Camın öyküsü beş bin yıl öncesine dayanıyor. Doğanın saflığı ve estetiği çağrıştıran bu armağanı uygarlık tarihinin tanıkları arasına masalsı bir tesadüfle girmiş. Öyküye göre doğu Akdeniz’in tüccar uluslarından Fenikeliler, bir kamp ateşinde yemek pişirirken kaplarını yükleri arasındaki soda karbonatı blokları üzerine koyarak pişirirler. Ateş, sabah sönene kadar, karbonat blokları içindeki nötronu ve kumu eritmiş, adeta bir tırtıl gibi metamorfoza uğratarak cama dönüştürmüş.
O gün bugün, bu kırılgan ve saydam madde insanoğlunun yaşamına bir daha hiç ayrılmamak üzere girmiş. Öykü böyle olsa da, arkeolojik buluntular, camın keşfini antik Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarına dayandırır. Yapılan kazılarda, günümüzden 5.500 yıl önce bu coğrafyada üretilen cam örnekleri ile karşılaşıldı. Bin yılların ötesinden yola çıkan cam, kimi zaman bir koku şişesi, bazense karanlığı aydınlatan bir kandil oldu. Hem ihtirasların saklandığı zehir şişesi, hem de hekimlerin ilaç deposu olan cam, sahibinin sosyal konumunu da belirleyen bir obje olageldi.
Alabastron… Bir Doğu Akdeniz Masalı Tarihin kaydettiği en erken cam örneklerine Doğu Akdeniz Havzası’nda rastlıyoruz. Denize egemen olmayı başarmış, Akdeniz’i dize getirmiş tüccar koloniler kuran Fenikeliler, cam sanatının harikulâde örneklerini de oluşturmuşlar. Genel adı alabastron olan Doğu Akdeniz camlarının bu en klasik örneklerinde, Akdeniz’in maviliklerinden, dalgalarından ve doğanın yeşilden, sarıya ve kahverengiye çalan çok çeşitli tonlarından esinlenilmiş. Doğu Akdeniz’in gezgin tüccarları çeşitli esansları, kokulu yağları ve kimi zaman da değerli ilaçlarını bu şişelerde dönemin seçkinlerine ulaştırmışlar.
Hüznün En Asil İfadesi Antik toplumlar arasından özellikle Helenistik ve Roma dönemlerinde cam, sevginin ve hüznün ifadesine de aracılık etti. Sonsuzluğa uğurlananlara, geride kalan sevenleri, içlerine gözyaşlarını koydukları minik şişelerle eşlik etti bu ebedi yolculuğa. Gözyaşı şişesi adı verilen bu minik objeler her ne kadar üstün bir işçilik örneği sergilemeseler de, taşıdıkları manevi yükle ve içerdikleri anlamla belki de camın aldığı en duygusal halin ifadesi oldular. Türlü renk ve ebatlarda yapılıp günümüze kadar ulaşan cam sanatının bu ilginç örneklerine müzelerde de sıkça rastlamak mümkün.
Antik Grek ve Roma Dönemlerinde Cam Klasik, arkaik ve Helenistik dönem Grek ve Roma dönemi sanatlarında, günümüzün seri ve yoğun üretim anlayışından uzak, sanata ve estetiğe verilen önemin kişisel kullanıma dönük objelere de yansıdığı bir yaklaşım gözlenir. Bu dönemlerde antik cam sanatının en görkemli örneklerine rastlanır. Değişik ölçülerde üfleme, kalıp ve akıtma teknikleriyle göz alıcı renklerde üretilen objeler, cama verilen önemin ve değerin göstergesi oldu. Kuş gövdesi biçimli camlardan, hurma biçimli yağ ve esans şişelerine, tabak ve kâseden, kulplu bardaklara kadar cam, günümüzde olduğu gibi antik yaşamın da ayrılmaz bir parçasıydı.
Antik çağlarda üretilen birçok cam örneğinde sergilenen ustalık, günümüz uzmanlarını dahi şaşırtacak kadar ileri düzeydeydi. Zamanımıza ulaşmayı başaran seçkin örneklerde lâcivertten siyaha, beyazdan yeşile ve mavinin türlü tonlarına kadar uzanan geniş bir renk cümbüşünü görmek mümkün. Bu dönemde cam ustaları, cam yüzeyine sarı rengi altın yaldız ile verip üzerini yine şeffaf camla sırlayabilecek tekniklere de kavuştu. Döküm ve üfleme tekniği bazen bir arada kullanıldı. Portreli ya da akıtma ile üzerinde incecik cam filizleri sarılı şişeler ise bu dönem eserlerinin seçkinliği arttıran diğer detaylar.
Yine bu dönemde cam, aynı zamanda tıp alanında da kullanılan bir obje haline geldi. Antik çağların bilge hekimleri özellikle kas ağrılarını iyileştirirken özel yapılmış cam kaplardan yararlanıyordu. Bu uygulama günümüzde Anadolu’da halk arasında halen ‘bardak çekme’ adıyla biliniyor.
İslam Uygarlıklarında Cam İslam kültür coğrafyasının Anadolu, Mezopotamya ve Akdeniz Havzası’na doğru ilerlemesi ve buradaki kültürel değerleri sentezlemesiyle bir İslam sanat anlayışı oluştu. Mimari, tıp, astronomi, matematik ve kimya gibi temel alanlarda kaydedilen ilerleme, sanatta da etkisini kısa sürede göstererek İslam cam sanatını oluşturdu.
Suriye merkezli Emevilerle başlayıp, Bağdat merkezli Abbasilerle süregiden İslam cam geleneği Fatımi, Eyyubi, Memlûk ve Selçuklu dönemlerinde zirveye ulaştı. Özellikle Fatımi ve Eyyubiler döneminde cam kullanımı o derece yaygınlaşmıştı ki camdan ‘sence’ adıyla para dahi basıldı. Ancak halk tarafından benimsenmeyen bu uygulama kısa sürede ortadan kalktı. Cam dirhemler para yerine hassas terazilerde ağırlık ölçümünde kullanıldı.
Küllerinden Doğan Ölmez Eser Cam, uygarlığın gelişimi ile neredeyse yaşıt. Kırılıp, parçalansa dahi yok olmayan doğanın bu saf armağanı, bugün de modern yaşamın ayrılmaz bir parçası. Eritilip, yeniden üretilen, doğayı kirletmeyen, içine konulan maddeyi bozmadan yıllarca koruyup, saklayan bu eşsiz malzeme konserve kabından sohbetleri ısıtan çay bardağına, ışığın bin bir halini gösteren kristalden ilaç şişelerine kadar bizlerle iç içe yaşamaya devam ediyor. Su içtiğimiz bardak ya da evimizdeki avizenin kristal pulu belki de binlerce yıl öncesinde gelen bir camın izlerini taşıyor.