Geri git   Van.GEN.TR Forum | Yerel Van Forumu > Serbest alan > Sağlık

Sağlık Sağlıkla ilgili sorunlarınız, sorularınız, tıptaki yenilikler bu bölümde...

Cevapla
 
Konu Araçları Stil
Alt 21/09/08, 12:54   #51
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

Gün Aşımı Gebelikte

Gebeliğin son adet tarihinden itibaren 42. haftanın sonunda sonlanmamasına gün aşımı denir. Yaklaış % 10 gebelikte görüldüğü ileri sürülse de bunların büyük bir kısmı gerçekte gün aşımı değil son adet tarihinin yanlış bilinmesinden kaynaklanmaktadır. Fetus da beyin gelişmemesi (anensefali), fetusun böbrek üstü bezlerinde aşırı büyüme, hipofiz bezinin olmaması gibi bazı fetal yapısal bozukluklar ile yine fetusa ait bazı enzim bozuklukları doğumnun gecikmesine yol açabilir. Daha önceki gebeliklerinde gün aşımı olan kişilerde bu durumun tekrarlama olasılığı yüksektir. Tüm bunlara rağmen yine de gün aşımı olan gebelerin %90'ından fazlasında belirgin bir neden bulunamaz. 42 haftanın sonunda doğum gerçekleşmediğinde plasentada yaşlanma belirtileri boygörtermeye başlar. Bebeğe giden oksijen ve besin maddelerinde yetmezlik görülür. Bu durum bebeği sıkıntıya sokar. Bebek kakasını yapabilir. Bu durum uzun sürer ise ya da bebek bu maddeleri yutar ise doğum sonrası kimyasal zaatürre görülebilir. Yine gün aşımı ile bilikte amniyon mayiinde azalma ve buna bağlı komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Bebek miadında normalkilosunda olmasına rağmen plasenta yetmezliği nedeni ile kilo kaybedebilir. Bunun tam tersi durum da söz konusu olabilir ve bebek kilo almaya devam eder ise iri bebek ve buna bağlı doğum riskleri ortaya çıkabilir. Gün aşımından söz edebilmek için gebelik yaşının çok iyi tayin edilmesi gerekir. Düzenli kontrole giden gebelerde ultrason takipleri ile gebelik yaşı bilindiğinden tanıda pek zorlanılmaz. 40 hafta dolduktan sonra ya da gebelik yaşından emin olunmadığı durumlarda fetal iyilik halinin değerlendirilmesinde kullanılan yöntemler ile bebeğin sıkıntıda olup olmadığı araştırılır. Genelde bu takipler 3 günde bir şeklinde uygulanır. 42. haftaya kadar doğum gerçekleşmez ise ya da bebeğin sıkıntıda olduğu fark edilir ise hastanın durumuna göre sezaryen ya da suni sancı ile gebelik sonlandırılır.
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 21/09/08, 12:54   #52
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

HELLP Sendromu

Pekçok kadın için problemsiz geçen 280 günlük gebelik macerası bazı kadınlar için çok zor geçebilir hatta hem anne hem de bebek açısından çok üzücü sonuçlar doğurabilir. Komplikasyonlu geçen bu gebeliklerin takip ve tedavisi diğer gebeliklerden oldukça farklıdır. Tecrübe ve cesaret gerektirir. Gebeliğin anne hayatını da tehliaaae atabilen en önemli komplikasyonlarından birisi gebeliğe bağlı hipertansiyondur. Kısaca PIH (pregnancy induced hypertension) olarak adlandırılan bu durumun en ileri formu ise HELLP Sendromudur.

PIH gebeliklerin yaklaşık %7'sinde, değişik derecelerde 20. haftadan sonra ortaya çıkar. HELLP sendromu ise bunun en ileri formudur ve neredeyse tüm vücut sistemlerini etkiler. İsmi görülen 3 temel bulgunun isimlerinin başharflerinden alınmıştır.

Hemolysis (Hemoliz, kırmızı kan hücrelerinin yıkılması)
ELevated liver Enyzmes (Karaciğer enzimerinde artma)
Low Platelets (Kan pıhtılaşmasını sağlayan ve trombosit adı verilen hücreciklerin azalması)
HELLP preeklempsinin bir formudur. İlk kez 1982 yılında Dr. Weinstein tarafından tanımlanmıştır. Gebeliklerin yaklaşık %0.2-0.6'sında görülür. Preeklemptik hastaların %12'sinde ortaya çıkar. Hastaların %11'i 27 haftadan küçük gebeliklerdir. Vakaların %31'inde ise doğumdan sonraki ilk 7 günde ortaya çıkar. Postpartum HELLP adı verilen bu tablo en sık doğumdan sonraki ilk 48 saatte gelişir. Anne kaybı oranı %1.1'dir. Bebeklerin ise %40-60'ı ya anne karnında ya da doğumdan sonra kaybedilir. bebeklerdeki en sık ölüm nedeni plasentanın erken ayrılması, bebeğin oksijensiz kalması ve prematürlüktür.

HELLP çok tehlikeli bir durum olan dissemine intravasküler koagülasyon (DİK) adı verilen bir tabloya da yol açabilir. Bu tabloda kişinin kanama pıhtılaşma sistemi tamamen bozulmuştur. Kan damar içinde önce pıhtılaşır sonra çözülür ve bu ksıır döngü hasta kaybedilene kadar devam eder.

Bazı HELLP vakalarında ise yüksek tansiyon olmayabilir ya da var olsa bile çok sınırda bir yükseklik izlenir. Bu nedenle HELLP tanısında hipertansiyon şart değildir. Bebek ölümü genelde erken doğuma ve plasenta kazalarına bağlı gelişirken anne ölümlerinin en sık sebebi DİK ve karaciğer yırtılmasıdır.

HELLP sendromunun neden geliştiği tam anlamı ile anlaşılabilmiş değildir. Son yapılan çalışmalarda plasentadaki bir gelişim bozukluğunun bu tabloya neden olabileceği aaai ileri sürülmektedir. Yine plasentadaki çok ince kan damarlarında meydana gelen pıhtılaşmalar ve tıkanıklıklar altta yatan neden olabilir. Bu yüksek tansiyonlu gebelerdeki düşük kilolu bebeklerin durumunu açıklayabilir.

Hemoliz
Hemoliz kanın ana yapıtaşlarından biri olan kırmızı kan hücrelerinin (alyuvar, eritrosit, RBC) parçalanması ve normal yaşam süreleri olan 120 günden önce dolaşımdan yok olmasıdır. HELLP'de görülen hemoliz mikroanjiyopatik hemolizdir. Yani en küçük kan damarlarında meydana gelen yapısal bozukluk buradan geçen alyuvarların parçalanmasına neden olur. Buna endotel hasarı adı verilir. Endotel damaların içini döşeyen hücre tabakasının ismidir. Endotel hasarı sonucu kansızlık yani hemolitik anemi tablosu ortaya çıkar. RBC'ler yıkılınca içerdikleri maddeler direk dolaşıma katılır ve kan bilirubin düzeyleri yükselir. Hastada sarılık yani ikter tablosu görülebilir. Alyuvar yıkımı oladuğunda vücut buna kanın sıvı kısmını arttırarak reaksiyon verir. Bunu başarmak için böbreklerde atılan sıvı miktarı azalır. Bu nedenle HELLP hastalarında idrar çıkışı az olur. Kanın sıvı kısmı arttıkça oksijen taşıma kabiliyeti de paralel olarak azalır buna karşın kalbe binen yük artar ve tansiyon yükselmeye devam eder. Bu yüksek basınçlı ortamda sıvı damar dışına, doku boşluklarına kaçar ve ödem oluşur. Vücut bu yeni dolaşım sistemine uyum sağlamak zorundadır ve zaten oksijen taşıma potansiyeli iyice azalmış olan kan'ı oksijene en çok ihtiyaç duyulan bölgelere (beyin, kalp, böbrek gibi) yönlendirmeye çalışır. Damarlardaki kasılma ve gevşemeler sonucu sağlanan bu dolaşım tablosunda en az pay cilde düşer. Bu nedenle HELLP hastalarında cilt soluk beyaz görünebilir ve cilt altındaki çok ince damarların zedelenmesi neticesinde küçük morluklar ortaya çıkabilir. Bu değişimlere bağlı olarak hastada bazı şikayetler ortaya çıkabilir. Bunlar:

Nefes darlığı
Başağrısı
Görme bozuklukları
Bulantı
Baş dönmesi
Ödemdir.
Trombositopeni
Kanın bileşenlerinden biri olan trombositler pıhtılaşmadan sorumlu hücrelerdir.Kanamaya vücut ilk tepsisini trombositlerle verir.Kandaki trombosit sayısının azalmasına trombositopeni denir. Normal bir erişkinde 140.000-440.000 trombosit bulunur. Bu sayı kritik değer olan 50.000'in altına düştüğünde spontan, yani ortada hiçbir etken olmadan ortaya çıkan kanamalar görülebilir. Bu nedenle trombositopeni çok tehlikeli bir durumdur. Bazı gebelerde gebelik esnasında kan trombosit sayılarında azalma olabilir ancak bu tıpkı gebeliğe bağlı kansızlıkta görüldüğü gibi dilusyonel bir durumdur ve ciddi bir etki yaratmaz.

Karaciğer enzimlerinde yükselme
Karaciğer içindeki çok küçük damarların da zedelenmesi ve tıkanması sonucu karaciğerden dışarıya doğru olan kan akımı bozulur ve karaciğer gerilmeye başlar ve bu organdan salgılanan enzimlerde artış görülür.

Belirtiler
HELLP vakalarının %90'ı belirti verir. En sık görülen şikayetler

Mide bölgesinde ağrı (Epigastrik ağrı) (%65)
Bulantı ve kusma (%30)
Başağrısı'dır (%31)
Gebeliğin ikinci yarısında bu şikayetler ortaya çıktığında ilk akla gelmesi gereken HELLP sendromudur.

Diğer belirtiler ise yüksek tansiyon, idrarla protein kaybı, ödem, halsizlik, sarılık gibi spesifik olmayan şikayetlerdir.

Epigastrik ağrının sebebi karaciğerin şişmesi ve gerilmesidir. Karaciğer kapsülü altında kanamanın belirtisi de olabilir. Gebeliğe bağlı yüksek tansiyon tanısı ile izlenen hastalarda epigastrik ağrı ortaya çıkar ise durum çok ciddi demektir. Süratle müdahale edimez ise karaciğer yırtılabilir ve kanama nedeni ile anne adayı kaybedilebilir. Laboratuvar bulguları ve diğer klinik belirtiler hafifi olsa dahi karın ağrısının olması olayın sanıldığından çok daha ciddi olduğunun bir göstergesidir.

Durum uzun sürdüğünde tüm organlar oksijensizlikten etkileneceğinden kalıcı böbrek hasarı ve böbrek yetmezliği gibi durumlar ortaya çıkabilir. Trombosit sayısı çok düşer ise kafa içi kanamalar dahi görülebilir.

Help sendromu kliniği 3 kategoride incelenir.

Sınıf 1: En ciddi formudur ve trombosit sayısı 50.000'den azdır
Sınıf 2: Trombosit sayısı 50.000-100.000 arasındadır
Sınıf 3: Trombosit sayısı 100.000'den fazladır.
Anne ve bebek açısından riskler
Gebelikte tansiyonu yüksek olan anne adayları böbrek hasarı açısından yüksek risk altındadırlar. Yine bu annelerde doğumdan sonra kan basıncının normale dönmemesi ve kronik hipertansiyon oluşması olasılığı mevcuttur. HELLP sendromu olan hastalarda ise ek olarak

karaciğer yırtılması
DİK
Plasentanın erken ayrılması (abruptio plasenta) ve buna bağlı gelişen komplikasyonlar
Akut böbrek yetmezliği
Herhangi bir dokuda oksijen yetmezliğine bağlı enfarktüs
Hipoglisemi
Pankreas iltihabı
Nörolojik yakınmalar
Beyin kanaması
İnme
Akciğer ödemi
Beyin ödemi
Solunum problemleri
Konvülsiyonlar
Ölüm
gibi komplikasyonlar görülebilir. En sık anne ölüm nedeni karaciğer yırtılmasına bağlı ani ve süratli karın içi kanamalardır.

Hipertansiyon ve HELLP sendromu sadece anneyi değil bebeği de bazı riskler altına sokar. Rahim ve plasentaya olan kan akımı azaldığı için bebekte gelişme geriliği hatta buna bağlı ölüm görülebilir. En sık bebek ölüm nedeni ise prematür doğuma bağlı gelişen komplikasyonlardır. Plasentada meydana gelen enfarktüsler ve/veya plasentanın ayrılması ise anne karnında bebek ölümüne yol açabilir. HELLP sendromlu annelerden doğan bebeklerde görülebilecek sorunlar şunlardır:

Gelişme geriliği
Doğum sonrası solunum desteği ihtiyacı
Düşük kan şekeri
Düşük trombosit sayısı
Yüksek alyuvar sayısı
Düşük akyuvar sayısı
Kalp ve dolaşım siteminde anomaliler
Kas tonüsünde azalma
Düşük kalsiyum seviyesi
Düşük kan basıncı
Tedavi
HELLP sendromunda tedavi tanı konduğu anda gebeliğin sonlandırılmasıdır. Bazı yazarlar çok riskli olmasına rağmen bir süre destekleyici tedavi ile beklenebileceğini ancak bu riski hem hekimin hem de ailenin kabul etmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Gebeliğin sonlandırılmasında tercih edilecek yöntem sezaryendir. Gebelik sonlandırıldıktan sonra hastalarda dramatik bir iyileşme çok süratli bir şekilde gerçekleşmektedir. Gerek sezaryen esnasında gerekse ameliyattan sonra hastanın kan tablosu düzeltilmeye çalışılır. Bu amaçla hastaya taze kan, taze donmuş plazma ve/veya trombozit solüsyonları verilir. Kan proteinleri düşük ise takviye yapılır. Hastanın durumuna göre destekleyici tedavi uygulanır.

Bebek ise standart prrematüre tedavisine alınır. Yüksek tansiyonlu anne adaylarının bebekleri uzun süreli strese maruz kaldıklarından solunum sistemleri diğer bebeklere göre çok daha erken olgunlaşır. Bazı bebeklerde solunum desteği dahi gerekmeyebilir.

Korunma
Gebeliğe bağlı yüksek tansiyon ve HELLP sendromundan korunmak tam anlamı ile mümkün değildir. Ancak alınacak birkaç basit önlem ve tedavi riski azaltabilir. Bu açıdan en önemli şey kontrollere ihmal etmeden gitmektir. Her kontrolde kan basıncı ve kilo artışı ölçülmeli ve özellikle 20. haftadan sonra idrar tetkiki yapılmalıdır. Gerekli olduğu hallerde kan biyokimyası ve enzimler konrtol edilmeli kan sayımı yapılmalıdır. Bu sayede vaka çok erken dönemde yakalanabilir ve üzücü sonuçların doğmasının önüne geçilebilir.

Bunlar dışında protein alımı ve kalsiyum alımı ile preeklempsi riskinin azaldığı ileri sürülmüş olmasına rağmen heniz kanıtlanmış bir bulgu yoktur.

Düşük doz aspirin kullanımı ile preeklempsi arasındaki ilişki pekçok çalışmaya konu olmuştur. Bu çalışmalarda çok değişik sonuçlar elde edilmekle birlikte aspirinin asıl olarak daha önceki gebeliklerinde preeklempsi geçiren kadınlarda daha etkili olduğu sonucuna varılmıştır
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 21/09/08, 12:56   #53
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

hiperprolaktinemi prolatkin hormon yüksekliği

Prolaktin beyinde hipofiz adı verilen bir bölgeden salgılanan bir hormondur. Kandaki normal değeri 10-25 ng/ml'dir.Vücuttaki asıl görevi süt üretilmesidir. Üretilen sütün meme uçlarından salınmasının sorumlusu ise oksitosin adı verilen başka bir hormondur. Prolaktin hipofiz dışında az miktarlarda endometrium ve myometriumdan da (rahim iç zarı ve rahim kası) salgılanır. Prolaktinin salınımı pek çok faktöre bağlıdır. Ancak asıl olarak dopamin adı verilen bir madde prolaktin salınımından sorumludur. Vücutta 5 değişik türde prolaktin vardır. Bunların herhangi bir andaki bioaktivite ve immunoaktiviteleri farklıdır. Bioaktivite hormonun vücutta etki yaratmasını anlatırken immunoaktivite kabaca yapılan kan testlerinde saptanmasıdır. Bunu şöyle bir örnekle anlatabiliriz. Vücutta fazla olan prolaktin süt salınımına ve adet düzensizliğine neden olur. Bu hormonun biokativitesidir. Ancak klinik olarak yakınmalar olsa bile kan testlerinde hormon düzeyleri normal olarak bulunabilir.Bu örnekte verilen hastada bioaktivite yüksek ancak immunoaktivite düşüktür. Tam tersi durumlar da söz konusu olabilir. Yani kan hormon düzeyleri yüksek olmasına rağmen hastada klinik bir bulgu yoktur. Bu kişide de hormonun immunoaktivitesi yüksek bioaktivitesi düşüktür.

Prolaktin fazlalığı kadınların yaklaşık 3 de birindeki adet gecikmelerinin nedenidir. Yine prolaktini yüksek olan kadınların 1/3'ünde galaktore yani memelerden süt gelmesi görülür. Galaktoreli kadınların da 1/3'ünde adetler normaldir.Prolaktin adet görmede rol alan GnRH adı verilen hormonların salınımını bozarak adet gecikmelerine ve kısırlığa neden olabilir. Prolaktin düzeyi ile klinik bulgular çoğu zaman birbiri ile paralel olmazlar. Prolaktini yüksek kadınların bir kısmında hipofizde adenom adı verilen tümör bulunur. Ancak bu tümör kötü huylu yani kanser değildir. Büyüklüğü 10 mm'den az olan tümörlere mikroadenom, daha büyük olanlara ise makroadenom adı verilir.

Belirtiler
Hiperprolaktineminin en sık görülen belirtisi memelerden süt gelmesi ve adet düzensizliğidir.Ayrıca adet görmeme, kısırlık gibi şikayetler de olabilir. Çok büyük tümörlerde şiddetli baş ağrıları ve görme bozuklukları olabilir.


Galaktore: Galaktore memelerden uygunsuz sıvı gelmesi demektir. Bu sıvı genelde beyaz veya renksizdir.Her iki memede ya da tek birinde olabilir. Galaktoreye neden olan durumlar şunlardır:

Östrojen fazlalığı (doğum kontrol hapları, östrojen salgılayan kistler vb)
Uzun süre emzirme
Bazı ilaçlar
Stres
Beyin lezyonları
Tiroid hormonu azlığı
Hipofiz adenomu
Myom vb gibi patolojik prolaktin salgılanması

Amenore: Adet görmeme. Prolaktini yüksek kadınların yaklaşık %33'ünde görülür.
İnfertilite: Prolaktin yüksekliği GnRH salınımını bozarak yumurtlama bozukluklarına ve dolayısı ile infertiliteye neden olur.

Tanı
Hiperprolaktinemi yani kanda prolaktin fazlalığının tanısı kanda bu hormonun düzeyinin incelenmesi ile konur.Düzey yüksek bulunduğunda adenom olup olmadığının anlaşılması için ilk önce kafa filmi çekilir. Burada kemik yapılarda deformasyon saptanmaz ise tomografi ya da manyetik rezonans çekilmesi gerekebilir. Bu şekilde tanı konur. Eğer hormon düzeyleri çok yüksek değil ise kanda hormon tayini dışında ek bir tanı yöntemine gerek yoktur.

Tedavi
Eğer tek sorun galaktore ise genelde tedavi gerektirmez. Beraberinde prolaktin de yüksek bulunur ise seviyesi önemlidir. Eğer 100 ng/ml'den düşük ise ileri bir tanı yöntemi gerekmez. İlaç tedavisinden fayda görür. İnfertilite nedeninin prolaktin yüksekliği olarak saptandığı ve değerin 100'den düşük olduğu hastaların %80'i ilaç tedavisi ile gebe kalır. Eğer değer 100 ng/ml'den yüksek bulunur ise ileri tetkik gerekir. Çekilen filmler neticesinde mikroadenom bulunur ise yine tek başına ilaç tedavisi ve takip önerilir. 100 den büyük değerlerde ise cerrahi gerekli olabilir.

Gebelik ve Prolaktin
Gebeliğin 8. haftasından itibaren prolaktin düzeyleri kanda artmaya başlar ve miadda en yüksek düzeyine ulaşır (200-400 ng/ml). Prolaktin memenin büyümesini uyarır ve gebelik esnasında süt kanallarından klostrum adı verilen ve halk arasında ağız da denilen maddenin yapımını sağlar. Gebelik sırasında kanda yüksek oranda bulunan progesteron hormonu tam manası ile süt yapılmasını engeller. Doğumdan sonra progesteron ortamdan kalktığı için süt üretimi başlar. Bu nedenle doğumdan sonra süt gelmesi 72 saati bulabilir. Emzirmeyen annelerde ise doğumdan sonra 7 günde kan düzeyleri normal gebelik öncesi seviyelerine iner.Gebelikte prolaktinin bebeğin akciğer gelişminde rol oynadığı ve yine bebeğin anne tarafından yabancı cisim olarak algılanıp atılmasını engellediği ileri sürülmektedir.
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 21/09/08, 12:56   #54
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

Histerosalpingografi

Histerosalpingografi, rahim ve tüplerin rontgen filmlerinde görülebilen yani kontrast bir madde ile doldurulması ve radyolojik olarak tüplerin açık olup olmadıklarının ve rahim içi durumunun gösterildiği bir yöntemdir. Kısaca rahim filmi diyebiliriz. Kontrast madde bir kanül aracılığıyla rahim içine verilir bu madde röntgen filminde organların görülmesini sağlar.

Histerosalpingografi; kısırlığın, ağır kanamaların, ağrılı menstürasyonların ve menstürasyon düzensizliklerinin araştırılmasında kullanılır. Bu yöntemin bir hastada uygulanabilmesi için, adetin bitiminden sonraki ilk hafta tercih edilmelidir. Özellikle 5-10. günlerde yapılmalıdır. Kanamanın olduğu ilk günün adetin birinci günü olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca bu dönem içinde hasta cinsel temasta bulunmamış olmalıdır.

Histerosalpingografi uygulamasından önceki gece hasta ağır yiyecekler yememeli, çorba, salata türü hafif yiyecekler tercih edilmelidir. İşlemin yapılacağı günün sabahı hasta kesinlikle hiçbirşey yiyip içmemelidir. Bir gece evvelki barsak temizliği için ilaç (laksatif) alınmalıdır. Barsakların boş oluşu daha net görüntü elde edilmesini sağlar. Eğere hastanın kontrast maddeye karşı alerjisi olduğunu biliyorsa bunu doktoruna söylemelidir. Hasta işlemden hemen önce idrarını yapmalıdır. İşlem sırasında ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlarda hastanın durumuna göre uygulanır.

Kontrast madde rahim içi ve tüplere verilmeden önce abdomen (karın) filmi çekilir. Hasta işlem masasına kadın doğum muayene pozisyonunda yatırılır. Verilecek ilaç batın içine gideceğinden temizlik kurallarına çok dikkat edilmelidir. Spekulum denen aletle vajina(hazne) açılır ve serviks(rahim ağzı) temizlenir. Daha sonra serviks(rahim ağzı) sabitlenir ve bunun içinden kanül geçirilir. Bu kanül aracılığıyla kontrast madde rahim içine yavaş yavaş verilir ve röntgen filmi çekilir. Film hemen değerlendirilir, istenilen netlik veya görüntü yoksa işlem tekrarlanır. Kontrast madde tüplere gelince hasta hafif bir ağrı duyabilir. Tüpler açıksa kontrast madde pelvis boşluğuna yayılır.

İşlemden sonraki 1-2 gün boyunca hasta ara ara kramplar hissedebilir. Vajinal kanama görülebilir. Doktorun verdiği ağrı kesiciler muntazaman alınmalıdır. Beklenmedik bir durum oluştuğunda hasta süratle doktorunu arayıp bilgi almalıdır.

Bu yöntemin komplikasyonları (Yan Etkileri):

Rahim içinin gerilmesine bağlı ağrı ve kramplar gelişebilir. Ateş oluşabilir. Kontrast maddeye karşı allerjik reaksiyon gelişip deri döküntüleri, nefes darlığı vs. oluşabilir. Genital organlar veya komşu organlarda enfeksiyon varsa bu işlem sırasında yayılabilir. Hasta ovulasyon (yumurtlama) döneminde ise meydana gelebilecek bir gebeliği engelleyebilir.

Bu yöntemin uygulanamayacağı durumlar:

1-Bütün ateşli ve enfeksiyöz hastalar veya nekahetleri esnasında,

2-Menstrürasyon (adet) esnasında,

3-Gebelikte
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 21/09/08, 12:56   #55
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

drarda gebelik testi evde gebelik testi

Hamile olduğundan şüphelenen ve adet gecikmesi yaşayan pekçok kadın eczaneden kolayca temin ettiği gebelik testi ile hamile olup olmadığını öğrenmeye çalışır. Bu hem son derece ucuz, hem kolay hem de özel bir yöntemdir. Özeldir çünkü testi uygulayan kadından başka kimse sonucu bilemez. Pekçok kadın için bu önemli bir özelliktir. Kadın hamile olup olmadığını herkesten önce öğrenmek ve bu özel anı doyasıya yaşamak ister. Tam tersi şekilde istenmeyen bir gebelikten korkan kadın da hamile olup olmadığını başkalarının bilmesini istemeyebilir.

Her yıl tüm dünyada milyonlarca gebelik testi satılmaktadır. Evde yapılan gebelik testi anlamında "home pregnancy test" (HPT) olarak adlandırılan bu yararlı kitler her zaman doğru sonuç vermeyebilir. Hatalı pozitif ya da hatalı negatif sonuçlar kişide hem psikolojik hem de fiziksel travmaya neden olabilir. Bu nedenle gebelik testi kitlerini kullanırken çok dikkatli olmak gerekir.

Öte yandan e-posta ile gelen pekçok sorudan HPT'lerin ne zaman ve nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili yeterli bilgiye sahip olunmadığı sonucu çıkmaktadır.

HPT gebeliği nasıl saptar?

Bir gebelik oluştuğunda herhangi bir testin bu gebeliği saptayabilmesi için hCG adı verilen hormonun varlığı temel şarttır. hCG yalnızca gebelikte salgılanan bir hormondur ve salgılanabilmesi için döllenmiş yumurtanın blastokist aşamasına ulaşıp rahim içine yerleşmesi gerekir. Bu genelde yumurtlamayı takiben 6-10 gün içinde meydana gelen bir olaydır. Teorik olarak hCG döllenmeyi takip eden 9. gün civarında salgılanmaya başlar. Hormonun kanda yeterli düzeye ulaşıp idrarla da atılması için ek zamana gerek vardır. Çok erken dönemlerde hormon kanda yükselmeye başlamasına rağmen idrarl atılması gecikebilir. Normalde gebe olmayan bir kadında kandaki hCG düzeyi mililitrede 10 milienternasyonel üniteden (mIU) daha düşüktür

HPT'nin hassasiyeti ne demektir?
HPT'nin hassasiyeti idrarda saptayabildiği en düşük miktardaki hCG değeri anlamına gelir. Bugün piyasada satılan pekçok gebelik testinin hassasiyeti 20-50 mIU/mL arasındadır. Yani hCG değeri 20-50 mIU/mL'nin altındaysa test sonuç vermez. Oysa kan testi hCG değerini tam olarak yansıtır.Bu nedenle kan testi daha adet gecikmesi ortaya çıkmadan sonuç verebilir.

Testin duyarlılığı yani hassasiyeti ne kadar yükaaaae yani ölçebildiği hCG düzeyi ne kadar düşükse gebeliği erken dönemde gösterme olasılığı da o kadar yüksektir.

HPT nasıl yapılır?
Her gebelik testinin kendine ait özellikleri olabilir. Bu nedenle eczaneden test aldığınızda kullanma talimatını mutlaka okuyunuz.

Test için en uygun örnek orta akım idrarıdır. Yani idrar yapmaya başlayıp biraz idrarı boşa akıttıktan sonra idrar örneği almanız daha uygundur. Testin özelliğine göre idrarınızı bir kaba alıp damlalık ile damlatmanız, idrar kabına batırmanız ya da direkt olarak idrarınızı yaparken testi akan idrara tutmanız uygulanabilecek yöntemlerdir.

HPT en erken ne zaman sonuç verir?
"Arkadaşımla ilişkide bulundum daha sonra hemen gidip gebelik testi aldım sonuç negatif çıktı. Kesinlikle hamile olmadığımdan emin olabilirmiyim?" şeklinde sorular e-posta ya da telefon ile bana yöneltilen sorular arasında sıkça yer almaktadır. Bu kadar erken dönemde gebelik olup olmadığını ancak Tanrı bilebilir.

Daha öncede belirttiğim gibi gebelik testinde gebeliğin saptanabilmesi için embryonun rahim içine yerleşmiş olması gerekir. Bu nedenle test en erken yumurtlamadan sonraki 8-9. günde saptanabilir. Ancak yumurtlamanın geç olması, embryonun beklenenden daha geç yerleşmesi gibi nedenler ile bu dönemde yapılan idrar testi genelde negatif çıkar. Bu dönemde yapılan gebelik testinin negatif çıkması hatalı negatif anlamına gelmez ve hamile olmadığınızı göstermez. En akılcı ve ekonomik yaklaşım adet kanamasını beklemek eğer gecikme olursa test yapmaktır.

2001 Ekim ayında JAMA dergisinde yayınlanan geniş kapsamlı bir araştırmada adet gecikmesinin olduğu günde yapılan idrarda gebelik testinin duyarlılığının %90 olduğu saptanmıştır (JAMA. 2001;286-1759-1761). Geriye kalan %10 olguda daha henüz embryo rahime bile yerleşmemiştir. Yine aynı çalışmaya göre bu testlerin duyarlılığı en fazla adet gecikmesinden 1 hafta sonra olmakta ve %97'ye kadar çıkmaktadır.

Bu nedenle adet gecikmesinin takip eden 1-2 günde yapılan test negatif çıktığında mutlaka 1 hafta sonra test yeniden yapılmalıdır.

Testi yapmadan önce idrar ne süre ile tutulmalıdır?
Testi yaptığınız gün ne kadar geçse idrar tutmanız gereken süre o kadar azdır. Örneğin beklediğiniz adet kanaması 1 hafta geçmiş ise idrar tutmadan herhangi bir zamanda testi yapabilirsiniz. Öte yandan adet kanamasını beklediğiniz gündeyseniz ya da adet kanamanız 1-2 gün geciktiyse bu durumda 4 saat idrar yapmayıp daha sonra testi yapmalısınız.

Test nasıl yorumlanır?
Piyasada satılan değişik markalardaki idrar testleri birbirinden farklıdır. Bu nedenle kullndığınız testin kullanma talimatını mutlaka dikatlice okuyunuz.

Genelde idrar testlerinde 3 tane pencere bulunur. Bunlardan birine idrar örneği damlatılırken yan yana bulunan iki pencereye bakılarak test yorumlanır. Bu pencerelerden birisi testin doğru şekilde yapılıp yapılmadığınız gösterir (kontrol penceresi). Diğer pencere ise pozitif ya da negatif sonucu verir. Pozitif sonuç varlığında bu penceresinde ya bir çizgi ya da artı işareti çıkar. Sonuç penceresindeki çizginin renginin açık ya da koyu olması anlamını değiştirmez. Bu her durumda pozitif sonuç demektir. Bazı testlerde ise sonuç peceresinde artı ya da eksi işareti belirir. Artı pozitif sonucu yani gebeliği, eksi ise gebelik olmadığını gösterir.



Gebelik testinin sonucu okunurken testin kullanma kılavuzunda belirtilen zaman süresince beklenmelidir. Bazı durumlarda test negatif olmasına rağmen bir süre daha beklendiğinde hafif bir çizgi ortaya çıkabilir. Bu şüpheli sonucu belirtir. Ya hamile olmanıza rağmen hCG değeri testin saptayabileceği düzeylere ulaşmamıştır ya da hamiel değilsinizdir ancak test reaksiyon vermektedir. Her iki durumda da testin 1-2 gün sonra tekrar edilmesi ya da kanda gebelik testi yapılması uygundur. İdeal olan testin kullanma kılavuzunda belirtilen zaman sonrasında sonucu yorumlamaktır.

Test neden hatalı sonuç verir?
Testin hatalı negatif sonuç vermesinin temel nedeni duyarlılığının kandaki düşük düzeydeki hCG değerlerini saptamaya yetmemesidir. Testin erken yapılması bunda en önemli faktördür. Testin bozuk ya da son kullanım tarihinin geçmiş olması da bir diğer etkendir.

Hatalı pozitif sonuçlar ise daha nadir görülür. Bu gibi durumlarda bazen idrardaki başka bir hormona (örneğin LH) çapraz reaksiyon gelişebilir. Bir başka neden de kimyasal gebeliklerdir. Çok erken dönemde test pozitif çıkmasına rağmen daha sonra klinik olarak gebelik fark edilemeden embryo canlılığını yitirir ve kan hCG değerleri düşmeye başlar.

İnfertilite tedavilerinde yumurta çatlatmak amacıyla yapılan hCG enjeksiyonları sonrasında da hatalı pozitif sonuçlar görülebilir. Bu nedenle test son hCG enjeksiyonundan 10-14 gün sonra yapılmalıdır.

Testin hatalı pozitif sonuç vermesi oldukça nadirdir.Bu nedenle pozitif sonuç varlığında ek incelemeye gerek duyulmazken negatif olması mutlaka gebe olunmadığı anlamına gelmez

Kullanılan ilaçlar ya da enfeksiyonlar hatalı sonuçlara neden olabilir mi?
İçinde hCG içermeyen ilaçlar hatalı sonuca neden olmaz. Kısırlık tedavisinde kullanılan yumurtlama uyarıcı ilaçlar da dahil olmak üzere hiç bir antibiyotik, ağrıkesici, doğum kontrol hapı testin hatalı sonuç vermesine neden olmaz ya da gebelik varlığında testin pozitifleşme sürecini geciktirmez. Benzer şekilde tütün ürünleri ve alkol de HPT'lerin doğru sonuç vermesini engellemez.

Uyarılar
Her türlü adet gecikmesi mutlaka değerlendirilmesi gereken önemli bir sağlık sorunudur. Testin negatif çıkması durumunda eğer adet kanamanız hala daha başlamadıysa mutlaka jinekoloğunuzla görüşmelisiniz.

Testin pozitif olması normal bir gebelik olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle gebeliğin varlığını teyit etmek ve dış gebelik başta olmak üzere bazı erken gebelik komplikasyonlarına yenik düşmemek için kontrol şarttır. Öte yandan adet gecikmesi olan bir kadında testin negatif sonuç vermesi gebeliğin ilerlemesine neden olacaktır. Bu sırada gebelikte kullanılmaması gereken maddeleri kullanmanız ya da gebelik için uygun olmayan davranışlarda bulunmanız bebeğinize zarar verebilir. Bunun istenmeyen bir gebelik olması durumunda ise sonlandırılması için yasal sınır aşılabilir.
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 21/09/08, 12:56   #56
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

ileri anne yaşı

Bebek sahibi olmak için en uygun yaşlar 20 ile 30 arasıdır. Fakat kadınların çalışma hayatı içerisinde daha fazla yer almaya başlaması ile birlikte, gebelikler giderek daha ileri yaşlara ertelenmektedir. Günümüzde bir çok kadın ilk doğumunu 30' lu yaşlarda yapmaktadır.

Anne yaşının ilerlemiş olması, bazı riskleri de beraberinde getirir. Anne adaylarının 35 yaş ve üzeri olması durumuna 'İleri Anne Yaşı' diyoruz. Bu tip gebelikler daha yakından ve özel bir takip gerektirir.

35 yaş üzeri anne adaylarında;

1- Kromozom anomalili (genetik yapısı bozuk) bebek doğurma riski artar. Bu risk en bilinen şekli ile Down Sendromu (Mongol bebek)' nda belirgindir. 30 yaş altında kromozom anomalili bebek doğurma riski 1000 doğumda 2.6 iken, 35 yaş üzerinde bu risk 1000 doğumda 5.2 oranına yükselmektedir. Bu belirgin risk artışı nedeniyle 35 yaş üzerindeki gebeliklerde genetik inceleme yapılması önerilir.

2- İleri yaştaki anne adaylarında abortus (düşük) yapma riski de artmıştır. Bu yaş grubundaki gebelerde düşük riski 4 kat fazladır. Aslında bu durum, yaşla birlikte kromozomal anomali riski artması ile doğrusal ilişkilidir. Düşüklerin büyük bir kısmının nedeninin kromozomal anomali olduğu bilinmektedir.

3- İleri anne yaşında, dış gebelik ortaya çıkma riski, genç yaş gebeliklere göre biraz daha fazladır.

4- Anne yaşının ilerlemesi ile birlikte ikiz, üçüz gibi çoğul gebelik oranı yükselir. Çoğul gebeliklerin izlemi de özellik arz eder.

5- İleri yaşlarda karşımıza çıkan hipertansiyon ve diyabet (şeker hastalığı) gibi durumlar, gebelikle birlikte görüldüklerinde, bebek ve anne açısından tehlikeli olabilmektedir. 35 yaş üzerinde gebeliklerde hipertansiyon erken yaş gebeliklere göre 2-4 kat daha sık görülür ve yaklaşık olarak görülme sıklığı %10' dur. Preeklampsi (gebelikte hipertansiyon) gelişmesi açısından risk taşıyan bu durumun, gebelik bitiminden sonra kaybolup kaybolmadığı da mutlaka izlenmelidir. Gestasyonel Diyabet (gebeliğe bağlı şeker hastalığı), ileri yaş gebeliklerde daha sık görülen bir diğer hastalıktır.

6- İlerleyen yaşla birlikte bebeğin plasentası (eş) ile ilgili problemler de daha sık görülür. (Ablasyo plasenta , Plasenta Previa )

7- Erken doğum riski artar.

8- Damar dolaşımının ilerleyen yaşlarda bozulmasına bağlı olarak, düşük doğum ağırlıklı bebek doğurma riski, plasental yetmezlik riski yükselir. Intrauterin (rahim içi) gelişme geriliği açısından daha yakın takip ve fetal distres (bebeğin hayatını tehtiti eden sorunlar) bulgularının erken dönemde tespiti önem arz eder.

9- Doğum sonrası kanama ve uzamış doğum eylemi nedeni ile sezaryen operasyonu ihtimali artar.
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 21/09/08, 12:57   #57
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

infertilite: Kısırlık

Kısırlık tanısı için yapılan tetkikler ve muayeneler adım adım uygulanır ve uzun zaman alabilir. Bu zamar doktorun problemi iyi anlamasına ve en etkili tedaviye karar vermesine yardım eder. Araştırmalar sonucu bir ve•ya birden fazla kısırlık nedeni bulunabileceği gibi çiftlerin yaklaşık %15'inde kısırlığın nedeni saptanamaz.

Kısırlığın mutlak olduğu durumlar nadirdir. Erken menopoz veya erkekte hiç sperm hücresi bulunmaması dışında diğer kısırlık nedenleri için doğal yollardan çocuk sahibi olma şansının azalmış olduğundan bahsedilebilir.

Kadındaki en önemli kısırlık sebepleri yumurtlama bozuklukları, endometriozis ve tüplerin hasarlı veya tıkalı olmasıdır. Erkekte görülen kısırlık nedenleri arasında ise sperm sayısının, hareketliliğinin yetersiz olması ve bazı durumlarda da sperm hücrelerinin anormal olması sayılabilir.

KADINDA KISIRLIK NEDENLERİ

Yumurtlama bozuklukları:

Kadında en sık görülen kısırlık nedeni yumurtlama bozukluklarıdır. Yumurtlama (yumurtanın yumurtalıklar dışına atılması) olmaksızın döllenme ve gebelik oluşamaz. Yumurtlama bozukluğu dendiğinde yumurtlamanın hiç olmaması veya düzensiz ve seyrek olması anlaşılır. Adetlerin seyrek veya hiç görülmemesi çoğu zaman bir yumurtlama bozukluğunu gösterir ancak adetlerin tamamen düzenli olduğu durumlarda da yumurtlama bozukluklarına rastlanabilir. Yumurtlama bozuklukları başlıca üç grupta toplanabilir.

Yumurtalıklardaki yumurta üretimini uyaran hormonların doğuştan eksikliğine bağlı olarak beyin sapından salgılanamaması:Bu durumda kadında ergenlikten itibaren hiç adet kanaması görülmez.

Beyin sapından süt hormonu prolaktinin normalden fazla salgılanması: Bu durum genellikle bu bölgedeki iyi huylu bir tümörün varlığına bağlı olmakla beraber bazen hiçbir sebep bulunamaz. İyi huylu tümörlerin cerrahi yollarla çıkarılması veya sebep bulunamadığı durumlarda çeşitli ilaç tedavileri ile prolaktin seviyeleri düşürülerek yumurtlama normal hale getirilebilir.

Polikistik over sendromu: Bu hastalığın tipik formunda genel olarak adetler düzensiz ve seyrektir (yılda 3-4 adet). Bazı hastalarda adetler hiç görülmezken diğerlerinde tamamen normal olabilir. Hastalar genellikle şişmanlamaya yatkındırlar. Ciltte ve saçlarda yağlanma, sivilce gibi problemler sıkça görülür. Yumurtalıklarda normalden fazla sayıda yumurta bulunmakta ve bunlar erkeklik hormonu salgılayarak normal yumurta gelişimini engellemektedirler.

Tüplerin hasarlı ve tıkalı olması:

Tüplerin kısmen veya tamamen tıkalı olması sperm ile yumurtanın buluşmasını engelleyerek döllenme ve gebeliği olanaksız kılar. Tüplerdeki bu hasar geçirilmiş enfeksiyon, endometriozis veya geçirilmiş bir ameliyat sonrası kalan karın içi yapışıklıkları gibi birçok nedene bağlı olabilir. Tüpler bir dış gebelik sonucu da hasara uğrayabilir. Gelişmiş ülkelerde cinsel yollardan bulaşan enfeksiyonlar tüplerdeki hasarın en önemli nedenidir. Ülkemizde çocukluk çağında alınan verem mikrobu da tüplerde geri dönülemez hasar oluşturmaktadır.

Endometrioz

Endometriozis rahim içini döşeyen dokunun (endometrium) rahim dışında gelişmesidir. Endometriozis en sık olarak rahimi yerinde tutan bağlara yerleşmektedir. Diğer sık görüldüğü bölgeler ise rahim yüzeyi, tüpler ve yumurtalıklardır. Endometriozis tıpkı rahim içini döşeyen doku gibi hormonlara duyarlı olup adet sırasında kanar. Karın içinde oluşan bu mikro kanamalar zamanla iltihab benzeri yangısal durum oluşturmakta ve yapışıklıklara sebep olmaktadır. Endometriozis yumurtalıklarda yerleştiği zaman kist oluşumuna neden olmaktadır. Bu kistlere endometrioma adı verilir.

Endometriozisin en önemli belirtileri adet öncesi ve adet sırasında ağrı, ilişki esnasında veya sonrasında ağrı, düzensiz şiddetli adetler ve kısırlıktır. Daha az görülen diğer belirtiler yorgunluk, adet esnasında bağırsak hareketlerinin şiddetlenmesi veya ishal, kabızlık gibi diğer sindirim sistemine ait belirtilerdir. Bunların yanısıra endometriozis bazı kadınlarda hiçbir belirti vermeyebilir.

Endometriozisi olan kadınların yaklaşık yüzde 50'sinin çocuk sahibi olabilmeleri için tedavi gerekir. Yine kısırlık nedeni ile başvuran kadınların yaklaşık yüzde 25'inde endometriozis saptanmaktadır.

Rahim ağzına ait problemler:

Rahim ağzındaki yapısal, enfeksiyona ait veya bu bölgedeki salgıya (mukus) ait bozukluklar kısırlık sebebi olabilir. Rahim ağzından salgılanan mukus spermlerin genital yoldan taşınmasını kolaylaştırır. Östrojen ve progesteron hormonları etkisi altında mukusun siklus sırasında miktarı ve niteliği değişir. Polip gibi iyi huylu tümörler veya bu bölgeye uygulanmış olan cerrahi girişimler kısırlık sebebi olabilmektedir.

Alerjik nedenler:

Alerjik nedenler kısırlık nedeni olabilmekle birlikte teşhisleri ve tedavileri zordur. Alerjik ajan spermlerde veya mukusta bulunabilir. Antisperm antikorları adı verilen bu alerjik durumların tedavi etkinliği belli değildir ve tedavi edilen veya edilmeyenlerdeki gebelik oranları çok farklı değildir. Bu nedenle rutin olarak ölçülmelerinin gerekliliği tartışmalıdır.

ERKEKTE KISIRLIK NEDENLERİ

Çocukları olmayan çiftlerin yaklaşık %30-50'sinde problem erkekten kaynaklanmaktadır. Erkekteki kısırlık nedenleri başlıca 2 ana grupta toplanmıştır.
1-Spermin sayı ve kalitesini etkileyen üretim bozuklukları,

2-Spermi dışarıya taşıyan kanallardaki tıkanıklıklar.

Erkekteki bu problemlerin nedeni %30-40 olguda açıklanamaz. Sperm kalite ve sayısındaki bozuklukların nedeni bulunamadığında bir takım deneysel ilaç tedavileri uygulanmaktadır. Bu tedavilerin herhangi bir etkinliği olmadığı gösterilmiştir. Mikroinjeksiyon tekniğinin 1992 yılından itibaren uygulanmaya başlanması erkek kısırlığının tedavisinde bir dönüm noktası olmuştur. Bu teknik ile şiddetli erkek kısırlığı durumlarında bile yüksek gebelik oranları elde edilmektedir.

Sperm üretim bozuklukları:

Erkek kısırlığı olgularında spermin üretim ve olgunlaşma bozuklukları en sık rastlanılan durumdur. Üretim bozukluğu sperm sayısı ile ilgili olabileceği gibi kadın yumurtasının döllenmesini engelleyen sperm hareketlerinin zayıflığı veya sperm şekillerinin (morfoloji) anormalliği ile de ilgili olabilir. Erkeğin sperminin normal kabul edilebilmesi için sayısının en az 20 milyon/ml, hareketli sperm oranının yüzde 30 ve yapısal olarak normal sperm oranının yüzde dördün üzerinde olması gereklidir. Sperm değerlerinin yukarıda belirtilenin altında olması halinde doğal yollardan gebelik elde edilmesinde belirgin zorluklar yaşanmaya başlanmaktadır. Birçok faktör spermiogenezi (sperm hücrelerinin üretimi ve olgunlaşması) olumsuz yönde etkileyebilir. Bunlar aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir.

İltihabi hastalıklar- Bazı bakteri ve virüsler erkekte yumurtalık iltihabına sebep olur. Yumurtalıklarından iltihabi bir hastalık geçiren erkeklerin yaklaşık % 25'inde kısırlık problemi oluşmaktadır.

Hormon bozuklukları- Sperm ve erkeklik hormonu olan testosteron hormonunun üretimi beyin sapından salgılanan iki hormon (folicle stimulating hormon ve luteinizing hormon) tarafından kontrol edilir. Bu hormonların salınımına ait bozukluklar erkek kısırlığının o/a 2-5'inden sorumludur.

Çevresel problemler- Kanser tedavisi için kullanılan ışın ve ilaçlar sperm üretimini bozabilir.

Yapısal bozukluklar

Spermin üretim yeri olan yumurtalıklardan dışarı çıkmasını engelleyen tam veya kısmi tıkanıklıklar kısırlık nedeni olabilmektedir. Bu tıkanıklıklar doğuştan olabileceği gibi sonradan bir enfeksiyona da bağlı olabilir. Yumurtalık bölgesinden geçirilmiş bir cerrahi müdahale de tıkanıklığa sebep olabilmektedir.

Nedeni açıklanamayan kısırlık

Günümüzde tıbbın olanakları ile nedeni ortaya konulamayan kısırlık durumlarında nedeni açıklanamamış kısırlık (idiopatik infertilite) söz konusudur. Testler ile ortaya çıkarılamayan sperm fonksiyon bozuklukları, yumurtanın çatlaması ve tüpler içindeki hareketinde bazı bozuklukların varlığı öne sürülen varsayımlar arasındadır.

Nedeni açıklanamamış kısırlık olgularında rol oynayan psikolojik etkenlerin varlığı tam olarak belli değildir. Stresin kadın üreme sistemi ve hormon dengesi üzerinde olumsuz etkiler yapabileceği bilinmektedir. Ancak burada sebep-sonuç ilişkisi belli değildir. Yani kısırlık nedeniyle mi stres olmaktadır yoksa stres nedeniyle mi kısırlık olmaktadır. Stresin ortadan kalkma durumunda doğal yollardan gebeliklerin oluştuğu bildirilmiştir. Özellikle kısırlık tedavilerine cevap alınamayan çiftlerde bazen tedavinin kesildiği ve çifte dinlenme şansı verildiği aylarda kendiliğinden gebelik olabilmektedir.

Nedeni açıklanamamış kısırlık terimi günümüzdeki tanı yöntemlerinin sınırını göstermektedir. Tanı yöntemlerindeki ilerlemelerle birlikte bu gruba sokulan çift sayısı da azalacaktır


İnfertilite Tedavisi:
Tedavi araştırma safhasında bulunan nedene bağlı olarak yumurtlamayı sağlamak için hormon uygulanmasından cerrahi müdahaleye veya tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerine kadar değişebilir.

Yumurtlama problemleri

Kısırlık nedeniyle doktora başvuran kadınların yaklaşık % 20’sinde yumurtlama problemi vardır. Kadın üreme fonksiyonları bazı hormon bezleri tarafından salgılanan hormonlarla kontrol edilir. Bu bezlerden beyin sapında bulunan iki tanesi FSH ve LH hormonları yumurtlamanın oluşmasında temel rol oynarlar.

Bu bezlerdeki hormon salınımındaki bozukluklar yumurtlama problemlerine yol açarlar. Bu durumda yumurtlama çeşitli ilaçlarla (Klomifen, Pergonal Humegon, Metrodin) uyarılmalıdır. Yumurta gelişimi kandaki hormon seviyeleri ve ultrasonla takip edilerek, yumurtlama için uygun zaman tayin edilebilir. Bazı durumlarda yumurtanın çatlaması çeşitli ilaçlarla (Profazi, Pregnyl) sağlanabilir. Döllenme için en uygun zaman böylece belirlendikten sonra çifte ilişki önerilebileceği gibi halk arasında aşılama diye anılan spermlerin yıkanması sonrası rahim içine yerleştirilmesinden ibaret olan inseminasyon da yapılabilir.

İnseminasvon tedavisi

İnseminasyon daha çok rahim ağzına ait problemlerin bulunduğu, sperm sayısında ve hareketliliğinde hafif bozuklukların bulunduğu veya çifte ait hiçbir problemin bulunamadığı açıklanamayan kısırlık durumlarında uygulanmaktadır.

İnseminasyon için erkekten alınan sperm sıvısı laboratuar koşullarında çeşitli yıkama işlemlerine tabi tutularak sperm hücreleri dışındaki tüm sıvılarından arındırılmakta, sperm hücreleri çok az bir sıvı içinde konsantre edilmekte böylece sayı hareketlilik oranı artırılmaktadır. Daha sonra bu sıvı ince bir kateter yardımı ile rahim ağzından geçirilerek doğrudan rahmin içine verilmektedir.

Bu tedavi rahim ağzından salgılanan mukusun spermin rahim içine geçişini engellediği durumlarda en iyi sonucu vermektedir. İnseminasyon ayrıca nedeni açıklanamamış kısırlık olgularında ve hafif erkek kısırlığı olgularında da daha düşük başarı oranları ile kullanılmaktadır. En yüksek gebelik oranlarının ilk üç uygulamada olduğu altı uygulamadan sonra gebelik şansının çok düşük olduğu gösterilmiştir. Uygun koşullarda yapılmış üç inseminasyon sonrası yardımcı üreme tekniklerine geçilmesi düşünülebilir. Özellikle nedeni açıklanamayan kısırlık olgularında çiftlerin yaklaşık yüzde 25'inde tüp bebek uygulanmasında spermden veya yumurtadan kaynaklanan bir döllenme bozukluğu görülmektedir. İnseminasyon tedavisi ile gebelik şansı altı uygulama sonucu yaklaşık olarak yüzde 30 civarındadır.

Yumurtlama yokluğu ilaçlara yanıt vermediği bazı durumlarda yumurtalık yetmezliğine bağlı olabilir. Tedavisi olmayan bu durumda tek çözüm ülkemizde uygulanmasına izin verilmeyen yumurta veya embriyo bağışıdır.

Yardımcı üreme teknikleri

Erkek ve kadın üreme hücrelerinin doğal yollardan bir araya gelemediği durumlarda daha ileri tekniklere başvurmak gerekmektedir. Bu tekniklerin çoğunda kadının yumurtaları ultrason kontrolünde bir iğne ile emilerek vücut dışına alınmaktadır. Bu amaçla çeşitli ilaçlarla aynı anda birçok yumurtanın gelişmesi sağlanmakta ve uygun koşullarda 20'den fazla yumurta hücresi elde edilebilmektedir. Sperm elde edilmesi ise çoğu zaman çok daha kolaydır ancak menisinde sperm bulunmayan erkeklerde spermleri yumurtalık kanalından veya doğrudan yumurtalıklardan elde etmek için cerrahi işlemlere gerek duyulmaktadır
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 21/09/08, 12:57   #58
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

Jinekolojik kanserlerde tarama yöntemleri

Son yıllarda kanser tedavisinde önemli gelişmeler kaydedilmesine karşın, erken tanı hala önemini korumaktadır. Aslında hastalık başlamadan önce kansere dönüşebilecek hücrelerin saptanması erken tanı ve tedaviden daha önemli olup, kanser sıklığının ve kansere bağlı ölümlerin azaltılması açısından en temel noktayı oluşturmaktadır. Şimdi kadın genital sistem kanserlerinin azaltılması ve erken tanısı açısından izlenmesi gereken yollara bir göz atacağız.

SERVİKS (RAHİM AĞZI) KANSERİ

Daha önce en sık rastlanan kadın genital sistem kanseri iken, smear testi ile kanser öncesi hücrelerin saptanabilmesi veya kanserin tanısının erken konulabilmesi sonucunda şu anda kadın genital kanserleri arasında üçüncü sıklıkta rastlanmaktadır. Rahim ağzında kanser öncesi değişiklikler gösteren hücreler, 5-10 yıl gibi uzun bir süre sonra kansere dönüşürler. Bu da smear testinin önemini ortaya koymaktadır. Smear testi uygulaması sonucunda rahim ağzı kanserine bağlı ölümler % 40 azalma göstermiştir.

Risk Grupları:

1. Erken yaşta cinsel ilişki

2. Birden fazla kişi ile cinsel ilişki veya eşinin birden fazla kadınla ilişkisinin olması

3. Sigara kullanımı

4. Bağışıklık sistemi bozuklukları. Bu gruplarda bulunan kadınlarda rahim ağzı kanseri daha sık görülür.

Öneri: Rahim ağzı kanseri sıklığının azaltılması veya erken tanı açısından en önemli test smear testidir. Rahim ağzı kanseri olan hastaların % 50’si hiç smear testi yaptırmayan kadınlarda görülüyor. Smear testinin yılda bir defa yapılması öneriliyor. Üç yıl boyunca yapılan üç test normal ise ve kadında bir risk faktörü yok ise sonra daha az sıklıkta yapılabilir. Yukarıda sözettiğimiz risk faktörleri olan kadınlarda daha sık test yapılabilir.

RAHİM KANSERİ

Rahim kanseri doğum kanalında görülen en sık kanser tipidir, ancak % 75’i erken dönemde yakalanabildiği için ölüm oranı daha az ve yaşam süresi uzundur. Bunun nedenide kanserin erken dönemde anormal kanama ile belirti vermesidir.

Risk Grupları:

1. Polikistik over hastalığı olanlar

2. Tamoksifen adlı ilacı kullananlar (meme kanseri tedavisinde kullanılır

3. Şişman olanlar

4. Şeker hastalığı olanlar

5. Ailevi barsak, meme veya yumurtalık kanseri olanlar

Öneri: Rahim kanserinin kansere dönüşmeden önce saptanması konusunda yaygın kullanılan bir test bulunmamaktadır. Ancak kanserin erken belirti vermesi erken tanı için önemli bir avantajdır. Bu nedenle adet dışı kanamaları olan ve adet kanaması fazla olan hastaların doktor kontrolüne gitmesi, vajinal ultrasonografi ve gerekirse biyopsi yaptırması önerilir. Yukarıda belirtilen risk faktörleri olan hastaların bu konuda daha duyarlı olması gerekir. Menopoz döneminde olan hastalarda kanama daha önemlidir. Bu dönemdeki herhangi bir kanama durumunda mutlaka doktora başvurmak gerekir.

YUMURTALIK KANSERİ

Yumurtalık kanseri genellikle geç dönemde belirti verdiği için erken tanı daha da önem kazanmaktadır. Ancak ne yazık ki erken tanı konusunda henüz yaygın olarak uygulanabilecek bir yöntem geliştirilememiştir.

Risk Grupları:

1. Genetik eğilim: Ailede yumurtalık, meme, rahim veya barsak kanseri

2. Hiç çocuk doğurmama

3. Daha önce meme, barsak veya rahim kanseri öyküsü

Öneri: Daha öncede belirttiğimiz gibi kanser gelişimi başlamadan veya erken tanı için henüz bir yöntem bulunmamaktadır. Yılda bir defa muayene ve vajinal ultrasonografi ile bazı hastaların erken tanısı konulabilir. Ailevi yumurtalık kanseri olan hastalarda 35 yaşından sonra yumurtalıklar alınabilir. Eğer hasta yumurtalıklarının alınmasını istemiyorsa daha sık aralıklarla vajinal ultrason ve gerekirse CA-125 adı verilen kan tetkiki ile takip yapılabilir.

MEME KANSERİ

Meme kanseri kadınlarda görülen en sık kanser tipidir.

Risk Grupları:

1. Erken yaşta adet görme

2. Geç gebe kalma

3. Doğurmamışlık

4. Geç menopoz

5. Ailevi eğilim

Öneri:

1. 20 yaşından itibaren her yıl kendi kendine meme muayenesi

2. 20-29 yaşları arasında 3 yılda bir doktor muayenesi

3. 40 yaşından sonra her yıl muayene ve 1-2 yılda bir mamografi

BARSAK KANSERİ

Barsak kanseri kadınlarda en sık rastlanan kanser tiplerinden bir tanesidir. Kadınlar her yıl düzenli olarak jinekologlara başvurdukları için, barsak kanserinin kanser öncesinde veya erken dönemde tanısının konulabilmesi için izlenmesi gereken yollar konusunda jinekologlar öneride bulunabilir. Barsak kanserinde de rahim ağzı kanserinde olduğu gibi kanser öncesi dönemde veya erken dönemde yapılacak tetkiklerle mümkündür.

Risk Grupları:

1. Ailevi barsak kanserleri (Poliple birlikte olan veya olmayan)

2. 50 yaş üzeri

3. Daha önce adenomatöz polip saptanması

4. Daha önce rahim, yumurtalık veya meme kanseri tanısı konması

Öneri:

1. 50 yaşından itibaren her yıl muayene ve dışkıda kan bakılması

2. 50 yaşından itibaren 5 yılda bir sigmoidoskopi (Endoskopi ile kalın bağırsağın bir bölümüne bakılması)

3. 50 yaşından itibaren 10 yılda bir kolonoskopi (bütün kalın bağırsağa bakılması) veya 5-10 yılda bir defa barsak filmi çekilmesi
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 21/09/08, 12:57   #59
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

JİNEKOLOJİK MUAYENE


--------------------------------------------------------------------------------

Jinekolojik muayeneden korkmayın

Jinekoloji, cinsel sağlığı ve üreme sağlığını korumaya yönelik kadınlara özel tıbbi bir bakımdır. Bu bakım, hastalıklardan korur, kanserlerin erken tanısını, üreme organlarını etkileyen enfeksiyonların erken tanı ve tedavisini ve daha sonra görülebilecek kısırlık gibi komplikasyonların önlenmesini sağlar.

Jinekoloğa başvurulduğunda yapılacak işlemler nelerdir?

Bir çok genç kız için ilk jinekolojik muayene oldukça tedirgin edici gözükse de önemi düşünüldüğünde bu randevunun kesinlikle ertelenmemesi gerekir. Bir genç kızın bu randevuda nelerle karşılaşacağını bilmesi endişelerini yenmesinde yardımcı olur. Öncelikle kişisel, ailesel, cinsel ve tıbbi öyküler alınır. Jinekolojik muayene yapılır ve laboratuvar testleri istenir. Muayenenin adet kanamasının olmadığı bir dönemde yapılması gerekir. Adet kanaması hem laboratuvar testlerinin sonuçlarını hem de muayeneyi etkiler. Muayene öncesindeki birkaç gün vajinal duş ve krem kullanımından kaçınmak gerekir.

Jinekologla ilk randevudan önce sorulmak istenen soruların belirlenerek not alınması randevunun daha verimli geçmesini sağlar. Jinekoloğa verilen bilgilerin ve aktarılan şikayetlerin eksiksiz olması gerekir. Jinekoloğa verilen tüm özel bilgiler gizli kalır. Yanlış ya da eksik bilgi verilmesi tedaviyi ve sorunların belirlenmesini olumsuz etkiler.

Jinekolojik muayenede doktora verilmesi gereken bilgiler nelerdir?

Tıbbi öyküde neler aktarılmalı?
Son adet tarihi
Adet döngülerinin uzunluğu
Adet kanamasının ne kadar sürdüğü
Ara kanamaların olup olmadığı
Genital ağrı, kaşıntı ve akıntı varlığı
Başka bir tıbbi problemin olup olmadığı
Aile fertlerinde görülen hastalıklara ait bilgiler
Önceden geçirilmiş hastalıklar, cerrahi işlemler ve kullanan ilaçlara ait bilgiler
Sigara, alkol ve beslenme alışkanlıkları hakkında bilgi

Birçok genç kız ilk jinekolojik muayene öncesinde son derece tedirgin olur. Oysa jinekolojik muayene ağrıya yol açmayan kolay ve beş dakikadan fazla sürmeyen bir işlemdir. İlk muayene öncesinde kişinin kendini rahatsız hissetmesi son derece doğaldır ve muayenede neler yapılacağı konusunda önceden bilgi sahibi olmak endişeleri azaltır.

Muayene nasıl yapılır?

Jinekolojik muayene ile genital organların durumu ve jinekolojik problemler değerlendirilir. Jinekolojik muayene için iç çamaşırının çıkarılıp, jinekolojik muayene masasına yatılması istenir. Bu sırada karın ve bacakların örtülebileceği bir örtü verilir ve muayene başlamadan önce masanın uç kısmına kayarak ayakların muayene masasının iki yanında bulunan özel ataçmanlara geçirilmesi istenir. Doktorun muayene yapabilmesi için bacakları ayırarak yatmak gerekir. Bu pozisyonda kişinin kendini rahat bırakması muayene işlemini çok kolaylaştırır. Doktor eldiven giyerek dış genital organları muayene eder. Kızarıklık, tahriş, kist ve siğil olup olmadığını kontrol eder. Çok kısa süren bu işlem herhangi bir acı vermez. Karından yapılacak ultrasonografi ile üreme organları değerlendirilir. Jinekolojik muayene sonrasında doktor idrar tahlili ve kan sayımı gibi birkaç tahlil isteyebilir.

Jinekolojik açıdan ilk muayene için "18 yaş"tan bahsedilse de yaşa bakılmadan mutlaka jinekolojik kontrolden geçilmesini gerektiren durumlar vardır;
Karnın alt bölgesinde ağrı
Adet düzensizlikleri, adet kanamasının olmaması veya aksaması
Anormal kanamalar
Dış genital organlarda ağrı, şişlik, kaşıntı, kitle ve yaralar bulunması
Vajinal akıntı, kaşıntı ve ağrı olması
On beş, on altı yaşına gelinmesine rağmen adet kanamasının olmaması
Cinsel temas yoluyla geçen hastalıklara maruz kalınması

Yılda kaç kez yapılmalıdır?

Jinekolojik muayene esnasında ilk olarak vajinanın dış kısmında herhangi bir iritasyon (kızarıklık, tahriş) veya hastalık olup, olmadığı inceleniyor. Ardından pap test (sürüntü testi) yapılıyor. Alınan hücrenin anormal olup, olmadığı araştırılıyor. Çok hızlı yapılan bir işlem ve can acımıyor. Eğer canınız acırsa, bunu doktora söyleyin! Cinsel yaşamı başlamış kişiler için pap testi yaptırmak önemli. Çünkü cinsel ilişki ile bulaşan hastalıklar çeşitli kanserlere neden olabiliyorlar ve bu yolla teşhis koyulabiliyor. Bu testten sonra doktor yumurtalık ve rahimi kontrol edip, sağlıklı olup, olmadıklarına bakıyor.

Doktorların çoğunluğu jinekolojik muayeneyi yılda bir kez tavsiye ediyorlar. Amerikan Kanser Enstitüsü, ilk üç jinekolojik muayane de pap test yapılmasını, eğer sonuçlar normalse, hangi sıklıkla uygulanacağını doktorla konuşmaları gerektiğini öneriyor. Bu tür muayeneler devlet, üniversite ve özel hastanelerde yapılabiliyor. Özel sağlık sigortaları da ücretini ödüyor.

Genç kızların düzenli sağlık kontrollerinde ikinci sırada, tansiyon takibi var. Son derece çabuk yapılan, kolay bir işlem. Her gittiğinizde doktor tansiyonunuzu kontrol etmeli. Özellikle ailenizde tansiyon hastası varsa veya çok şişmansanız tansiyon ölçümlerini ihmal etmemelisiniz. Her iki yılda bir öneriliyor. Üçüncü aşamada, cilt doktoru bulunuyor. Özellikle cildinizde anormal bir durum, renk değişmesi, benlerde büyüme varsa, hemen deri hastalıkları uzmanına başvurmalısınız. 20-40 yaşları arasındaki kadınların üç yılda bir, sorunları olmasa da cilt doktoruna gitmeleri gerekiyor.

Meme muayenesi yapılmalı mıdır?

Eğer 20 yaşına girdiyseniz, her üç yılda bir meme kanseri için tetkikler yaptırmalısınız. Memelerinizde herhangi bir şişkinlik, kitle hissettiyseniz ve bu kitle, adet kanamanızın bitiminde kaybolmadıysa, hemen doktora gitmelisiniz. 20 yaşından itibaren üç yılda bir meme kontrolünden geçmek gerekiyor. Özellikle ailenizde meme kanseri vakası olduysa, doktorunuza ne zaman mammografi çektirmeniz gerektiğini sormalısınız. Düzenli gittiğiniz doktor buna karar vermeli. AIDS başta olmak üzere Hepatit B, herpes gibi bulaşıcı hastalıkların olup, olmadığı araştırılmalı. Bu konuda uyanık olmak gerekiyor. Testlerin sonucu negatif çıksa bile sık aralıklarla yenilenmesi şart. Çünkü mikrop alındıktan uzun süre sonra hastalıklar kendini belli edebiliyor. Düzenli sağlık kontrollerinin sonuncusu, diş hekimi ziyareti. Hem temizlenmesi hem de kontrol için diş hekimi sık sık ziyaret etmek gerekiyor.
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Alt 21/09/08, 12:57   #60
By_Espr!C
Guest
 
By_Espr!C - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesajlar: n/a
Standart

Kabakulak ve Gebelik

Kabakulak hastalığı paramiksovirüs adı verilen virüs ailesine bağlı bir virüsün neden olduğu bir enfeksiyon hastalığıdır. Aynı grup virüsler içinde kızamığa neden olan virüs de bulunur.

Genelde 5-15 yaş grubu çocuklarda görülen kabakulak tüm dünyada çok yaygın bir çocukluk çağı hastalığıdır.Sıklıkla kış aylarında ortaya çıkar.

Görülme sıklığı
Kabakulak aşısının ilk kez kullanılmya başladığı 1967 yılından beri hastalığın görülme sıklığında büyük bir düşüş yaşanmıştır. Amerika Birleşik Devletlerinde 1967 yılında 152.000 civarında olan yıllık hastalık sayısı 1990'lı yılların sonunda 1.000'in altına düşmüştür.

Bulaşma yolları
Hastalık havadan damlacık yolu ile ya da hasta olan birinin eşyalarının kullanılması yolu ile bulaşır. Hasta olan kişi öksürük ya da hapşırma ile virüsleri havaya salar ve bu virüsü soluyan kişi hastalığı kapar. Bulaştırıcılık belirtilerortaya çıkmadan 1-2 gün önce başlar ve 10 gün kadar devam eder. Kuluçka süresi ortalama 18 gün olup 7-23 gün arasında sürebilir.

Belirtileri
Virüs üst solunum yollarında çoğalmaya başlar. Daha sonra ise kan yolu ile (viremi) tüm vücuda yayılır. Genelde salgı bezlerini ve nadiren merkezi sinir sitemini tutar. En sık kulağın hemen altında bulunan ve parotis olarak adlandırılan türük bezinde belirtilere neden olur.

Hastaların %15-20'sinde herhangi bir belirti ortaya çıkmadan sessizce kendiliğinden iyileşir. Belirtiler ortaya çıkan kişilerde ise en sık karşılaşılan bulgular ateş, başağrısı, iştahsızlık, salgı bezlerinde hassasiyet, çene civarında ve kulak altında ağrı ve şişliktir.

Hastalığa yakalanan erişkin erkeklerin %30'unda ise şiş ve ağrılı testisler görülür. Ergenlik döneminde geçirilen kabakulak hastalığı ileriki dönemlerde sperm bozukluklarına neden olabilir ancak bu çok sık karşılaşılan bir durum değildir.

Çok nadiren beyinde de enfeksiyona (ensefalit, menenjit) neden olabilir.

Belirtiler genelde 1 hafta içinde hafifleyerek kendiliğinden kaybolur.

Birkez kabakulak geçirildiğinde ömür boyu bağışıklık sağlanır ve daha sonra kişi virüsle karşılaşsa bile hastalık ortaya çıkmaz.

Hamilelikte kabakulak
Hamilelik döneminde kabakulak diğer dönemlerden daha şiddetli seyretmez.

Hamilelik sırasında kabakulak görülme sıklığı 10.000'de 0.8-10 arasındadır.

Hamileliğin ilk 12 haftasında anne adayında kabakulak olması durumunda düşük oranlarında anlamlı bir artış söz konusudur. Düşük en sık virüsle karşılaşıldıktan sonraki ilk 2 haftada görülür.

Düşük olmaması durumunda bebekte herhangi bir anomaliye neden olmaz. bu nedenle gebeliğinin erken dönemlerinde kabakulak ile temas eden bir kadında gebeliği sonlandırmak gerekmez.

Kabakulak virüsü plasenta ve bebekte de enfeksiyon yaratma potansiyeline sahip olsa da yapılan pekçok çalışmada anne adayında görülen hastalığın bebekte anomaliye neden olduğu gösterilememiştir. Endokardial fibrosiz adı verlen ve kalp kaslarında kalınlaşma olrak tanımlayabileceğimiz bir surum ile ilgisinin olup olmadığı açık değildir.

Çok nadiren doğum sonrası bebekte solunum sıkıntısı, kanda trombosit sayılarında azalma ya da dalakta büyüme olabileceği ileri sürülmektedir.
  Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 4049
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz Aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 03:00 .


Powered by vBulletin
Copyright © 2000-2007 Jelsoft Enterprises Limited.
Sitemap
6, 5, 3, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 113, 16, 17, 18, 19, 81, 20, 27, 22, 23, 24, 25, 26, 48, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 43, 136, 40, 58, 45, 42, 44, 46, 47, 53, 54, 55, 56, 57, 59, 60, 70, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 68, 69, 71, 72, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 82, 83, 96, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 98, 97, 100, 101, 102, 103, 106, 104, 105, 112, 109, 108, 107, 110, 111, 114, 115, 118, 116, 117, 119, 148, 154, 124, 165, 122, 120, 123, 121, 150, 153, 125, 128, 129, 131, 132, 133, 134, 135, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 151, 149, 202, 175, 164, 152, 167, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 195, 169, 166, 168, 170, 171, 172, 199, 174, 173, 196, 200, 176, 177, 180, 178, 179, 182, 189, 187, 184, 186, 191, 192, 193, 194, 197, 198, 201, 203, 229, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 236, 231, 232, 233, 234, 235, 237, 240, 239, 241, 243, 242, 244,