Geri git   Van.GEN.TR Forum | Yerel Van Forumu > Dini Konular > Dua, Ayet, Hadis

Dua, Ayet, Hadis Dua, Ayet, Hadislerin paylaşım alanı

Cevapla
 
Konu Araçları Stil
Alt 27/10/07, 20:49   #1
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart Kuran-i Kerim Mucizeleri






3 İnsan, kemiklerini kesin olarak biraraya toplamayacağımızı mı sanıyor?

4 Evet, parmak uçlarını dahi düzenlemeye gücümüz yeter..

75 Kıyamet Suresi 3-4

Peygamberimiz'in yaşadığı dönemin insanları için parmak uçları önemli bir şey ifade etmezdi. 1856 yılında Genn Ginsen adında bir İngiliz, parmak uçlarındaki çizgilerin her insanda farklı olduğunu keşfetti. 1856 yılına kadar insanlar parmak ucunun önemli özelliğinden haberdar değillerdi. Tarih boyunca yaşamış tüm insanların parmak ucunun farklı olduğunun anlaşılmasıyla, parmak ucunun adeta bir kimlik kartı olduğunun farkına varıldı. Daha sonra bu bilgi polis örgütlerince suçluların yakalanmasında veya tanınmayacak duruma gelmiş ölülerin tespit edilmesinde kullanılmaya başlandı.

Parmak ucu öyle bir kimlik kartıdır ki aynı yumurta ikizlerinde bile farklıdır. Bu kimlik kartı asla sahtekarlık kabul etmez, elimizi değdirdiğimiz birçok eşyaya sahtekârlık kabul etmeyecek şekilde imzamızı atar. Hiç kimse de bu imzamızı taklit edemez. Bu mühürümüzün ne taklidi, ne de inkârı söz konusudur. ömür boyu bu mührü hiç kaybetmeden yanımızda taşırız. üst deri yanmalarından ve yaralanmalardan yaşlanarak vücudumuzun şekil değiştirmesine kadar tüm etkenler mührümüzün orjinalliğini bozmaz. İki santimetrekarelik bir alanda milyarlarca değişik deseni, silinmez çizgiler halinde bir mühür gibi işleyen Yaratıcımız ne kadar da büyük bir kudrete sahiptir.

Parmak ucumuzdaki bu kimlik kartımız, cenin henüz üç aylıkken anne karnında çizilir ve mezara kadar bizle gelir. Parmak ucunun şaşmaz bir kimlik kartı olmasının ötesinde vücudumuzdaki genetik bozuklukları da belirlemekte kullanılıp kullanılamayacağı üzerine çalışmalar vardır. Bizim saptamalarımıza göre bu çalışmalar, henüz bilimsel bir kesinlik ortaya koyacak düzeyde değildir, fakat parmak ucundaki çizgilerin öneminin şu anda bilinenden de daha fazla önemli olmasının olası olduğunu göstermektedir.

Kuran'ın indiği dönemde parmak ucu, önemsiz bir detay konumundaydı. Ahirette insanı yeniden yaratacak olan Allah'ın, parmak ucunun rastgele bir nokta değil, insanda önemli bir detay olduğuna işaret etmesi Kuran'ın bir mucizesidir. Yaratıcımız parmak ucunun bile önemsenmesi gerektiğinin dersini vermektedir.

PARMAK UCUNDAKİ DNA

Bu ayetin temel işaretlerinden biri parmak uçlarımızdaki izlerin özelliği olabilir. Tahminimizce ayetin diğer bir işareti de vücudumuzun her yerinde olduğu gibi, parmak uçlarımızda da vücudumuzun tüm özelliklerinin kodlu olmasıdır. Böylece ayette, yeniden yaratılışımızda vücudumuzun tüm detaylarının yaratılacağı söylendiği gibi, vücudumuzun parmak ucu gibi önemsiz gözüken bir noktasından tüm vücudumuzun yeniden yaratılabileceğine de işaret olabilir. Parmak ucunun burada örnek verilmesinin sebebi, parmak ucunun, vücudun geri kalan birçok bölümüne göre daha basit ve değersiz kabul edilmesidir. İnsanın en basit görünen parmak ucu bile içindeki DNA'sıyla aslında öyle bir bilgi bankasıdır ki, insanın sırf bu noktası alınarak bile tüm vücudu yeniden yaratılabilir.

DNA, kanaatimizce insanlık tarihinin en önemli keşiflerindendir. DNA'nın keşfiyle insan hücresini, ortası suyla dolu, etrafı zarla kaplı basit bir yapı zanneden zihniyet tamamen çöktü. Bu zihniyete göre detaylara inildikçe insanın yaratılışının basit olduğu anlaşılacaktı. Oysa hücrenin detaylı bir şekilde keşfedilmesiyle, detaylara inildikçe her şeyin nasıl kompleks bir şekilde planlandığı anlaşıldı.

DNA, üç milyar kodun arka arkaya gelmesinden oluşan bir şifreyi üzerinde taşır. Saç rengimizden, serçe parmağımıza kadar her özelliğimiz işte bu DNA'da kodludur. DNA'daki bilgileri yazılı hale getirmek istesek, bir milyon sayfadan oluşan yaklaşık bin ciltlik bir ansiklopedi dizisi elde ederiz. üstelik DNA tüm bu bilgilerini 20 ile 80 dakika arasında kopyalama yeteneğine sahiptir.

Tek bir DNA'mızın bin ciltlik bilgi hazinesinde, vücudumuzun bütün özellikleri yazılıdır. En basit parçalarımızdan biri gibi gözüken parmak ucumuzu ele alsak, buradaki tek hücrenin DNA'sı, tüm vücudumuzun bilgisini verecektir. Yaratıcımız için tüm bu bilgiyi ele alıp bizi yeniden yaratmak çok kolaydır. İlk yaratma nasıl kendisi için çok kolay olduysa, bu yaratış da kendisi için öyle kolay olacaktır.



78 Ve kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi, dedi ki: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek"

79 De ki: "Onları ilk kez kim yarattıysa, yine O diriltecek. O her türlü yaratılışı bilendir."

36 Yasin Suresi 78-79

HAVVA'NIN MİTOKONDRİYAL DNA'SI

Sizi bir tek benlikten yarattı, sonra ondan da eşini var etti...

39 Zümer Suresi 6

Mikroskobun geliştirilmesi sayesinde hücrenin analiz edilmesi mümkün oldu. Hücrenin iyice analiz edilmesi insan bedeninin daha iyi tanınması demektir. Erkeğin veya dişinin her birinin DNA'larında hem erkeğin, hem dişinin genetik kodu vardır. Bunun anlaşılması Hz. Havva'nın sırf Hz. Adem'in vücudundaki bilgilerle, Hz. İsa'nın sırf Hz. Meryem'in vücudundaki bilgilerle nasıl yaratıldıklarının daha rahat anlaşılmasını sağlar.

Gerek Tevrat, gerek İncil, gerekse Kuran tüm insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını öne sürer. Hücre üzerinde sürdürülen araştırmalarda elde edilen bulgular, kutsal kitapların bu tezini doğrular niteliktedir.

Vücudumuzdaki enerji, hücrelerin içindeki mitokondri denen boyutça küçük, işlevce büyük enerji santrallerinde üretilir. Bu mitokondrilerin, hücrenin çekirdeğinde biraz önce bahsettiğimiz DNA'dan ayrı, özel DNA'ları vardır. Farklı ırklardaki, farklı boylardaki, farklı kıtalardaki insanların hepsi hücrelerinde bahsettiğimiz mitokondriye ve mitokondrilerinde, mitekondriyal DNA'ya sahiptirler. Bu molekülün diğer hücre moleküllerinden farkı sadece ve sadece anne vasıtasıyla yavrusuna geçmesidir. Bahsettiğimiz tüm ayrı ırklardaki ve farklı özelliklerdeki insanların mitekondriyal DNA'larının incelenmesi sonucunda, tüm bu insanların ortak tek bir dişiden doğdukları anlaşılmıştır.

Bu, Kuran'ın tek bir çiftten (tek bir dişiden) yaratıldığımızı söyleyen tezinin bilimsel araştırmalarla doğrulanması demektir. Bu aynı zamanda Kuran'la aynı tezi savunan Tevrat'ın ve İncil'in de bu ortak görüşünün doğrulanması demektir. Bu insanların suni olarak çıkardıkları ırksal ayrımların, ne kadar gereksiz olduğunun, aslında tüm ırkların kardeş olduğunun bilimsel bir delilidir. Hücrenin mikro dünyasındaki bu buluş, dini, bilimi, insanların kardeşliğini savunan, ırkçılığa karşı fikirleri birleştirmektedir.

Ey insanlar! Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışıp kaynaşasınız diye sizi ırklara ve boylara ayırdık. Şüphesiz Allah'ın katında sizin en değerliniz, en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır.

49 Hucurat Suresi 13






Ve çatlaklarla dolu yer..

86 Tarık Suresi 12

Bu ayetten bir önceki ayette (86 Tarık Suresi 11), gökyüzünün geri döndürücü özelliğine dikkat çekilerek 1400 yıl önce yaşayan insanların bilemediği oluşumlara işaret edilmiştir

(20. bölümde bu konuyu işledik). Bu ayette de Kuran'ın indiği dönemdeki insanların bilemediği gerçeklere işaret vardır. Ayetin indiği dönemden sonraki yıllarda yeryüzünün çatlakları olan fay hatları keşfedilmemiş olduğu için bu ayetin sadece toprağın çatlayıp, bitkilerin içinden çıkması gibi anlamları ifade ettiği zannedilmiştir.

2. Dünya Savaşından sonra bilim adamları değerli madenlere, minarellere ulaşmak içindeniz altı araştırmalarına hız verdiler. Denizaltında yapılan bu araştırmalarda hiç umulmadık bir şekilde yeryüzünün çatlaklarla dolu olduğu anlaşıldı. Bu çatlaklara fay veya kırık denmektedir. Gökyüzünün geri döndürücü özelliğiyle suyu yeryüzüne, zararlı ışınları uzaya geri döndürmesi (11. ayetin işareti) Dünya'mızla ilgili nasıl önemli bir bilgiyse, yeryüzündeki fay hatlarının varlığı ve bu fay hatlarının fonksiyonları da (12. ayetin işareti) çok önemli bir bilgidir. 2. Dünya savaşından günümüze kadar geçen süreyi, Kuran'ın inişinden günümüze kadar geçen süreyle kıyaslarsak, Kuran'ın 1400 yıl önce bu bilgilere işaret etmesinin değerini daha iyi anlarız.



HERŞEY BİRBİRİNE BAĞLANMIŞ

Kuran gözümüzü bir gökyüzüne, bir yeryüzüne çevirerek tüm bu alanlardaki mükemmel oluşumlara dikkatlerimizi çekmekte, bu alanların sırlarını, bilgilerini öğrenmeye bizi teşvik etmektedir.

Herşey, Uzak ya da yakın

Birbirine bağlanmış

Gizlice, ölümsüz bir el tarafından

Tek bir çiçek bile yapamazsın

Bir yıldızı yerinden oynatmadan

Francis Thompson

Gökyüzü gibi yeryüzünün derinlikleri de keşfedilmesi gerekli sırlarla doludur. Ayetin işaret ettiği fay hatları yeraltındaki magmanın dış yüzey ile irtibatının sağlanması açısından son derece önemlidir. Okyanusların altındaki şekillerin oluşumunda da bu çatlaklar önemli ve belirleyici bir role sahiptir.

Yeryüzünün çatlakları (kırıkları) hakkındaki bilgi depremlerin saptanması, tarif edilmesi açısından da önemlidir. Büyük depremler yerkabuğundaki kırıkların oluşturduğu kırık kuşakları (fay hatları) boyunca görülür. Büyük kütleler halindeki yerkabuğu katmanlarının farklı hareketleri kırık kuşağı boyunca büyük bir gerilim oluşturur, kırık kuşaklarının her iki yanındaki kayaçlar bir yay gibi gerilir. Sonra birden bire kayaçların direnci kırılır ve büyük kütleler halindeki yerkabuğu harekete geçer, gergin kayalar serbest bırakılmış bir yay gibi titreşirler. Aslında yerkabuğunun kırık kuşağı boyunca hareketi en şiddetli depremlerde bile yalnızca birkaç metredir. Depremlerin hangi bölgede daha çok hasara yol açabileceği, depreme dayanaklı evlerin yapımına nerelerde daha çok ihtiyaç olduğu, hep yerküredeki kırıkların (fay hatlarının) incelenmesi sonucu anlaşılmaya çalışılmaktadır.

Yeryüzündeki en büyük çatlak Atlas Okyanusu'nun kuzeyindeki Grönland açıklarından başlayarak, Antartika'ya kadar kuzeyden güneye uzanır. İkinci büyük çatlak Kuzey ve Güney Amerika'nın batı yakasını Büyük Okyanus boyunca izler. üçüncü önemli çatlak ise büyük kısmı ile kıtaların altından geçen, Güney Asya boyunca genişleyip Himalayalar'ın altından geçerek ülkemizi de içine alarak uzayan çatlaktır. Bunların dışında daha kısa çatlaklar da bulunmaktadır.

Kuran gözlerimizi, bilgimizi, dikkatimizi; öğrenmemiz, incelememiz, kavramamız gereken yerlere yöneltmektedir. Eğer Kuran'ı sadece ölülerin arkasından okunan bir kitap olarak görmeyi bırakır ve hayatımızda rehber edinirsek doğruya ulaşmamız mümkün olabilecektir.

Biz bu kitabı sana her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik.

16 Nahl Suresi 89



YAĞMURUN ÖLCÜSÜ

O, gökten ölçüye bağlı olarak su indirmiştir. Onunla ölü bir bölgeyi canlandırdık. İşte siz de böyle çıkarılırsınız.

43 Zuhruf Suresi 11

Yağmur, Allah'ın insanlara en büyük hediyelerinden biridir. Allah yukarıdaki ayette yağmurun bir matematiği olduğunu, yağmurun rastgele değil, belli ölçülere bağlı olarak yağdığını anlatmaktadır. Yeryüzümüzde su; sıvı, gaz, katı halleri arasında mükemmel bir çevrim ile halden hale girmektedir. Bu çevrim sırasında su, çok harika bir şekilde enerji dengeleyici olarak iş gördüğü gibi tüm canlıların temel ihtiyacını da karşılamaktadır.

Beş yüz yıl önce yağmurla ilgilenen bir bilim adamına, "yağmurda ölçü var mı, yağmurun sayılarla ifade edilecek bir yönü var mı?" diye sorsaydınız hiçbir cevap alamazdınız. O dönemin insanları, Dünya'nın her yanında oluşan meteorolojik olaylardan haberdar olmadıkları için yeryüzüne düşen yağmur miktarı hakkında bir şey söylemeleri mümkün değildi. Oysa Kuran, 1400 yıl önceden yağmurun ölçüye bağlandığını haber vermektedir. Son yüzyılda yapılan araştırmalarla yağmurun nasıl yağdığı, Dünya'daki suyun çevrim özellikleri iyice anlaşıldı. Keşfedilen gerçeklerden biri de Dünya'ya her sene aynı miktarda suyun yağmur olarak yağdığıdır. Bu değer saniyede 1617 milyon ton arasındadır. Böylelikle Dünya'da senede 500 milyar tonun üzerinde yağmur yağmakta ve bir o kadar su da göğe doğru buharlaşmaktadır. Bu değerler her yıl sabittir. Yeryüzündeki ekolojik dengenin sağlanmasında bu değerin sabitliğinin rolü büyüktür. Günümüzden bir kaç yüzyıl önceki bir bilim adamı bile kendi yaşadığı bölgeye düşen yağmur miktarı her yıl değiştiği için, yağmurun bir ölçüye bağlı olduğunu bilemezdi. Büyük bir olasılıkla herhangi bir sayıyla yağmurun yağışı arasında hiçbir bağlantı olamayacağını söylerdi.

SUYUN ÇEVRİMİNDEKİ HESAPLAR

Yağmurun yağışında ve suyun çevriminde birçok karışık hesap iç içedir. örneğin araştırmacılar hergün suyu ısıtan Güneş'e rağmen, tropik ozon tabakasının üst kısmındaki sıcaklığın neden hiçbir zaman 28 derecenin üstüne çıkmadığını merak ettiler. Sonunda şu ince ayarlama keşfedildi: Yalnızca su buharıyla soğuma olayı değil, bulutların gölgesi de özellikle sıcak bölgelerde ozon tabakasının iyice ısınmasını önlüyor... Bulut kümelerinin gölgesinde sıcaklık birden düşüyor. Bu yüzden yeryüzünün ısınmasını engelleyen doğal bir kalkan görevi görüyor. Su buharı aynı zamanda sera etkisi yapan bir gaz... Karbondioksit, metan ve diğer gazlarla birlikte Atmosfer'de gözle görülemeyen bir yalıtım katmanı oluşturuyor. Bu katman, normal şartlarda yerküreye düşen enerji ışınlarının tümünün, çok soğuk olan Uzay'da kaybolmasını önlüyor. Su buharı "doğal sera etkisinin" %60'ını, böylece yerkürenin göreceli olarak sıcak olan temel iklimini oluşturuyor. Tüm bu hesaplar yaşamın devamı için o kadar ince ayarlarla planlanmıştır ki komşu Venüs gezegeninin etrafında dönen sera bulutlarını incelersek bunu anlayabiliriz. Kalıcı yoğun bulutlar Venüs'ü öyle sarmıştır ki Güneş ışığının ancak yarısı gezegene ulaşabilir. %97'lik karbondioksit oranıyla burada süpersera etkisi olmakta ve sıcaklık 500 dereceyi bulmaktadır. Bu sıcaklık insanların yaşayabileceği sıcaklık aralığının çok üzerindedir. Dünya'mızda suyun çevrimi; sıvı, bulut, su buharı gibi oluşumlarıyla o kadar ince ölçümlerle gerçekleştirilmektedir ki gezegenimiz ancak bu sayede yaşanabilir bir alan olmaktadır.

Bulut, su buharı şeklinde doğan, fakat hemen çok küçük su zerrelerine dönüşen fiziki bir yapıdır. Bu yüzden suyun genel özelliklerinden farklı olarak bulutlar –30 derecede bile donup düşmezler. Kuran'da dikkat çekildiği gibi gökyüzünde dağlar gibi bulutlar vardır, ama şiddetli soğuklar bile bunların buzdağına dönüşüp insanların üzerine düşmelerine sebep olmamaktadır. Bulutların ve yağmurun oluşumundaki ince düzenleme olmasaydı, suyu Yaratan suyun kimyasal özelliklerindeki ölçüleri gereği gibi ayarlamasaydı, hiç şüphesiz bu sistemin işlemesi mümkün olmazdı.

Balkondan aşağı bir kaç kiloluk bir cismi bile attığımızda nasıl düştüğünü görmekteyiz. Su dolu bir leğeni alıp balkondan aşağı boşaltsak toplu bir halde ve hızlı bir şekilde suyun nasıl zemine çarptığını görürüz. Oysa Allah, dağlar gibi bulutlardan tonlarca suyun yeryüzüne yağışını o kadar mükemmel şekilde programlamıştır ki; tane tane yağan yağmur bela değil, rahmet olmaktadır. Kaldırma kuvvetinin dengelemesi ile yağmur yumuşak bir iniş yapmaktadır. Bu, Allah'ın fizik kurallarıyla yarattığı harika bir sanatıdır. Düşmenin ve hızın bu şekilde dengelenmesi fiziksel formüllerle de tarif edilebilir. Bu tarif edilebilirlik, bu hesaplanmışlık, hep Allah'ın yağmuru ölçülere bağlı yaratması ile olmuştur.

YAĞMURDAKİ ÖLÇÜ

YAĞMUR HAYATTIR

İncelediğimiz ayetin devamında Allah, yağmurun ölü bir bölgeyi canlandırmasından bahsetmektedir. Bilindiği gibi yağmurun yağışı sayesinde kuru topraklar ekin vermekte, bitkiler var olabilmektedir. Canlılığın temel maddesi DNA'dır. Canlılığın sürekliliğini sağlayan, DNA'daki glisant hidrojen denen hidrojen köprüsüdür ki sık sık değişerek yeni bağlar kurar ve canlılığı aktarır. İşte bu hidrojen, yalnız suyun iyonlara ayrılışı sırasında ortaya çıkan hidrojenle değiştirilmektedir. Susuz kalmış bir canlı, DNA'sını ve genetik şifresini kalıp halinde korusa bile, donmuş bir iskelet gibidir. Ne üreyebilir, ne de kımıldayabilir. Su gelip, ayrılan iyonlarından hidrojeni verdi mi canlı şifre harekete geçebilir. Bu özellikler mikrop gibi canlılarda görülür. Daha gelişmiş canlılar doku düzeyleri susuzluktan bozulduğunda, yeni su gelse de canlılıklarını bir daha kazanamazlar. Yağmur her şekilde bitkilerin ve bakterilerin canlanma kaynağı olmaktadır.

Tüm bunlardan sonra dikkatlerimizi ayetin üçüncü cümlesindeki "İşte siz de böyle çıkarılırsınız" ifadesine çevirelim. Tüm bu incelemelerimizle beraber ayetin bizim zihnimizde çağrıştırdıkları şöyledir: Allah çok ince hesaplarla, belirlenmiş bir ölçüyle yağmur yağdırmaktadır. Bu yağmur sayesinde ölmek üzere olan bitkiler, bakteriler canlanmakta, hayat bulmaktadır. Herşeyin ölçüsünü, hesabını bu kadar iyi bilen Allah için ölen insanın yeniden yaratılması çok kolaydır. ölçülerle belirlediği yağmurla, bitki ve bakterileri canlandıracak sistemi yaratan Allah, kendi katındaki ölçü ve bilgilere bağlı olarak insanı da yeniden yaratacaktır. Yağmurun yağışı sonucunda kuru, ölü topraktan bitkilerin fışkırması gözümüzün gördüğü bir süreçtir. Bu gördüklerimiz, Yaratıcımız için ölüyü diriltmenin, yarattığını bir daha yaratmanın, ölçüsünü, hesabını, formülünü bildiğini yeniden tekrar etmenin ne kadar kolay olduğunun delilleridir.




SU İÇMEK VE YIKANMAK

41 Kulumuz Eyyub'u da hatırla! Hani o Efendisine şöyle seslenmişti: "Şeytan bana bitkinlik ve acı dokundurdu."

42 Ayağını yere vur. İşte yıkanılacak ve içilecek serin bir su.

38 Sad Suresi 41-42

Ayetlerden Hz. Eyyub'un çeşitli acılar çektiğini, çeşitli sıkıntılarının olduğunu anlıyoruz. Bu sıkıntı ve acıların kaynağını anlayamıyoruz ama Allah'ın Hz. Eyyub'un sıkıntılarının giderilmesi için gösterdiği çözümleri anlıyoruz: Bunlar su içmek ve yıkanmaktır. Ayrıca "ayağını yere vur" diye tercüme ettiğimiz "urkud" kelimesinin 21Enbiya Suresi 12. ve 13. ayetlerde "koşmak" anlamında kullanıldığını düşünürsek tavsiyelere "koşmayı" veya "hızlı yürümeyi" de ekleyebiliriz.

Sağlık ile temizliğin birlikte yürüdüğü, yıkanmanın hijyenik olduğu kadar, psikolojik olarak rahatlatıcı yönünün de bulunduğu günümüzde herkes tarafından kabul edilmektedir. Fakat Ortaçağ'daki insanların yıkanmaya karşı tavırlarını bilmeyen insanlar bu ayetin mucizevi yönünü tam kavrayamayabilirler. Yıkanmanın sağlık ile bağlantısı, insanı hastalıklardan koruması ve kurtarması eskiden sahip olunan bir bilgi değildir. Hastalığa yol açan bakterilerin, virüslerin varlığı keşfedilmeden önce yıkanmanın insanı hastalıklardan kurtarıcı ve koruyucu etkisi bilinmiyordu. Yıkanmak sadece temizlik ile ilişkilendirilen bir kavramdı, herhangi bir hastalıkla ilişkilendirilmiyordu. Bu yüzden bu bilginin olmadığı bir dönemde Kuran'ın; yıkanmak ile hastalıkların, acıların giderilmesine işaret etmesi önemlidir.

AVRUPA 1000 YIL YIKANMADI

Avrupa ve Amerika'da tarihin önemli bir döneminde temizlik uygunsuz görülmüş ve yasaklanmıştır. Aziz Francis, yıkanmamış vücudun dindarlığın işareti olduğunu söylüyordu. Kastilya Kraliçesi İsabelle, tüm yaşamında iki defa banyo yapmış olmakla övünmüştür. Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde kanunlar banyo yapmaya da sınırlamalar getirmiştir. Philedelphia'da bir dönem ayda birden fazla banyo yapan kişiler hapse bile atılmıştı. Oğuzlar suyu kutsal ve arı saydıklarından bu kutsal şeyi kirletmemek için yıkanmazlardı. Yıkanmaya karşı sergilenen bu tavırlar yıkanmanın sadece vücut temizliği ile ilişkilendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa Kuran 1400 yıl önce yıkanmanın, yani temizliğin hastalıklardan kurtarıcı rolüne dikkat çekmiştir. Yıkanmanın dışında su içmenin de hastalıkları giderme ile ilişkilendirilmesi önemlidir. Peygamberimiz'in dönemi hakkında uydurulan hadislerde tam tersi bilgiye rastlıyoruz. Bu uydurma hadislere göre suyu az içmek daha isabetli, daha makbuldür. Bu tarzda hadis uydurulması Peygamberimiz'in döneminde su içmenin sağlıkla bağlantısının doğru bir şekilde kurulmadığının delilidir. Kuran kendi indiği dönemin yanlış ve eksik bilgi seviyesine bu konuda da kapılmamış ve su içmeyle hastalıkların giderilmesi arasında bağlantı kurmuştur. Günümüzde bu bilgi tıp otoriteleri tarafından geniş kabul görmektedir. Nezleye yakalanan kişilere bile verilen öğütlerde "su içmenin" yer aldığına rastlıyoruz. Hücreleri yaşlandıran, zarar veren radikallerin vücuttan atılması ve bağışıklık sistemimizin iyi çalışması için bol su içmemiz gereklidir. Vücudumuza zarar veren yabancı bakterilere ve virüslere karşı bedenimizde gerçekleştirdiğimiz savaşın sonucunda ortaya çıkan, hastalığa sebep olan maddelerin vücudumuzdan rahatça atılabilmesi için su içmemizin önemi büyüktür. Vücudumuzdaki en hayati organların sağlıklı çalışması, hücrelerdeki faaliyetlerin yerine getirilmesi için vücudumuza aldığımız suyun miktarı çok önemlidir.

Bir an düşünüp Peygamberimiz'in yaşadığı döneme gittiğimizde ve o dönemden günümüze kadarki 1400 yıllık tarihi incelediğimizde, Kuran'daki ayetlerin mucizevi yönünü çok daha iyi anlıyoruz. Yıkanmanın ve su içmenin hastalıklardan, rahatsızlıklardan insanları koruduğu ancak son birkaç yüzyıldır bilimin kabul ettiği bir bilgidir. Kuran'da gerek abdest, gerek boy abdesti ile ilgili emirler, gerek yıkanmanın insanı hastalıklardan kurtarıcı etkisinin vurgulanması Müslümanların suyu bolca kullanmalarına sebebiyet vermiştir. Haçlı seferleri ve Müslümanlar'ın İspanya'ya yerleşmesi ile oluşan MüslümanHıristiyan ilişkileri, Hıristiyan ruhbanlığının başta çirkin gördüğü yıkanma konusunda Hıristiyanları etkilemiş, yıkanmayı çirkin gören bu zihniyetin değişmesinde etkili olmuştur. (Hıristiyanlık'taki bu yanlış davranışın sebebi, gerçek Hıristiyanlık değildir. Hadid Suresi'nin 27. ayetinde Hıristiyan ruhbanlığın dinlerinde olmayan uydurmaları ortaya attıkları vurgulanmaktadır. Aynı şekilde dinimizde de dinimizin saflığını kendi zihinlerinin ürünü uydurmalarla bozmaya kalkan ruhbanlar, yobazlar olmuştur.) Yani Avrupa Hıristiyan medeniyetinin günümüzdeki temizlik anlayışında, bolca yıkanmalarında farkında olmasalar da Kuran'daki ayetlerin dolaylı etkisi vardır. Tarihi araştıranlar bunu anlayacaktır.




DİREKSİZ YÜKSELMİŞ GÖKYÜZÜ..




Allah, şu gördüğünüz gökleri direksiz yükseltendir…

13 Rad Suresi 2

Kuran'ın, Peygamberimiz dönemindeki bilgi seviyesiyle söylenmesi mümkün olmayan bilimsel gerçekleri söylemesi, mucizevi yönlerinden biridir. Bu kitabımızda bu mucizeleri göstermeye çalışırken, daha çok son yüzyılda veya son yüzyıllarda ancak anlaşılabilen bilimsel gerçeklerin, 1400 küsür yıl önce söylendiğine yer verdik. Peygamberimiz dönemindeki araştırmalarla, gözlemlerle bilinmesi imkansız olan bilgilerden biri yukarıdaki ayetteki ifadedir. Fakat bu gerçek diğer başlıklarımızdaki konular gibi son asırlarda keşfedilen bir olgu değildir. İnsanlar çok uzun zaman önce gökyüzünün direkler üzerinde yükselmediğini öğrendiler. Fakat Kuran'ın indiği dönemde, toplumun böyle bir ortak kanaati yoktu. Kuran'ın indiği dönemden sonra bile gökyüzünün Dünya'nın iki ucundaki dağlara yaslandığı fikrine inananlar vardı.

Örneğin Yeni Amerikan İncili'nin eski baskılarından birinde gökyüzü tersine çevrilmiş bir tasa benzetilmektedir ve gökyüzü direklerle ayakta durmaktadır (Bakınız The New American Bible, St Joseph's Medium Size Edition, sayfa 45) İbni Abbas (ölümü Hicri 68 / Miladi 687), Mücahid (ölümü Hicri 100 / Miladi 718), İkrime (ölümü Hicri 115 / Miladi 733) gökyüzünü ayakta tutan direklerin (dağların) varlığına inanıyorlardı. Bu şahıslar, Kuran'ın ayetinin sadece görünen kısmı belirttiğini, görünmeyen alanda gökleri ayakta tutan direklerin var olduğunu savundular. Gökyüzünün, Dünya'nın ucundaki dağlara yaslandığı fikrini, Babilliler gibi tarihte savunan topluluklar oldu. Peygamberimiz'in yaşadığı dönemde insanlar, yeryüzünün küre şeklinde olduğunu ve yeryüzünde her iki yöne gidilince, yine aynı noktaya gelinebileceğini bilmiyorlardı. Bu yüzden gökyüzünün direkler üzerinde yükseldiği veya yükselmediği iddiası Peygamberimiz'in içinde bulunduğu dönem için belirsiz, bilinemez, ispatlanamaz bir iddiadır. Kendi döneminde bilinmeyen ve şüpheli bir konuyu, doğru olarak açıklaması Kuran'ın bir mucizesidir. Kuran'ın belirttiği bu gerçek, Peygamberimiz'in zamanında ispatlanamadığı için, Kuran'daki bu ayetin varlığı Peygamberimiz'e bir avantaj sağlamamaktadır. Hatta bu ayet, o dönemde ispatlanamaz olduğu için bu ayetin ifadesi yüzünden Kuran'a itirazlar yöneltilmiş olması da mümkündür. Kuran'ı Peygamberimiz'in yazdığı iddiasını ileri sürenlerin, Peygamberimiz'in dönemindeki kanaatlere karşın Kuran'da niye böyle bir ifade geçtiğini açıklamaları mümkün olmayacaktır. Kuran'daki anlatımların değerini daha iyi kavramamız için Peygamberimiz'in dönemine hayalen gidip, o dönemin insanlarının kafa yapısını anlamaya çalışmamızın gerekliliği bu konuyla da anlaşılmaktadır. Kuran, uçakların, arabaların olmadığı, Dünya'nın ne şeklinin bilindiği, ne de haritasının olduğu, çoğunluğun okuma yazma bilmediği bir ortamda vahyedilmiştir. Kuran'ı, Peygamberimiz'in, ya da Peygamberimiz dönemindeki insanların yazdığını söyleyenlerin iddialarına karşı bu tabloyu hatırlatalım. Eğer, Kuran'ın ifade ettiği bu konuların, o dönemde söylendiğini göz önünde bulundurursak, Kuran'ın mucizelerini daha iyi anlayacağımız kanaatindeyiz.

GÖKYÜZÜ NASIL DURUYOR

Binlerce yıllık Dünya tarihinde insanoğlu Atmosfer'in niteliğinden, faydalarından, yaşamımız için olmazsa olmaz şart olmasından habersiz yaşadı. Tüm tabakalarıyla Atmosfer denen gaz topluluğu nasıl olmuştur da bir araya gelmiştir? Nasıl oluyor da sabit kalıyor? Gökyüzünün koruyucu bir tavan olması (19. bölüm), geri döndürücü özellikleri (20. bölüm), ayrı tabakalardan oluşması ve her tabakanın kendi görevlerini yerine getirmesi (17. bölüm) gibi, gökyüzünün direksiz bir şekilde durması da (21. bölüm) Allah'ın muhteşem sanatın bir sonucudur.

Güneş sistemimizin gezegenlerinde yapılan araştırmalar, hiçbir gezegenin çevresinde yaşamı olanaklı kılacak bir Atmosfer olmadığını göstermiştir. Dünya'mızın çevresindeki Atmosfer'in varlığı ve daha da önemlisi bu Atmosfer'in yaşam için her türlü olanağı sağlayacak, yaşamı koruyacak şekilde yaratılması; Allah'ın içinde bulunduğumuz Dünya'yı, yaşamı burada yaratmak için seçtiğinin bir delilidir.

Gezegenin yüzeyinde, yakınlarında ortaya çıkan gaz molekülleri süratli bir şekilde hareket eder. Eğer gezegenin çekim gücü bu sürate üstün gelirse, gezegen gaz moleküllerini çeker ve gezegenin yüzeyi gaz moleküllerini emer. Eğer gaz molekülleri süratle hareket ederlerse ve gezegenin çekim alanından kurtulurlarsa, uzaydaki seyahatlerine devam ederler. Görüldüğü gibi Atmosfer ve buna bağlı oluşan dengeler, Dünya'nın oluşumundan sonraki bir aşamada meydana gelmiştir. Bu da Kuran'ın "Göğü yükseltti ve dengeyi koydu" (55Rahman 7) ayetinde belirtilen, göğün sonradan oluşması ve dengenin kurulması ile ilgili ifadelerle mucizevi bir şekilde uyumludur. Gaz moleküllerinin Dünya'mızın çevresinde olduğu gibi bir Atmosfer şeklinde oluşması ve durması çok düşük olasılıktaki bir dengenin sağlanmasıyla mümkündür. Bu denge, yerkürenin çekimiyle gaz moleküllerinin hızının tam bir dengede durması halidir. Allah gökyüzünü direksiz yükseltirken böyle hassas bir denge sağlamıştır. Fakat iş bununla bitmemektedir. Bu dengenin sağlanması kadar sürekli devam etmesi de gereklidir. Allah yeryüzünü ve Atmosfer'i yaratırken bunun devamı için gerekli tüm dengeleri de kurmuş ve bu dengenin devamını sağlamıştır. Bilimin ilerlemesiyle öğrendiğimiz bu dengenin sürekliliğinin önemine, Kuran şöyle işaret etmektedir:

Allah gökleri ve yeri yok olmasınlar diye tutuyor...

35 Fatır Suresi 41

Bu denge için çok fazla verinin ayarlanması zorunludur. örneğin yerkürenin Güneş'e göre konumunun ayarı önemlidir; çünkü bu ayar sayesinde yeryüzünün ısı dengesi sağlanacaktır ve de bu gaz moleküllerinin hareketini etkilemektedir. Yeryüzünün dönüş hızı da yine ısının homojenliği açısından önemlidir. Bu dönüş hızlanırsa Atmosfer dağılır, yavaşlarsa homojenlik bozulur, çünkü arka yüzdeki Atmosfer toprak tarafından emilir. Atmosfer'in devamı için ekvator ve kutup bölgeleri arasındaki ısı farkı da, bu ısı farkından ortaya çıkacak hava akımlarının korkunç sonuçlarını önleyen Himalayalar'daki, Toroslar'daki, Alpler'deki sıra dağlar da çok önemlidir. Sıradağlar yerküremizin yüzeyinde rüzgarları bloke ederek, soğuk havayı yüksek kesimlerde toplayarak dengenin korunmasına katkıda bulunurlar. Ayrıca Atmosfer'imizin bileşimindeki gazlar da Atmosfer'in devamı için önemlidir. örneğin Atmosfer'de yüzde olarak çok az miktarda bulunan karbondioksit, toprağı gece yorgan gibi örterek ısı kaybının olmasını önler. Atmosfer için yüzey ısısının kararlı kalması, gece ısı kaybının önlenmesi önemlidir. Görüldüğü gibi sıradağların varlığından karbondioksitin yaratılmasına, Dünya'nın büyüklüğünden Güneş'e konumuna, yüzey ısısının dengelenmesinden Atmosfer'deki gazların hızlarına ve özelliklerine kadar her şey çok ince bir şekilde, birbirleriyle bağlantılı olarak ayarlanmış ve bu sayede göğün direksiz yükselmesi mümkün olmuştur. Tüm bu yaratılışlar ve buraya sığdıramadığımız birçok ince oluşum sayesinde Atmosfer, Dünya'nın çekimiyle Dünya'ya yapışmadan, kendi hızına rağmen Uzay'a dağılmadan, tepemizde durmakta ve bize hizmet ettirilmektedir.

...Bunlarda aklını çalıştıran bir topluluk için elbette deliller vardır.

13 Rad Suresi 4



Gökyüzünün yaşamamızı mümkün kılacak şekilde var olması, Yaratıcı'mızın her şeyi çok mükemmel şekilde planlaması sayesindedir.





GECEYİ GÜNDÜZÜN ÜZERİNE SARMAK

Gökleri ve yeryüzünü gerçek ile yarattık. Geceyi gündüzün üzerine sarıyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor…

39 Zümer Suresi 5

Bu ayette "sarıyor" diye çevirdiğimiz kelimenin Arapçası "yükevviru"dur. Bu kelime Türkçe'ye de geçen "küre" kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. Bu fiil Arapça'da yaygın olarak "başa sarık sarmayı" ifade etmek için kullanılır. Baş gibi küremsi bir yapının etrafına sarığın sarılması için kullanılan bu fiil, gecenin gündüzün üzerine sarılmasını ifade etmek için de kullanılmıştır. Ayette gecenin gündüzün etrafına sarılması ifade edilirken aynı zamanda gündüzün de gecenin üzerine sarıldığı ifade edilmektedir. Gece ile gündüzün oluşma sebebi Dünya'nın küremsi yapısıdır. Dünya'nın küremsi şekli sayesinde gecenin ve gündüzün bu şekilde yer değiştirmesi mümkün olmaktadır.

GECEYİ GÜNDÜZÜN ÜZERİNE SARMAK

Böylece bu ayette de Dünya'nın küremsi yapısına işaret vardır. Bu işaret "yükevviru" fiilinin yuvarlakımsı zeminlere sarılmayı ifade etmesinden dolayı oluşmaktadır.

UZAYDAN DÜNYAYI SEYRETMEK

Peygamberimiz yaşarken, Kuran'ın mı, Arap Yarımadası'ndaki yanlış görüşlerin mi bilimsel olarak doğru olduğu anlaşılmayacaktır. Kuran'ın ortaya koyduğu doğruların bilimsel olarak ispatı, Peygamberimiz'in vefatından 1000 yılı aşkın bir süre sonra mümkün olacaktır. Kuran kendi döneminde anlaşılmayacak, kendi dönemindeki yanlış bilgilerle zıt düşecek bilimsel izahları, kendi döneminde hiçbir avantaj sağlamayacak, bilakis dezavantaj bile oluşturacakken neden yapmaktadır? Görülüyor ki Kuran'ın amacı avantaj ve dezavantaj hesaplarının çok ötesinde "Doğruyu, ne pahasına olursa olsun doğruyu" ortaya koymaktır. Uysa da, uymasa da! Bu gerçeklerin bin yıl sonra keşfedilen bilgilerle anlaşılması ise, Kuran'ın evrenselliğini ve zamanüstülüğünü, kendi dönemine hitap ettiği gibi, Dünya'nın sonuna kadar tüm insanlara da hitap edeceğini göstermektedir.

Gün gelip de astronotlar Uzay'a gittiklerinde, Kuran'ın bu ayetindeki ifadeye gözleriyle tanık oldular ve fotoğraflar da çektiler. Dünya'nın Güneş'e bakan yarım küresinde gündüz olurken diğer yarım kürede gece oluyordu. Dünya'nın kendi ekseni etrafındaki dönüşü sayesinde Dünya'nın kimi bölgelerinde gündüz, kimi bölgelerinde gece oluyordu; kimi bölgelerde gündüzdengeceye, kimi bölgelerde gecedengündüze geçiş aynı anda gerçekleşiyordu. Böylece Kuran'ın 1400 yıl önce vahiy ile açıkladığı, bir kaç yüz yıl önce matematiksel hesaplarla ve mantık yürütmelerle ortaya konulan gerçekler, duyu organlarıyla da algılanıyordu. Yani gayb (duyu organlarıyla algılanamayan) olan, artık duyu organlarıyla algılanır, görülür olmuştu.

Kuran'ın, Dünya'nın küremsi yapısıyla ve gece gündüzün yer değiştirme tarzıyla ilgili açıklamasındaki oluşumlar, aynı zamanda yaşamımız için olmazsa olmaz şartlardır. Dünyamız eğer küre şeklinde olmasaydı, gece ile gündüz Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönüşü sayesinde bu şekilde yer değiştirmeseydi; Dünya'nın sürekli olarak ısı alan yerlerinde kavrulmadan dolayı yaşam yok olacaktı, ısı ve ışık almayan bölgede ise bitkilerin varlığı da, yaşam da mümkün olmayacaktı. Kuran'ın gözümüzü çevirdiği oluşumlar üzerinde her düşündüğümüzde; Allah'ın hem ilmini, hem kudretini, hem sanatını, hem her şeyi nasıl kusursuz planladığını, hem de Kitab'ının mucizevi yönlerini daha iyi anlıyoruz.



SÜREKLİ GENİŞLEYEN BİR EVRENDE YAŞIYORUZ

Ve Evren'i (Göğü) kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki onu genişletmekteyiz.

51 Zariyat Suresi 47

Ayette "Evren, gök" diye çevirdiğimiz kelime Arapça "sema" kelimesidir. Bu kelime aynı Türkçe'deki "gök" kelimesi gibi hem Evren'i, hem Dünya'nın tavanını ifade eder. Yeryüzünün üstünün tümü "sema" diye adlandırılır.

Evren sonsuz mudur? Yoksa Evren sınırlarla çevrili durağan-sonlu bir yapıda mıdır ? İşte size insanlığın büyük dehalarının tarihin en başından beri en hararetli tartıştıkları konulardan biri.

Diyebiliriz ki insanlık tarihinde çok az konu bu kadar hararetle tartışılmış ve tüm uğraşlara rağmen bu konuda işin içinden çıkılamamıştır. İlk önce felsefenin içinde, daha sonra ise felsefeden bağımsızlığını ilan eden fizikte, Evren'in sınırlarının sonsuz olup olmadığı tartışılmıştır. Tarihin en parlak simalarının bir kısmı Evren'in sonsuz olduğunu, buna karşın birçok ünlü düşünür de Evren'in sınırlarla çevrili bir şekilde sonlu olduğunu söylemiştir. Oysa Kuran bu iki görüşün dışında sürekli genişleyen dinamik bir Evren modeli çizmiştir. Kuran'ın çizdiği model, Evren'in her an bir sonu olmakla sonsuz Evren modelinden, sürekli genişlemekle ise durağan sınırlı Evren modelinden ayrılmaktadır. Böylece insanlığın bu en büyük tartışmasında Kuran tüm düşünürlerin dışında üçüncü bir modeli tarif etmiştir.

İşte Kuran'ın Allah tarafından indirilip indirilmediğini anlamak isteyenler için bir test imkanı. Bir tarafta ne felsefe, ne fizikle uğraşmış çöldeki Muhammed. Diğer tarafta felsefenin, fiziğin ünlü düşünürlerinin iddiaları. İşte Aristo, işte Ptolemy, işte Giordano Bruno, işte Telesio Patrizzi, işte Galieo Galilei, işte Isaac Newton... Dünya tarihinin bu en büyük dehaları gözlemleriyle, formülsel uğraşlarıyla Evren'in sınırlı, sonlu veya sonsuz olduğunu iddia etmişler, fakat hiçbiri genişleyen dinamik Evren modelini çizememişlerdir. Ancak 20. yüzyılda Edwin Hubble'ın gelişmiş teleskobuyla gözlemleri, tüm yıldız kümelerinin hızla birbirlerinden uzaklaştığını tespit etmiş, böylece genişleyen dinamik Evren modeli doğrulanmıştır.

Evren'in genişlediği ilk kez 1900'lü yıllarda ortaya atılmıştır. 1900'lü yıllardan önce Kuran dışında bu iddiayı ortaya koyan tek bir kaynak bile yoktur. Tek bir kaynak bile!..


HZ MUHAMMED'İN ÇÖLDE SAKLADIĞI TELESKOP

Kuran'ın Allah tarafından indirildiğini inkâr edenler, Muhammed Peygamber'in Kuran'ı uydurduğunu söylemektedirler. Peki bunu söyleyenler Muhammed Peygamber'in Evren'in genişlediğini, 1900'lü yıllardan önce bilen Dünya tarihindeki tek kişi olmasını nasıl açıklayacaklar? Acaba Muhammed Peygamber 1900'lü yıllarda yapılmış olan teleskobun bir benzerini 600'lü yıllarda icat etmişti de, bu teleskobu kumlar altında mı gizliyordu? Acaba Muhammed Peygamber teleskobu kullanmayı, yıldızların hareketlerini yorumlayacak astrolojik bilgiyi biliyordu da, bunu insanlardan mı saklıyordu? Eğer Muhammed Peygamber deli olduğu için Peygamber olduğunu iddia etti denirse; bu nasıl bir deliliktir ki kendi döneminin insanlarının hiçbirinin bilmediği ve bilmesine imkan olmayan, kendisinden 1300 yıl sonra ancak anlaşılacak olan bir gerçeği biliyordu? Eğer Muhammed Peygamber kendi menfaatleri için dini uydurdu denirse; bu nasıl bir menfaat uydurmadır ki bu kişinin uydurdukları ancak 1300 yıl sonra tam anlaşılıyor; fakat kendi döneminde bu ayeti söylemesi kendisine hiçbir menfaat sağlamıyor, hatta gözleriyle Evren'in genişlediğini fark edemeyen düşmanlarına belki koz bile vermiş oluyordu. Menfaat için hareket eden kişi, kendi yaşarken kendisine faydası olmayan, hatta kendi döneminde anlaşılmadığı için eleştirilmesine yol açacak bir şeyi söyler mi? Eğer tüm bu gerçeklere karşın hâlâ bir kişi "Muhammed Peygamber kendi aklıyla bunu bildi" derse; bu nasıl bir akıldır ki kimsenin bilemediğini biliyor fakat bunları kendi bildiğini kabul edeceğine, Allah bana bildirdi diye yalan söylüyor! Toplu iğneyi bulan bir kişi bile bu buluşuyla övünme eğilimindeyken, Muhammed Peygamber niye aklıyla övünmüyor da "Bu (Kuran) benden değildir, bu Allah'tandır." diyor. Tevazudan mı? Bir yandan Peygamber olduğunu söylerken inanılamayan, yalancılıkla itham edilen, böylece ahlâken düşük bir mertebede gösterilen kişiyi, tevazu sahibi diye mi yüceltecekler? Evet inkâr etmekte ısrar edenlere bir soru da biz soralım: “Siz neyi savunduğunuzun, ne dediğinizin farkında mısınız?”






EVRENİN GENİŞLEDİĞİ NASIL ANLAŞILDI?

Büyük deha Newton'un fiziğinde bir eksik vardı. Newton, sonsuz genişlikte ve değişmeyen bir Evren modeline inanıyordu. Newton'un yerçekimi yasaları bir sorunla karşılaşıyordu. Nasıl oluyordu da Evren'in başlangıcından beri geçen çok uzun zaman sürecinde tüm madde birbirini çekip tek bir bileşime dönüşmüyordu? Oysa Einstein'ın Newton'dan sonra ortaya koyduğu formüllerde kütlenin varlığıyla zaman ve mekan değişiyordu.



Bilimsel platformda Evren'in genişlediğini ilk kez Lemaitre ortaya attı. Resimde Lemaitre ve Einstein birarada görülüyor.

Einstein'ın formüllerinden yola çıkan Rus fizikçi Alexander Friedmann en ufak bir etkide Evren'in genişleyeceğini veya daralacağını keşfetti. Bu keşfin değerini anlayıp Evren'in genişlemekte olduğunu ise açıkça, iddialı bir şekilde ilk savunan, Belçikalı papaz ve bilim adamı Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, Evren'in genişlemesini geri sardığımızda Evren'in tek bir birleşimden patlayarak oluştuğunu, daha sonra Evren'in genişlediğini; bir meşe palamadundan bir meşe ağacının büyümesi gibi Evren'in bu tek atomdan ortaya çıktığını söyledi. Bu o kadar inanılmaz gözüküyordu ki, başta bu iddiaya kendi formüllerinden ulaşılan Einstein bile inanamadı. Lemaitre'nin fizikten pek anlamadığını söyleyerek, Evren'in sonsuz genişlikte ve değişmez olduğunu söyledi.

İlk başta, Evren'in genişlediği kuramsal olarak ortaya konmuştu. Hiçbir felsefecinin tarihin uzun zaman diliminde ortaya koyamadığı bir açıklama, Kant gibi bir felsefecinin "Saf Aklın Eleştirisi" eserinde, zihinsel çatışkılardan (zihnin çözemeyeceği sorunlardan) biri olarak gördüğü ve "Zihin bu sorunu çözemez" dediği konuda ortaya konmuştu. Bu kuram her şeye uyuyor ve Evren'in neden yerçekimine rağmen çökmediğini açıklayarak Newton ve Einstein formüllerinin bir birleşimini veriyordu. Alternatifi yoktu. Doğru anahtarın kendi kilidine uyması gibi, doğru açıklama Evren'sel tabloya uymuştu. Fakat bilim dünyasında ilk defa duyulan bu açıklama klasik tepkiyle karşılaşmıştı: Hayır, olamaz!

Aynı yıllarda Amerikalı astronom Hubble, tüm bu kuramsal tartışmaların dışında, Mount Wilson gözlemevinde son derece gelişmiş teleskobu ile gözlemler yapıyordu. Hubble tüm galaksilerin birbirinden uzaklaştığını, böylece Evren'in genişlediğini gözlemsel olarak buldu. Böylece görmediğimize inana-mayız diyenlere Hubble; "Gördüğünüze inanmalısınız" dercesine genişlemeyi ispatladı. (Hubble bu tespitini Doppler etkisiyle yaptı. Buna göre uzaklaşan cisimlerin dalga boyları ışık dalgalarının spektrumunda uzar; böylece kırmızıya kayar, cisimler yaklaşıyor ise dalga boyu kısalır, böylece maviye kayar.) Tüm galaksilerden gelen ışığın, spektrumda kırmızıya kayması, tüm galaksilerin uzaklaştığını gösteriyordu. Hubble bu gözlemiyle beraber çarpıcı bir yasa da buldu, galaksilerin uzaklaşma hızları, galaksiler arasındaki uzaklıkla doğru orantılıydı. Galaksi ne kadar uzakta ise, o kadar hızlı uzaklaşıyordu. Bu sonuç tekrar tekrar test edildi. 1950'de ABD'de Mount Palamar'da Dünya'nın en büyük teleskobu inşa edildi. Tüm testler, yeniden kontroller hep bu gözlemi doğruladı. Hatta ölçümler yapılıp Evren'in ilk yaratılış anının yaklaşık 10-15 milyar yıl önce olduğu iddia edildi.

Hubble'ın çalışmalarıyla Einstein da, Lemaitre de ilgileniyordu. Daha önce Lemaitre'ın görüşlerine katılmayan Einstein, bir konferansta Lemaitre'e haklı olduğunu beyan etti. Bu düşünceye inanmamasına yol açan görüşlerinin hayatının en büyük hatası olduğunu itiraf etti. Böylece Evren'in dinamik, sürekli genişleyen yapısı gözlemlerle doğrulanmış bir şekilde anlaşıldı, dönemin en büyük fizikçisi Einstein da bu sonucu kabul etti.



GÜNEŞ DE AKIP GİTMEKTEDİR


Güneş de bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün Olan ve Bilen'in takdiridir.

36Yasin Suresi 38

Tarihin çok uzun bir döneminde insanlar Dünya'yı sabit, Güneş'i ise Dünya'nın etrafında dönüyor zannetiler. Sonra Kopernik, Kepler, Galileo ile başlayan süreçte ise insanlar Güneş'in sabit bir şekilde ortada durduğunu, Dünya'nın ise sabit bir Güneş'in etrafında döndüğünü zannettiler. Bilimde devrim sayılan bu keşif çok önemliydi ama Güneş'in bu modelde sabit, durgun sayılması yanlış bir kanaatti.

Daha sonra ise gelişmiş teleskopların sayesinde ve kozmoloji biliminin oluşturduğu birikimle Güneş'in de hareket ettiği, Dünya'nın hareket eden bir Güneş'in etrafında döndüğü anlaşıldı. Oysa Güneş'in bu hareketi Kuran'da 1400 yıl önceden açıklanmıştır. Güneş'in Dünya etrafında kısır döngü yaptığı fikrine ve Güneş'in hareketsiz bir şekilde durduğu fikrine karşın Yasin Suresi'nin 38. ayeti, Güneş'in bir hedefe doğru akıp gittiğini söyleyerek doğru modeli ortaya koymuştur. Böylece Kuran birçok konuyu olduğu gibi Güneş'in hareketini de doğru şekilde açıklayan bilinen ilk kaynaktır.



KURAN'IN TARZI VE BİLİMİN TARZI

Bir bilim kitabı ortaya koyduğu tezlerin ispatlarını, çıkış noktalarını göstermeye çalışır. Oysa Kuran her tezinin ispatlarını gösterme çabası gütmez. Kuran, Evren'in Yaratıcısının gönderdiği vahiydir ve Evren'i, Yaratıcısının diliyle, bir bilim kitabından farklı bir üslupla açıklar. Evren hakkındaki en temel bilgilerin Kuran'da ortaya konulmasından bin yılı aşkın bir zaman sonra ancak öğrenilebilmesi, Kuran'ın birçok ayrı konuda açıklamalar yapıp hiçbir konuda hataya düşmemesi, Kuran'ın, Evren'in Yaratıcısının kitabı olduğunun delilidir. Kuran, bir bilim kitabı gibi neden, niçin, ispat, bilimsel birikim gözetmeden doğrudan sonucu ortaya koymaktadır. Bilim ise tüm bu aşamaları katederek sonuca ulaşmakta; fakat sonunda ulaşılan sonuç Kuran'ın baştan söylediklerinin doğruluğunu ispatlamaktadır.

Görüldüğü gibi Kuran'ın doğrudan sonucu ortaya koyuşu ile, bilimin deneylerden, gözlemlerden, formüllerden geçen süreci farklıdır ve farklı da olmalıdır. Bilim sonuç ortaya konmuş olsa da tüm bu basamakları aşmak ve kendi yöntemiyle sonuca ulaşmak zorundadır. Bu yol bilimsel bilgi yapısının bir zorunluluğudur. Nitekim Kuran'ın gerek Evren'de, gerek Dünya'da araştırmalar yapmamızı söyleyen ayetleri bu yöntemi teşvik edici özelliğe sahiptir. Kimse bizim bu yazdıklarımızdan Kuran'ı ve bilimi yarıştırdığımızı sanmasın. Bizim göstermeye çalıştığımız, Kuran'ın bilimsel basamakları takip etmeksizin doğrudan bilimsel sonuçları veren açıklamalarının, bilimsel basamakların çıkılmasıyla onaylandığı, Kuran'ın mucizesinin doğrulandığıdır. Kuran Evren'in Yaratıcısından gelmektedir. Evren'in Yaratıcısı ise zaten Evren ile ilgili tüm bilgilere sahiptir. Bu yüzden Allah, Kuran'da, Kuran'ın indiği dönemde bilimin ulaşmasına imkan olmayan bilgileri, insanlara sonuç olarak aktarır. Günü gelince bilim, formüller oluşturarak kullanır, gözlemler yapar, teknolojik buluşlarını gözlemlerde kullanır ve bilimsel birikim genişler. İşte bilimin takdire değer çabalarıyla varılan bu sonuçlarının önemli bir kısmı, Evren'le beraber bilimsel kuralları da Yaratanın kitabında önceden açıklanmıştır.

GÜNEŞ'İN HIZI

Güneş saatte 700.000 km'den daha büyük bir hızla Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı'na doğru hareket etmektedir. Dünya'nın hem kendi ekseni etrafında, hem Güneş'in etrafında dönerken, aynı zamanda Güneş sistemiyle beraber hareket ettiği de unutulmamalıdır.

Güneş her sabah doğmakta, her akşam batmaktadır. Fakat tüm bu doğuşları ve batışları her seferinde Evren'in ayrı bir noktasında gerçekleşmektedir. Dünya, Evren'de hiçbir zaman aynı noktadan bir daha geçmeden hareket eden bir Güneş'in etrafında yolculuk yapmaktadır. Kitabımızın sırf bu bölümünün başından bu satırlara kadar geçen süre içinde Güneş'in ve Güneş'e bağlı olarak Dünya'mızın bir kaç bin kilometre yol katettiğini düşünürsek ve inanılmaz hızdaki hareketlerden en ufak bir şekilde negatif olarak etkilenmediğimizi hatırlarsak, Allah'ın muhteşem düzeni ile karşı karşıya olduğumuzu kavrayabiliriz.

GÜNEŞ'İN DOĞDUĞU YERLER

O, Evren'in ve yeryüzünün ve bu ikisi arasındakilerin Efendisi'dir, doğuların (Güneş'in doğduğu yerlerin) da Efendisi'dir O.

37 Saffat Suresi 5

Taşkın Tuna, Saffat suresi 5. ayetinin mucizevi işaretini şöyle açıklar: "Dünya'mızın da çok değişik hareketleri vardır. Uzay'ın bir noktasından bir daha geçmemek üzere bütün sistemle birlikte Dünya da hareket halindedir. Dünya'nın yuvarlak oluşu sebebiyle bir yerde doğan Güneş aynı anda bir başka yerde batıyor. Gece gündüzü, gündüz de geceyi kovalıyor. O halde Güneş'in doğduğu "yer" değil, "yerler" söz konusudur. Yerkürenin her noktası için sabah saatleri değişiktir. Her yer ayrı ayrı saniyelerde Güneş'in doğuşunu bekliyor...Güneş'i Uzay'ın bambaşka yerlerinden "doğarken" seyrediyoruz. Güneş aynı Güneş, Dünya aynı Dünya, ama Uzay'ın yeri değişik..." Taşkın Tuna, Kuran'ın, Güneş'in doğduğu yerleri çoğul bir ifadeyle değerlendirmesindeki inceliği bu şekilde açıklamaktadır.

Her sabah doğarken gördüğümüz Güneş'imiz dev bir nükleer reaktördür. Hidrojen atomlarını helyuma dönüştürerek çalışan bu reaktörümüz, çok mükemmel bir şekilde ayarlanmış olarak görevlerini yerine getirmektedir. Kuran'ın anlattığı şekilde karar noktasına; duracağı, son bulacağı yere doğru hareket halindeki hayat kaynağımızın, bu çok hızlı hareketinde, hassas dengelerin hiçbiri değişmeden Evren'de yolculuk etmekteyiz. Düşünen, araştıran ve samimi şekilde Kuran'ın ve Evren'in ayetlerini (delillerini) değerlendirenler Allah'ın kudretini ve Kuran'ın mucizelerini göreceklerdir.

İşte bunlar bizim insanlara verdiğimiz örneklerdir. Ancak bilgi sahiplerinden başkası bunlara akıl erdiremez.

29Ankebut Suresi 43




KURAN'DA BİZ İFADESİNİN KULLANILMASININ SEBEBİ

Bu bölümde incelediğimiz ayetteki "Biz" ifadesinin neden kullanıldığını açıklamakta fayda görüyoruz. Arapça'nın bu konudaki dil özelliği bilinmediği için sorularla karşılaşıyoruz. Kuran'da Allah kendisi için birinci çoğul şahıs olarak "Biz" ifadesini de, birinci tekil şahıs olarak "Ben" ifadesini de kullanır. Bu Arapça'nın dil özelliğinden kaynaklanır. Arapça'da ve başka bazı dillerde de azamet, yücelik ifadesi olarak bazen bir kişi kendisi için birinci çoğul şahıs olarak "Biz" ifadesini kullanır. Nitekim gerek Türkçe'mizde, gerek başka dillerde karşımızda tekil şahıs varken yücelik, saygı ifadesi olarak ikinci tekil şahıs olan "Sen" yerine "Siz" demekteyiz. Türkçe'de tekil olarak yaptıklarımız için de bazen birinci çoğul olarak "Biz" ifadesini kullanırız, fakat bu karşımızdaki tekil şahıs için çoğul olan "Siz" ifadesini kullan-mamız kadar yaygın değildir.

Kısacası, Allah tevazu yapmaz, tevazu insanlara yaraşır, Allah için değildir. Allah azametini, yüceliğini, saygınlığını belirtmek için bu ifadeyi kullanır. Kuran Arapça inmiş bir kitaptır, bu yüzden Kuran'da Arapça dil özellikleri, Arapça deyimler bulunur. Allah'ın tekliği tüm Kuran'ın en temel mesajıdır ve Kuran'ın yüzlerce ayetiyle apaçıktır.

Bir noktayı daha belirtmek istiyoruz: Kuran'da Allah kendisinden birinci şahıs olarak bahsederken hem tekil "Ben" ifadesini, hem azamet, yücelik, saygınlık belirtisi olarak çoğul olan "Biz" ifadesini kullanır. Fakat Allah'tan ikinci şahıs olarak bahsedildiğinde hep ikinci tekil "Sen" ifadesi geçer, hiçbir zaman ikinci çoğul olarak "Siz" ifadesi geçmez veya Allah'tan üçüncü şahıs olarak bahsedildiğinde hep üçüncü tekil "O" ifadesi geçer, hiçbir zaman üçüncü çoğul "Onlar" ifadesi kullanılmaz. Oysa Kuran'da binlerce defa Allah'tan ikinci veya üçüncü şahıs olarak bahsedilmiştir, bunların biri bile ikinci çoğul veya üçüncü çoğul şahıs değildir. Bu da başta dediğimiz gibi; bu ifadenin Arapça'nın dil özelliğinden olduğunu gösterir.





__________________


Gitti..

RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 27/10/07, 20:57   #2
RuYa
Orgeneral
 
RuYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 4.865
Tecrübe Puanı: 50 RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute RuYa has a reputation beyond repute
Standart

__________________


Gitti..

RuYa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 733
Alt 27/10/07, 21:05   #3
ato---
Orgeneral
 
ato--- - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2007
Bulunduğu yer: Sofia,Bulgaria
Yaş: 36
Mesajlar: 2.208
Tecrübe Puanı: 48 ato--- has a reputation beyond repute ato--- has a reputation beyond repute ato--- has a reputation beyond repute ato--- has a reputation beyond repute ato--- has a reputation beyond repute ato--- has a reputation beyond repute ato--- has a reputation beyond repute ato--- has a reputation beyond repute ato--- has a reputation beyond repute ato--- has a reputation beyond repute ato--- has a reputation beyond repute
Standart

emeğine sağlık hepsini okuyamadım ama
ato--- isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 77
Takımınız:
Alt 06/11/07, 17:37   #4
LUCKMAN
Korgeneral
 
LUCKMAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Yaş: 33
Mesajlar: 1.981
Tecrübe Puanı: 65 LUCKMAN has a reputation beyond repute LUCKMAN has a reputation beyond repute LUCKMAN has a reputation beyond repute LUCKMAN has a reputation beyond repute LUCKMAN has a reputation beyond repute LUCKMAN has a reputation beyond repute LUCKMAN has a reputation beyond repute LUCKMAN has a reputation beyond repute LUCKMAN has a reputation beyond repute LUCKMAN has a reputation beyond repute LUCKMAN has a reputation beyond repute
Standart

emeğine sağlık
__________________
!!!
Üzülme Kelebeğim, Bugünü Atlatırsak Yarın Diye Bir Şey Yok..
LUCKMAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 304
Takımınız:
Alt 08/12/07, 21:41   #5
SiBoLOqY
Cumhurbaşkanı
 
SiBoLOqY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Aug 2007
Bulunduğu yer: | Van |
Yaş: 32
Mesajlar: 5.419
Tecrübe Puanı: 97 SiBoLOqY has a reputation beyond repute SiBoLOqY has a reputation beyond repute SiBoLOqY has a reputation beyond repute SiBoLOqY has a reputation beyond repute SiBoLOqY has a reputation beyond repute SiBoLOqY has a reputation beyond repute SiBoLOqY has a reputation beyond repute SiBoLOqY has a reputation beyond repute SiBoLOqY has a reputation beyond repute SiBoLOqY has a reputation beyond repute SiBoLOqY has a reputation beyond repute
Standart

emeğine sağlık rüya...
__________________






Yokluğun, cehennemin öbür adıdır ..
Üşüyorum !

Kapama gözlerini ..

SiBoLOqY isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konu Sayısı: 505
Takımınız:
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz Aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 00:12 .


Powered by vBulletin
Copyright © 2000-2007 Jelsoft Enterprises Limited.
Sitemap
6, 5, 3, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 113, 16, 17, 18, 19, 81, 20, 27, 22, 23, 24, 25, 26, 48, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 43, 136, 40, 58, 45, 42, 44, 46, 47, 53, 54, 55, 56, 57, 59, 60, 70, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 68, 69, 71, 72, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 82, 83, 96, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 98, 97, 100, 101, 102, 103, 106, 104, 105, 112, 109, 108, 107, 110, 111, 114, 115, 118, 116, 117, 119, 148, 154, 124, 165, 122, 120, 123, 121, 150, 153, 125, 128, 129, 131, 132, 133, 134, 135, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 151, 149, 202, 175, 164, 152, 167, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 195, 169, 166, 168, 170, 171, 172, 199, 174, 173, 196, 200, 176, 177, 180, 178, 179, 182, 189, 187, 184, 186, 191, 192, 193, 194, 197, 198, 201, 203, 229, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 236, 231, 232, 233, 234, 235, 237, 240, 239, 241, 243, 242, 244,