Geri git   Van.GEN.TR Forum | Yerel Van Forumu > Dini Konular > Dini Hikayeler

Dini Hikayeler Kişilerin başından geçen dini olaylar burda

Cevapla
 
Konu Araçları Stil
Alt 11/06/09, 09:17   #1
KeNd! HaL!nDe
Tümgeneral
 
KeNd! HaL!nDe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: Van
Mesajlar: 1.446
Tecrübe Puanı: 45 KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute
Standart Firavun cesedi efsanesi de fos çıktı

Sahte Ramses'in izinde


BİLİMSEL CİDDİYETTEN UZAK BİR İDDİA: British Museum'da EA 32751 kod numarasıyla kayıtlı bulunan bu doğal mumyanın Firavun 2. Ramses ya da bir başka Mısır hükümdarı olması ihtimali, bilimsel ve tarihî gerçeklere göre "sıfır"…


1980'li yılların başından bu yana ülkemizeki bazı dinsel cemaatler tarafından "Hz. Musâ ile yandaşlarını takip ederken Kızıldeniz'de boğulan firavun" olarak lanse edilen, hattâ fotoğrafları Kur'an'ın konuyla ilgili âyetleri eşliğinde hediyelik kartpostallara dönüştürülen bu gizemli cesetin gerçekten "firavun" olma ihtimali var mı?

Yeni Şafak yazarı ve araştırmacı Ali Murat Güven, 80'li ve 90'lı yıllara damgasını vuran dinsel bir söylentinin daha içyüzünü din ve bilimin gerçekleri eşliğinde gün ışığına çıkarıyor. Güven, inanç alanındaki traji-komik söylentilerin en ünlüsü olan "firavun cesedi"nin ardındaki sırrı, Londra'daki dünyaca ünlü British Museum'da çözdü.

Bitsin artık bu çile, fakat…

"Tırışkadan mucizeler"in arka planını ortaya seren araştırma-haberlerimizin sayısı iki yılda yaklaşık bir düzineye varınca, medya sektöründen bazı meslektaşlar da bize "efsane avcısı" lâkabını yakıştırıverdiler. Oysa, sizi bütün kalbimle temin ederim ki, son yıllarda bu tür egzantrik konularda "bir bilen" konumuna sürüklenmiş olmak beni zerre kadar mutlu etmiyor. Çünkü böylesine kallavi bir unvanı, üzerine eğitim görüp bir ömür boyu emek verdiğim "sinema" alanında taşımayı daha çok tercih ederdim doğrusu. Neden derseniz, ben milyonlarca cumhuriyet çocuğu gibi "hamam böceğinin sindirim sistemi"nin, "tripanasoma gambiense", "plazmodyum malaria" ve "terliksi hayvan"ın ayrıntılı biyolojik yapısının öğrencilere bayıltırcasına anlatıldığı, ama "besmele cümlesi"ni orijinali şekliyle yazmayı öğrenmenin ise hayâl olduğu bir klasik lise mezunuyum. Yıllar önce imam-hatipli bir arkadaşın yarım yamalak adımı yazmayı öğretmesi dışında da tek kelime Arapça okuma ve yazma bilgim yok!

Bunun dışında, yükseköğrenim gördüğüm alan da ilâhiyat değil. En ciddi dînî bilgilerimi okul dönemi sonrasındaki gazetecilik yaşamımda, merak ya da görev adına okuduğum İslâm klasiklerinden edindim. Pederde de -Allah rahmet etsin- bir baba olarak bu yöndeki kaygılar maşaallah sular seller gibiydi; o da bize takip edeceğimiz yol adına doğru düzgün birşeyler öğret(e)meden bu dünyadan göçüp gitti. Çünkü babası da ona hiçbirşey öğretmemişti!

Kısacası, kişisel vaziyet aynen böyle… Buna karşılık, "dinsel efsaneler" (hattâ bu efsane lafı bile işi kibarlaştırmaya yarıyor, düpedüz "dinsel yalanlar" bunlar!) gündeme her geldiğinde adlarının önünde bir sürü havalı sıfat bulunan yerli ve yabancı ulema takımı dut yemiş bülbül gibi sustukça, pek nadiren konuştuklarında da gündemdeki olaya akılcı bir yorum getiremedikleri sürece, galiba bu görev benim gibi "ilâhiyat cahili bir bilen"lerin eline kalmaya devam edecek. Diğer bütün o "ağır abiler"in din adına çözecek daha bir sürü mühim meseleleri var çünkü!

Ha, eğer ki bana "Bugünkü ilmî kadroyu oluşturan beynelmilel zevattan bir numara olur mu?" diye sorarsanız, dürüstçesi, o konuda da pek fazla umudum yok. Çünkü, bu fakirin kent efsanelerine attığı en acı gollerden biri olan "internet cini" fotoğrafı için vaktiyle sözkonusu âlimler topluluğunun en mümtaz mensuplarından biri Arap medyasına yaptığı yorumda "yüzde yüz gerçek" diye fetva vermişti. Ben de sonradan kendisine o "yüzde yüz gerçek" cinin ayağını Bristol'daki mağarada sıkı sıkıya kavramış vaziyetteki bir fotoğrafımı postaladım!

Hayatını "filan meşhur kitaptaki falan paragrafın tercümesinin şu bölümünde 've' mi olmalı yoksa 'veyahut' mu" tartışmalarına harcayanların ve böylelikle de çağdaş dünyanın gerçeklerinden bihaber kalanların, kitlelerin beynini dumura uğratmayı amaçlayan bu tür tekno-asparagaslar karşısında doyurucu açıklamalar üretmesi beklenemez elbette. Onlar için zaman zaman -bu gibi traji-komik vak'aları yerle yeksan etmeyi kendisine görev edinmiş- bazı "deliler"e ihtiyaç olabiliyor. Evet, pekçok aklı başında Müslüman gibi ben de artık bu çilenin bitmesini ve imanını bu türden ikinci sınıf bilim-kurgusal fantazilerin üzerine inşâ etmeye kalkışanların aklını başına devşirmelerini can-ı gönülden istiyorum; ama -özellikle internet yaygınlaştığından bu yana- bir efsaneyi çürüğe çıkartıyoruz, ardından hemen bir yenisi geliyor. Galiba en azından bir süre daha böyle masallarla bizzat uğraşmamız gerekecek.


İki buçuk yıl önce yer darlığından dolayı istemeye istemeye sonlandırdığımız "Zamanda Yolculuk" sayfası, bu pazar çok ünlü bir dinsel yalanın daha kent efsaneleri çöplüğüne gönderildiği sağlam bir araştırma-haber ile yeniden başlıyor. Bu arada, sakın ola benden her hafta bu türden kuyruklu bir yalanı ifşâ etmemi falan beklemeyin; çünkü böyle alengirli olayların kanıtlarına ve tanıklarına ulaşmak kimi zaman haftalarca, kimi zaman da aylarca zamanımı alıyor. Dahası, bazen yurt dışına çıkış için uygun bir zaman dilimi kollamam da gerekebiliyor. O yüzden, yeni sayfamızın konsepti yalnızca bu tür araştırmalarla sınırlı olmayacak. Kimi zaman, yukarıda anılan türden "acıtıcı olaylar"a da değineceğiz ama, genel istikametimiz yakın ve uzak geçmişin derinliklerinden -geniş kitlelerce çok az bilinen ya da biliniyor olsa da yanlış bilinen- ilginç olayların arka planını günışığına çıkartmak olacak.

Hepinize tarihin zaman tünelinde keyifli yolculuklar diliyorum…


* * *
Yıllardır piyasada dolaşıp duran o cehalet abidesi kartpostalı bir süre önce dinî yayınlar satan bir kitabevinde yeniden görünce, tek kelimeyle cinlerim tepeme çıktı. 1980'lerde, dönemin sansasyona pek meraklı dergilerinden Zafer'in ortaya attığı, sonradan camiada dalga dalga yayılıp ite kaka "gerçeğe" dönüş(türül)en dinsel efsanelerin en iç bayıcılarından biriydi bu. Gerçi ne tarih biliminin, ne arkeolojinin, ne de bizatihi dinin yaptığı hiçbir açıklamaya uymuyordu, ama olsun! Salla bir masalı piyasaya, genç insanlar korkup hemen iman sahibi olsunlar, ardından da namaza niyaza başlasınlar! Anlattığın şeyler aslında yalanmış dolanmış, din düşmanı mihraklar bir gün foyanı meydana çıkarırmış, samimi Müslümanlar bunun utancı altında ezilirmiş, kimin umurunda!

Fotoğrafın ilk ortaya çıkışı



Konuya yabancı olanlar ya da aslında bilip de sonradan unutanlar var ise hemen açıklayayım: Yüzyılı aşkın bir süredir Londra'daki British Museum'da korunan şu ünlü "bozulmamış ceset"ten söz ediyorum. Hani şu, Kur'an-ı Kerim'deki Yunus Sûresi 90-92. âyetlerin kanıtı olduğu ileri sürülen, ama gerçekte firavunlukla hiçbir ilgisi olmayan, bundan yaklaşık beş bin yıl önce Yukarı Mısır'da yaşamış zavallı bir köylünün mumyasından…

Sözkonusu cesedi, "firavun" lansmanıyla ilk kez 1980'lerin sonlarına doğru tanıma şerefine nail oldum. Zafer Dergisi'nde yayımlanan malûm fotoğraf ve ondan çoğaltılma kimi dergi haberleri o sıralarda İslâmî kesimde elden ele dolaşıyordu. Günümüzle kıyas kabul etmeyecek düzeydeki o günkü kıt arkeoloji ve tarih bilgimle bile, fotoğrafı görür görmez "Bu işte bir terslik var" demiştim, "Yüce Allah, Yunus Sûresi 90-92 âyetlerinde inançsız Firavun'un cesedini ibret için yüksekçe bir yere atacağını buyuruyor. Oysa, bu cesedin müzede durduğu yer, tipik bir mezar formunda. Eğer bu tesadüfî bir arkelojik buluntu ise çevresindeki bütün bu ıvır zıvırlar, basit toprak kap-kacaklar nedir? Onu düzenli bir mezarda değil de rasgele bir noktada bulmaları gerekmez miydi? Ayrıca, Allah firavunu bir ibret vesilesi olarak koruyacağını söylüyor, ama bu ceset ise en az yüzde 50 oranında çürümüş durumda. 'Bir miktar korunmuş olmak' demek, 'mükemmelen korunmuş olmak'la aynı anlama gelmez. En azından bir 'Allah sözü' olarak aynı anlama gelmez. Ne yani, o hâlde Allah'ın Firavun'u kusursuz biçimde muhafaza etmeye gücü yetmedi de ceset zamanla çürümeye mi başladı?"

Fakat ben ne düşünürsem düşüneyim nafileydi. Genç dindarlar, ellerinde -kimbilir kim tarafından- British Museum'da çekilmiş olan o eski püskü fotoğrafla çevrelerindeki "imansızlara" tebliğ yapmaya çoktan başlamışlardı bile. Ve fotoğrafın popülaritesi 1990'lı yıllar boyunca katlanarak arttı.


Mumyayı ilk görüşüm

"MUCİZE"YE (!) EV SAHİPLİĞİ YAPAN ÜNLÜ MÜZE: Türkiye'de ve İslâm dünyasında gayrıciddi söylentilere yol açan doğal mumya, 1900 yılından bu yana Londra'daki ünlü British Museum'da teşhir ediliyor.

Yazılı basında geçirdiğim uzun çalışma yıllarından sonra Allah nasip etti ve 1990'ların ortalarında belgesel film yapımcısı oldum. Bu dönemde birçok ülkeyle birlikte yolum birkaç kez İngiltere'ye de düştü. 1997 yılında British Museum'da çekim yaparken, yıllardır kafamı kurcalayan ünlü mumyayı da dünya gözüyle görüp inceleme fırsatım doğacaktı.

Müze'nin Eski Mısır Eserleri bölümüne geçip "firavun"un teşhir edildiği noktayı bulduğumda, ilk izlenimim derin bir hayâl kırıklığı oldu. Adamımız, piyasada yıllarca dolaşan soluk fotoğrafında göründüğünden çok daha perişan bir hâldeydi. Öyle ki üç kıtada belgesel filmler çekerken farklı kültürlere ait sayısız insan kalıntısı görmüş biri olarak, Peru'nun ünlü Nazca ovasında düzinelercesini yakından incelediğim, hem de bin yılı aşkın süredir açık arazide duran mumyalardan bile daha fazla yıpranmış olduğunu söyleyebilirim. O tarihte British Museum yetkilileriyle ayaküstü yapmış olduğum sohbette kendilerine malûm cesetle ilgili söylentileri anlattığımda, gülerek bana şu karşılığı vermişlerdi: "Müze envanterimizde bunlardan en az on-on beş tane daha kayıtlı. Hepsi de aynı bölgede ve İngiliz arkeologlarca bulunmuş doğal mumyalar. Ne yani, bunların hepsi mi firavun, hepsi mi dinsel mucize? Eğer bu adam kutsal kitaplarda anlatılan firavun olsaydı, onu zaten Müslümanlardan önce Musevîler kutsal bir ziyaretgâh noktası ilan ederlerdi!"


BU DA PERU-NAZCA MUCİZESİ (!): Ali Murat Güven, Latin Amerika ülkelerinden Peru'nun yıl boyunca hemen hiç yağış yüzü görmeyen Nazca bölgesinde, aşırı kuru iklimin yardımıyla oluşan doğal İnka mumyalarından birinin yanında… Uzun süredir açık havada durmalarına karşın, buradaki mumyaların pekçoğunun saçları ve dokularının önemli bir bölümü sıcak nedeniyle korunmuş durumda…

Doğrusunu söylemek gerekirse, o gün orada bütün hayatını arkeolojiye ve eski Mısır uygarlığına adamış uzmanlarla bu acıklı iddia üzerine daha derin bir muhabbete girip, bir Türk televizyoncusu olarak kendimi iyice madara etmek istemedim. Eğer o tarihte bu fırsatı değerlendirip dinsel duyguları coşturan bir haber yazsaydım, yanına da müzede o mumyayla yan yana çekilmiş, parmağımla zât-ı muhteremi işaret eden bir fotoğrafımı ekleseydim, nihayet ülkeye döndüğümde de bunu bizim manipülasyon yapmaya meyyal gazetelerimizden ya da dergilerimizden birine yayınlanması için verseydim, eminim ki bir sürü dindar insana "Destur ya Rab!" çektirir; dinibütün teyzeleri amcaları evlerinde gazete okurken hüngür hüngür ağlatırdım. Ama böyle bir ucuzluğa asla tenezzül etmedim ve tecrübemi kendime saklamak üzere o gün İngiliz yetkililere verdikleri bilgiler için teşekkür ettim. Sonra da (her nasıl bir ilâhi koruma altındaysa) yarı yarıya çürümüş durumdaki firavunumuza veda ederek müzenin diğer bölümlerindeki çekimlerimle uğraştım.


Efsane iyice zıvanadan çıkıyor

GERÇEK RAMSES KAHİRE'DE: 1881 yılında Mısır'daki Krallar Vadisi'nde bulunan ve o tarihten beri de Kahire Müzesi'nde sergilenmekte olan gerçek 2. Ramses mumyası…

Ama tabiî, aklıselim birileri bu palavraya bilimsel bir ciddiyetle yaklaşıp dur demediği sürece, bizim efsane de ülke çapında yayıldıkça yayıldı. Hem de bir süre sonra işin içine "2. Ramses" iddiası karıştırılarak! Birkaç yıl önce bunu ilk duyduğumda, "Allah'ım, işte şimdi tam cıvıttılar" dedim. Çünkü, Kur'an'da Hz. Musâ'yı takip ederken Kızıldeniz'de sular altında kalıp boğulan kişinin 2. Ramses olabileceğine ilişkin hiçbir ipucu yoktu. Firavun, Kur'an açısından bakıldığında, daha ziyade soyut bir kişilikti, Mısır'daki tanrıtanımazlığı ve despotizmi simgeliyordu, Bu nedenle, Kur'an'daki kişi pekâlâ Hz. Musâ ve Hz. Harun'un dönemlerine denk düşen herhangi bir firavun olabilirdi, ama kesinlikle 2. Ramses değil! Çünkü 2. Ramses, Hititlere karşı giriştiği Kadeş Savaşı gibi askeri ve siyasî eylemlerinden dolayı tarihçilerce son derece iyi tanınan, Hz. Musâ ve Hz. Harun ile kesinlikle dönemdaş olmayan, hayatının başı ve sonu yeterince bilinen, onlardan daha uzak ya da daha yakın döneme ait bir firavundur. En önemlisi de bu hükümdarın mumyası 1881'de Krallar Vadisi'ndeki özel mezarında bulunmuş olup, günümüzde Kahire'deki Mısır Müzesi'nde turistlere on dolar karşılığında teşhir edilmektedir. Ve bu satırların yazarı 1999 yılı Eylül ayında onu da yakından incelemiştir (Sayfada 2. Ramses'in mumyasının da bir fotoğrafını görebilirsiniz.).

Hâl böyleyken, anlı şanlı din âlimlerimizin kamuoyuna dinsel ve bilimsel açıdan doyurucu bir açıklama yapmamalarının sonucunda, British Museum'daki cesede ilişkin bu acaip iddia günümüze kadar ulaştı; hattâ müminler arası bayramlaşmalarda kullanılan bir de "tebrik kartı"na dönüştü.

O kartı kitabevinde gördüğümde "Artık yeter" dedim kendi kendime. Ve bundan yaklaşık üç hafta önce Londra'daki British Museum'u aradım. Kendimi tanıtarak mumyanın bilimsel sorumlusu olan kişiyle görüşmek istediğimi bildirdim. Beni İngiltere'nin yetiştirdiği en büyük arkeologlardan biri olan, Eski Mısır uzmanı Derek A. Welsby ile görüştürdüler. Eğer boş bir zamanınızda bu kişinin adını internette sorgularsanız, Eski Mısır konusunda ne düzeyde biriyle temas ettiğimi çok daha iyi anlayabilirsiniz.

Telefonda beni büyük bir ilgiyle dinleyen Bay Welsby, sorularımı yazılı olarak alıp yazılı olarak yanıtlamak istediğini belirtti. Bunun üzerine ben de konuya ilişkin sorularımı hazırlayıp kendisine gönderdim. Bu ünlü arkeologdan gelen cevabı yan sütunlarda bulabilirsiniz.

En büyük mucize biziz!

Bundan yaklaşık iki yıl önce dünya sinemalarında Jim Carrey'nin bir komedi filmi gösterime girmişti: "Bruce Almighty" (Kutsal Bruce)… "Allah"ın ünlü siyahi aktör Morgan Freeman tarafından tasvir edilmesinden dolayı İslâm dünyasında büyük tepki toplayan, bizde de sınırlı gösterimi gündeme gelen ve benim de hakkında eleştirel bir haber yaptığım tartışmalı bir filmdi bu. "Bruce Almighty", yaratıcıyı bir fâninin üzerinden tasvir etmeye kalkışmasıyla çok ciddi bir etik hata yapmaktaydı; ama zaman zaman Freeman'ın ağzından sağlıklı bir dinsel inancın nasıl temellendirilmesi gerektiğine ilişkin kimi anlamlı mesajlar da vermiyor değildi. İşte, ben de yazımı onlardan biriyle bitirmek istiyorum:

"Musa Peygamber'in Kızıldenizi'i yarması bir mucizeydi. Ama ondan daha büyük bir mucize ise evini geçindirebilmek için iki ayrı işte birden çalışan yoksul bir annenin, onca derdin arasında fırsat bulup da küçük oğlunu futbol kursuna götürmesidir."


Sözün özü, Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak için mucizelere ihtiyacımız yok. Çünkü, görebilen gözler için insanın bizatihi kendisi, ruhu ve bedeniyle zaten en büyük mucizedir.

Arkeolog Derek A. Welsby (British Museum Eski Mısır Eserleri Bölümü Yetkilisi):
'Firavun olduğuna dair hiçbir kanıt yok'



Dünyadaki diğer bütün büyük müzelerde olduğu gibi, uluslararası üne sahip British Museum'da da her eser o alanda uzmanlaşmış küratörlere (sergi düzenleyicisi) zimmetlenmiş durumda. Saygın İngiliz arkeologlarından Derek A. Welsby de müze envanterinde EA 32751 kod numarasıyla kayıtlı bulunan bu mumyanın "bilimsel ve idarî hâmisi" konumundaki kişi…

Bu tartışmalı buluntuya ilişkin olarak Welsby'den aşağıdaki bilgileri aldım:

"Bana son derece ilginç bir başvuruyla geldiniz. Sizi ve değerli okurlarınızı doyurucu bir biçimde aydınlatmak için elimden geleni yapacağım. Sözünü ettiğiniz 'firavun' iddiasını daha önce de bir kez duymuştum. Ama, bilimsel açıdan ciddiye alınacak bir husus olmadığı için pek de üzerinde durmadım.

Bu ceset, bizim 'doğal mumya' dediğimiz türden bir arkeolojik buluntudur. Yani, bozulmaması için eski Mısırlı uzmanlar tarafından derisine ve deri altı bölümlerine herhangi bir kimyasal madde sürülmemiştir. Bütün iç organları -kurumakla birlikte- yerli yerindedir. Ancak bu durum onun bir 'mucize' olduğunu kanıtlamaz. Çünkü, gerek bizim müzemizde, gerekse dünyanın diğer pekçok müzesinde bunun gibi daha yüzlerce 'doğal mumya' mevcuttur. Doğal mumyalar, iklim koşullarının uygun olduğu her bölgede kolayca oluşabilirler. Yeni ölmüş biri kuru çöl kumlarında açılan bir mezara uzatılır ve üzeri zaman yitirilmeksizin yine aynı kuru kum ya da toprakla sıkı sıkıya kapatılır. Böylelikle vücuttaki sıvılar yüksek sıcaklıkta kısa süre içinde buharlaşır ve ceset bir tür fosile dönüşür. Benzer görünümlü doğal mumyalara Mısır'ın daha birçok çöllük bölgesinde ve Peru'nun Nazca ovasında da rastlayabilirsiniz.

Elimdeki resmî kayıtlara göre, Geç Hanedan Öncesi Dönem'e ait olan (M.Ö. 3500-3250 arası) bu ceset, Yukarı Mısır'daki Cebeleyn kasabasında yapılan resmî bir kazıda bulunmuştur. Öncelikle, kazı mahallinin Kızıldeniz'e olan aşırı uzaklığı -ki bu mesafe ortalama 300 km.'dir- bana aktardığınız iddiayı coğrafî açıdan geçersiz kılıyor.

Öte yandan, aynı kazı sırasında, mezarda cesedin ayrıcalıklı kimliğini ele verecek hiçbir özel takı, giyisi ya da işarete de rastlanmamış. Eski Mısırlılar sevdiklerini gündelik hayatta kullandıkları eşyalarla gömmeyi âdet edinmişlerdi. Altından yapılma gündelik eşya ve mücevherat, bu kültürde bütün asillerin mezarlarında mutlak surette karşılaşacağınız çok önemli sınıfsal göstergelerdir. Bizdeki mumyanın çevresinde gördüğünüz kap-kacak, onun bulunduğu mezardan çıkan orijinal eşyalarıdır. Bunlar ise gayet sıradan, o çağda avamın kullandığı türden toprak malzemelerdir. Eğer ki bu kişi kutsal metinlerde sözü edilen 'lanetlenmiş firavun' ise o halde içi ve çevresi başka insanlarca düzenlenip süslenmiş olan nizamî bir mezarda bulunmasının hiçbir mantığı yok; gelişigüzel bir biçimde bulunması daha akla ve mantığa yatkın olurdu.

Sözkonusu iddia, cesedin kimliği konusunda daha başka tutarsızlıklar da içeriyor. Bu kişinin 2. Ramses olduğunu ileri sürmek, tarihsel gerçeklerle tam anlamıyla alay etmek demek. Çünkü, Ramses 2'nin mumyalanmış bedeni Mısır'ın Krallar Vadisi'ndeki özel mezarından zaten yıllar önce bilim adamları eliyle çıkarılmıştı ve şu anda da Kahire Müzesi'nde koruma altında bulunuyor.

Bütün bu gerekçelerin ışığında, gerçekliğini araştırdığınız iddianın hiçbir tarihî ya da bilimsel geçerliliği ve tutarlılığı bulunmadığını bilmenizi isterim. Böyle bir iddiayı destekleyecek en küçük bir bulguya sahip olsaydık, bu mumyayı müzemiz galerilerinde şu anki konumunda değil zaten, çok daha farklı ve görkemli koşullarda sergilerdik."
__________________
[Bu Adresi (link) Görme Yetkiniz Yok BEDAVA'ya Üye Ol Sitemizden Faydalan....]

SeViLmEyEn YoL KaLaBaLıK İkEn BiLe IsSıZdIr.

KeNd! HaL!nDe


KONUŞMAK SUSMANIN KOKUSUDUR
YA SUS-GİT YA KONUŞ-GEL, ORTALARDA DURMA
YALAN KORKAKLIĞIN TORTUSUDUR
DÜRÜST KABA OL, EĞRETİ SAYGILI OLMA

[Bu Adresi (link) Görme Yetkiniz Yok BEDAVA'ya Üye Ol Sitemizden Faydalan....]
_____________________________________________


KeNd! HaL!nDe isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 268
Takımınız:
Alt 11/06/09, 09:55   #2
KeNd! HaL!nDe
Tümgeneral
 
KeNd! HaL!nDe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: Van
Mesajlar: 1.446
Tecrübe Puanı: 45 KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute KeNd! HaL!nDe has a reputation beyond repute
Standart Konuya Recep İhsan Eliaçık'ın bakışı

Firavun’un cesedi
“Firavun’un müzedeki cesedi”, “Tatlı su ile tuzlu su”, “Petekteki Lafza-i Celal”, “Erciyes’in tepesinde Allah yazısı” türünden anlatıları oldum olası garipsemişimdir.


Neden derseniz, “olmakta olana/oluş halinde” olana sağır, kör ve kalpsiz kesilip, “olağandışılık” beklentisinin Kur’an mu’minliği değil; Tevrat ve İncil inanlılarından olmak olduğu kanaatindeyim.


Malum eldeki Tevrat mucize, İncil de kehanet anlatılarıyla doludur.


Kur’an’da ise yoğun bir şekilde yaşanmış tarih, yaşayan hayat ve canlı doğa tasvirleri vardır. “Olmuş olan” birer ibret tablosu olarak tarihten kesitler, “olacak olan” ise ölüm, afet ve kıyamettir.


Bunlar ise hep “yaşayana” hitaptır. Şu denmek istenir: Ey yaşayan insan! (Yâsîn, Tâhâ!) “olmuş olan” gibi olman mümkündür; ibret al, “olacak olana” ise dikkat et; uyanık ol, kendine gel!


Haliyle bu söylem olağandışılığa değil; olmuş olana, olmakta olana ve olacak olana dikkat çeken bir söylemdir. Ne olmuş olanda, ne olmakta olanda, ne de olacak olanda olağandışılık yoktur! Geçmiş ve gelecek şu an nasılsa öyledir. Dün ve yarın, bugün nasılsa öyledir. İbn Haldun’un dediği gibi suyun suya benzediği gibi mazi (geçmiş) de hale (şimdiye) benzer.


Buna rağmen yaratılışta tekrar yoktur. Boyuna “halk-ı cedid” (yeniden yaratılış) ve hep bir “ezeli şimdi” içinde “ebedi devinim” vardır. “Devinim” belirlenemezliği değil; olmamış olanın kestirilemezliğini ifade eder. Olmakta olan ise içkinlikle devam eden “sürecin” kendisidir ve kestirilebilirdir.


**

Bu çerçevede Kur’an’da bir çok ibretlik olaylar anlatıldığını görüyoruz.


Bunlardan birisi de “Firavun’un cesedi” olayıdır.


Acaba bunun olmuş olan, olmakta olan ve olacak olan perspektifinden anlamı nedir? Yani “Yaşayan Kur’an” açısından ne anlama geliyor?


Malum, ölü Kur’an anlatıcılarına göre Allah ibret-i alem için Firavun’un cesedini korumuş ve şu an İngiltere’deki British Museum’de sergilenmektedir.


Müzeye gitmenize bile gerek yok, Youtube’da videosunu izleyebilirsiniz, internet çağındayız nede olsa.


Oysa müzedeki cesedin Firavun’a ait olmadığı, bunun bir “şehir efsanesi” olduğu çeşitli defalar yazılıp çizildi. Ben bunlardan sadece birini aktarmakla yetinecek ve asıl “Firavun’un cesedi” ile ilgili ayette ne deniyor onu göstermeye çalışacağım.


***


“Bu ceset, bizim ‘doğal mumya’ dediğimiz türden bir arkeolojik buluntudur. Gerek bizim müzemizde, gerekse dünyanın diğer pekçok müzesinde bunun gibi daha yüzlerce ‘doğal mumya’ mevcuttur. Benzer görünümlü doğal mumyalara Mısır'ın daha birçok çöllük bölgesinde ve Peru'nun Nazca ovasında da rastlayabilirsiniz… Elimdeki resmî kayıtlara göre, Geç Hanedan Öncesi Dönem'e ait olan (M.Ö. 3500-3250 arası) bu ceset, Yukarı Mısır'daki Cebeleyn kasabasında yapılan resmî bir kazıda bulunmuştur. Öncelikle, kazı mahalli Kızıldeniz'e aşırı uzaktır (300 km). Eski Mısırlılar sevdiklerini gündelik hayatta kullandıkları eşyalarla gömmeyi âdet edinmişlerdi. Altından yapılma gündelik eşya ve mücevherat, bu kültürde bütün asillerin mezarlarında mutlak surette karşılaşacağınız çok önemli sınıfsal göstergelerdir. Bizdeki mumyanın çevresinde gördüğünüz kap-kacak, cesedin bulunduğu mezardan çıkan orijinal eşyalarıdır. Bunlar ise gayet sıradan, o çağda avamın kullandığı türden toprak malzemelerdir. Eğer ki bu kişi kutsal metinlerde sözü edilen 'lanetlenmiş firavun' ise o halde içi ve çevresi başka insanlarca düzenlenip süslenmiş olan nizamî bir mezarda değil; gelişigüzel bir biçimde bulunması gerekirdi… Bu kişinin 2. Ramses olduğunu ileri sürmek ise, tarihsel gerçeklerle tam anlamıyla alay etmek demek. Çünkü, Ramses 2'nin mumyalanmış bedeni Mısır'ın Krallar Vadisi'ndeki özel mezarından zaten yıllar önce bilim adamları eliyle çıkarılmıştı ve şu anda da Kahire Müzesi'nde koruma altında bulunuyor. Bütün bu gerekçelerin ışığında, gerçekliğini araştırdığınız iddianın hiçbir tarihî ya da bilimsel geçerliliği ve tutarlılığı bulunmadığını bilmenizi isterim. Böyle bir iddiayı destekleyecek en küçük bir bulguya sahip olsaydık, bu mumyayı müzemiz galerilerinde şu anki konumunda değil zaten çok daha farklı ve görkemli koşullarda sergilerdik.” (Eski Mısır uzmanı Derek A. Welsby’in açıklaması, Ali Murat Güven; 20 Kasım 2005, Yenişafak).


Ali Murat Güven’in araştırma/haberine göre müzede böyle 10-15 mumya ceset daha var. Bu da onlardan biri ve Mısırlı bir köylüye ait. Firavun olduğuna dair hiçbir kanıt yok!


***


“Var, Kur’an’daki ayet!” diyeceksiniz…


İmanlarını “Firavun’un cesedi” gibi şehir efsanelerine dayandıranlar yazının sonunda imansız kalacaklarından en iyisi yazının bundan sonraki bölümünü okumasınlar derim…


Kur’an’da geçen ayet şöyle: “Bugün senin ‘bedenini’ kurtaracağız. Arkandakilere ibret olsun. Ne var ki insanların birçoğu ayetlerimiz karşısında hiç oralı olmuyor.” (Yunus; 10/92)


Bu kökten (b-d-n) gelen kelime Kur’an’da bir yerde daha kullanılır: “Büyükbaş hayvanları da (el-budne) size Allah’ın şiarlarından kıldık” (Hacc; 22/36).


Ayette geçen “beden” kelimesi büyükçe olmak, gövdeli olmak demektir. Cüssenin büyüklüğüne bakılarak söylenirse beden, rengine bakılarak söylenirse cüsse manasına gelir. Bu açıdan semiz deveye de bedene denir. Beden aynı zamanda vücudu koruduğu için zırh manasına da gelir. Nitekim beden de iç organları korumaktadır. Tıpkı gömlekte elin geldiği yere el, sırtın geldiği yere sırt, karnın geldiği yere karın dendiği gibi, zırh da, bedenin üzerinde durduğundan beden adını aldı denilmiştir.(Rağıp, el-Müfredat, b-d-n mad.).


Şu halde ayette iki tefsir mümkün görünüyor.


1-Büyükçe olmak, iri gövdeli olmak manasına bakılarak “Senin büyükçe, iri, gövdeli, devasa (yapılarını) arkandan bırakacağız, koruyacağız. Böylece insanlar arkandan bu kadar budn (büyükçe) hale gelmiş Firavun’un nasıl yok olup gittiğini görerek ibret alacaklar” denmiş olur… Musa zamanında ki Firavun vücut itibariyle sıska birisi olmasıyla tanınırdı. Hemen anlaşılabileceği gibi buradaki büyükçe olmaktan maksat onun görkemli yapıları yani pramitleridir. Nitekim başka bir ayette Firavun “Yere çakılı dev kazıklar/pramitler sahibi” (zu’l-evtad) olarak da anılır. (Sad; 12, Fecr; 10).


2- Zırh manasına bakılarak “Seni bedenini saran altın işlemeli zırhınla birlikte bırakacağız, kenara çıkaracağız. Böylece ‘Firavunlar ölmez’ diyenler ardından senin zırhınla da olsan nasıl öldüğünü görecekler, ibret alacaklar” denmiş olur…


Her iki halde de verilmek istenen “yaşayan mesajlar” ise şunlar olur;


Birinci tefsirden: Görkemli binalara, devasa ordulara, imparatorluk saraylarına sahip nice despotik tiranlar göçüp gitmiştir. Bunların halini görmek istiyorsanız Firavun İmparatorluğu’nun geride kalan devasa yapılarına/pramitlerine bakın. Oralara dünyanın yedinci harikası diye boş gözlerle turistik ziyaretler yapacağınıza ibret alın. Kendi çağınızın görkemli ordu ve binalarına sahip imparatorlukları da bir gün böyle olacak. Onlardan korkmayın, Allah’tır en büyük olan ve ebediyen yaşacak olan…


İkinci tefsirden: “Ben sizin en büyük Rabbinizim” (Naziat; 24) diyen Firavunlar da ölür, öldü, ölecek! Üstelik bedenlerini sarmış altın işlemeli zırhlarıyla… Altından zırhı bedenini ölümden kurtaramaz. Zırhıyla olsa dahi öldürürüz. Her kim ‘Bize ölüm yoktur, biz yıkılmayız, liderimiz ölümsüzdür, ona bir şey olmaz; altın, gümüş, servet, iktidar, zenginlik bize yeter’ diyerek kendini müstağni görürse bilsin ki her nefis ölümü tadacaktır. Dünya kimseye kalmadı, herkes ölecek ve Allah’ın huzuruna gelecektir. Bu nedenle ey insanlar kimseye Rab/ilah gibi davranmayın, Allah’tan başka Rab/ilah yoktur!


Ve siz ey zenginliğini kendine yeterli görerek altın ve gümüşle korunduğunu, güvende olduğunu sanan, görkemli binalara, devasa ordulara ve zırhlı araçlara sahip modern bedenler! ‘Yeryüzünün Tanrılarıyız, İlahlarıyız, Rableriyiz’ diye efelenmeyin! Sizin de sonunuz budur! Siz de ölür, altınla korunmuş bedenleriniz ibret-i alem için yerlere serilir, su kenarlarına atılır. Altını ve gümüşü Firavunlar gibi bedeninizi koruyan zırh gibi kendinize saklamayın… Her şey fanidir, baki olan sadece Allah’ın vechi (yüzü/zatı/kudreti) dir…


***


Görüldüğü gibi ayette geçen “beden” kelimesinin Yunan felsefesindeki ruh-beden ikilemi ile alakası yoktur. Nitekim Kur’an’ın hiç bir yerinde ruh ve beden kelimesi bu ikilemde kullanılmaz. Ruh maddi (hava) veya manevi (vahiy) canlılık veren şey, beden/budne de büyüklük, irilik, devasalık veya koruyucu zırh anlamındadır. Yukarıdaki iki tefsir her ikisine de uygundur.


Nitekim eski müfessirlerin çoğu da yukarıdaki yorumların benzerini yapmışlardır. Örneğin dil alimlerinden Leys beden kelimesinin zırh demek olduğunu söylemiş, İbn Abbas da “Firavun’un üzerinde sayesinde tanınıp bilindiği altın bir zırhı vardı. Allah onu tanınıp bilinsin diye sudan bu zırhı ile çıkardı” demiştir (Razi, Mefatuhu’l-Ğayb, c.12, s. 464).


Meselenin Kur’an metni ve tefsiri açısından durumu bundan ibrettir.


Müzedeki cesedin ise bir köylüye ait olduğunu, dünyanın değişik müzelerinde böyle bir çok mumya ceset olduğunu (Ki mumya çok eski bir mezar ve ölü kültürüdür. Rusya’da Lenin’in cesedi de mumyalıdır) Firavun’a ait olmakla alakasının bulunmadığını, bunun bir “şehir efsanesi” olduğunu yazının girişinde aktarmıştım.


***


Gelelim kıssadan (yazıdan) hisseye…


Batıda bir bilimsel buluş ortaya çıktı mı, biz hemen “Kur’an bunu 14 asır önceden haber vermişti” diye böbürleniriz. İmanımız batıdaki bilimsel buluşların Kur’an’da haber verilmiş olduğuna dayanacaksa yandık demektir.


14 asır önce bu tür buluşlardan hiç haberleri olmadığı halde imanları ile dünyayı sarsan sahabeler, acaba, Firavun’un cesedini müzede mi görmüşler veya tatlı su ile tuzlu suyun birbirine karışmadığını keşfeden Kaptan Custo’yu mu dinlemişler ya da petekte Allah yazıldığını görüp de mi sarsmışlar dünyayı?


Tabiî ki Allah’ı tarihin bütün yelpazesinde, hayatın tüm mecralarında ve tabiatın her zerresinde görmüşler. Külliyen varlığı Allah’ın ruhu/nuru olarak kavramışlar. Onunla her zerrede ilişkiye geçmeyi Allah ile ilişkiye geçme olarak anlamışlar.


Oysa biz de öyle mi?


Cesetler (mezarlar) yetmez, illa Firavun’un mumyadan cesedini görmek isteriz.


Denizler yetmez, illa tatlı ile tuzlu suyun keşfini bekleriz.


Dağlar yetmez, illa dağın tepesinde Allah yazısını görmek isteriz.


Arı yetmez, illa petekte Lafza-i Celal yazısı ararız.


Ay yetmez, illa ayın yarıldığını görmek isteriz.


“Keşf” perdeyi kaldırmak “müşahede” de görmek, tecrübe etmek demek olduğuna göre, doğrudan doğruya tarihin, hayatın ve tabiatın olmuş olan/olmakta olan/olacak olan (kevnî) ayetlerine derinlemesine nüfuz etmek/perde gerisine inmek (vera’il-hicab) ve bizzat tecrübe etmek yani keşf ve müşahede lazımdır. Asıl keşf ve müşahede budur. Bu da ancak sağır, kör ve dilsiz olmaktan kurtulmakla mümkündür.


Bundan daha sağlam bir kulp (urvetu’l-vuska) var mı?


Böyle olunca Firavun’un cesedi ile değil; bizzat kendisi ile uğraşırsınız. Altın tanrısı Mammon’a tapan modern Firavunları gözlerinizle görür, kulaklarınızla duyar, dillerinizle hakkı (gerçeği ve adaleti) haykırır hale gelirsiniz. Modern Firavunlar’ın büyücülerini Musa gibi bir bir deşifre edersiniz.


Mü’minlerin “yaşayan imanı” böyle olmak icap eder.


İnanlıların “ölü itikadı” ise define avcısı gibi ceset arar.
__________________
[Bu Adresi (link) Görme Yetkiniz Yok BEDAVA'ya Üye Ol Sitemizden Faydalan....]

SeViLmEyEn YoL KaLaBaLıK İkEn BiLe IsSıZdIr.

KeNd! HaL!nDe


KONUŞMAK SUSMANIN KOKUSUDUR
YA SUS-GİT YA KONUŞ-GEL, ORTALARDA DURMA
YALAN KORKAKLIĞIN TORTUSUDUR
DÜRÜST KABA OL, EĞRETİ SAYGILI OLMA

[Bu Adresi (link) Görme Yetkiniz Yok BEDAVA'ya Üye Ol Sitemizden Faydalan....]
_____________________________________________


KeNd! HaL!nDe isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 268
Takımınız:
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Araçları
Stil

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz Aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 16:04 .


Powered by vBulletin
Copyright © 2000-2007 Jelsoft Enterprises Limited.
Sitemap
6, 5, 3, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 113, 16, 17, 18, 19, 81, 20, 27, 22, 23, 24, 25, 26, 48, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 43, 136, 40, 58, 45, 42, 44, 46, 47, 53, 54, 55, 56, 57, 59, 60, 70, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 68, 69, 71, 72, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 82, 83, 96, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 98, 97, 100, 101, 102, 103, 106, 104, 105, 112, 109, 108, 107, 110, 111, 114, 115, 118, 116, 117, 119, 148, 154, 124, 165, 122, 120, 123, 121, 150, 153, 125, 128, 129, 131, 132, 133, 134, 135, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 151, 149, 202, 175, 164, 152, 167, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 195, 169, 166, 168, 170, 171, 172, 199, 174, 173, 196, 200, 176, 177, 180, 178, 179, 182, 189, 187, 184, 186, 191, 192, 193, 194, 197, 198, 201, 203, 229, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 236, 231, 232, 233, 234, 235, 237, 240, 239, 241, 243, 242, 244,