Sevdanın ne olduğunu asla anlayamayacağını düşünürdü. Sevmek neydi açıklamak isterdi ama olmazdı yapamazdı. Ve her seferinde sevgiyi anlatmaya çalışıp da beceremeyince öyle bir şeyin olmadığına inanırdı.Her aşık oluşunda şiirler yazardı sevgililerine-gerçi onlara sevgili denilmezdi çünkü o hep platonik aşklar yaşardı. Aşkın somut bir şey olmadığının farkına çocukken varamazdı. Bir insan neden illa birini istesin ki diye düşünürdü. Hele bir erkek eğer kendisin çılgınca seven bir kadın varsa neden başkasını bulmak için uğraşsındı.
Çocukken gördüğü her güzel kadına aşık olduğunu sanırdı ama sonradan acı bir şekilde öğrenecekti otla b...k arasındaki farkı. Aşkı sakızlardan çıkan yazılarda tanımaya başlamıştı ve öğrendiği ilk İngilizce kelime ‘love’ olmuştu. ‘love is...’ diye başlayan bütün cümleleri okumaktı amacı. Yaşıtları gibi çıkartma veya araba resmi için değil aşkın ne olduğunu öğrenmek için sakız alırdı. Sonradan pişman olmayacaktı belki ama aşkı yanlış tanıdığını gözyaşlarını silerken anlayacaktı.
Aşk vardı elbet artık bunu anlayacak kadar büyümüştü ve artık gerçek aşklar yaşıyordu. Şiirler yazıyordu geceleri,defterlerinin her tarafına aşık olduğu kişinin adını yazıyordu. Onu görebilmek için sınıf kapısında bekliyordu ve soğuklara aldırmadan her teneffüs sevgilinin gözlerini arıyordu. Aşk neydi belki bunu açıklayamazdı ama soranlara verecek bir cevabı olurdu her zaman aklının bir yerinde. Yıllardır tanıdığı ve sadece arkadaş olarak gördüğü kişinin diğer arkadaşları arasında özel bir yer kaplamaya başlamasını hissederdi. Sadece ona şiirler yazardı,onunla ilgili hayaller kurardı geceleri bunalım şarkıları dinlerken. Söylediği her kelimeyi onun duyacağını düşünerek söylerdi ve saçma sapan yalanlar söylerdi sırf muhabbet olsun diye. Sevgilinin saçları ve gözleri süslerdi şiirlerini ve sonra yavaşlardı aşkın şiddeti. Aşkı bir dağa tırmanmaya benzetirdi her zaman. Önce hızla tırmanırsın,soluğun kesilmeye başlar,gün geçtikçe üşürsün ve gittikçe yavaşlayarak zirveye varırsın. Sonra farkına bile varmadan yuvarlanırsın oradan,yeni bir dağa tırmanmak için ayakların aşağıya kayar ve işte yeni bir dağ...
Sonra aşkı biterdi-yani o öyle hissederdi. Yazdığı şiirleri,karşılıksız mektupları okurdu ve gülerdi. O zamanlar ne kadar aptal olduğunu düşünürdü. Bir zamanlar aşk için ölmeli diyen adam o değildi sanki. Aşkı sıradan bir şey gibi görürdü. Ta ki bir başka göz büyüleyene kadar onu. O zaman unuturdu her şeyi. Hani yazdığı şiirler kara saçlı kara kaşlı sevgiliye? Yoklar ,yerini çoktan mavi gözlerin derinliğine bırakılmış yazılar alır daha sonra belki de yeşil bir göz kim bilir. Ve tekrar inanmaya başlar aşk için ölme fikrine. Ve o aşkı da biter öncekiler gibi ve o yine sevmeyi unutur ve tekrar sevdalara yelken açar bu böyle sürüp gider.
O hep platonik sever. Sever de söyleyemez yazdığı şiirleri kimi zaman okur ama asla ona yazdığını söyleyemez. Her aşık oluşunda mucizeler bekler yani hep o’nu bekler. Saatlerce fal bakar seviyor mu sevmiyor mu diye ve hep seviyor çıkar-zaten sevmiyor çıksa da inanmaz. Ama o bu düşüncelere dalıp sabahı getirince ve o’nu başka ellerde görünce içinden kağıtları yırtmak gelir. Ama bir sonraki sefere inanmak için kaldırır bir kenara. Hep şarkılar söyler;öyle sıradan şarkılar değil aşk şarkıları sevgiliye söylenmek istenen aşk şarkıları. Aşkı hep dağa benzetir ya, bir dağdan inip ötekine tırmanmaya başlayınca bazen dönüp bakar tırmanmış olduğu dağlara ve ne kadar heybetli olduklarını düşünür. Asla zirvede kalamamıştır ve hep tırmanacağı en yüksek zirveden inmeyeceğini düşünür. Hayatı boyunca belki de on kez o dağı en büyük dağ sanacak ama her seferinde yanılacak. Ve bir gün ölmeden anlayamayacak hangisi en büyük sevdası,hangisi en güzel aşkı.
Dostlarla paylaşacak acılarını, o’nu başka kollarda görmekten gocunmadığını söyleyecek ama içinde hep aynı şarkı çalacak ‘seni kimler aldı kimler öpüyor seni’ diyecek ebediyen ve o her zaman yalnız aşık rolünü üstlenecek baş rolünü oynadığı bu oyunun. Acı acı sövecek kimi zaman rüzgara kimi zamanda kendi tiyatrosunun senaristi olamayışına... Ve her seferinde aşkını başka ellerde görünce balonunu elinden kaçıran bir çocuk gibi ağlayacaktı ve her aşık oluşunda kumdan kaleler yapacaktı ve sonra insafsız aşıklarca yıkılacaktı. O’nu tanıdığındaysa çok geç olacaktı...
Müzik bitti sevgilim. Gecikmiş adımlarını yüreğime atma. Ben müziğimi dinledim, dansımı yaptım. Ve artık oturdum yerime.
Sen? Gözlerini kapayarak sadece dinledin. Bazen aralandı göz kapakların. Seyre daldın, müziğin ritmindeki beni.
Oysa kalkmalıydın yerinden, sarılmalıydın bedenime. Başını başıma dayayıp, ruhunu ruhumla beslemeliydin. Arada dokunmalıydı dudakların saçlarıma. Nefesini duymalıydım tenimde. Ellerim büyümeliydi ellerinin içinde. Aşkın soluğunu çekmeliydik içimize. Aşkın soluğu yalnız alınmıyor sevgili. Dinleyebilir miyiz bir gün bir yerlerde aynı şarkıyı? Gözlerin gözlerime akar mı yeniden? Ben senin yeşilinde, sen benim bal gözlerimde buluşabilir miyiz? Ellerin uzanır mı ellerime, içine çekebilir misin sözlerinle beni? Dalar mı bakışlarını en derinlerime? Dansımızı düşler mi yüreğin? Dans, sevmez korkak adımları. İhanet sayar. Alınan nefeste içe çekilen müzik, coşku ister, bağışlamaz geciken adımları, birbirine uzak kalan bedenleri. Belki yeni bir müzik başlar yeni bir yerlerde.Senin olmadığın, benim olduğum o bir yerde. Ve bana akan bir çift gözün olduğu bir yerlerde. Senin içinde başlayabilir yeni bir müzik, senin olduğun, benim olmadığım bir yerlerde. Bu sefer korkak atma adımlarını. Müziği dinle, bedenini bırak notaların ritmine, eşlik et, yükselsin ruhun aşka. Aşk affetmez gecikmeleri. Fazla beklemez verdiği randevuda. Sabırsızdır, heyecanlıdır çünkü, kıpır kıpır, duramaz ki yerinde, koşmak ister. Koşmak koşmak.. Yoruluncaya kadar. Bizim müziğimiz bitti sevgilim. Gecikmiş adımlarını yüreğime atma. Oysa yükselmiştim aşka. Minik bir serçe kuşu gibiydim. Kanat çırpıyordum sana. Birlikte konarız sandım aşkın evine. Ama ben yoruldum. Geciktin sen. Gücüm yoktu ki beklemeye. Tutamadın beni yükselişimde. Uçamadın benim olduğum yere. Aşkın soluğu yalnız alınmıyor sevgili. Aşk, şimdilerle besler yarını. Sen aşkın yarınlarını beslemedin ki. Senin şimdilerin yoktu çünkü. Sen çarpan kanatlarımı da güçlendiremedin. Belki de sen uçmayı bilmiyorsun, dansı bilmediğin gibi. Aşkın soluğu yalnız alınmıyor sevgili. Üşütüyor aşkı bekletmek. Aşk, gökkuşağı gibidir. Sıkça göremezsin yaşam boyunca. Sayılıdır o güzelliğin yaşandığı anlar. İşte o an, bir ödüldür. Sarıp sarmalanıp itina ile korunması gereken bir ödül. Sen sana armağan edilen ödülünü koruyamadın sevgili. Gecikti adımların aşka. Ve müzik bitti. Artık, gecikmiş adımlarını yüreğime atma Ben müziğimi dinledim. Dansımı yaptım. Ve oturdum yerime Geriye kalan sadece. YALANCI ZAMAN Umutlar gene soldu bu gece karanlığında Gene karlar yağdı çiçeklenen dallarıma Zamansızlığın zamanımıydı yoksa bu Zamansızlığın içinden gelen
Nihayet uyanmıştı.Tüm gece boyunca uyumuştu.Gözlerini ovuşturdu. Elbiselerini düzeltti.Şaşkındı. - Neredeyim ben? Siz kimsiniz?
* Demek dün gece neler olduğunu hatırlamıyorsun?
- Çok içtiğimi hatırlıyorum o kadar...
* Evet, kapıyı sana açtığımda çok sarhoştun gerçekten. Kapıyı açar açmaz bana ilk söylediğin söz şuydu:"Ben Tanrı'nın hediyesiyim" Genç kız bu söz karşısında utancını gizleyemiyordu.Bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını da bilemiyordu.Şaşkınlığını biraz olsun gizlemek için:Peki ya sonra ? dedi.
* İşin doğrusu ben Tanrı'dan böyle bir hediye beklemiyordum.Şaşırdım bir an.Gerçegi arayan birisine senin gibi bir serabın gösterilmesi doğal gelmedi bana.Ben bunları düşünürken sen de şu anda yattığın yerde sızıp kaldın zaten.Dün geceden beri yerde mi yatıyordum? Diye sordu şaşkınlıkla.
* Evet, düşüp sızdığın yerden kaldırmadım.Biliyorsun seraba dokunulmaz. Bütün gece Tanrı'nın seni almasını bekledim.Ama görüyorsun ki hala gelmedi.Sahi söyler misin sen hangi Tanrı'nın hediyesisin böyle? Ferda sitem dolu bir utangaçlıkla: Lütfen benimle alay etmeyin, dedi. Alay etmiyorum.Sadece seni anlamaya çalışıyorum.İstersen önce sana bir kahve yapayım da kendine gel. Kemal kahveleri getirdiğinde Ferda biraz olsun kendine gelmişti.Üzerindeki yabancılığı atmaya, doğal olmaya çalışıyordu.
- Benim adim Ferda.İki sokak ilerideki sitelerde oturuyorum.Dün gece için özür dilerim.Arkadaşlarla yaşadığım bir çılgınlıktı o kadar.Çok utanıyorum.
* Ben de Kemal.Bu evde tek başıma yaşıyorum.(bir an duraksadi Kemal). Senin hakkında ne düşündüğümü merak ediyorsun degil mi?
- Biraz öyle...
* Hiç... Hiçbir sey düşünmedim.
- Neden?
* Özel olarak hiçbir insan üzerinde düşünmem pek.
-Gecenin yarısında kapını çalıp evinde yatan bir kız hakkında bile mi? * Evet...
- Çok garip bir insansın.Kemal sustu... ve sonra
* Söylesene maskeli bir baloda insanların gerçek yüzlerini tanımak mümkün müdür sence?
- Tabii ki degil.
* İste şu toplumda gördüğün bir çok insan ve sen... Hepiniz maskelerinizle yaşıyorsunuz.Şu toplum maskeli bir balodan farksızdır bence.Hem de zamana, kişilere ve olaylara göre her an değişen maskelerin kullanıldığı bir balo...Bu yüzden pek anlamlı gelmiyor bana insanlar üzerinde düşünmek.
- Kendini soyutluyorsun insanlardan.
* Öyle de denebilir.Zaten toplum ferdin en büyük düşmanıdır bence. Bu yüzden insanlardan hiçbir şey almamayı yeğliyorum.Buna rağmen her şeyimi vermeye de hazırım onlara.
- İnsanların sevgisini de reddeder misin, örneğin?
* En başta onu.Bugünün sahte sevgileri bir insanın kalbini yaralamak için seçilen en tehlikeli yoldur.
- Ama insan hiç sevilmeden yaşayamaz ki...
* Bunda yanılıyorsun.İnsan sanıldığının aksine sevilerek değil severek yaşar.İnsan sevilmek ihtiyacinda olan zayıf bir varlık değildir. Kısacası sorun bence sevilmek değil sevmektir.
- Sevdiğin halde sevilmiyorsan?
* Sevilmek senin sorunun değil onun sorunu.Bence sevmek bir insanı kendi içinde hissetmendir.Sevilmek ise kendini bir insanın içinde hissetmen.Anlayabiliyor musun?Sevmek seni zenginleştirir,sevilmek değil.Bunu evreni kapsayacak şekilde de düşünebilirsin.
- Nasıl yani?
* Evrensel anlamda sevmek kainatı kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini kainatta seyretmektir.Ferda'nin kafasi karışmıştı.Hiç bu kadar derinlemesine düşünmemişti sevgi üzerine.Bunu fark eden Kemal : Bunları bir anda anlamak sana güç gelebilir.Ama biraz düşünürsen umarım anlayabilirsin.Şunu unutma ki insanlık bugün ikinci tas devrini yaşıyor.Birinci taş devrinde insanlar yumuşacıktı.Sevgi sayesinde her şey yumuşacıktı.Sadece evleri ve aletleri taştandı.Şimdi ise her şeyimiz yumuşacık, yüreklerimiz taş gibi.Hatta taştan da katı.Çünkü öyle taşlar vardır, üzerlerinde otlar yetişir ve öyleleri de vardır ki... Kemal'in gözleri nemlendi bunlari söylerken. Yılların acılarını, ihanetlerini, burukluklarını, kelimelere döküyordu aslında. Ağlamaklı bir hale dönüşüyordu sesi kesik kesik... Uzun bir sessizlik oldu.Bütün bir hayat seridi geçti Ferda'nin gözleri önünden.Eğer Kemal'in anlattıkları doğruysa sevgi hiç olmamıştı hayatında.Bir anda gözleri duvarda bir çerçevede olan mısralara takıldı: "Donuk sevgiler çağındayız Sıcak sevgiler cehennemde yanıyor Sevgi... Yaşanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade, Duyulmayacak kadar doğaldır." Kemal duvarda ağlayan bir çocuk portesini gösterdi Ferda'ya: Biliyor musun bir çocuğa verilecek en değerli besin şefkattir. Ve de cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu işte şu insanlarş görürsün karşında... Şefkat ve cesaret kurbanları... Kimileri aşırı şefkatin yanında cesaretsiz büyütülürler.Bütün insanlar küçücük bir dünya kurmak isterler kendilerine.Güçsüzdür bu insanlar, kolayca kırılırlar.Dünya çok acımasızdır böylelerine göre... Kendilerini sevecek birilerini ararlar hep.O kadar yoğunlaşırlar ki bazen şiddetli "bir arzuyla birine doğru akmak isterler.Cesurca sevemezler.Cesareti öğrenememiştir bu insanlar.Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayı bile devirebilirler.Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yıkılıverirler.Dünyayi titretecek cesareti taşıyan bu insanlar kalplerine dokunan bir parmakla diz üstü çöküverirler yere.Ve şu sözleri duyar gibi olursun onlardan:" Dag düştü üstümüze Yıkılmadık ama İnsan değdi tenimize Acısı yıktı bizi...! Cesaret onları o kadar sertleştirmiştir ki sevdikleri insanı kolları ile kalpleri arasında neredeyse öldürür.Kemal sustu birden.Ferda bir seylerin olduğunu hissetmişti.Çözmek istiyordu Kemal'i.
- Niye sustun?
* Bana ne şefkati öğrettiler nede cesareti.
* Ama tüm bunlari biliyorsun sen · * Nasil olduğunu merak ediyorsun degil mi, anlatayım.Bir an durdu sonra:
· İnsanların nefretinden sevgiyi, ihanetlerinden sadakati, korkaklıklarından cesareti öğrendim.
- İnsanlar bu kadar acımasız mı? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç?
* Bırak sevgilerini gülmeleri bile doğal değil onların.Seni senin için değil kendileri için severler.O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince severler ki hayran olmamak elde değil biliyor musun? Sevgi ve ihaneti sanatsal bir uyarlamayla o kadar güzel sahneye koyarlar ki son sahnede öleceğini bile bile seyredersin oyunu.Mükemmel bir katildir onlar.Seve seve öldürürler seni.Dudaklarından sevgi sözcükleri yükselir.Yapacağin tek sey gözlerini kapatıp sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin sağanak yağmuru altında ölümü beklemendir.Anliyor musun?
- Sen sevilmekten korkuyorsun.
* Belki...
- Neden?
* Neden mi? Ben her insanı kalbime misafir edebilirim, sevebilirim yani.Kalbimden eminim çünkü.Sevdiğim insanı rahatsız edecek hiçbir sey yok kalbimde.Ama kimsenin kalbine girmek istemem.Çünkü bilmiyorum nelerle karşılasacağımı.Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor beni.Ve bilmiyorum o insan bunlardan haberdar mı?
- Fikirlerimi alt üst ettin.Her şey karıştı.Sevmek sevilmek, nefret sevgi... Hatta şu ana kadar gerçekten yaşayıp yaşamadığımı düşünüyorum
* Aslında sana anlattığım her şeyi kendinde bulabilirsin.
- Nasıl?
* Kendini tanıyarak... Yalnız kaldığın anlarda...
- Yalnızlıktan kaçmışımdır hep...
* Yalnizlıktan kaçmak kendinden kaçmaktır.Bir düşünsene, doğarken de yalnızsın, ölürken de.O halde yaşarken yalnızlıktan kaçmak anlamsız değil mi?
- Yalnızlıkta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve bosluktan başka?
* Kendini gerçekten tanıyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç uzayın olduğunu görebilirdin.Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra başına geçip ağit yakıyoruz... Benliğindeki zenginliği fark etseydin dünyada ikinci bir insan aramazdin biliyor musun?
- Anlamadım!
* Dünyada bir tek kişi vardır aslında.O bir tek kişinin içinde beş milyar insan.
- Benliğim bu kadar kalabalık mı?
* Evet. Benliğin tüm varlığın merkezidir.Tüm acılar ve sevinçler yüreğinde gizlidir senin.Ölenleri yüreğine gömdüğün gibi doğacak çocuğun kalbi de senin içinde atar.Hem acıyı hem sevinci yaşarsin iç içe, yan yana... Hatta o kadar acı çekersin ki acı, acı olmaktan çıkar...
- Sözlerin çok karışık.
* Belki haklısın bu konuda.Bazi insanlar başlı başına paradokstur. Düşünceleri de öyle.Insanlar paradoksal düşünmeye alışık değiller.Bu yüzden anlaşılmıyoruz.Zaman bir hayli ilerlemişti.Ferda izin istedi. Zihni o kadar dağılmıştı ki hiçbir sey söylemeden çıktı evden.Bütün gece boyunca Kemal'in sözleri ile uğraştı Ferda.Bazen onu anladığını düşünüyor, bazen saçmaladıgına karar veriyordu.Her şeye rağmen hayranlık duyuyordu ona.Ara sıra arkadaşlarına anlatmak istiyordu onu. Ama kimsenin anlamayacağından emindi.Günler geçiyor, yüreğinde Kemal'e, karsi konulmaz bir sevgi taşıdığını hissediyordu Ferda.Her geçen gün biraz daha büyüyordu sevgisi.Aylar geçmiş ama bir türlü ona gitmeye karar verememişti.Çekiniyordu.İnsanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli dolu bir kızı ciddiye alır mıydı? "Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar ölmüş değildir hiçbir zaman". Evet, bu söz de onun degil miydi? Nihayet karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdiğini söylemeliydi.Ferda Kemal'in evine gittiğinde büyük bir şaşkınlık geçirdi.Evde kimse yoktu, taşınmıştı... Evin bekçisi yaklaştı Ferda'ya: Kizim, adınızı ögrenebilir miyim?
- Adım Ferda, Kemal Bey taşındı mı?
* Evet kızım, taşındı. Ve kimseye söylemedi nereye gittiğini, bana bile.Bir mektup bıraktı sana.Gelirse verirsin dedi.Ferda mektubu aldı. Tereddütlü adımlarla evine gitti.Yıkılmıştı.Derin bir boşluk hissetti yüreğinde.Birden ümitle doldu yüreği.Belki de onu yanına çağırıyordu. Sabırsızlıkla mektubu açti."Ey sevgili, Seni sevip sevmediğimi söylemeyeceğim.Ama sevgiyi öğretebildim sana sanırım (ne kadar ögretilebiliyorsa).Dilerim kalbine kalbimden verdiğim şey yüreğinde yeşerip meyve verir.Böylece ne sen bende kaybolacaksın, ne de ben sende.Sen beni kendinde, ben seni kendimde bulmuş olacağım.O zaman hiç ayrılmayacağız.Sakin sevgimle seni tuzağa düşürdüğümü sanma.Sevgi hayatın hem çekirdeği hem de meyvesidir.Bir agaç, meyvesiyle seni kendine çağırıyorsa bu bir aldatma sayilmaz.Unutma ki agaç meyvesine çagırır, kendisine değil.Ey sevgili, Sen bir sığınak arıyorsun ama ben durulmaz bir fırtınayım.Sen kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum.Sen olmayacak bir barışı arıyorsun. Bense tüm kötülüklerle savaşmak istiyorum.Sen küçücük bir çocuksun. Ama ben küçükken çok büyüdüm.Sen dünyadan kopup yıldızlara sığınmak istiyorsun.Bense kendimi yeryüzüne karşı sorumlu tutuyorum.Sen bir ağacın gölgesine sıgınıp yaşamak istiyorsun.Bense ülkemi ariyorum. Yolları aydınlık, insanları ümitli ve huzur dolu olan bir ülke.Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni kaybetmek istemiyorum.Sen susuyorsun, bense haykırıyorum.Sakın unutma: Kalbim paylasılamayacak kadar senindir. Seninle bile. "
Sen baharın yağmurla getirdiği özlemdin içimdeki...Nedeni ni hala çözemediğim bir özlem!...Niye özlüyorum seni bu kadar...Neden bu kadar benimsin, benimlesin? Anlamakta zorlandığım, anlatamadığım özlemimsin...
Bahar yağmurları gibi çisil çisil yağdın yüreğime...Toprağın suyu özümsemesi gibi , yüreğim hissetti seni...Niye bu kadar geç kaldın?...
Keşke seni daha önce tanısaydım...
Keşke seni sensiz yaşamak zorunda kalmasaydım...
Keşke bir ömrü seninle paylaşsaydım...
Keşke....
Karlı dağların zirvesini bilir misin? Ben şu an doruktayım...Bir adım atsam sanki büyük bir çığ düşecek yüreğine...Korkuyorum... Yanıma gel desem gelemezsin; her yer kar tuzaklarıyla dolu...Gel desen ben gelemem; ayağımda buzdan prangalar... Ben karlı dağların prensesi, sen yeşil vadilerin prensi olarak tıpkı masallardaki gibi...
Yüreğim burada buz tutmuştu ama senin sevginle ısıtıyorum onu...Güneşin gülen yüzü bile yetmiyor buzları eritmeye... Karlı dağların tepesinden haykırmak istiyorum yine de....Sesimi duyura bilir miyim sana? SENİ ÇOK SEVİYORUMMMMM...Sesim eko mu yaptı ne? ...Büyük bir çığın yüreğine yuvarlandığını görüyorum...Yüreğin acıdı mı?...Senin bana kıyamadığın gibi ben de sana kıyamam...
Dağlardaki karlar bir gün eriyecek mi acaba? Ben çığ düşecek endişesinden kurtulup rahatça sevdamı haykırabilecek miyim?... Dağlardaki karlar erirse bir gün; seni yeşil vadinin sırtlarında bulabilecek miyim?...
Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları yazarken gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım,duygularım,acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım.Yine ağlıyorum... Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum.Lütfen;bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen yazılı satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış diyeceksiniz buna eminim. Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye taşındık.Huzursuzdum, okulumu bir köy okulunda okumaktansa ,şehirde medenice okumak istiyordum.kaydımı yaptırdı babam okula.İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna. Beni bir sınıfa verdiler.Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya oturmak istiyorsan otur dedi bana.Bir kızın yanı boştu sadece oraya oturdum.Hayatımı adadığım,gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım.İsmi Altınay idi.Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti.Masmavi gözleri,gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü,yanlış yazdığım notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik yaşımda ona bağladı.O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremiyordum.ya ben onlara gidip ders çalışıyor, yada o bize geliyordu.Mükemmel bir paylaşımcıydı.Yüreğini,sevgisini,dostluğunu daha o yaşta vermişti bana.İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik.Hep onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa,hatta aynı sıraya oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar.Başarmıştık. Yine aynı sıradaydık.Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz hayat bana huzur vermiyordu.Yaşımız olgunlaştıkça o beni,ben onu daha çok seviyordum.Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken.Şehir merkezinde.Ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar.Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı evde kalacaktık.Annem de bizimle kalacaktı.Allah'ım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.Ona aşık olmuştum.Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fareden ailelerimiz okul bittiğinde evlendirelim diye karar almışlardı bile.Ona tapıyordum artık.Haşa Allah'a şirk koşar gibi günah işlercesine seviyordum.İlk elini tuttuğumda sakın bir daha bırakma demiştim. Yanakları kızarmıştı,utanmış ve başını önüne ! eğmiş,gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı. Artık her gün elele tutuşup okula gidiyor okuldan çıkarken elele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize.Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi.Bunu her yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım,hep tamam tamam diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu. Her şey harikaydı,dünya cennet gibiydi gözümüzde.Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik.karne dönemi gelmişti.Karnelerimizi aldık hiç kırığımız yoktu.Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu.bunu kutlamak için bir cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı.Her zaman toz duman içinde olurdu.çakıllarla kaplıydı. O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola.Neler vermezdim o yolu yürümemek için. Eli yine elimdeydi,ansızın elini çekti,terlemişti yine eli.Sanırım dört adım atmıştım.Dönüp yine azarlayacaktım.Çünkü hem elimi bırakmış,hem de geride kalmıştı.Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı.Sanki gök kubbenin altında kaldım.yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu. ne yapacağımı bilemedim üzerine kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karşılaştım.Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu.Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi gözlerinden biri akmıştı.Suratının yarısı yoktu.Hırlıyordu bana bir şeyler demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler demeye çalışıyordu.Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş suratına saplanmıştı.Ölürcesine bir aşkı,geleceğimizi kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim.Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu.Akan kan ellerimize damlıyordu.Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu,hastaneye yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti.Kimse arabaya almıyordu.çevreme bakıp yardım eden demekten,ona dönüp seni seviyorum,beni bırakma,dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.İki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü.Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme döndü.Tam dokuz yıl oldu onu yitireli.Kendime olan güvenimi yitirdim.Artık kimseyi sevemem,kimsede beni sevemez korkusundan kurtaramıyorum kendimi.Bitkisel hayatta gibiyim. Tek elimde kalan bu net.bu net aracılığıyla sizinle paylaşmak istedim.Yitiren,ya da ben yitirenle paylaşmak isteyen herkese elleri terlese bile ellerimi bırakmamaları şartıyla elimi uzattım.Dost,kardeş,arkadaş ne olursanız olun ama elimi bırakmayın.Size sesleniyorum, elimi bırakmayın lütfen...
alıntıııı
__________________
Düşmeden Bulutlarda Koşmam GereK !
Konu Mattet tarafından (21/06/08 Saat 16:31 ) değiştirilmiştir..
Diyecektim ki gülüm; Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi... Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız. Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk.... Bir yanı bahardır kıyılarımızın bir yanı cehennem. Durmadan gözyaşı dökülüyor yüreğimizin üstüne. Acıdan, ayrılıktan haritalar ekleniyor alnımızın çizgilerine...
Sararan yapraklar tutunamıyor artık dallarda gülüm! Rüzgar estikçe savrulup gidiyor her biri bir yana. Katar katar turnalar göçüp gidiyor üstümüzden...
Diyecektim ki gülüm; mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı gülüm!...
Diyecektim ki gülüm; mevsim hazan mevsimi, mevsim kıran mevsimi. Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü dünya. Dört bir tarafta barut kokuları geliyor. Her tarafta savaş, kan gözyaşı var. Her tarafta bir kaos sürüyor... Bu yüzden karalar giydik gülüm!. Utandık insanlığımızdan!. Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz.
Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri İstanbul’da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık... Her ah! çekişte içimiz titriyor... Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz... Yüreğimiz parça.parça.. Güvercinlerin öldürüldüğü, defnelerin sessizce ağladığı günlerdeyiz gülüm!...
Diyecektim ki gülüm; Çiçektir çocuklar: Bakım ister, özen, özveri, güven ve sabır ister, açmak için çiçeklerini bahara... Hepsinden önemlisi şefkat, sabır ve sevgi ister... Sulanmak ister sevgi pınarlarıyla ... Tomurcuk tomurcuk açmak için dünyaya çiçeklerini ... Sevgisizlikle solmamak için yaprak yaprak ...
Diyecektim ki gülüm; Bahçedir çocuklar:. Tohumdur ekilir, sürer filiz filiz.. Umudu besler bağrında. Emek ister, bakım ister... Büyür, olgunlaşır , sevgi meyvesi verir; sevinçle koklar ve tadarsın. Karşılık beklenmez, verdiğini alırsın...
Diyecektim ki gülüm; Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla ,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık. Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne...
Diyecektim ki gülüm; Geleceksin diye bütün yollara gül döktük. Güvercinler uçurduk mavilere. Sevgiyi,dostluğu, barışı, baharı, sevinci getireceksin diye dağlara, ovalara, denizlere . Bunca çirkinliklerin içinde güzelliği, saflığı, temizliği getireceksin diye kirlenmiş hayatımıza, yıldızlara haber saldık ...
Diyecektim ki gülüm; Yaşamak güzel... Yaşamak bir çiçek gibi, dört mevsim güzel kokular saçıyor üzerimize... Sevgiyle bakıyor herkes biribirine, sevgiyle sarılıyor... Kinler, düşmanlıklar, kötülükler Kaf Dağı’nın ötesine sürülmüş...
Diyecektim ki gülüm; Gel! Yorulduk yollarına gül döküp beklemekten. Ey ömrümüzün taze gülü, ey gözleri öksüzümüz, her hazan bir gül getirip yüreğimize bırak ki, sevdamızın ateşiyle yakalım saçlarını yeryüzünün...
Diyecektim ki gülüm; Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara... Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor... Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim...
Ama diyemedim, diyemedik gülüm!... Kapımızda nöbet tutuyor ölüm...
YOK ŞAKAYDII YA SENİ YAZILARINLA TANIYORUM TEPKİNİ ANLAYIŞLA KARŞILADIMM HER ZAMAN SAYFAMA BEKLERİMM WE TABİİ Kİ SAYFANADA GELİRİMMM BİZ BU TOPRAKLARIN KÜLTÜRÜYLE BÜYÜDÜK MİSAFİRLERİMİZİ EN İYİ ŞEKİLDE AĞIRLAMAK BİZ ONURE VERİR TEŞEKKÜRLER ...............