdar olarak tanındı. Bu anlaşmaya göre Abdülaziz, bu yerleri kendisinden sonra miras yoluyla çocuklarına bırakacak ve kendisinin seçtiği veliaht da İngilizlere bağlı kalacaktı.

Osmanlıların yenik düşmesiyle sonuçlanan.1. Dünya Savaşı’nın arkasından Vehhabiler Hail, Taif, Mekke, Medine ve Cidde'yi de ele geçirdiler (1921-1926). Abdülaziz bin Suud, Necd ve Hicaz Kralı olarak kabul edildi (1926). 20 Mayis 1927 tarihinde İngiltere ile yapılan Cidde anlaşmasının arkasından da tam bağımsızlığını ilan etti. Böylece Abdülaziz bin Suud, Suudi Arabistan Kralı olarak tüm Hicaz’ı egemenliği altına altı. Bu devlet, Suudi Arabistan Krallığı adıyla varlığını sürdürmektedir.

İnançları

Vehhabiliğin din anlayışı, Muhammed bin Abdülvehhab'in üzerinde önemle durduğu tevhit (Allah’ın birlenmesi) konusundaki yorumu çevresinde toplanır. Ibn Abdülvehhab'a göre tevhid, kullukta Allah’ı bir tanımaktır. Tevhid kelimesini (lâ ilâhe illallâh) söylemek Allah'tan başka tapınılan şeyleri tanımadıkça bir anlam taşımaz. Allah kalple, dille ve davranışlarla birlenmelidir. Bunlardan birisinin eksik olması durumunda kişi Müslüman olamaz. Tevhid üçe ayrılır. İlki, Allah’ı isim ve sıfatlarında birlemek (tevhid-i esma ve sıfat), ikincisi Allah’ı Rablıkta birlemek (tevhid-i rububiyet), üçüncüsü de Allah’ı ilahlığında birlemektir (tevhid-i uluhiya). Allah’ı bu üç biçimde birleme, ancak amellerle mümkündür. Buna göre Kur'an ve Sünnetin dışında emir ve yasak tanımamak, İslam Peygamberi’nin döneminde bulunmayan şeyleri ve tevessülü terk ederek Allah’ı birlemek gerekir. Bu tevhide ameli tevhid denir. Herhangi bir hüküm koyucu tanımak, Allah'tan başkasından yardim dilemek, Peygamber için bile olsa, Allah dışındaki bir varlık için kurban kesmek, adakta bulunmak kişiyi küfre düşürür, can ve mal dokunulmazlığını ortadan kaldırır.

Bu tevhid anlayışının getirdiği önemli sonuçlar vardır. Bunlardan birisi, Peygamberden şefaat talebinde bulunulamayacağıdır. Şefaat, Allah'a özel bir haktir. Bu nedenle Peygamberden doğrudan şefaat talep etmek, onu Allah'a ortak tutmaktır. Nitekim müşrikler de Allah’ı kabul ettikleri halde, melekleri, putları şefaatçi kabul ettikleri için müşrik olmuşlardır. Şefaat inancı gibi yaygın olan tevessül inancı da şirktir. Tevessül inancı, daha çok mutasavvıflar arasında yaygındır. Bir takım şeyhlerin, velilerin hem hayatlarında, hem de öldükten sonra tasarruf sahibi olduklarına inanılmakta, onların himmetleri dilenmekte ve aracı kılınmaktadırlar. Bu da açık bir şirktir. Çünkü günah'in yaratmada, yönetmede, tasarruf etmede, isleri düzenleme ve belirlemede ortağı yoktur.

Vehhabiliğin en önemli özelliklerinden birisi de bid'adlar karşısındaki tutumudur. Ibn Abdülvehhab'a göre Kur'an ve Sünnet'te olmayan her şey bidattir. Bir bidat çıkaran melundur ve çıkardığı şey reddedilmelidir. Bid'adlarin çoğu insanları şirke düşürmektedir. Bunların başında mezarlar, türbeler ve bunların ziyaretleri gelir. Mezarlarda yapılan ibadetler şirktir. Sevap umarak Peygamberin kabrini ziyaret bile şirke neden olabilir. Şirke neden olmamaları için, mezar ziyaretleri, türbe yapımı kesin olarak yasaklanmalıdır. Ölülere niyaz, tevessül, falcılara, müneccimlere inanmak, Peygamber'in anisini yüceltmek, hırka-i şerif, sakal-i şerif ziyaretleri yapmak, Allah'tan başkasına ibadet etmek, şirk kosmatir. Mevfit toplantıları düzenlemek, bu toplantılarda mevlit okumak, sünnet ya da nafile namazlar kılmak yasaklanmalıdır. Göz değmemesi için nazar boncuğu takmak, muska takınmak, ağaç, tas vb. şeyleri kutsal saymak, bir hastalık ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayi gibi şeyler takınmak, sihir, büyü, yıldız falı gibi şeylere inanmaz, iyi kişilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardim dilemek gibi şeyler de tamamıyla şirke neden olan bid'adlardandir. Riya için namaz kılmak, sofuluk etmek, iyi insan gibi görünerek çıkar sağlamak da şirktir. Cami ve mescitlerin süslenmesi, minare yapılması da terk edilmesi gereken bid'adlardır..



Kaderiyye

Kader inancını reddeden düşünce ve inanç akımı. Bu adlandırma, akım üyelerinin Allah’ın belirlediği kader yerine (İslamiyete göre) insanin belirlediği bir kadere inanmaları ve fiilleri Allah'a değil insana isnat etmelerinden dolayı yapılmıştır. Tam bir düşünce ve inanç okulu durumuna gelmesini sağlayacak bir sistematiğe sahip olmayan Kaderiyye akımınin görüşleri çeşitli kişilerce temsil edildi ve giderek Mutezile okulunun temel tezleri arasına girerek varlığını sürdürdü.

İslam mezhepler tarihçilerine göre Kaderiyye akımına Emevi halifelerinden Abdülmelik Ibn Mervan döneminde Haccâc tarafından öldürülen Ma'bed ibn Halid el-Cüheni (ö.80/699) öncülük etti. Tabiûn bilginlerinden olan ve Hasan Basri'nin derslerini izleyen el-Cüheni'nin Kader konusundaki düşüncelerinin yaygınlık kazanmasında ünlü Mutezile bilginlerinden Amr b. Ubeyd'in önemli etkisi oldu. Kaderi düşüncelere yön veren etken, ilmi olmaktan çok siyasi niteliklidir. Emevilerin yönetimlerini meşrulaştırmak amacıyla Cebr düşüncesinden yararlanmaya, çalışmalarına karşılık, bu yönetime muhalif kişiler onların anladıkları anlamda bir kadere, dolayısıyla onların yönetimine karşı çıkıyorlardı. Nitekim el-Cüheni'nin öldürülmesine kader konusundaki düşünceleri değil, Abdurrahman b. Es'as'in Emevilere karşı başlattığı isyana katılması neden olmuştu. Mevcut yönetime karşı muhalefet, eylemlerini Allah’ın takdiri ile açıklayan Emevilerin uygulamalarından dolayı sorumlu olduklarını savunan tüm ilk Kaderilerin ortak özelliğidir.

Kaderiyye inançları el-Cüheni'den sonra, Hişam b. Abdülmelik (H.105-123) tarafından önce dili, sonra başı kestirilerek öldürülen Gaylan b. Müslim el-Kipti ed-Dimaski tarafından daha sistemli bir biçimde savunuldu. Bu nedenle Gaylan, Kaderiyye'nin gerçek kurucusu sayılır. Gaylan'ın öldürülmesinden sonra Kaderiyye bağımsız bir akım olarak varlığını sürdüremedi, ancak kadere ilişkin düşünceleri kısmen değiştirilerek Mutezile tarafından savunuldu. Bu nedenle Kaderiyye kimi zaman Mutezile içinde bir kol gibi görülmüş; kimi zaman da Mutezile, Kaderiyye olarak adlandırılmıştır.

Kaderiyye bağımsız bir okul durumuna gelemediği için bir düşünce sisteminden söz edilemez. Ancak bu akım içinde yer alan kişilerin kader ve buna bağlı olarak insanin özgürlük ve iradesi, Allah’ın iradesinin insanin fiilleri üzerindeki etkisi gibi konularda birleştikleri söylenebilir. Buna göre insan özgür ve irade sahibi bir varlıktır. Bu nedenle eylemlerinden sorumludur. Ne Allah’ın irade etmesi ve yaratması anlamında, ne de bilmesi ve takdir etmesi anlamında bir kader vardır. İnsan eylemini bilgisiyle kendisi seçer, sonra iradesi ile seçtiği eyleme yönelir ve yapabilme gücüyle yaratır. Allah bu eylemi önceden belirlemez., iradesinin bu eylemle bir ilgisi, gücünün de ortaya çıkısında bir etkisi yoktur. Allah insanin eylemlerini ancak ortaya çıktıktan sonra bilebilir.

Kader konusu çevresindeki bu ortak inançların dışında Kaderiyye ye bağlanan kimi farklı görüşler de bulunmaktadır. Ne ki bunlar bir akım olarak Kaderiyye ye değil, kaderi inançları benimseyen farklı kişilere ait görüşler durumundadır. Mezhepler tarihine ilişkin eserlerde Kaderiyye'den ayrılan kollara ait görüşler gibi sunulan bu düşünceler de söyle özetlenebilir: Kaderiyye'den bazılarına göre iyi işler (hasenât) ve iyilik (hayr) Allah’tandır, ancak kötü işler (seyyiât) ve günahlar (masiyet) Allah'a isnad edilemez. Mufavvida adıyla anılan bazı Kaderilere göre, insan Allah’ın hiçbir yardımı ve yönlendirmesi (hidâyet) olmaksızın iyi olan her şeyi yapabilme gücüne sahiptir. Allah insana yapabilme gücünü (istitaat) tam ve mükemmel olarak vermiştir. Bu güçle insan inanmak-inkâr etmek, yemek-içmek, oturmak-kalkmak, uyumak-uyanmak gibi istediği her işi yapabilir. Bazı Kaderiler Allah’ın zina çocuğunu yaratmasını veya onu takdir etmesini veya dilemesini veya onu önceden bilmesini inkâr ederler. Bunlar bütün hayatini hırsızlık eden ve haram kılınmış şeyleri yiyen bir insanin bunu Allah’ın rızkı olarak elde ettiğini kabul etmez ve Allah’ın helâl olanın dışında rızk vermeyeceğini savunurlar. Kimi Kaderiler de Allah’ın insanların ecellerini ve rızklarını belirlediğini kabul ederler. Bunlara göre, bir insani öldüren kişi, o insanı ecelinin gelmediği bir vakitte öldürmekle, eceline kavuşmasına engel olmuştur. Bu durumda ölen insanin rızkı, elde edilmemiş bir durumda kalmıştır.

Başta bazı tabiûn bilgini olmak üzere çeşitli İslâm ilimlerinde isim yapmış birçok ünlü bilgin Kaderiyye akımı içinde sayılmıştır. Bir bölümünün sonradan Kaderi düşüncelerden vazgeçtiği söylenilen bu ünlü isimlerden bazıları şöyle sıralanabilir: Benzeyen harfleri birbirinden ayırmak üzere tek ve çift nokta usulünü bulan dil bilgini Nasr b. Asım, Medineli bilgin Ata b. Yesâr, Kur'an'ın hiziplere bölünmesi üzerinde çalışmış Halid b. Midan, başta tarih olmak üzere birçok alanda eserler yazan Vehb b. Münebbih, ilimde Hasan Basri ile karsılaştırılan Mekhûl, tefsir alanında otorite sayıları Katâde, tefsirde Mücâhid'in ravisi olan Ibn Ebi Necih, ünlü tarihçi ibn ishâk, Amr bin Fa'id, Fazl er-Rakasi, Abbad bin Mansur.



Nacilik

İslamiyette Sünnilik inançlarının bir kısmını benmsemiş bir kuruluş – tarikat- dur. Bu kuruluşa göre tanrı birdir, yaratıcıdır, önsüz-sonsuzdur, ölümsüzdür. Muhammed O’nun elçisidir, ondan önce gelen peygamberlerde tanrı elçileridir. Kur an doğru yoldur. Bütün iyilikler tanrıdan gelir, yazgı yargı günü vardır , Ancak , insanda tekil istenç ( cuz-i irade) bulunmaktadır. İnsan bu tekil istençle tanrısal istence ( külli irade) katılır. Kötülük tanrıdan değil, tekil istenci olan insanın davranışlarından kaynaklanır.

Bu düşünceleri benimsemesine karşın , Nacilik Ali’nin imam olması gerektiğini, onun soyuna yaraştığı kanısındadır. Nacilik On İki İmam İnancına bağlıdır. Onu sünnilikten ayıran başlıca özellik budur. Bu nedenle Bektaşiler , kendileri Naci Topluluğu (gürüh-i naci) derler, bu da “kurtulmuş topluluk” anlamındadır.( Naci ; kurtulmuş demektir.)



Sadilik

Tarikatın kurucusu Şeyh Sadeddin Cevahirü’l-Şeybanî 1197 de Kudüs yakınlarında doğdu, 1301 de Urfa’da öldü. Önce Kadirilik le bağlantı sağladı, onun ilkelrini törenlerini öğrendi, sonra kendi adıyla anılan tarikatı kurdu. Tarikatın düzenli bir kuruluş niteliği kazanmasını sağlayan oğlu Yunus’tur. Babasının yerine geçen Şeyh Yunus tarikatı genişletmiş, geliştirmiştir.

Sadilik ‘te “devse / üstüne basma” denen tören temel ilkedir. Toplu törenlerde dervişler yüzü koyun yere yatar, şeyh üzerlerine basarak geçer , kimi zaman bunu ata binerek yapar. Yüzükoyun yatan dervişlerin üzerinden atla geçmek, onlarda benliği, kendini beğenmişliği, tutkuyu yok etmek, alçak gönüllü kılmak içindir. Törenler toplulukla sürdürülür, Tanrı adları anılır, şeriatın bütün kurallarına uyulur.

Sadilik ‘in ; Acizilik (Aciziye), Selamilik (Selamiye), Tağlebilik (Tağlebiye), Vefaılik (Vefaiyye) adlı dört kolu vardır.

Sadilik ‘in İstanbulda oldukça geniş bir alana yayıldığı, yirminin üstünde tekkesinin olduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Sadilik Kütüğü

- Hasan Basrî
- Habib Acenmî
- Davud Taî
- Maruf kerhî
- Seriüs-Sakatî
- Cüneyd Bağdadî
- Ebu Ali Ruziyarı Ahmed
- Ebu Osman Mağrii Said
- Ebu Kasım Guürgani Ali
- Ebu Bekir Kusî
- Ebul-Vefa İbrahim
- Ebu said Endülüsi
- Ebül-Medinü’l Mağribî
- Yunus Şeybanî
- Mezid Şeybanî
- Abdullah Şeybanî
- Sadeddin Cevahirü’l – Şeybanî . . .
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 20/09/08, 11:55   #55
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

ne çok din varmış yaw
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz Aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 09:54 .


Powered by vBulletin
Copyright © 2000-2007 Jelsoft Enterprises Limited.
Sitemap
6, 5, 3, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 113, 16, 17, 18, 19, 81, 20, 27, 22, 23, 24, 25, 26, 48, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 43, 136, 40, 58, 45, 42, 44, 46, 47, 53, 54, 55, 56, 57, 59, 60, 70, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 68, 69, 71, 72, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 82, 83, 96, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 98, 97, 100, 101, 102, 103, 106, 104, 105, 112, 109, 108, 107, 110, 111, 114, 115, 118, 116, 117, 119, 148, 154, 124, 165, 122, 120, 123, 121, 150, 153, 125, 128, 129, 131, 132, 133, 134, 135, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 151, 149, 202, 175, 164, 152, 167, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 195, 169, 166, 168, 170, 171, 172, 199, 174, 173, 196, 200, 176, 177, 180, 178, 179, 182, 189, 187, 184, 186, 191, 192, 193, 194, 197, 198, 201, 203, 229, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 236, 231, 232, 233, 234, 235, 237, 240, 239, 241, 243, 242, 244,