Kralın biri geziye çıktığı bir sabah dilencinin biriyle karşılaşır. Dilencinin hali perişandır ancak buna rağmen gülümsemektedir. Neşesi yerindedir.
Kral halinden memnun dilenceye sorar; 'Dile benden ne dilersen?''
Dilenci kralın bu sözüne güler ve 'Kralım siz benim dileğimi gerçekleştiremezsiniz, boşverin, yolunuza gidin ' karşılığını verir.
Kral gücenir. Kendini beğenmiş bu dilenciye dersini vermek ister. Israr eder.
'Ben Kralım, senin her istediğini yerine getirebilirim, sen dile dileyeceğini...'
Dilenci elindeki çanağı krala uzatır ve 'bunu doldurabilir misin? diye sorar..
Kral yanındaki vezirine çanağı altınla doldurmasını emreder. ,
Vezir üzerindeki bütün altınları küçük çanağa boşaltır ancak çanak dolmaz.Saraydan bir torba altın getirtilir, o da çanağa boşaltılır, çanak yine dolmaz. Çanağa atılan altınlar sanki buhar olup uçmaktadır. Kral ve veziri çanağın altına bakarlar. Çanak delik de değildir. Ancak altınlar da ortada yoktur.
Gün boyunca saraydan torba torba altın getirtilir. Hepsi de çanağa boca edilir ancak, çanak de bir türlü dolmaz. Kralın hazinesi küçük çanağa dayanmaz. Kral sonunda dilencinin önünde diz çöker.
'Tamam, sen kazandın ama bana bunun sırrını söyle. Bu çanak neden yapılmıştır, niçin dolmak nedir bilmemektedir?'
Dilenci, 'çok basit' der ve ekler:
'Bu çanak insanın arzu ve isteklerinde yapılmıştır. Doymak bilmez oluşu bundandır. İnsanın arzularının ve isteklerinin sonu yoktur. İstek ve arzu doyumsuzluk uyandırır ve kral da olsa herkesi sonunda dilenci olmaya mecbur bırakır...'