Gökyüzü bulutlarını terliyor,
kızıl gelincikler fışkırıyor göğsümden
yağmur düşlesem kan geliyor gözlerine,
yeşil çayırlar âvâzlanıyor tepelerde
ben bir ırmağım, patlamış bir ışık ırmağı;
zehirli sarmaşıklara dönüyorum önüm kesilince
zıpkın nasıl yürürse gövdeye,
öyle yürüyorum karanlık genlere
yürekleri kiralık evlere benzeyen kadınların,
gövdelerini erinç koylara (şehvete) demirlemiş kadınların,
buruk ve tedirgin bir denize benzettikleri gençliğim;
rahvan aşklar,gecikmiş ayrılıklar,
gürültülü yakarışlarla dalgalanıyor
terminalerde şizofreni,
telefonlarda firari kılan neyse insanı,
susamış şiirlerime de tuzlu imgeler katıyor
aşkı,
çılgın şelâlelerin açlığına çevirmekten aranıyorum
saklanamam: kalp atışlarımı tekrarlıyor gök gürlemeleri
cesur vadilerin ağzı bağlanmış barajlarla, kaçamam da
yasak kitaplar gibi dolaşıyor ayak izlerim
falaka ya da başka bir şey istemedim
istemedim övgülerini
yakalananlar siyanür hapı içerek kutsadılar sözcüklerimi
sözlerim -ki kınını unutmuş kılıçlardır-
çöllerin suya kanışı kadar güzeldi ölümleri
ey sâhir! ey çılgın! ey zorba şairlik
suskuların bende, barbar ordular biriktiriyor
çıvgın çekirgeler gibi dağılıyor bakışlarım
hangi dala uzansan elimi ısırıyor
otobüs durakları, tren istasyonları, alış-veriş merkezleri,
şehrin kurum ve karmaşasını bırakıyor saçlarıma
hanımeli kokularından çıldırmış bir cesaretle,
kızgın afişler ve korsan söyleşilerle yorumladığım sûretimi,
şehrin paranoyak duvarlarına yumruklarımla yapıştırıyorum