Akşam, gündüzü yine öldürmeye başlayıp saltanatı eline geçirmişti. Güneş bu savaştan yılmıştı ve dağların arkasına çekilip biraz dinlenmeye hazırlanıyordu.
Bu demde Tuğrul, içindeki pişmanlıkları bastırmaya uğraşıyor, ama bunu başaramadığını hissediyordu. Pişmanlık, öyle kolay bastırılıp unutulacak bir şey değildi. Ve insanı en çok da, yalnız olduğu zamanda yakalıyordu. Hem de ne yakalayış! Hele bir de akşam oluyorsa, öldürmekten beter ediyordu.
Camdan dışarı bakıp insanları seyreden Tuğrul`un gözü birden odanın içindeki bir ayağı yamuk tahta sandalyeye takıldı. İşte, şimdi çok özlediği Derya, daha düne kadar şu sandalyede oturuyor, kendisine gülümsüyordu. Hep ellerini tutuyor, hiç yalnız bırakmıyordu. Üstelik hiç ayrılmayacağına dair de sözler verip yeminler ediyordu.
Oysa şimdi Derya yoktu ve bir daha asla olmayacaktı. O, bir bilinmeze gitmişti ve muhtemelen hayatının geri kalanında hiç dönmeyecekti. Zaten Tuğrul da onun dönmesini beklemiyordu. Çünkü Derya`nın dönmesini beklemek, Tuğrul için acı bir kısır döngüden başka bir şey değildi.
Tuğrul, çok acı çekmiş, çok dertle tanışmıştı. Fakat daha dün yanında olan, ellerini tutan, gözlerine bakan ve "seni seviyorum" diyen sevgilinin bugün el olup çekip gitmesi, daha önceki acıların hiç birine benzemiyordu.
Tuğrul şimdi o eski günleri hatırlıyordu; çok değil bir yıl önce Derya yanındaydı. Birlikte kaldırımlarda yürüyorlardı, beraber geziyorlardı. Havada kar yağdığı hâlde onlar sahilde yürüyorlar, yağan kara hiç aldırmıyorlardı. Derya`nın yanında olması, Tuğrul için dünyadaki en büyük mutluluktu. Bunu, gizlemiyordu ve Derya`ya da söylüyordu. Okey oynarken birlikte taş çalmaları bile şimdi Tuğrul`un yüreğindeki bir özlem ve ayrılığa isyandı.
Demek hayatın insana hazırladığı korkunç ıstıraplar böyle oluyordu. Deemk hayat isterse insanın elinden en sevdiği kişiyi bile çekip alabiliyordu. O hâlde sevene düşen, oturup kaderin, feleğe ve ayrılığa isyan etmekti. Bu, elbette çok zordu ama giden gittikten sonra arkasından yapılacak bir şey kalmıyordu. Giden unutuyor, terk edilen ise yaralarını silmek üzere kaderiyle baş başa bırakılıyordu.
Akşam artık hakimiyeti iyice ele geçirmişti. Tuğrul da her geçen dakika içinde büyüyen ayrılığa isyanı artırıyordu. Bu böyle gitmezdi, gitmeyecekti ama yapılabilecek hiç bir şey de yoktu. Anlaşılan bu, Tuğrul`un alınyazısıydı ve çekmesi gerekiyordu.
Derya! Acaba o şimdi neredeydi ve ne yapıyordu? Artık bunun bir önemi olmadığı hâlde, Tuğrul bu soruyu durmadan kendine soruyordu...
Derya`nın ne yaptığını bilmiyordu ama, şimdi kendisini düşünmediği kesindi.