Kitapların el ile yazıldığı ve altın ile tartılıp satıldığı dönemlerde eğer kitabın bir yerine
işaret konulmak istenirse (hatalı yerler, önemli cümleler vs.) kenarına tik atılmaz, karalama
yapılmaz, sayfaya zarar vermesin diye satırın kenarına mum yapıştırılır imiş. Rivayettir ki,
Süleyman Çelebi'den yaklaşık bir asır sonra, Yavuz Han zamanında İstanbul'da gösteriş
budalası, kibir küpü, övünmekten gayri bir şey söylemeyen bir Arap vaiz yaşamış. Âdeti
olduğu üzere ona buna sataşırken Süleyman Çelebi merhumun ünlü Vesiletü'n-Necât
nam mevlidine de dil uzatarak iftiralarıyla onu yerden yere çalmış. Halktan bazıları
dayanamayıp,
- Bre Efendi! Bu kadar söz edersin ama buna delil göstermezsin. Gücün yetiyorsa daha
güzel bir kitap yaz da dediklerine inanalım, demişler.
Arap vaiz, çarnaçar divitini hokkasına bandırmış. Bir hayli zaman emek çekmiş, ter
dökmüş. İşin sonunda, yazdığı ipe sapa gelmez beyitleri bir kitap şekline sokup soluğu,
devrin ünlü şairlerinden Üsküplü Atâ'nın evinde almış.
- Hele, demiş, üstat! Oku da nerelerinde hata görürsen tashih edilmek üzere kenarına
balmumu yapıştır.
Atâ, sözden ve şiirden anlayan adamdır. Bakmış ki, Arap vaizin söylediklerinde düzeltilmeye
değecek hiçbir doğru lâf yok, kitabı balmumuna batırıp iade etmiş.