Geri git   Van.GEN.TR Forum | Yerel Van Forumu > Serbest alan > Sağlık

Sağlık Sağlıkla ilgili sorunlarınız, sorularınız, tıptaki yenilikler bu bölümde...

Cevapla
 
Konu Araçları Stil
Alt 01/10/07, 21:17   #1
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart Cocuk hastaLiklari

ANİ BEBEK ÖLÜMÜ SENDROMU: BEŞİK ÖLÜMÜ SENDROMU


TANIM:
Ani bebek ölümü sendromu (ABÖS), 1 yaşından küçük bebeklerin bilinmeyen nedenlerle aniden ölmelerini tanımlayan bir terimdir. Ani bebek ölümü sendromu (beşik ölümü olarak da bilinir) gelişmiş ülkelerde 1-12 aylık bebekler arasında en sık görülen ölüm nedenidir.
Birkaç tıbbi araştırmada, bu sendromla ilişkili biyolojik ve çevresel risk etmenlerinin belirlenmiş olmasına karşın gerçek nedenle ilgili kesin bilgi yoktur. Dünya çapında yapılan birçok çalışmada yüzükoyun (karnının üstüne) yatırılan çocukların yüksek risk altında oldukları gösterildi. Bebeklerin yatırılma pozisyonu ülkeler arasında farklılık gösteriyor; ABD'deki bebekler on yıl önce çoğunlukla yüzükoyun yatırılıyordu. Daha sonra bazı ülkelerde olduğu gibi ABD'de de annebabalar sağlıklı bebeklerin sırtüstü yatırılması için teşvik edilmeye başlandı.

JAMA'da yayımlanan üç yeni araştırma, bu konuda hâlâ başka çalışmalara gereksinim olduğunu ortaya koydu. Ulusal Çocuk Sağlığı ve İnsan Gelişimi Enstitüsü'nün (National Institute of Child Health and Human Development: NICHD) bir çalışmasında ABD'de yüzükoyun yatırılan bebeklerin oranının 1992 yılında %70 olduğu, ancak 1996 yılında %24'e düştüğü saptandı. Aynı süre içinde ani bebek ölümü sendromu yaklaşık %38 azaldı. NICHD'nin yürüttüğü ikinci çalışmada, düşük gelir düzeyine sahip, Afrika kökenli Amerikalı annelerin bebeklerini yüzükoyun yatırma olasılığının daha fazla olduğu belirlendi. Araştırmacılara göre, doğumdan sonra bebeğinin hastanede yüzükoyun yatırıldığını gören annelerin %93'ü evde de aynı pozisyonda yatırıyor.

Massachusetts ve Ohio'daki yaklaşık 8000 annenin yer aldığı başka bir çalışmada bebeklerini bir aylıkken yüzükoyun yatıran annelerin oranı sadece %18 iken, bebekleri üç aylık olduğunda bu pozisyonda yatırmaya başlayan annelerin oranının %29'a yükseldiği belirlendi.
Araştırmacılar bu artışın, annelerin ailelerinden, arkadaşlarından, başka çocuklardan ve bebeklerinin davranışlarından etkilenmeleri sonucu ortaya çıktığını bildiriyorlar. Araştırmacılar, bebeklerin yüzükoyun yatırılmasını önlemek amacıyla Afrika kökenli Amerikalılar ya da İspanyol kökenliler, düşük gelir düzeyine sahip, 29 yaşından genç, daha önce çocuk sahibi olmuş ya da 8 haftalıktan küçük bebeği olan, yüksek risk grubundaki annelere yönelik eğitim programlanna gereksinim olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca, hastanelerde de yeni doğan bebeklerin sırtüstü yatırılarak doğru uyku pozisyonunun yerleştirilmesi gerektiği vurgulanıyor.

ANİ BEBEK ÖLÜMÜ SENDROMUNA İLİŞKİN RİSK ETMENLERİ:

Araştırmacılar, ani bebek ölümü sendromunun nedenini bilmemelerine karşın, olasılığı artıran etmenleri tanımladılar:

Yüzükoyun uyuyan bebekler
Sigara dumanına maruz kalan bebekler
Anneleri gebelik döneminde sigara içenler
Anneleri ilk hamileliği sırasında 20 yaşından küçük olanlar
Anneleri doğum öncesi sağlık bakımı için hiç başvurmayanlar ya da geç başvuranlar
Erken doğan ya da düşük doğum ağırlıklı bebekler
Kış aylarında doğanlar
Erkek bebekler

RİSK AZALTMANIN YOLLARI:
Ani bebek ölümü sendromunu önlemenin güvenli bir yolu olmamasına karşın, riski azaltabilecek önlemler şunlardır:

Bebekleri sırtüstü yatırmak
Doğumdan önce iyi bir sağlık bakımı
Sigara içilmeyen bir çevre
Sert bir yatak
Bebeğin altına yastık ya da battaniye gibi yumuşak malzemeler yerleştirmemek
Bebeği çok sıcak ortamda bulundurmamak (giydirerek, örterek ya da aşırı sıcak bir odada yatırarak)
Rutin kontrolleri ve aşıları yaptırmak
Hafif bir hastalıktan sonra bile bebeği birkaç gün yakından gözlemlemek
RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 01/10/07, 21:18   #2
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart

Boğmaca

Bordetella pertussis isimli bakterinin neden olduğu, haftalarca, hatta aylarca süren çok şiddetli öksürük nöbetleriyle karakterize akut bir solunum yolları enfeksiyonudur. Diğer bakteri ve virüslerin yaptıkları bronşitlerle ve astımla karıştırılabilmektedir.

Boğmaca bulaşıcı bir hastalıktır. Zaman zaman salgınlara da yol açar. Hasta kişinin öksürmesi, aksırması konuşması sırasında havaya saçılan tanecikler içindeki mikropların solunmasıyla bulaşır. En çok 2-6 yaş arasındaki çocuklarda görülür. Erkeklere göre kız çocuklarda daha sıktır. Çocuk ne kadar küçükse etkilenmesi de o kadar fazladır ve özellikle süt çocukları için çok tehlikelidir. Erişkinlerde ender olarak rastlanır. Boğmaca, ömür boyu bağışıklık bırakan bir hastalıktır.

Belirtileri: Boğmacanın 7-10 günlük kuluçka döneminden sonra ortaya çıkan üç dönemi vardır:

Nezle Dönemi: 1-2 hafta süren nezle, hafif öksürük, halsizlik, hafif ateş gibi belirtiler vardır. Olağan bir soğuk algınlığından farklı bir durum görülmez.

Öksürük nöbetleri dönemi: En tipik dönemidir. Haftalarca sürdüğünden Çinliler tarafından 100 gün öksürüğü olarak isimlendirilmiştir. Günde 10-30 kez, birdenbire başlayan çok şiddetli öksürük nöbetleri vardır. Öksürük hastayı nefessiz bırakır ve bu nöbetlerin sonunda derin bir nefes alarak ötme tarzında bir ses çıkar. Bu ötme sesi boğmaca için çok tipiktir ve tanı koydurucu bir bulgudur. Öksürükler sırasında çok yapışkan bir balgam da çıkabilir. Hastalar öksürürlerken yüzleri kızarır, boyum damarları genişler, dilleri dışarı çıkar, gözlerinden yaşlar akar ve terlerler. Öksürük nöbetleri çoğu kez hastanın kusması ile sonlanır. Çocukların nöbetler arası dönemde tamamen normal bir görünümleri vardır. Öksürüğün şiddeti ve gece uykusuzluğu nedeni ile çocuklar sinirli ve huysuz olurlar.

İyileşme döneme: Öksürük yavaş yavaş azalmaya başlar, ama tamamen geçmesi için aylar gerekir. Bazen, araya giren viral veya bakteriyel enfeksiyonlar öksürüğün yeniden alevlenmesine neden olabilirler.

Tedavi: Tedavi genellikle evde yapılabilirse de bebeklerin ve yaşlıların hastaneye yatırılmaları gerekebilir. Öksürük nöbetlerinin kesilmesinden iki hafta sonra çocuk okuluna devam edebilir. Boğmacalı çocuk sorunlu bir çocuktur. Öksürük nöbetlerinin yarattığı gerginlik, okul ve arkadaşlardan ayrılmak, kusmalara bağlı beslenme bozukluğu ve iştahsızlık, uykusuzluk gibi nedenlerle bir çok çocuk sinirli, huysuz ve aksidir. Tüm bunlara karşı açık ve güneşli havada yürüyüşün çok yararlı olduğu bilinir. Hatta, uçak yolculuğunun bir tür şok etkisi yaparak öksürüğe çok iyi geldiği de gözlemlenmiştir.

Kusmalar nedeniyle ciddi beslenme bozuklukları olabilir. Çocuk sık sık, az miktarda, hazmı kolay sulu yiyecek ve içeceklerle beslenmelidir. Hastanın odası iyi havalandırılmalıdır. Toz, keskin koku, sigara dumanı, kuru hava ve ani ısı değişikliklerinin öksürük nöbetlerini uyarabileceği bilinmelidir. Kortizon ve nefes açıcı ilaçların bazı hastalıklarda yararı olabilir, ama öksürük kesici ilaçlar genelde hiçbir işe yaramaz.

Antibiyotik tedavisi: Eritromisin isimli antibiyotik 2 hafta süreyle kullanılmalıdır. Daha nezle döneminde verilmeye başlanabilirse, öksürük nöbetleri döneminin hafif geçmesini sağlayabilir. Boğmaca aşısı: Boğmacaya karşı en etkili korunma boğmaca aşısı ile sağlanır. Her çocuğa yapılmalıdır.
RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 01/10/07, 21:19   #3
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart

Beta hemolitik streptokok enfeksiyonu boğazda beta mikrobu


A Grubu Beta hemolitik streptokoklar, bakteri türü mikroplardır. Özellikle kış aylarında kapalı ortamlarda birarada bulunan insanlarda boğaz iltihaplanmalarına (farenjit) neden olurlar. Streptokoklar, solunum yollarından havayla çıkan damlacıkların insandan insana geçmesiyle bulaşırlar. En sık 5-15 yaş arasındaki çocuklarda hastalık yaparlar.




Belirti ve Bulguları:
Boğaz ağrısı ve ateşi olan çocukların yaklaşık %10'unda A Grubu Beta hemolitik streptokok iltihabı vardır. Boğazın (farenks) iltihaplanması olan farenjit nedeniyle çocuğun yutkunması ve beslenmesi güçleşir. Streptokok farenjiti olan çocuğun ateşi genellikle 38°C'den yüksektir; titremeler, vücutta ağrılar ve iştahsızlık olur. Birlikte karın ağrısı, bulantı ve kusma gibi karın belirtileri de bulunabilir. Bakıldığında bademcikler ve boğazda kızarıklık, şişlik ve beyaz lekelenmeler görülür. Alt çene kemiğinin köşesinde ve boyunda lenf bezleri şişmiş olabilir.

Bazen streptokok iltihaplarında, mikropların salgıladığı toksinler deride yaygın kızarık biş döküntüye neden olur. Bu durumda hastalığın adı "kızıl"dır ve genellikle boğaz iltihabının 2.gününden 6.gününe kadar sürer.Tedavi edilmeyen veya yetersiz tedavi edilmiş streptokok iltihapları, nadiren ateşli romatizma adı verilen ve kalp romatizması ile eklem iltihaplarına neden olabilen bir hastalığa da yol açabilirler. A Grubu Beta hemolitik streptokok iltihaplarının bir diğer nadir komplikasyonu da, hastalığın başlangıcından 2-3 hafta sonra ortaya çıkabilen böbrek iltihabıdır. Streptokoklar ayrıca sinüzit 'e, orta kulak iltihabı 'na, zatürreye ve deri iltihaplarına da neden olabilirler.




Hastalığın önlenmesi :
Streptokoklara bağlı boğaz iltihaplarını önlemenin kesin bir yöntemi yoktur. En güvenli yol, evde boğaz iltihabı olan bir kişi varsa, bu kişiyle çok yakın temasta bulunmamak ve genel temizlik kurallarına dikkat etmektir.

Bazı kişiler, özellikle de çocuklar, kendilerinde hiçbir hastalık belirtisi olmadan streptokok mikrobunun taşıyıcısı olabilirler. Okul çağındaki çocukların yaklaşık %5-15'inde taşıyıcılık görülebilir.




Hastalığın süresi :
A Grubu Beta hemolitik streptokok iltihaplarının inkubasyon dönemi (bulaşma ile hastalık oluşma arasında geçen süre) genellikle 7-10 gündür. Boğaz iltihaplarında ateş genellikle 5 gün içinde düşer, bunu takiben boğaz şikayetleri de azalır. Antibiyotik tedavisi genellikle 10 günde tamamlanır. Eğer belirtiler düzelmişse ve ateş yoksa, antibiyotik tedavisinin başlanmasını takibeden 48.saatten sonra çocuğunuz okula gidebilir. Şikayetler kısa sürede kaybolsa bile, ilaçlar doktorunuz tarafından önerilen süre ve dozda kullanılmaya devam edilmelidir.




Evde uygulanabilecek tedavi :
Eğer çocuğunuz boğaz ağrısı nedeniyle yemek yemekte güçlük çekiyorsa yumuşak veya sıvı gıdaları tercih edin. Çocuğunuzun bol sıvı almasını (su, meyve suları, vs.) ve istirihat etmesini sağlayın.

Oda havasının nemlendirilmesi, çocuğunuzun boğaz şikayetlerini azaltacaktır. Eğer boyunda ağrılı lenf bezi şişlikleri varsa, boyuna nemli ve ılık bir havlu koymak onu rahatlatabilir.

İlaçları doktorunuzun önerdiği süre ve dozda kullanmaya özen gösterin. Bu, ateşli romatizma ve bademcikler etrafında abse gelişmesi gibi komplikasyonların önlenmesi için mutlak gereklidir.




Tıbbi tedavi :
Çocuğunuzun boğazında A Grubu Beta hemolitik streptokok iltihabından şüphelendiğinde, doktorunuz boğaz kültürü yapılmasını isteyecektir. Eğer boğaz kültüründe üreme olursa bu, mikrobun türünü tayin edecek ve hangi antibiyotiklerin tercih edilebileceğini bildirecektir.

Çocuğunuzda A Grubu Beta hemolitik streptokok iltihabı olduğu kesinleşirse, ağızdan ya da enjeksiyon şeklinde verilebilen penisilin veya başka türde bir antibiyotik ile tedavi edilmesi gerekecektir. Ağızdan verilen ilaçlarda allerji ihtimali daha düşük olduğundan birçok doktor bu şekilde evde tedaviyi tercih etmektedir. Bu durumda çocuğunuz evde 10 gün süreyle ilaçlarını almalıdır.

Doktorunuza ne zaman başvurmalısınız ?
Çocuğunuzun boğazında streptokok iltihabının belirtileri varsa, özellikle de evde veya okulda başka birisinin yakın zamanda streptokok iltihabı geçirdiğini biliyorsanız doktorunuza başvurunuz.

Eğer çocuğunuz streptokok iltihabı için tedavi altındayken şu belirtilerden birini görürseniz yine doktorunuza başvurunuz: ateşin düştükten birkaç gün sonra tekrar yükselmeye başlaması, deri döküntüsü, kulak ağrısı, koyu veya kanlı burun akıntısı, öksürük ve balgam çıkartma, göğüs ağrısı, solunum güçlüğü ve aşırı halsizlik, havale geçirme, eklemlerde şişlik ve ağrılı kızarıklık, bulantı ve kusma.
__________________


Gitti..

RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 01/10/07, 21:19   #4
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart

Çocuklarda üriner enfeksiyon




İdrar yolu enfeksiyonu (İYE), çocukların en önemli enfeksiyon hastalıklarından birisidir. İleri dönemlerde hipertansiyon gelişimi, gebelik komplikasyonları ve üremiye kadar gidebilen böbrek hastalığı, çocukluk çağında geçirilen İYE nin geç sonuçları olarak ortaya çıkabilmektedir. Riskli grup olarak tanımlanan hastaların çoğunluğu, idrar yollarında tıkanma yapan durumlar ve vezikoüreteral reflü gibi idrar yolları anomalisi olan çocuklardır. Hedef özellikle küçük çocuklarda ilk İYE nin ve onunla birlikte risk faktörlerinin varlığının ortaya çıkarılması olmalıdır.
İdrar yolu enfeksiyonlarının görülme sıklığı yaş ve cinse göre farklılıklar gösterir. Bebeklik döneminde erkek bebeklerde, kızlardan daha sık görülür. Çocukluk çağında ise erişkinlerde olduğu gibi kız çocuklarında daha sıktır. Ateşli küçük çocuklarda en sık görülen ciddi bakteriyel enfeksiyonlardan biri idrar yolu enfeksiyonlarıdır. İdrar yolu enfeksiyonları nedeniyle yapılan araştırmalarda tespit edilen idrar yollarında tıkanma yapan durumlar kızlarda %2, erkeklerde %10 bulunmuştur. Vezikoüreteral reflü (VUR)nun her iki cinste %30-40 oranında görüldüğü, bunların da 1/4 ünde üst üriner sistem genişlemesi olduğu bildirilmektedir.
Basit idrar yolu enfeksiyonlarının en sık nedeni e.koli basilidir.. E.koli bakteriürinin en sık (%80) görülen nedenidir. Barsak florası idrar yolu enfeksiyonlarının en sık etkeni olan E.coli için potansiyel bir rezervuardır.
İdrar yolu enfeksiyonunda klinik bulgular: Yenidoğanda kilo alımında yavaşlama, vücut ısısında düzensizlik, beslenme güçlüğü, huzursuzluk, kusma, karında distansiyon ve uzamış sarılık gibi bulgular İdrar yolu enfeksiyonlarına bağlı olarak ortaya çıkabilir. 1 yaş cıvarı çocuklarda klinik bulgular; ateş, huysuzluk, hasta görünüm, beslenmeyi reddetme, ishal, kusma ve kilo alamama olabilir.
Okul öncesi ve okul çağı çocuklarda ateş, kusma, karın ağrısı, kostovertabral açı hassasiyeti gibi yakınmalar vardır. Tuvalet eğitimi almış çocuklarda ağrılı ve sık idrar yapma, tuvalete yetişemeden idrar kaçırma gibi bulgular görülür.
Çocukta ailenin dikkatini çekecek kadar idrar yolu enfeksiyonuna ait bulgu yoksa idrar yolu enfeksiyonlarının bir kısmı tanı almayabilir. Bu çocukların bir kısmında sık idrar yapma , tuvalete yetişememe, idrar yaparken yanma, gece idrar kaçırma olabilir. Bu nedenlerle asemptomatik bakteriüri tanısında dikkatli olunmalı, çocuklar üriner sistem anomalileri yönünden tetkik edilmelidir. Kısa süreli antibiyotik tedavisi ile bakteriüri kaybolur ancak özellikle kızlarda tekrarlama sıktır.
Üroepitelyuma invaze olan bakterinin anatomik olarak normal bir üriner sistemde enfeksiyon yapabilmesi için üropatojenik virulansının olması gereklidir. Üriner sisteminde nörojenik ve anatomik anomali olan çocuklarda ise İYE’nin patogenezinde bakteriyel virulans faktörlerine ihtiyaç olmayabilir.
Üroepitele bakteri yapışmasını engelleyen konak faktörleri vardır. Herhangi bir nedenle çocuğun savunma mekanizmalarında oluşan bozukluk tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarına sebep olur. Vezikoureteral reflü, üriner sistem obstrüksiyonları, duplikasyonlar, üreterosel gibi anatomik bozukluklar, nörojenik mesane, mesane disfonksiyonu gibi fonksiyonel bozukluklar ve üriner immunglobulinlerde eksiklik, immun cevap yetersizliği, enfeksiyonlara yatkınlığa neden olurlar. Yabancı cisimler, mesaneye, ureterlere yerleştirilen kateterler, kaka kaçırma, kılkurdu, kabızlık, banyo köpükleri ve sünnetsiz erkek çocuklarda fimozis periuretral kolonizasyona ve mesanenin bakteri ile temasına neden olur. Okul çocuklarında alışkanlık haline gelen seyrek işeme de idrar yolu enfeksiyonlarının nedenleri arasındadır.
Akut pyelonefrit, idrar yolu enfeksiyonlarının en ağır şeklidir. Önemi ilerde böbreklerde kalıcı hasara neden olabilir. İdrar yolu enfeksiyonu geçiren çocukların %12 sinde, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları olan çocukların 1/4 ünde, vezikoüretral reflülü çocukların 1/3 ünde kalıcı böbrek hasarı gelişebilir.
İdrar yolu enfeksiyonu tanısı için idrar tahlili ve idrar kültürü yapılmalıdır. Kesin tanı idrar kültüründe anlamlı miktarda bakterinin üremesi ile konur. Orta akım işeme ile alınan idrar örneğinde 100 000 koloni / ml tek tip bakteri üremesi idrar yolu enfeksiyonudur. İdrar örneği alınırken çok dikkatli olunmalıdır. Bulaşma riski yüksektir. Şüpheli durum söz konusu ise suprapubik aspirasyon veya kateterizasyon yapılabilir. İdrar yolu enfeksiyonu idrar kültürü ile kanıtlandığında, üst idrar yollarının tutulup tutulmadığına karar verilmelidir. Yüksek ateş, böğürde hassasiyet, karın ağrısı, kusma, titreme, 12000 den fazla lökosit sayısı, sedim ve CRP yüksekliği pyelonefritin klinik ve laboratuvar bulgularıdır
Direkt üriner sistem grafisi (DUSG) varsa taş ve böbrek boyutları hakkında fikir verir. Ultrasonografi (USG), İYE geçiren çocukların değerlendirilmesinde ilk tercih edilmesi gereken görüntüleme yöntemidir. Böbreklerin boyutları, şekilleri görülebilir. İntravenöz pyelografi ( IVP ), böbrek pelvisi, parenkimi, üreterleri gösterir. Böbrek boyutları ve hasarın varlığı hakkında bilgi verir. Voiding sistoüretrografi ( VSUG ), VUR’un değerlendirilmesinde bugün için halen en değerli yöntemdir. Bu yöntem, mesanenin kateterizasyonunu ve kontrast madde ile doldurumunu gerektirir. Mesane şeklinin ve erkeklerde posterior üretral anatominin değerlendirilmesinde, VUR un tanımlanmasında kullanılır. Renal parenkimin görüntülenmesinde 99mTc-DMSA ve MAG-3 sintigrafileri yapılabilir. Akut pyelonefritde, böbrek sintigrafisinde verilen maddenin böbrek tarafından yakalanmasında yaygın veya kısmi azalma görülür. Kalıcı böbrek hasarında ise, hacim kaybı ile birlikte verilen maddenin böbrek tarafından yakalanmasında azalması izlenir.
İdrar yolu enfeksiyonu olan çocuklara gecikmeden antibiyotik tedavisi başlanmalıdır. Basit idrar yolu enfeksiyonu olanlara trimetoprim-sulfametoksazol, nitrofurantoin ve sefalosporinler (sefadroksil, sefaleksin, sefaklor, sefiksim ) verilebilir. Akut pyelonefrit tespit edilen çocuklar, parenteral antibiyotikle tedavi edilmeli bunun yanısıra intravenöz sıvı ve ateş düşürücüler verilmelidir . Başlangıç tedavide aminoglikozidler ile ampisilinin birlikte kullanımı veya amoksisilin-klavulunat, sefotaksim ve seftriakson kombinasyonları kullanılabilir. Şiddetli enfeksiyonlarda tedavi 7-14 gün sürmelidir, fakat bazen tedavi sonrası görülen relapslar nedeniyle bu süre 4-6 haftaya kadar uzayabilir. Küçük çocuklar enfeksiyon sonrasında, üriner semptomların tespit edilme güçlüğü nedeni ile düzenli takip edilmelidir. Reflü olasılığı ve renal hasarlanma riski yüksek olan 2 yaş altındaki çocuklar radyolojik incelemeleri tamamlanıncaya kadar antibiyotik profilaksisine alınmalıdır. Çok küçük yaş grubunda reflü varlığında ve tekrarlayan enfeksiyonların sonunda böbrek hasarı ortaya çıktığından bu yaş grubunda tüm araştırmalar normal de olsa 6 ay koruyucu antibiyotik verilmesini gerekebilir.



Op.Dr. Erdal KALCI
Üroloji Uzmanı

Çocuklarda gece altını ıslatma


ENÜREZİS NOKTÜRNA


Çocukluk çağında sık rastlanan, ancak genellikle ihmal edilip ciddi problemler doğurduğunda farkedilen bir durum da işeme bozukluklarıdır. Gece veya gündüz idrar kaçırmaktan, zor ve sıkıntılı işemeye; uzun süre idrarını tutmaktan sık sık tuvalete gitmeye kadar değişik tablolarla karşımıza çıkan bu bozukluklar, mutlaka titiz ve ayrıntılı bir ürolojik araştırma gerektirir. Sebebe yönelik tetkikler sonucunda genellikle tedavi edilebilir; ancak bir kısım vakalarda tedavi zor ve zaman alıcıdır.

İşeme bozuklukları önemsenmeyip ihmal edilirse, bazen, ciddi böbrek iltihapları, organ kayıpları, hatta böbrek yetmezliği gibi tehlikeli sonuçlar doğurabilir.
Gece altını ıslatma tıbbi adıyla Enürezis Nokturna tedavi edilebilir bir hastalıktır. Çocuklarda sık görülür. 5 yaşından sonra ayda bir-iki kez gece alt ıslatması olan çocuklarda bu hastalığın varlığından söz edilebilir. Hastalığın uyku derinliği ve mesane (idrar torbası) kapasitesi ile ilgili olduğu görüşü hakimdir. Ayrıca psikolojik etmenler de hastalığın oluşmasında rol oynamaktadır. Erkek çocuklarda kız çocuklara oranla daha sık görülür.
Her sabah yatağından ıslak olarak kalkan bir çocuğun duyduğu sıkıntıyı anlamak çok zor değildir. Bu durum aileler tarafından hastalık olarak kabul edilmediği için çocuk devamlı suçlanmakta ve zaman zaman cezaya çarptırılmaktadır. oysa bu durumdan en fazla çocuk rahatsızdır ve kurtulmak istemektedir. Özellikle yabancı bir evde yatması gerektiği ya da kamp, tatil gibi nedenlerle evden uzak kaldığı durumlarda çocuk çok yoğun utanma duygusu yaşar. Bu nedenle bir çok faaliyete katılmak istemeyebilir.
Toplumumuzda gece altını ıslatmanın zamanla geçen normal bir durum olduğuna dair yanlış bir kanaat vardır. Hatta sünnet olunca, ergenlikte ya da askere gidince geçeceğine inanılır. Oysa yaş ilerledikçe bazı vakalarda kendiliğinden düzelmeler görülebilir. Ancak ne zaman olacağını kimsenin bilmediği bu düzelmeyi beklemek çocuğun ruhsal yapısında derin yaralar bırakacağından hatalı bir tutum olur. Gece altını ıslatan çocuğu olan aileler eğer çocukları 5 yaşından büyük ise tedavi yollarını aramalıdırlar. Bu hastalığın tedavisinde oldukça yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Tedavide kademeli olarak bazı programlar uygulanmakta ve ilaçlardan da yararlanılmaktadır.
Halk arasında tedavide kullanılan bazı ilaçların kısırlığa neden olabileceği gibi yanlış bir kanaat vardır. Gece alt ıslatma sorunu olan çocuklarda kullanılan ilaçların kısırlık yapması söz konusu değildir. Bu uydurma ve bilimsel dayanağı olmayan bir söylentiden ibarettir.




Op.Dr. Erdal KALCI
Üroloji Uzmanı
RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 01/10/07, 21:20   #5
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart

Çocuk Felci Nedir?
Çocuk felci hastalığının nedeni, polio virüsü denilen bir mikroptur.

Tarihçe:
2000:
Yabani poliovirus bulaşmasının 20’den fazla ülkede olmaması.
2001:
Yabani poliovirus bulaşmasının 10’dan fazla ülkede olmaması. Dünya çapında sertifikasyon-standardının denetlenmesi.
2002:
Yabani poliovirus bulaşmasının sonlandırılması.
2003:
Kalan son global rezervuarların saptanması.
2005:
Polio eradikasyonun sertifikalandırılması.
(kaynak: Global Polo Eradikasyon Girişimi, Stratejik Plan 2001-2005)
2000
29 Ekim: DSÖ Batı Pasifik Bölgesi poliodan arınmıştır. 27 Eylül: New York, Global Polio Ortakları Zirvesi 2001-2005 Polio Eradikasyonu için Stratejik Planı kabul etmiştir.
1999
11 Ekim: Aventis Pasteur Afrika’da savaştan kırılmış beş bölge ve ülke için 50 milyon doz aşı bağışlamıştır. İlkbahar: Angola’daki polio salgını sırasında, 800’den fazla çocuk hastalanmış ve 50’si ölmüştür.
1998
Melik Minas (Türkiye) DSÖ Avrupa Bölgesi’ndeki son polio kurbanıdır.
1997
Mart: Mum Chanty (Kamboçya'da 15 aylık bir kız) DSÖ Batı Pasifik Bölgesi’ndeki son polio kurbanıdır.
1996
Yaz-Sonbahar: Arnavutluk’taki bir salgın çocuk ve genç erişkinler arasında 139 polio olgusuna neden olurken, komşu Yugoslavya (24 olgu) ve Yunanistan’a (5 olgu) yayılmıştır.
Ağustos: Nelson Mandela Polio’yu Afrika’dan Kovalım kampanyasını resmi olarak başlatmıştır.
1995
Çin’deki son polio olgusu.
Hindistan’da ilk Ulusal Aşı Günleri organize edilmiş, 87 milyon çocuk aşılanmıştır.
1994
29 Eylül: DSÖ’nün Amerika Bölgesi poliodan arınmıştır.
1993
Aralık: Çin’de ilk Ulusal Aşı Günleri başlatılmıştır (80 milyon çocuk aşılanmıştır).
Mayıs: Sudan’daki bir salgın sırasında 252 çocuk polio’ya yakalanmıştır.
1992-1993
Hollanda’da, polio salgını 71 kişiyi etkilemiştir, bunların 70’i dini gerekçelerle aşılanmayı reddeden kişilerden oluşmaktadır; bu da aşılamanın tam olarak yapılamadığı durumlarda poliovirüs ithalinin hala bir tehdit oluşturduğunu kanıtlamaktadır.
1991
Eylül: Luis Fermin Tenorio (Peru) isimli üç yaşındaki erkek çocuk Amerika kıtasındaki son polio olgusudur.
1990
Dünya genelinde çocukların %80’inin aşılanması hedefine ulaşılmıştır.
1989-1990
Çin’de polio salgını, yaklaşık 10,000 çocuğun etkilendiği bildirilmiştir.
1988
Mayıs: Dünya Sağlık Birliği Toplantısı sırasında, DSÖ’e Üye 166 Ülke Global Polio Eradikasyon Girişimi’ni başlatmıştır. Uluslararası Rotary, 120 milyon$ toplamak için başlatılan polio kampanyasında 247 milyon$ toplandığını bildirmişir.
1985
Mayıs: Pan Amerikan Sağlık Organizasyonu (PAHO) Amerika kıtasında polioyu eradike etmek için bir girişim başlatmıştır.
1980
Çiçek eradikasyonu DSÖ tarafından belgelenmiştir.
1979
Somali’de dünyadaki son çiçek olgusu bildirilmiştir.
1974
Dünya Sağlık Birliği temel aşıların tüm dünya çocuklarına ulaştırılması için Genişletilmiş Aşılama Programı (EPI) önergesini kabul etmiştir.
1967
DSÖ, bir aşının geliştirildiği ilk hastalık olan çiçek hastalığının eradikasyonu için bir kampanya başlatmıştır.
1962
Mérieux Enstitüsü (günümüzde Aventis Pasteur) Albert Sabin'in Oral Polio Aşısının (OPV) üretimine başlamıştır
1961
Connaught Laboratuarları (Toronto, günümüzde Aventis Pasteur) OPV’nin en önemli uluslar arası üreticisidir.
1959
Sovyetler Birliği’nde geniş kitlelerde OPV çalışmaları.
Albert Sabin attenüe polio suşlarından Connaught Laboratuarları için bir "tohum havuzu" oluşturmuş ve, böylece burada OPV üretimi başlamıştır.
1957
Lyons’daki Mérieux Enstitüsü Pierre Lépine'in enjectabl polio aşısının üretimine başlamıştır.
1954
Jonas Salk tarafından geliştirilen enjektabl polio aşısının (IPV) test edilmesi için yaklaşık 2 milyon çocuğun katıldığı Francis Saha Çalışması başlamıştır.
1953
Toronto’daki Connaught Laboratuarları’nda geliştirilen sentetik üreme besiyeri, "Medium 199" metodu kullanılarak maymun böbrek dokusu kültürlerinde poliovirüsün büyük miktarlarda üretilebileceği gösterilmiştir. Connaught 1954’de Francis Saha Çalışması’nda kullanılmak üzere Salk aşısının geliştirildiği büyük miktardaki viral sıvının tek üreticisidir.
1951
Polio virüsünün suşlarını tanımlamakla itham edilen İnfantil Paralizinin Tipini Belirleme Ulusal Vakfı Komitesi (A.B.D.), üç ve yalnızca üç suş bulunduğunu ilan etmiştir. Aşının her üçü için de koruma sağlaması gerekmektedir.
1949
John F. Enders, Thomas Weller ve Frederick Robbins sinir dokusu içermeyen kültürlerde virüs üreterek aşı geliştirilmesinin yolunu açmışlardır.
1948
Nisan 7, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) kurulması.
1931
Burnet ve Macnamara birden fazla poliovirus suşu olduğunu kanıtlayarak bir suşa karşı bağışıklığın diğer suş(lar)a karşı koruyuculuk sağlamadığını göstermişlerdir.
1916
Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzeydoğusunda ortaya çıkan salgın 9,000’den fazla polio olgusuna yol açmıştır.
1909
Karl Landsteiner, Erwin Popper ve Constantin Levaditi polionun bir virüs tarafından oluşturulduğunu ve ilk enfeksiyonun bağışıklık sağladığını göstermişlerdir. Bu nedenle aşısı mümkündür.
1905
İsveç’teki bir polio salgınında yüzlerce çocuk ölmüş ve binlercesi felçli kalmıştır. Dr. Ivar Wickman polionun bulaşıcı olduğunu ileri sürmüştür.
1894
İlk polio salgını Amerika Birleşik Devletleri’nin Vermont eyaletinde belgelenmiş ve 119 çocuğu etkilemiştir.
1840
Jacob von Heine hastalığın klinik tarifini yazarak buna "enfantil paralizi" adını vermiştir.
1580-1350 B.C.
Mısır’daki bir taş tablette bir bacağında gevşek bir felç olan bir rahip görülmektedir; bu da hastalığın bilinen en eski ipucudur.

Bulaşma:
Çevre koşularının kötü olduğu yerlerde suların, besinlerin mikroplu dışkı ile kirlenmesi ve kalabalık ortamlarda havaya yayılan mikropların solunmasıyla bulaşır.
Vücuda girdikten sonra, bölgesel lenf düğümlerinde yerleşen virüs, günler sonra da kana karışmaya devam edebilir. Bu kana karışmayla birlikte diğer ikincil bölgelere de yerleşim olur. (kalp, deri, akciğer, karaciğer, beyin, omurilik). Polio virüsünün omurilik içine yerleşmesi en çok rastlanan durumdur. Kuluçka süresi 10-14 gündür. Bu süre sonunda ve ateşli hastalıktan sonra omurilik içinde hangi sinir hücreleri ve bağları tahrip olmuş ise o organda "felç" olarak adlandırılan durum başlar.
Hastalık genellikle belirtisiz ve sinsi gidişlidir. Hafif ateş, baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı-kusma gibi nezlede görülebilecek belirtiler ile ortaya çıkar. Kimi hastalarda hastalık bu belirtilerle sınırlı kalırken kimilerinde de kalıcı felçler ortaya çıkar. Çocuk ayağa kalkmakta veya yürümekte eskisine oranla daha fazla güçlük çekmeye başlar. Felç olan bölgede (genellikle bacaklar) kaslar sert ve kasılmış değil, yumuşaktır ve duyu kaybı yoktur. Bazı vakalarda solunum kasları ve diafragma da felce uğrayıp solunum güçlüklerine neden olabilmektedir. Ölüm oranı % 2-20 arasındadır. Beyindeki solunum merkezinin de etkilenmesiyle bu oranlar % 40'lara kadar çıkabilmektedir.
Hastalığa yakalanan çocuklarda hafif ateş, baş ağrısı, kas ağrıları, bulantı -kusma gibi her hastalıkta görülebilecek ortak bulgular mevcuttur. Bazı çocuklarda hastalık bu bulgularla sınırlı kalırken , bazılarında ise kalıcı felçler meydana gelmektedir. Felçler çok tipik olarak yumuşaktır. Yani kaslar sert ve kasılmış durumda değildir. Felçler genel olarak, çocuğun kendini ayağa kaldırmasında ve yürümesinde güçlük şeklinde ilk bulgularını verir. Çoğu hastada felç olan bacak ya da kolda duyu kaybı yoktur. İğne batırıldığında bunu hissederler. Bir yaşından büyük yaş grubundaki hassas çocuklar ve yetişkinler mikrobu kaptıklarında felç gelişmesi açısından daha büyük risk altındadırlar. Felç gelişen hastalarda ölüm oranı %2 ile % 20 arasında değişmekte ancak beyindeki solunum merkezinin etkilenmesiyle bu oran % 40'a kadar çıkabilmektedir.

Çocuk Felcinden Korunma Yolu Nedir?
Çocuk felci hastalığının çiçek hastalığında olduğu gibi ülkemizde ve tüm dünyada kökünün kazınması için yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Tedavisi bulunmayan , kalıcı sakatlıklar ve ölümlere neden olan bu hastalığın kökünün kazınması , ancak aşılanma ile mümkündür. Hem bu açıdan hem de virüsün çevremizde yaygın olarak bulunması nedeniyle çocuk felci aşılamasının önemi oldukça artmaktadır.


Çocuk felci aşıları

Günümüzde çocuk felci hastalığına karşı kullanılan iki farklı aşı vardır.

İnaktive çocuk felci aşısı (enjeksiyon şeklinde uygulanır ) ve oral çocuk felci aşısı (ağızdan damla şeklinde verilir. ) inaktive çocuk felci aşısı ölü aşıdır. Son derece güvenli ve etkin olması en önemli özelliğidir. Yaşamın ikinci ayından başlayarak 1- 2 ay arayla toplam 3 doz enjeksiyon şeklinde uygulanır. Bebek 18 aylık olduğunda bir hatırlatma dozu daha yapılmalıdır.

Oral çocuk felci aşısı ağızdan damla şeklinde verilerek uygulanmaktadır. Oldukça etkin bir aşı olmakla birlikte aşının verilmesi sırasında çocuğun kusması ya da tükürmesi gibi durumlardan olumsuz etkilenebilmektedir. Aşı uygulanması esnasında ishali olan bebeklere bir ay sonra bir doz aşının daha uygulanması tavsiye edilmektedir. Çocuk felcine karşı toplumsal korunmanın sağlanmasında önemi vardır.

İnaktive ve oral çocuk felci aşılarının birlikte kullanımı

Yapılan çalışmalar,bu hastalığa karşı en iyi korunmanın inaktive ve oral çocuk felci aşılarının ardışık kullanılması ile sağlanabileceğini göstermektedir. Ardışık kullanım önce inaktive ,ardından oral olmak üzere çocuğa farklı zamanlarda her iki aşının da verilmesi prensibine dayanır. Birçok ülkede tercih edilen bu uygulama ;aşılamaya 2,4,6 ya da 2,3,4. Aylarda beşli aşı ile başlanan çocuklara 18. Aydaki hatırlatıcı dozun ağızdan oral aşı şeklinde verilmesi ile gerçekleştirilmektedir. İnaktive ve oral çocuk felci aşılarını ardışık kullanmanın sağladığı en büyük avantaj ,inaktive aşı ile önce bireysel korunmanın sağlanması,daha sonra oral aşı ile toplumsal korunmanın sağlanmasıdır. Böylece çocuk felci hastalığına karşı hem bireyde hem de toplumda çok güçlü ve kalıcı bir bağışıklama sağlanması mümkün olur. Çocuk felci aşılarının her iki çeşidi de ,difteri,tetanos,boğmaca ve diğer çocukluk aşıları ile birlikte ve aynı gün uygulanabilir. Aşı uygulanmasından sonra annelerin bebeklerini emzirmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Aşıdan hemen sonra dahi bebeğe mama,süt ve diğer besinler verilebilir,herhangi bir süre kısıtlaması yoktur.
Aşılamanın dünya çapındaki etkileri
Oral ve enjektabl polio aşıları, özellikle de endüstrileşmiş ülkelerde morbiditeyi önemli ölçüde azaltmıştır. Aşılama sayesinde, polio morbidite oranları 1950’lerdeki son büyük salgında 2,700’de 1 iken 1970'lerde 10 milyon’da 1’den aza inmiştir.
Dünya genelindeki yaygın aşılama sayesinde bildirilen poliomyelit olguları anlamlı ölçüde azalmıştır, 1988’de 35,251 olgudan 1994’de 8,635 olguya (%-28) ve 1995’de 6,179 olguya (1994 ile karşılaştırıldığında -%82) düşmüştür. 1995 yılında 150 ülkede poliomyelit olgusu bildirilmemiştir.
1999’da DSÖ’ye üye 51 Avrupa ülkesinden hiçbirinde poliomyelit olgusu bildirilmemiştir. Avrupa’daki son olgu 26 Kasım 1998’de Türkiye’den bildirilmiştir. Avrupa Bölgesi'nde 1980’lerin başında 500’den fazla olgu bildirilirken, 1997’de yalnızca 7 olgu bildirilmiştir.
Fransa’da, tek ithal edilen poliomyelit olgusu 1989’da Fransa’da doğan popülasyon içinde görülmüştür. O zamandan beri, bildirilen diğer tek olgu, 1995 yılında Afrika’ya yaptığı bir geziden dönen yetersiz aşılanmış bir Fransız vatandaşı olmuştur.
Amerika Birleşik Devletleri’nde, ilk polio aşısı 1955’de kullanılmaya başlamıştır. 1951 ve 1954 yılları arasında ortalama 16,316 olgu paralitik poliomyelite yakalanırken yıllık ölüm oranı 1,879 olmuştur. Aşının kullanılmaya başlanmasından sonra polio insidansı önemli ölçüde düşerek 1962’de 1,000 olgudan aza inmiş ve daha sonraki yıllarda 100’ün altında olmuştur. 1994’de, oral aşı için harcanan her dolar direkt medikal harcamalarda 3.40 dolar, indirekt sosyal masraflarda ise 2.74 dolar tasarruf edilmesini sağlamıştır. A.B.D.’de doğan ve orada yaşayan kişiler arasında en son dokümante edilen polio olgusu 1979 yılında olmuştur.
Çin, Kamboçya ve Güney Amerika kıtasındaki son olgular 1996, 1997 ve 1991’de bildirilmiştir. Güney Amerika’daki son enfeksiyon 23 Ağustos 1991’de Peru’dan bildirilmiştir. 1993’de Hollanda’dan Kanada’ya ithal edilen bir olgunun dışında tüm kıtada yabani virüsle bulaşma bildirilmemiştir.
Afrika’da, 1995 yılında 1,512 olgu bildirilmiştir, bu da bir önceki yıla kıyasla %5 azalma anlamına gelmektedir (1,594 olgu). Aynı yıl, Afrika’daki 17 ülkede, adalar ve en güneydeki ülkeler dahil olmak üzere, poliomyelit bildirilmemiştir.
1995’de Doğu Akdeniz bölgesindeki 9 ülkede 738 poliomyelit olgusu bildirilmiştir. Bu, bir önceki yıla göre % 27 azalma anlamına gelmektedir (1,015 olgu) ve 1988’e kıyasla %68 azalma (2,339 olgu) olmuştur.
1995’de Güneydoğu Asya bölgesindeki 7 ülkede 3,398 poliomyelit olgusu bildirilmiştir - 1994’e göre % 33 (5,112 olgu) ve 1988’e göre% 87 (25,711) azalma.
Pasifik bölgesi’nde 1994’deki 700 ve 1988’deki 2,126 olguya kıyasla 1995’de 344 olgu bildirilmiştir bu da sırasıyla % 51 ve % 84 azalma anlamına gelmektedir.
Polio’nun çiçekten sonra aşılama yoluyla tamamen eradike edilen ikinci enfeksiyon olması beklenmektedir. Yeni milenyumun ilk birkaç yılı içinde tamamlanması hedeflenen bu eradikasyon programının ilk fazı, yabani virus suşları ile meydana gelmiş tüm polio olgularının eliminasyonunu içermektedir. Kitlesel polio aşılamasına son vermeden önce, son yabani polio virüsünün izole edilmesinin üzerinden en az üç yıl geçmesi gerekmektedir, bu da 2007 yılından önce olmayacaktır.
Aşılama tarihçesi
Canlı polio aşısının fareye uyarlanan bir virüs suşundan üretilen ilk prototipi 1950 yılında Koprowski tarafından insanda test edilmiştir. Fakat John Enders, Thomas Weller ve Frederick Robbins tarafından geliştirilen doku kültürü tekniğiyle üretilen ilk ticari polio aşısı Jonas Salk aşısıdır. Bu, inaktive virüslerden oluşan enjektabl bir polio aşısıydı. Attenüe viral suşlardan yapılan oral polio aşısı, Albert Sabin aşısı, diğerinden hemen sonra geliştirilmiştir. Gerek Salk gerekse Sabin aşıları kullanım için ruhsat alır almaz yaygın olarak uygulanmaya başladılar .
Pasteur Enstitüsünden Pierre Lépine, Salk aşısıyla aynı tipte bir aşı üretmiştir.
Hastalık
Poliomyelit, oral olarak bulaşan ve etkeni nöropatojen bir virüs olan poliovirüsün yol açtığı akut viral bir enfeksiyondur. Hastalık çeşitli şekillerde kendini gösterir. En sık görülen hafif ve selim formunda genellikle ateşli bir diare epizodu (görülmeyebilir de) (polio enfeksiyonu) vardır, ardından pürülan olmayan bir menenjit (paralitik olmayan poliomyelit), ya da çeşitli kas gruplarını tutan gevşek felç görülebilir (paralitik poliomyelit) gelişebilir. Bu akut gevşek felçler geri dönüşümsüzdür (%10’u ise ölümcül olabilir) ve felç olan bölgede kas atrofisine neden olur.
Güncel epidemiyolojik veriler
Poliomyelit hala Afrika, Güneydoğu Asya, Hindistan yarım adası ve Yakın Doğu’nun bazı bölgelerinde bulunmaktadır.
1996’da, DSÖ’e 3,997 olgu nildirilmiştir.
Mevcut aşılar
Oral aşı, maliyetinin düşük olması nedeniyle, şimdiki eradikasyon kampanyası gibi toplu aşılama kampanyalarında tercih edilen formdur. Bu aşı, bir aşı suşunun yabani virüse dönüşmesi nedeniyle aşı-sonrası felce yol açabilir (1 milyon aşıda 1 olgu). Bu yüzden yabani virüsün görülmediği veya çok nadir görüldüğü ülkelerde, örneğin uzun yıllardır Fransa’da ve son iki yıldır Amerika Birleşik Devletleri’nde, inaktive edilmiş aşı kullanılmaktadır.
Aşılama stratejileri
Polio aşısı tüm küçük çocuklara uygulanmakta ve aşılamanın yaygınlığı olabilecek en yüksek düzeyde sağlanmaya çalışılmaktadır.
Ekonomik etki
CDC’ye göre 1994 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde polio aşısı için harcanan her bir dolar tıbbi harcamalarda 3.40 dolar ve indirekt harcamalarda 2.74 dolar tasarruf anlamına gelmektedir. 1955 ve 1961 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde polio aşısı tek başına tıbbi harcamalarda 327 milyon dolar ve indirekt harcamalarda 6.4 milyar dolar tasarruf sağlamıştır - yani, Salk ve Sabin aşılarının geliştirilmesi için yapılan masrafın (yaklaşık 5.6 milyon dolar) bin katından daha fazla.
DSÖ aşının dünya çapında kullanılması sayesinde 2007 yılına yapılacak toplam tasarrufun aşılama kampanyalarının maliyetini geçeceğini tahmin etmektedir. 2040 yılına kadar, toplam tasarrufun 13.6 milyar doları bulacağı tahmin edilmektedir.
,

Dünya sağlık örgütü Polio broşüründen:
1988’de, beş kıtadaki yaygın endemi sırasında 350,000 çocuk polio nedeniyle felç olmuştur. Polio şimdi yalnızca Sahara’nın güneyindeki Afrika ve Güney Asya’nın bazı bölgelerinde yoğunlaşmıştır. 2005 yılında tüm dünyanın poliodan temizlendiğinin belgelenebilmesi için yoğun çabalar sürdürülmektedir.

Aventis Pasteur, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Uluslar arası Rotary, Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) ve Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF) ile birlikte çalışarak polioya karşı son savaşta destek sağlamaktadır. Aventis Pasteur 1997 ve 1999 yılları arasında Afrika’da kullanılmak üzere 40 milyondan fazla doz oral polio aşısı bağışlamıştır. 2000 yılından itibaren buna ek olarak 50 milyon doz Angola, Liberia, Sierra Leone, Somali ve Güney Sudan’daki Ulusal Aşılama Günleri’nde kullanılmak bağışlanacaktır.
Polio nedir?
Polio bir virüs tarafından oluşturulan çok bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. Sinir sistemini istila ederek kalıcı felçlere veya ölüme neden olabilir. Her yaşta görülebilir fakat başlıca üç yaşın altındaki çocukları etkilemektedir. Polio eradike edilebilecek birkaç hastalıktan biridir çünkü insan vücudunun dışında uzun süre yaşayamaz ve etkili ve ucuz bir aşısı mevcuttur.
Polionun başlıca belirtileri nelerdir?
Başlangıçta pek çok hastalıkta görülebilecek ateş, halsizlik, baş ağrısı, kusma, ense sertliği ve kol ve bacaklarda ağrı gibi hafif belirtiler ortaya çıkar. 200 enfeksiyondan biri genellikle bacaklarda olmak üzere geri dönüşümsüz felce dönüşür. Polio paralizisi gelişen kişilerin yüzde beş ila onu solunum kaslarının felç olması nedeniyle ölmektedir.

Polio nasıl bulaşmaktadır?

Virüs ağız yoluyla vücuda girerek barsaklarda çoğalır Kalabalık olarak yaşanan yerlerde ve hijyen düzeyi yetersiz olduğunda bulaşma oranı çok yüksektir.
Polio nasıl tedavi edilmektedir?
Polio’nın tedavisi bulunmamaktadır. Bakım ve fizik tedavi gibi yöntemlerle etkilenmemiş kaslar güçlendirilerek destekleyici ve semptomatik tedavi yapılır.
Kaç polio olgusu görülmektedir?
1999 yılının sonuna kadar yaklaşık 7,000 polio olgusu bildirilmiştir. Tüm olgular bildirilmediği için, DSÖ 1999 yılında yaklaşık 20,000 olgunun bulunduğunu tahmin etmektedir. Bundan binlerce fazla çocuk virüsle enfekte olmuştur; bu çocuklarda felç ortaya çıkmasa da diğer çocukları enfekte edebilirler.
Polio nasıl eradike edilecektir?
Polio’nun eradikasyonu (henüz polionun temizlendiğine dair sertifikası olmayan ülkelerde) dört temel stratejiye dayanmaktadır.:

1) İlk yıl dört doz oral polio aşısı kullanarak bebeklerin rutin aşılanması;

2) Beş yaşın altındaki milyonlarca çocuğun aşılandığı Ulusal Aşı Günleri;

3) Akut Gevşek Felç (AFP) gözetimi ile yeni felç geçiren tüm çocuklarda felcin nedeninin polio virüsü olup olmadığının araştırılması;

4) Evlerde aşılama (silip-süpürme kampanyaları olarak da bilinir) ile her çocuğun aşılandığından emin olarak bulaşmanın son zincirlerinin de kırılması


Global Polio Eradikasyon Girişimi Nedir?
Global Polio Eradikasyon Girişimi DSÖ, Uluslar arası Rotary, CDC ve UNICEF öncülüğünde başlatılmıştır. Bu koalisyon ulusal yönetimleri, özel vakıfları, gelişme bankalarını, ve Aventis Pasteur’ün de içinde yer aldığı şirket ortaklarını da içermektedir.
Ulusal Aşı Günleri Nedir?
Ulusal Aşı Günleri daha önce aşılanıp aşılanmadığına bakılmaksızın beş yaşın altındaki tüm çocukların aşılandığı toplu aşı kampanyalarıdır. Polio’nun endemik olduğu ülkelerde genellikle en az üç yıl üstüste olmak üzere yılda birden fazla aşılama yapmak gerekir.
Kampanya sırasında neler gerçekleştirilmiştir?
Global Polio Eradikasyon Girişimi’nin başlatılmasından itibaren geçen 12 yılda polio olgularının sayısı yüzde 95 azalmıştır. Aventis Pasteur bu süre içinde diğer ortaklarla birlikte çalışarak milyarlarca doz polio aşısı üretmiş ve dağıtmıştır. Gelişmekte olan dünyadaki üç milyon çocuk polio’ya karşı aşılanma sayesinde bugün felçli olmak yerine yürüyebilmektedir. Hastalığı ortadan kaldırma kampanyalarının önemli maddi katkıları da olmaktadır. Polionun eradikasyonu ile sağlanacak tasarrufun yılda 1.5 milyar$ (1.36 milyar euro) aşacağı tahmin edilmektedir. Bu tasarruflar başka hastalıkların kontrol edilmesi için kullanılabilir.

Bir çocuk bile polio virüsü ile enfekte olursa tüm çocuklar risk altında kalmaya devam eder. Aşılama ve işbirliği sayesinde, her yerdeki çocukları koruyabiliriz. Poliodan arınmış bir dünyaya sahip olabiliriz.
__________________


Gitti..

RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 01/10/07, 21:21   #6
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart

BADEMCİK İLTİHABI
Hemen herkes bademciklerin ne olduğunu bilir. Ancak, bademciklerin vücuttaki görevlerini ve bazen niçin alınmaları gerektiği konusunda herkesin kesin bilgisi yoktur. Bademcik ameliyatıyla ilgili bazı bilgilerin öğrenilmesi, ebeveynlerin ve çocuğun korkularınının giderilmesine yardımcı olur. Bademcikler ve bademcik ameliyatı ile ilgili daha fazla bilgi için aşağıdaki sorular üzerine tıklayınız:

Bademcik (tonsil) nedir?
Bademcikler, boğazımızın her iki yanında bulunan yapılardır. Bademcikler, boğaza giren bakteri ve virüs cinsi mikropları yakalarlar ve vücudun mikroplarla savaşmasına yardımcı maddeler olan antikorları üretirler. Bademcikleri, çocuğunuzun boğazına bir fenerle bakarak görebilirsiniz.

Bademcik iltihabı (tonsillit), bademciklerin mikroplarla karşılaşması ve şişmesi sonucunda gelişir. Eğer çocuğunuzda sürekli veya sık tekrarlayan bademcik iltihabı varsa, doktorunuz bademciklerin alınmasını önerebilir. Çocuklar bademcikleri alındıktan sonra daha sık hastalanmazlar; çünkü, vücutta bademcik gibi görev yapan başka dokular mikroplarla savaşan maddeleri yeterince üretebilirler.

Bademcik iltihabının (tonsillit) belirtileri nelerdir?
Çocuğunuzda bademcik iltihabının aşağıdaki belirtilerinden biri veya birkaçı bulunabilir :

boğaz ağrısı
yutkunma sırasında ağrı veya rahatsızlık hissi
kötü ağız kokusu
ateş
sesinde çatallanma
boyundaki lenf bezlerinde şişme
Eğer çocuğunuzun boğazına bakarsanız, bademciklerin kızarmış ve şişmiş olduklarını görebilirsiniz. Bazen de, bademciklerin üzeri beyaz veya sarı renkli bir maddeyle kaplanmış gibi olabilir. Çocuğunuzun bademciklerinin iltihaplı olup olmadıklarını anlamayabilirsiniz; eğer bademcik iltihabından şüpheleniyorsanız doktorunuza başvurunuz.
Bademcik iltihabının tedavisi / Ameliyat ne zaman gerekli?
Antibiyotikler sayesinde artık her bademcik iltihabının standart tedavisi, eskiden olduğu gibi ameliyat değildir. Ancak, sık tekrarlayan boğaz ağrısı ve bademcik iltihabı halinde bunu bir doktorun değerlendirmesi gerekir. Doktorunuz streptokok enfeksiyonu olup olmadığını araştırmak üzere boğaz kültürü yapılmasını isteyebilir. Streptokoklar, iltihaplanmaya neden olan bakteri türü mikroplardır. Bakterilerin neden olduğu iltihaplarda da antibiyotik tedavisi iyi sonuç verir.

Doktorunuz aşağıdaki durumlardan biri veya birkaçının bulunması halinde bademcik ameliyatı önerebilir :

çocuğunuzun solunumunu engelleyecek derecede bademciklerin büyümüş olması
çocuğunuzda yutkunma güçlüğü bulunması
sık tekrarlayan boğaz ağrısı
sık tekrarlayan boğaz iltihaplanması
bademcik iltihabının orta kulak iltihabı, sinüzit vs. gibi komplikasyonlara neden olması
Bademcik ameliyatı (tonsillektomi) sırasında neler olur?
Ne kadar sık yapılıyor veya basit görünüyor olursa olsun, her ameliyat çocuk ve ebeveynler için genellikle korkutucudur. Onu nelerin beklediğini anlatarak, çocuğunuzun kendini ameliyata hazırlamasına yardımcı olabilirsiniz.
Bademcik ameliyatında :

çocuğunuz, genel anestezi verilerek uyutulacaktır. Bu, ameliyatın bir ameliyathanede yapılacağı ve çocuğunuzun ameliyat sırasında bir anestezi uzmanı tarafından izleneceği anlamını taşır.
çocuğunuz yaklaşık 20-30 dakika süreyle uyuyacaktır
cerrah, bademcikleri çocuğunuzun ağzının içinden alacaktır. Bademcik ameliyatı için deride bir kesi yapılmasına gerek yoktur.
cerrah, bademcikleri bulundukları yerden bazı kesiler yaparak çıkartacak ve kanamayı durduracaktır.
Çocuğunuz uyanma odasında ayılacaktır. Solunum güçlüğü veya kanama belirtisi olması halinde tekrar ameliyathaneye alınması gerekebilir. Genellikle hastanede toplam kalış süresi 5-10 saat arasında olmaktadır. Yeterli sıvı gıda almaya başlamayan, 3 yaşın altında olan ve bayılma nöbetleri gibi sürekli bir hastalığı bulunan çocuklar hastanede bir gece kalacaktır.


Kaynak : AÜTF KBB ABD
RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 01/10/07, 21:22   #7
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart

HAVALE
Havale (istemsiz kasılmalar), beyin sinir hücrelerinde anormal aktivite nedeniyle oluşur. Tipik olarak havale geçiren bebek şuurunu kaybeder, kol ve bacakları kasılır. Bir kaç saniye sonra, kol ve bacaklar ile yüz adaleleri ritmik olarak seğirmeye başlar.
Çocukluk hummalarının çoğu ateş nöbetleri ile ilintilidir. Tipik olarak havale, 6 aylık ila 5 yaşında olan, ateş nöbeti geçiren çocuklarda meydana gelir. Ateşin ağır ya da hafif olması ile havale havale arasında bir ilinti yoktur. Bazen havale, bebeğin hasta olduğunu gösteren bir ilk belirtidir. Çocukların %4 ila 5' i en azından bir kez havale nedenle kasılma geçirir; %50 'sinde ise ilk nöbetten sonra herhangi bir gelişme olmaz. Havale nöbetleri nispeten kısadır,genellikle 5 dakikadan daha az sürer. Her ne kadar eskiden havale geçiren çocuğun beyninin zarar göreceği düşünülür ise de bu çok nadirdir. Havale nöbetlerinde hastalığın nedeni, meydana gelen ateşten daha önemlidir. Örneğin, menenjit, basit bir havale nöbetinden çok daha ciddi bir hastalıktır.

Bebeğiniz havale geçiriyor ise ne yapmalısınız?

Havale, anne babalar için de korkutucu olabilir. Özellikle ilk defa meydana geliyor ise kendinizi çok çaresiz hissedersiniz.

Havale vakalarının çoğunda çocuğun havale geçtikten sonra iyileştiğini unutmayınız

Ateşli Havale Nöbeti

Eğer bebeğiniz ateşli iken havale geçirirse, hatırlamanız gereken en önemli şey havalenin bir kaç dakika sonra kendiliğinden geçeceğidir. Bununla beraber, bebeğinizin ateşini yavaş yavaş indirmek için bir şeyler yapabilirsiniz. Bebeğinizin giysilerini çıkarın ve bebeğin başına ve göğsüne serin bezler koyun. Bebeğin vücudunu serin su ile silin. Sünger ile silerken kesinlikle alkol kullanmayınız. Bebeğinizi havale esnasında kesinlikle küvete sokmayınız; çünkü bu tehlikeli olabilir.

Eğer bebek havale esnasında kusmaya başlarsa, bebeği yüzü koyun ya da yan yatırın;kesinlikle sırt üstü yatırmayın. Eğer bebeğin soluk alıp vermesi güçleşirse çeneyi her iki tarafta alt kısmından kavrayarak ileriye geriye hareket ettirmek suretiyle bebeğin soluk alıp vermesine yardımcı olun.

Havale geçtikten ve bebeğiniz kendine geldikten sonra doktorunuza haber verin; doktorunuz muhtemelen bebeği hemen görmek isteyecektir. Bebeğinizin doktoru ile temas kuramadığınız durumlarda bebeğinizi bir hastane ya da kliniğin acil bölümüne götürerek muayene ettiriniz.

Ateşsiz Havale Nöbeti

Bu tür bir havale başetmenin kuralları, bebeğinizin ateşini düşürmek dışında, ateşli havale ile aynıdır.

Bebeği hareket ettirmenin ya da herhangi bir hareketi kısıtlamayın. Her ne kadar bebeğin soluması bir an durabilir ise de, suni solunuma başlamayın; bebek kendiliğinden soluk alıp vermeye başlayacaktır. Çoğu insan, havale geçiren bir insanın havalenin en ateşli anında dilini yutabileceğini ya da ısırabileceğini düşünerek endişelenirler. Her ne kadar çocuk bazen dilini ısırırsa da, dilini yutamaz ya da başka başka ciddi bir incinme meydana gelmez. Bebeğin ağzına elinizi ya da başka bir nesne sokmayınız.

Havale geçtikten sonra doktorunuza haber veriniz.
RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 01/10/07, 21:22   #8
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart

ZİHİNSEL ÖZÜR NEDENİ OLARAK
METABOLİK HASTALIKLAR

Prof. Dr. Ayşegül Tokatlı
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi

Kalıtsal metabolik hastalıklar nadir görülen hastalıklardır. Ancak çok sayıda metabolik hastalık olduğundan hepsi birlikte değerlendirildiğinde yılda doğan metabolik hastalıklı çocuk sayısı oldukça fazladır. Pek çoğu zihinsel özür yaratan metabolik hastalıkların hemen hepsi otozomal resesif yolla kalıtılır. Anne ve babanın taşıyıcı olması halinde bu çiftin her çocuğunda bu kalıtım şekliyle geçen kalıtsal hastalıkların görülme ihtimali % 25 dir. Ülkemizde akraba evliliklerinin sıklıkla yapılması otozomal resesif kalıtılan metabolik hastalıkların yüksek sıklıkta izlenmesine neden olmaktadır ve kalıtsal metabolik hastalıklar zihinsel özürlülüğün ülkemiz için önemli bir nedenidir.

Klinik gözlemler ülkemizde 1/4500 sıklığında izlenen fenilketonüri yanında diğer metabolik hastalıkların görülme sıklıklarının kesin bilinmemesine karşın dünya ortalama değerlerinin üzerinde olduğunu göstermektedir. Fenilketonüri dışında diğer aminoasit metabolizması bozuklukları (homosistinüri, MSUD gibi), hiperamonemik tablolar (üre siklusu enzim defektleri gibi), organik asidemiler, depo hastalıktan (mukopolisakkaridozlar gibi) zihinsel özür yaratan diğer metabolik hastalıklar olarak sayılabilir. Bu yazıda ülkemiz için Önemli bir sağlık sorunu olan fenilketonüri ve bu konuda ülkemizde yapılanlar hakkında bilgi verilecektir.

FENİLKETONÜRİ NEDİR?

Kalıtsal bir metabolik hastalık olan fenilketonüri, toplumumuzda hala yeterince bilinmemekte ve bir çok çocuğun ömür boyu özürlü kalmasına sebep olmaktadır. Bu konuda sağlık kuruluşlarına ve hekimlere ailelerin uyarılması konusunda büyük görev düşüyor. Bir damla kan ile bu hastalığın önlenmesi mümkün...

Fenilketonüri kalıtsal bir metabolik hastalıktır. Bu hastalıkla doğan çocuklar proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli bir amino asidi metabolize edemezler, sonuçta kanda ve diğer vücut sıvılarında artmış olan fenilalanin ve onun artıkları çocuğun gelişmekte olan beynini harab eder ve ileri derecede zeka özürlü olmasına, sinir sistemini ilgilendiren daha bir çok belirtilerin ortaya çıkmasına neden olur.

Hayatın ilk bir kaç ayı içerisinde fenilketonüri hastalığı olan bebekleri sağlıklı bebeklerden ayıran özellikler fark edilemez.Tedavi edilmeyen fenilketonürili çocuklarda 5-6 aylardan sonra zekadaki gerileme belirgin hale gelir. Akranlarından farklı olarak oturma, yürüme ve konuşma gibi becerileri kazanamazlar. Beyin gelişimleri normal olmadığından başları da küçük kalır. Bazı fenilketonürili çocukların saç ve gözleri anne ve babalarınınkine göre daha açık renkte olabilir. Fenilketonüri aileden gelme bir hastalıktır. Fenilketonürili çocuğun anne ve babasında fenilalanin hidroksilaz enzimi yapımından sorumlu biri normal biri bozuk iki gen vardır. Anne ve babasından bozuk genleri alan bir çocuk fenilketonüri hastalığı ile doğmaktadır. Anne ve babasından bir bozuk gen alan çocuk ise anne ve babası gibi hastalığı taşır, ancak hastalık belirtisi göstermez. Anne ve babasının her ikisinden de sağlam genleri alan bir çocuk ise tamamen sağlıklıdır. Anne ve baba taşıyıcı olduğunda her çocuğun fenilketonüri olma olasılığı % 25 gibi yüksek değerlere ulaşır.

Hastalığa ülkemizde daha sık olarak rastlanıyor

Fenilketonüri Amerika'da ve bir çok Avrupa ülkesinde her 10.000-30.000 yenidoğanda bir görülmesine karşın ülkemizde 3.000-4.000 yenidoğanda bir görülmektedir. Türkiye fenilketonüri hastalığının en sık görüldüğü bir ülkedir. Her yıl ülkemizde 350-400 çocuk bu hastalıkla doğmaktadır. Her 20-25 kişiden birinin hastalığı taşıyor olması ve ülkemizde akraba evliliklerinin yüksek oranda yapılması hastalığın sık görülmesine neden olmaktadır. Hastalığın yeterince bilinmemesi zeka geriliği gösteren hastaların bu hastalık yönünden incelenmesi ve ebeveyne gerekli danışmanın verilmemesi hatalı gen yaygınlığını arttırmaktadır. Akraba evliliği hastalığın görülme sıklığını artırıyor olsa da, akraba olmayan bireylerin de çocukları hastalıklı doğabilir. Çünkü Türkiye'de her 100 kişiden 4 ü bu hastalık açısından taşıyıcı durumundadır.

Fenilketonüri erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavide genel ilke gıdalar ile alınan fenilalanin miktarını azaltarak kan fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır. Diyet tedavisinde fenüalanini çok azaltılmış ya da fenilalanin içermeyen özel ve ilaç niteliğinde mamaların ve tıbbi ürünlerin kullanılması gereklidir. Tedavi en az beyin dokusunun en hızlı geliştiği hayatın ilk 8-10 yılı boyunca çok iyi şekilde uygulanmalıdır.

Fenilketonüri hastalığı ile doğan bebeğin, beyni etkilenmeden, erken olarak tanımlanması çok önemlidir. Bu amaçla geliştirilmiş her yenidoğan çocuğa uygulanabilecek pratik, ekonomik bir test vardır. Hayatın ilk günlerinde bebek en az 24 saat beslendikten sonra özel bir filtre kağıdına alınan 2 damla kan teşhis için yeterlidir. Hasta bebek hayatın ilk günlerinde tanımlandığında uygun diyet tedavisi ile zeka geriliği önlenebildiği için gelişmiş ülkelerde tüm yenidoğanların fenilketonüri yönünden taranması zorunluluğu vardır.

Fenilketonüri hastalığına bağlı zeka geriliğinin önlenmesi amacı ile faaliyetlerde bulunan "Fenilketonürili Çocukları Tarama ve Koruma Derneği" Sağlık Bakanlığının organizasyonu ile ülkemizde doğan her çocuğun bu hastalık yönünden taranması için çaba sarf etmektedir. Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde faaliyet gösteren dernek merke İstanbul ve İzmir dışındaki 79 ilde, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi bünyesindeki dernek şubesi İstanbul ilinde, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesindeki İzmir şubesi ise İzmir ilinde tarama programını yürütmektedir. Günde 6000-7000 civarında kan örneğinin tarandığı merkezlerde, hastalıklı bulunan çocuklarda hemen tedaviye geçilmektedir. Bu hastalığın zamanımızdaki tek tedavi yolu fenilalaninden kısıtlı diyettir ve bu diyet tedavisinin aile, metabolik hastalıklarda uzmanlaşmış çocuk hekimi, diyet uzmanı ve laboratuar uzmanlarından oluşan bir ekip tarafından izlenmesi gerekmekte bu tedavi ile çocuğun normal gelişmesini sağlanmaktadır.

Annenin ilk çocuğu hastalıklı olarak doğmuş ise ikinci bebeğin daha anne karnında iken hasta olup olmadığının belirlenmesi yani anne karnında erken tanı mümkün olabilmektedir.

1986 yılında Ankara'dan başlayan tarama yıllar içinde ülke çapında genişletilmiştir. Şu anda Türkiye genelinde doğan bebeklerin % 50 sine ulaşılmakta ve bu bebekler hastalık açısından taranmaktadır. Diğer yüzdeye de ulaşılabilmesi için organizasyonu kırsal bölgelere de ulaştırması gereklidir. Amaç her doğan bebeğe ulaşmak ve tanı konan her vakaya tedavi şansı vermektir. Dış alım yolu ile sağlanan hastalığın tedavisinde kullanılan özel diyet ürünlerinin temini özellikle sosyal güvencesi olmayan hastalarda sorun olmaktadır.

Ülke çapında taramaya destek sağlayan dernek yanı sıra hastalara tedavide destek, fenilketonürili çocuğa sahip olan fakat maddi gücü yerinde olmayan aileye her türlü maddi yardımı sağlamak üzere Fenilketonüri ve Benzeri Metabolik Hastalıklı Çocuklar Vakfi (METVAK ) kurulmuştur. Bütün bu çabalar ile her yıl doğan 350-400 fenilketoürili çocuğun zihinsel engelli olmaları engellenmeye çalışılmaktadır.

Her yıl Haziran ayının ilk günü " Ulusal Fenilketonüri Günü", 28 Haziran tarihi ise "Avrupa Fenilketonüri Günü" olarak değerlendirilmektedir. Haziran ayı boyunca düzenlenen toplantı ve panellerle hem sağlık çalışanları hem de halk konu ile ilgili bilgilendirilmeye çalışılmakta, her yıl doğacak 350-400 fenilketonürili çocuğa iş işten geçmeden ulaşabilmek için her doğan bebeğe tarama testi uygulanması gerektiği anlatılmaya çalışılmaktadır. Testin her bebeğe uygulanmasının sağlanması tarama testi uygulanmasının yasal zorunluluk haline getirilmesi yanı sıra bu testin uygulanması gerektiğinin anne-babalar tarafından bilinmesi ile sağlanabilir. İşte bu aşamada yazılı ve görsel basının desteğine ihtiyaç vardır.

Şu anda "Ulusal Fenilketonüri Tarama Programı" "Fenilketonürili Çocukları Tarama ve Koruma Derneği"nin maddi katkıları ve Sağlık Bakanlığı'nın organizasyonu ile ülke çapında yürütülmekte, sağlık kurumlarında doğan bebeklerden tarama için kan örneği alınmaktadır.

Ülkemizde doğan bebeklerin yaklaşık %40'ının evlerde doğduğu bilinmektedir. Anne ve babaların hastalık ve tarama testi ile ilgili bilgilendirilmesi her bebeğe ulaşılmasını sağlayacaktır.
RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 01/10/07, 21:23   #9
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart

KABAKULAK
Etken:
Kabakulak virusu Paramyxoviridae ailesinden zarflı bir RNA virusudur. Zarfın yüzeyinde hemaglütinin, nöraminidaz ve füzyon aktivitesine sahip glikoprotein yapılar yer alır. Kabakulak virusu +4?C'da günlerce, -65?C'da yıllarca canlılığını sürdürür.

Kabakulak (Epidemik Parotit)
Doc. Dr. Fügen ÇOKÇA
Epidemiyoloji

Kabakulak tüm dünyada görülebilen bir hastalıktır. Hastalık yıl içerisinde Ocak ve Mayıs ayları arasında en yüksek görülme hızına ulaşır. Askeri kışlalar, okullar gibi kapalı topluluklarda epidemiler bildirilmiştir. Kabakulak aşısının kullanımından önce vakaların %90'ı 14 yaşın altındaki çocuklardı. Aşının yaygın kullanımına bağlı olarak hastalığın insidansında önemli azalma meydana gelmiştir. 20 yaş ve üzerindeki erişkinlerin %80-90'ı kabakulağa karşı bağışıktır. Hastalık duyarlı kişilere, tükrük sekresyonu ile direkt temas veya damlacık çekirdekleri ile ağız veya burun yolundan girer. Parotit bulguları ortaya çıkmadan hemen önce ve parotit döneminde hastalığın bulaşıcılığı maksimumdur. Kızamık ve su çiçeği ile kıyaslandığında, kabakulağın bulaşması hasta kişi ile daha yakın teması gerektirir.

Patogenez

Virus duyarlı kişi tarafından alındıktan sonra hastalığın inkübasyon süresinde solunum yolu mukoza hücrelerinde çoğalır. Kabakulak virusu viremi ile glanduler dokulara ve nöral dokuya yayılır. Virusun Stenon kanalından direkt olarak parotise ulaşması deneysel olarak mümkündür. Ancak bu durumda inkübasyon süresi doğal infeksiyondakinden kısadır ve menenjit, orşit gelişimi gibi klinik tablolar bu patogenezle açıklanamamaktadır. Virus ile infekte parotis bezinde diffüz interstisyel ödem ve mononükleer lökositlerden oluşan serofibrinöz eksuda meydana gelir.

Klinik belirtiler

Kabakulağın inkübasyon süresi 2-4 haftadır (ortalama 16-18 gün). Prodromal dönem belirtileri non spesifiktir. Hafif ateş, baş ağrısı, iştahsızlık, halsizlik görülebilir. Bir-iki gün içerisinde parotis bezi lojuna uyan bölgede şişlik, ağrı, hassasiyet ortaya çıkar. İlerleyen günler içerisinde şişlik belirginleşerek, kulak kepçesi yukarı-dışa itilir, angulus mandibula silikleşir. Bir tarafta parotit bulgularının ortaya çıkışından birkaç gün sonra genellikle diğer taraf parotis bezi de hastalığa iştirak eder. Vakaların yaklaşık 1/4'inde hastalık tek taraflı seyreder. Kabakulak parotiti non süpüratif özelliktedir. Kızarıklık, ısı artışı gibi inflamasyonun diğer kardinal belirtileri bulunmaz. Hastalarda ağrı nedeniyle çiğneme, konuşma güçlüğü olur. Stenon kanalı ağzı eritemli ve ödemli görünümdedir. Parotis bezi şişliğinin maksimuma ulaşması ile birlikte ateş kısa sürede düşer, hassasiyet azalır. Yaklaşık bir hafta içerisinde parotis bezi şişliği de düzelir. Kabakulağın seyri sırasında %60-70 parotis bezi tutulumu olurken, değişen oranlarda diğer glandlar ve nöral yapılar da hastalığa katılabilir

Vakaların %10 kadarında parotis bezine ilaveten diğer tükrük bezlerinde de sialadenit gelişebilir. Bu bezlerin tek başına tutulumu nadirdir. Kabakulağın tükrük bezi dışındaki en önemli glanduler tutulumu, postpubertal dönemdeki erkeklerde epididimoorşit gelişimidir. Epididimoorşit vakalarının 2/3'si parotitin görüldüğü ilk hafta, bir kısmı ise parotiti takip eden ikinci hafta içerisinde ortaya çıkar. Orşit gelişimi nadiren kabakulağın tek belirtisi de olabilir. Yüksek ateş, tutulan taraf testiste şişlik ve hassasiyetin ortaya çıkması ile kendini belli eder. Orşit tek taraflı geçirildiğinde sterilite riski yoktur. Bilateral geçirildiğinde de sterilite gelişiminin nadir olduğu belirtilmiştir. Yaklaşık 5 gün içerisinde ateşin düşmesi ile birlikte orşit bulguları geriler. Ooforit, postpubertal dönemdeki bayanların %5 kadarında görülür. Yüksek ateş, pelvik ağrı, bulantı, kusma gibi yakınmalara yol açar. İleriki dönemde infertilite veya erken menapoz görülmesi nadirdir. Pankreatit gelişimi şiddetli epigastrik ağrı, karında hassasiyet, yüksek ateş, bulantı, kusma ile kendini belli eder.

Kabakulağın en önemli ekstraglanduler tutulumunu santral sinir sistemi tutulumu oluşturur. Vakaların %1-10 kadarında menejit gelişir. Menejit gelişimi parotitle eş zamanlı olabileceği gibi, sonrasında da olabilir. Kabakulak menenjiti diğer viral menenjitlere benzerlik gösterir. Klinik olarak yüksek ateş, ense sertliği, bulantı, kusma vardır. Lomber ponksiyonda; beyin omurilik sıvısı (BOS) berrak görünümde, renksizdir. Hücre sayısı genellikle 500/mm3 'ün altındadır. Hakim olan hücre tipi lenfositlerdir. Protein düzeyi hafif yüksek, glukoz düzeyi genellikle düşüktür. Diğer aseptik menenjitlerle kıyaslandığında, BOS glukoz düzeyinde azalmaya kabakulak menenjitinde daha sık rastlanır. Menenjit bulgularının ortaya çıkışından sonraki 10 gün içerisinde ateşin düşmesiyle birlikte semptomlar geriler. Kabakulak menenjiti iyi seyirlidir. Sekel bırakmadan tam şifa ile iyileşir. Kabakulak ensefaliti nadir görülmekle birlikte, nörolojik sekel bırakabilmesi veya fatal seyredebilmesi nedeniyle ciddi bir tablodur. Parotitle birlikte erken dönemde görülen ensefalit, virusun neden olduğu nöron harabiyetine bağlıdır. Geç dönemde ortaya çıkan postinfeksiyöz ensefalitte ise konağın immun yanıtı sonucu gelişen demiyelinizasyonun rolü üzerinde durulmaktadır. Ateş 40-41?C gibi yüksek değerlere ulaşır. Çeşitli düzeylerde bilinç değişiklikleri, konvülsiyon, parezi, paralizi, afazi gibi belirtiler ensefaliti akla getirmelidir. Psikomotor bozukluklar veya konvülsiyon sekel olarak kalabilir.

Kabakulağa bağlı miyokardit gelişimi son derece nadirdir. Ancak %15 kadar vakada ST segmentinde depresyon, T dalgasında düzleşme, PR mesafesinde uzama gibi EKG bulguları saptanabilir.

Gebelikte geçirilen kabakulak infeksiyonu fötus için bazı riskler taşımaktadır. Anne gebeliğinin ilk trimestrinde kabakulak geçirdiğinde fötal ölüm riski yüksektir. İkinci ve üçüncü trimestrde bu risk azalmaktadır. Kabakulak infeksiyonuna bağlı olabilecek çeşitli fötal malformasyonlar tanımlanmıştır. Ancak major malformasyon sıklığının, kabakulak virusu ile infekte olmamış kontrol grubundaki gebelerde görülme riskinden farklı olmadığına dikkat çekilmiştir. Bir diğer çalışmada intrauterin kabakulak infeksiyonu, endokardiyal fibroelastozis ile ilişkili bulunmuştur. Kabakulak infeksiyonunun, juvenil Diabetes mellitus etiyolojisinde rolü olabileceği de tartışılmaktadır.

Tanı ve Ayırıcı tanı

Kabakulak tanısı çoğu kez klinik olarak konulabilir. Laboratuvarda hafif lökopeni ve rölatif lenfositoz görülebilir. Menenjit, orşit, pankreatit gelişimi halinde genellikle lökositoz ve sola kayma vardır. Parotit bulgularının olduğu dönemde serum amilaz düzeyleri yüksektir ve yaklaşık 2-3 hafta süreyle yüksek kalır. Kabakulağa bağlı pankreatitte de amilaz düzeyleri yükselir. Ayırım için amilaz izoenzim tayini veya pankreatik lipaz tayini yapılabilir. Tipik seyirli bir kabakulakta klinik veriler tanı için yeterlidir. Ancak parotit bulgusu olmayan veya parotis bezi dışıdaki tükrük bezi tutulumunun olduğu vakalarda viral etiyolojiyi belirlemek için çeşitli laboratuvar tetkiklerine başvurulabilir. Bu amaçla en çok kullanılan serolojik testlerdir. Kompleman fiksasyon, hemaglütinasyon inhibisyon, ELISA gibi testlerle akut ve konvelasan dönem serumları arasında 4 kat artış olması tanıyı doğrular.

Ayırıcı tanıda, benzer klinik tabloya yol açabilecek durumlar da gözden geçirilmelidir. Parainfluenza tip 3, coxsackie virus ve influenza A virus, nadiren akut parotite neden olabilir. Epidemik parotitle karışabilecek diğer bir klinik tablo süpüratif parotitlerdir. Etken çoğunlukla Staphylococcus aureus'tur. Ağrı, şişlik, kızarıklık, ısı artışı gibi inflamasyonun tüm kardinal bulguları vardır. Parotis bezi üzerine elle masaj yapıldığında, Stenon kanalı ağzından pürülan akıntının geldiği dikkati çeker. Fenilbutazon, tiourasil, fenotiyazin gibi bazı ilaçlara bağlı olarak bilateral parotis bezi büyümesi görülebilir. Parotis bezi kanalının taş, tümör, kist nedeniyle tıkanması tek taraflı parotite neden olabilir. Mikulicz sendromu, Sjögren sendromu gibi nadir durumlarda da parotite rastlanabilir.

Korunma

Hastalığın duyarlı kişilere bulaşını engellemek için, parotis bezi şişliği düzelene kadar (yaklaşık 10 gün), hasta kişilerin duyarlı kişilerle teması kesilmelidir. Aktif immunizasyon için Jeryl Lynn suşundan hazırlanan canlı attenue kabakulak aşısı kullanılmaktadır. 15. ayda KKK (kızamık, kızamıkçık, kabakulak) üçlü aşısının bir komponenti olarak uygulanır. Kabakulağa duyarlı olan postpubertal dönemdeki erkekler için de epididimoorşit riski nedeniyle aşı önerilir. Aşı ile elde edilen antikor düzeyleri, doğal infeksiyon sonrası gelişen antikorlardan daha düşük düzeydedir. Bununla birlikte en az 10 yıl süreyle koruyucu antikor titresinin devam ettiği belirtilmektedir.

Tedavi

Kabakulağın tedavisi tamamen semptomlara yöneliktir. Analjezik ve antipretikler kullanılabilir. Orşit gelişiminde de tedavi semptomatiktir. Yatak istirahati, analjezik, testisin elevasyonu önerilir. Steroid veya hormon preparatlarının uygulanmasının semptomların süresini kısalttığı ya da daha sonra gelişebilecek atrofiyi engellediğine dair yeterli kanıt yoktur
__________________


Gitti..

RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 01/10/07, 21:25   #10
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart

KARIN AĞRISI

Çocuklarda sık görülen rahatsızlıklardan biride karın ağrısıdır. Üç yaşın altında ender görülsede karın ağrısının sebebi apandisit olabilir. Karın ağrısı saatlerce sürüyorsa ciddiye alınmalıdır. Bebeklerde ve emekleme çağındaki çocuklarda 15-20 dakikada bir gelip geçen şiddetli karın ağrısının sebebi bağırsak tıkanması olabilir.

Çocuğunuzun karnı ağrıdığında çığlık atıyor ve rengi soluyorsa

Koyu kırmızı ya da katran renginde dışkılıyorsa

Yüksek ateşi varsa

Sık sık karnı ağrıyorsa doktorunuzu arayın.

Ateşini ölçün . Yük****e , karın ağrısı şiddetliyse ve ağrı göbeğinin çevresindeyse apandisit olabilir. Apandisit olduğunu düşünüyorsanız yiyecek ya da içecek vermeyin. Doktora başvurun. Düşünmüyorsanız termofara ılık su koyup, havluyla sarıp karnının üstüne koyun.

KABIZLIK

Çocuğunuz kabız olduğunda kakasını daha sert ve seyrek yapar. Kısa bir süre için çocuğunuz kabız olursa kaygılanmayın. Bunun bir zararı yoktur. Müshil vermeyin. biberonuna şeker katmayın. Özellikle sıcak havalarda çocuğa bol bol su verin. Çocuğun lifli besinler tüketmesini sağlayın.

Çocuğunuz kakasını yaparken ağlıyor yada acı çekiyorsa

Bezinde ya da iç çamaşırında kan lekesi varsa

Üç günden uzun bir süre kabızlık çekiyorsa doktorunuzu arayın.

İSHAL NEDİR ?

İshal, bebeklerde en sık görülen hastalıklardan biridir. Vücuttan aşırı su ve mineral kaybına neden olan ishalin ana belirtileri sulu dışkı ve kusmadır. Bu, sonuçta ciddi bir durum olan dehidrasyon'a (sıvı kaybına) neden olabilir. Bununla beraber dehidrasyon (sıvı kaybı) aşağıda tarif edilen basit yöntemlerle önlenebilir ve tedavi edilebilir.

İshalin bir diğer sonucu da ciddi vakalarda gelişme geriliğine yol açan besinlerin iyi sindirilememesi durumudur.

Bu durumu doğru besleme önleyecektir.

İSHAL NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

1. Her zaman verdiğinizden daha çok su verin (içirin).

Bebeğinizin dışkısının sulu veya kanlı olması durumunda yapılacak en acil şey, çocuğunuza bol sıvı vermektir. Bu; ishali durdurmak için değil, kaybolan suyu yerine koymak içindir.

2. Bebeği beslemeye devam edin.

Eğer bebeğinizi emziriyorsanız, yapabileceğiniz en iyi şey, daha sık emzirmektir. Bebeğinizi emzirmiyorsanız, eczaneden (doktorunuzun tavsiyesi ile) alabileceğiniz ishal maması yedirin. Şiddetli ishallerde, kaybedilen sıvı ve minerallerin yerine konması amacıyla, tuz-şeker çözeltisi (ORS) içirin. Bu çözeltiyi, ANA ÇOCUK SAĞLIĞI MERKEZİNDEN ücretsiz alabileceğiniz poşetteki tozu, evinizde bir litre suda eriterek hazırlayabilirsiniz.

İshal olan bebeğinizi, az az ve sık sık besleyiniz. Bebeğinizin ishali bitince, yavaş yavaş eski gıdalarına başlayınız.

3. Bebeğinizi doktora götürün.

Eğer bebeğinizin durumu üç günde düzelmezse veya aşağıdaki belirtilerden biri görülürse; bebeğinizi yeniden doktoruna götürün.

* Sık olarak sulu dışkılama,

* Özellikle sulu dışkı ile beraber tekrarlayan kusma,

* Aşırı susama,

* Çökmüş gözler,

* Ateş,

* İştah kaybı,

* Dışkıda kan olması.

Birçok vakada doktor şeker-tuz çözeltisi olan ORS önerecektir. Bu çözelti, normal sudan daha iyi emildiğinden vücut sıvı ve mineral kaybını telafi etmede daha etkili olacaktır.

DOKTORA DANIŞMADAN BEBEĞİNİZE

İSHAL KESİCİ İLAÇ VERMEYİNİZ...

İSHAL OLAN BEBEĞİNİZİN ÇABUK İYİLEŞMESİ NASIL OLUR?

İshal olan birçok bebek normalde çabucak iyileşir. Bebeğin ihtiyacına uygun kaliteli besinler ve iyi bir bakım bebeğinizi sağlıklı tutacak ve uygun büyüme- gelişmeyi sağlayacaktır. İshal riskine karşı, kişisel ve ev hijyenine özen gösterilmesi, en önemli korunma faktörüdür. Bebeğin beslenmesinde kullanılan araç-gereç temiz tutulmalıdır. Bebeğin maması hazırlanmadan ve bebeği beslemeden önce eller iyice yıkanmalıdır. Bebeğin besinini hazırlarken, kaynatılıp soğutulmuş içme suyu kullanmalısınız.

Hazırlayan:

Dr Şahi Kuray

Klinik Sağlık Sitesi

İSHAL

İshalli Çocuğun Beslenmesi
Çocuğunuz Altı Aydan Küçük ve Henüz Ek Gıda Almıyorsa
Emzirmeyi sıklaştırın.
Her kaka yapışta çaydanlığın altındaki kaynamış ve soğumuş sudan olabildiği kadar çok içirin.
Çocuğunuz Ek Gıda Alıyorsa
Çocuğunuzu yemeye teşvik edin ve ona, günde en az 6 kez yiyecek sunun.
Kısa aralıklarla enerji ve proteinden zengin, yumuşak, taze hazırlanmış, püre şeklindeki yiyeceklerden (beyaz peynir, haşlanmış yumurta, patates, yoğurt, yoğurt ile yapılmış az yağlı pirinç çorbası, tarhana çorbası, pirinç lapası, haşlanmış et, ızgara köfte, az yağlı pirinç pilavı, makarna gibi) verin.
Potasyumdan zengin besin olarak muz püresi veya taze sıkılmış meyve suları içirin.
Şekerli ve yağlı yiyecekler ishali artırır. Çocuklara böyle gıdalar (çikolata, bisküvi, gofret, kuruyemiş, pastalar, meşrubatlar, yağ, bol, reçel, pekmez) vermeyin.
Hazır meyve suları ve kolalı içeceklerin ishalli çocuğunuza hiçbir yararı yoktur.
Çocuğunuzu İshalden Korumak İçin
Ona ilk altı ay sadece anne sütü verin.
Dokuz aylık olunca kızamık aşısını yaptırın.
Çocuğunuza yiyecek hazırlamadan ve beslemeden önce, çocuğunuzun altını değiştirdikten sonra, kendiniz tuvaletten çıktıktan sonra mutlaka ellerinizi yıkayın. Ellerinizi yıkarken sabunu elinizde dört defa çevirmeniz yeterli olacaktır.
İshal olma riskini azaltmak için çocuğunuzu beslerken biberon kullanmayın. Bebeğinizin yiyeceklerini kolay temizlenen cam veya porselen kaplarda hazırlayın ve kaşık ile yedirin.
Temizliğinden emin olmadığınız yiyecek ve içecekleri asla kullanmayın.
Çiğ sebze ve meyveleri temiz su ile yıkamadan yedirmeyin.
Yiyecekleri ağzı kapalı olarak buzdolabında saklayın.
Pişirilmiş yiyeceklerinizi oda sıcaklığında iki saatten fazla bırakmayın ve bunları çocuğunuza yedirmeyin.
Temizliğinden emin olmadığınız suları kaynatıp soğutarak çocuğunuza içirin.
İçme ve kullanma sularınızı temiz kaynaktan temin edip, temiz kaplarda ağzı kapalı olarak saklayın.

İshalli Çocuğun Anne ve Babasına Öneriler
İshal su kaybı nedeniyle öldürücü olabilen bir hastalıktır. İshali olan çocuğunuzda su kaybını önlemek için su ve sulu gıdaları (kaynatılmış çorbalar) her zamankinden daha fazla verin.
Her kakadan sonra, iki yaşından küçük çocuklara bir çay bardağı, iki yaşından büyüklere ise bir su bardağı, yukarıda sayılan içeceklerden mutlaka içirin.
İshali olan çocuğu aç bırakmayın, beslenmesine devam edin. İshalli çocuğu sık sık ve az az besleyin. Emiyorsa anne sütünü kesmeyin. Daha sık emzirin. Çocuğunuza, ishali geçtikten sonra, iki hafta süre ile ek bir öğün verin.
Çocuğunuzu, ağız ve dilin kuruması, bıngıldak ve gözlerin çökmesi, göz yaşının olmaması, karın derisinin çekilip bırakıldığında yavaş geri dönmesi gibi su kaybı belirtileri yönünden yakından izleyin.
İshalli çocuğunuza, doktor önerisi dışında antibiyotik vermeyin. İshal kesici ilaçların çocukluk çağı ishal tedavisinde asla yeri yoktur.

Aşağıdaki durumlarda çocuğunuzu hemen bir sağlık kuruluşuna götürün;

Belirgin susaması veya su kaybı belirtileri varsa çocuğunuzun ishali üç gün içinde düzelmiyorsa çok sık veya fazla miktarda kaka yapıyorsa, tekrarlayan kusmaları oluyorsa, yeme içmesi bozulduysa, kakasında kan varsa, ateşi yüksek ise.
RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz Aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 08:54 .


Powered by vBulletin
Copyright © 2000-2007 Jelsoft Enterprises Limited.
Sitemap
6, 5, 3, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 113, 16, 17, 18, 19, 81, 20, 27, 22, 23, 24, 25, 26, 48, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 43, 136, 40, 58, 45, 42, 44, 46, 47, 53, 54, 55, 56, 57, 59, 60, 70, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 68, 69, 71, 72, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 82, 83, 96, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 98, 97, 100, 101, 102, 103, 106, 104, 105, 112, 109, 108, 107, 110, 111, 114, 115, 118, 116, 117, 119, 148, 154, 124, 165, 122, 120, 123, 121, 150, 153, 125, 128, 129, 131, 132, 133, 134, 135, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 151, 149, 202, 175, 164, 152, 167, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 195, 169, 166, 168, 170, 171, 172, 199, 174, 173, 196, 200, 176, 177, 180, 178, 179, 182, 189, 187, 184, 186, 191, 192, 193, 194, 197, 198, 201, 203, 229, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 236, 231, 232, 233, 234, 235, 237, 240, 239, 241, 243, 242, 244,